Ahmet KÖSEOĞLU ŞEHİR VE KÜLTÜR Dergisi'ne yazdı: 'TARİHİN KUCAĞINDA AKSARAY'

AHMET KÖSEOĞLU

Bir pazar günü  erken denilecek vakitte, milyonluk şehrin istirahatte olduğu ya da mükellef kahvaltı hazırlıklarının mutfaklarda başladığı saatlerde, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şube’sinin önüne varışımız da şehirden ayrılışımız da pek kolay oldu.

Yollar tenha, şehir sakin, tüm araçlar parkta, işte bu vasatla, sessizliği yırtan egzoz gürültüsüyle cadde ve sokakları benim dercesine hovardaca geçen otobüsümüzün şoförünün vites değiştirip direksiyon çeviren elleri, debriyaja basıp, gaza yüklenen ayaklarının bu cırtlak sesle ahengini ön koltuklarda oturanların fark etmemesi imkânsızdı.

Ankara-Aksaray Kavşağı’nda sanal Aksaray kapısından (Bab-ı Aksaray) geçen safkan Mercedes demirden atımız, atlar ülkesi Kapadokya’ya doğru bozkırda süzülerek yola revan olmuştu. Konya Ovası’ndan doğuya ilerlerken yolun sağı ve solu boyuna ve derinliğine ekilmiş tarlaların (buğday, arpa) geçici de olsa yeşillikleri göze hoş görünürken ufukta, iki yana ayrılıp ortasından Aksaray’a geçit veren Bozdağ’ların kelliği, çıplaklığı gözümüzü karartırcasına kamaştırıyordu. Şifa olsun bir ağaç göremiyorsunuz şu meşhur yaban koyunlarının da -bölge köylüleri ceren-ceran deler- mûkim olduğu boz dağlarda.

Obruk platosuna ekli Aksaray platosuna yaklaştığımızda henüz yola çıkalı bir saat olmuştu. 1895 yılı Haziranın 26’sında at arabasıyla Konya’dan Aksaray’a dört gün aydınlığında varabilen seyyah Friedrich Sarre kadar heyecanım var mıydı eskimeyen eserleri görmeye giderken, tahmin edemiyorum. Ama bildiğim ulaşılacak yere hızlıca varmanın kazandırdığının yanında kazanamadıklarımdı. Sarre, Küçük Asya seyahatinin Konya-Aksaray bölümünde Pınarbaşı, Mernek Yaylası, Asma Köy, Obruk, Eşmekaya ve Sultanhanı’ndan Aksaray’a ulaşırken; yayla akşamında nadir bir güzellikle karşılaştığını, manzaranın ay ışığıyla aydınlanıp çevre uzaktaki dağlara kadar göründüğünü, sabahın erken saatlerinde yollara kadarinen Çavuşkuşu sürülerini, yörede pek çok bulunan kırmızı keklikleri, dağlarda gurup halinde nazlı ama hızlı koşan ceranları, toy kuşlarını, yöre halkının misafirperverliğini, obruk gölü ve efsanesini, yavrularıyla sürü sürü gezen kızıl ördekleri, hanların, mezar taşlarının bütün detaylarını, gözlemleyip, dinleyip, yazıp, çizip anlatabilmişti. Bizim ise yolumuz üzerinde olduğu ve geçeceğimiz yere halılar serildiği(!) için kısa süreliğine lütfen girdiğimiz Sultanhanı. Hanların şahı, Selçuklu mimarisinin en müthiş yapılarından birisi. Büyüklük ve güzellik açısından kendi türündeki her eserden üstün duruşu olan abide eserin taç kapısının önünde topluca bir resim çektirmek, hızlıca içeriye bir göz atıp, çiğnenip, eskitilmesi için yola serilmiş meşhur (!) Sultanhanı halısının üzerinden geçerek yola devam ettik. İbn-i Batuta 1331 yılında Aksaray’a geldiğinde koyun yününden ve kök boya ile dokunan halıların eşi benzerinin bulunmadığını; Şam, Irak, Mısır, Hint, Çin ve diğer Türk illerine kadar gönderildiğini belirtir.

Aksaray platosu bomboş ve düpedüz. Göz alabildiğince düzlük, en ufak bir yükselti yok. Hava açık, otobüs sıcak, klima doğal, toplu rehavet seansı, erken kalkmanın geç kalmış esnemeleri ve sessizlik. İşte düz araziyi ve sessizliği bozan heybetli Hasan Dağı yolun doğusunda kuşluk vakti gözümüze dik gelen güneş ışınlarının ardından piramit şeklinde beliriverdi. Milattan önce 700’lü yıllara dayanan tarihiyle Hititler, Asurlar, Frigler, Lidyalılar, Medler, Persler, Makedonlar, Kapadokyalılar, Romalılar, Bizanslılar, meviler, Abbasiler, Selçuklular, Danişmendliler, Karamanoğulları ile Osmanlıların hüküm sürdüğü Aksaray ve kâdim dostu Hasan Dağı. Onca medeniyetlere tanıklığı ev sahipliği birlikte yaptılar. Bunca uygarlıkların kalıntıları bir yana sadece Hasan Dağı, Melendiz Çayı ve Ihlara Vadisi bile Aksaray’ın farklılığını göstermeye yeter.

Antik çağlarda “Garsaura, Archelais isimleriyle anılan şehir, sonraları Koloneia, Taxara gibi adlarla da tanınmış, zamanla Aksara ve Aksaray şeklini almış olup, Evliya Çelebi, II. Kılınçarslan’ın şehirde yaptırdığı sarayın uzaktan bembeyaz göründüğü için Aksaray dendiğini belirtmesi ise tam da Evliyaca bir yaklaşım olsa gerek. Evliyamız yine o dönemlerde Rumların ise şehir için “Pegahelna” ismini kullandıklarını da belirtir.

İbn-i Batuta, Evliya Çelebi, C.Huart, F. Sarre, Baba Horvarth, W. Ruben, İ. Hakkı Konyalı, A. Gabriel gibi birçok yerli ve yabancı seyyah bu tarihi şehre gelmiş, incelemiş ve yazmışlar. “Seyyahlar Gözüyle Aksaray” diye seçki yapılıp bir eser hazırlansaydı biz günübirlik seyyahların eline tutuşturulsaydı da eli boş dönmeseydik Konya’ya.

Anadolu Selçuklu Devletinin iki önemli şehri Kayseri ve Konya’yı birbirine bağlayan ana yol üzerinde, Melendiz Dağları’ndan çıkıp gelen Melendiz Çayı’nın ovayı suladığı yerde iskan olunan ve II. İzzettin Kılınçarslan’ın askeri üs ve sosyal müesseseler kurduğu yer olarak ta Dûri’z-zafer, Darü’l-cihad, Darü’r-ribat adlarıyla da anılan bu mütevazı şehir turizm açısından da hakettiği yerde bulunmuyor. Evvela, dünün Kapadokya Kralığı’nın içinde bulunan Aksaray’ın bugünün turistik Kapadokya bölgesinin de içinde gösterilmesiyle işe başlanmalı. Kültür turizminin yerel, ulusal ve uluslararası boyutuyla ilgilenen her birey ve kurum-kuruluşun Aksaray ve ilçelerindeki hazinenin farkına varmalıdır diye düşünüyorum. Farkındalık ve kaygılı olmak bölgenin harekete geçmesi için temel iki unsur. Gerisi toplantılar, komisyonlar, heyetler, yerli-yabancı fon ve destekler.

Yıldırım Beyazıd döneminde Osmanlı’ya dâhil olan şehrin, Beyazıd’ın Timur’a mağlup olmasıyla tekrar Karamanoğulları’nın hâkimiyetine geçer. Fatih’in 1468’de Karamanoğlu Beyliği’nin tarihin tozlu sayfalarında yerini alması gerektiğini, fonksiyonunu yitirdiğini işaret etmesiyle tekrardan Aksaray Osmanlıya katılır. Sultan, Aksaray’ın büyük bir kısmını İstanbul’a yerleştirerek bugünkü İstanbul Aksaray Ortaköyü’nün ilk toplu iskânını da bu bölgeden yapmış oldu. O gün bugündür İstanbul’a göç devam ediyor.

Eğri Minare, nam-ı diğer Kızıl Minare ile başlayan Aksaray gezimizde her Selçuklu eserini hayretle incelerken yüce sultanlara hayır-duayı dilimizden düşürmedik. Sultanları, mimarları ve hatta gönül mimarlarını hep hayırla andık. Somuncu Baba Türbesi’nden (Şeyh Hâmîdi Veli) dönüşte, yolda enlemesine asılan bir pankart gözüme takıldı. Cemâleddin Aksarayî Vakfı’na ait bir duyuru. Sahi, 1388 yılında vefat ettiği tahmin edilen I. Murat döneminde dini, edebi ve aklî ilimlerde önemli bir yere sahip bu yüce insandan Aksaraylılar haberdar mı? Zincirli Medresesi’nde hocalık yapan Celaleddin Aksarayî’nin talebeleri arasında Molla Fenâri’nin olduğunu bilmeyen var mı?

XV. yüzyılın ilk yarısında eserleriyle Osmanoğullarından II. Murad’ın gönlüne taht kuran Ahmet Aksarayi’den, tarihçi Kerimüddin Aksarayi’nin “Müsâmeretü’l-Ahbâr” diğer adıyla Tezkire-i Aksarâyî, İlhanlı Hanı Ebu Said Bahadır’ın tahta oturmasıyla Anadolu valisi tayin edilen Emir Çoban’ın oğlu Timurtaş adına Kerimüddin Mahmud-i Aksarayî tarafından Farsça yazılan eser. 1323 yılında tamamlanan eser günümüzde İbn Bîbî’nin el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-umûri’l-Alâiyye’sinin ardından Selçuklu tarihi hakkındaki en önemli kaynak olarak kabul edilmektedir. Türk Tarih Kurumu tarafından yıllar önce yayınlanan Prof. Dr. Mürsel Öztürk tarafından Farsçadan Türkçeye çevrilen eserin çok önceden Osman Turan tarafından da çevrilmişti. Bu eserden şehrin yöneticileri ve ilgilileri haberdardır umarım. Eski harflerle basımı yapılan muallim Hüsnü’nün “Hasan Dağı’nda İlmi Cevelan” adlı eseri, 1928 yılında Hasan Dağı’na yapılan bir okul gezisini ve Aksaray’ın coğrafyasına, tarihine, eski eserlerine dair bilgilerin sunulduğu kitabın sadeleştirilip bugünkü matbuat tekniğiyle yeniden yayınlanması ne hoş bir çalışma olur. İbrahim Hakkı Konyalı’nın Niğde ve Aksaray Tarihi kitabının da yeni teknikle yayınlanması yerinde olur. Elbetteki bugün üniversitelerimiz başta olmak üzere birçok yerde yeniden Aksaray’la ilgili tarihi, kültürel, turistik, bilimsel kitapların yapılabileceğini unutmamak lazım.

Aksaray’ın sosyal, kültürel, folklorik, turistik, tarihi değerlerine, eserlerine yönelik ulusal ve uluslararası toplantılar, bilgi şölenleri, sempozyumlar, şölenler, paneller tertiplenmesi için ilgililerin de biraz gayret göstermesi gerekiyor. Hâsılı her bir köşesinde tarih ve medeniyet izlerinin bulunduğu Aksaray’ın ilk dönem Hıristiyanlığı ve devamında İslam’ın onca önemli eserlerini ve değerlerini bünyesinde bulundurma güzelliğini Türkiye ve dünya ile paylaşma zamanı gelmiş de geçiyor. Her başlangıç, her çalışma geç kalmışlıktan bir adım kaçmaktır.