Türkçenin İhtiyacı Devrim Değil Rönesans

D. Mehmet DOĞAN

azar D. Mehmet Doğan, Karar Gazetesinden Saliha Sultan'ın sorularını yanıtladı.

  1. Hocam, kitaba adını veren 1. Türk Dil Kurultayı’nın amacı neydi? Kurultayın yapıldığı o günlerin, 1930’ların Türkçesinin bir dil devrimine ihtiyacı var mıydı sahiden?

D.M.Doğan-Görünür veya ilan edilen amacı Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarıp özleştirmek… Bu kurultay boyunca her fırsatta ifade edilmiştir. İddia şudur: Türkçeye Osmanlılar çok zarar vermiştir, dilimiz bilhassa padişahlar tarafından Arapça ve Farsçanın boyunduruğuna sokulmuştur!

Peki bu iddialar ne ölçüde gerçektir?

Dil konuşulur ve yazılır. Yazı dili, edebiyat, fikir ve ilim dili esas olmakla beraber, aynı zamanda yazışma dilidir. Osmanlı Devleti’nin başlangıcından itibaren türkçe bütün bu alanlarda kullanılan bir dildir. Ortaya konulan eserler kütüphanelerdedir, devletin arşivi korunmuştur. Osmanlı dönemine ait güzel türkçe kitaplarda ve arşiv belgelerinde görülebilir. Medrese öğretiminin arapça olduğunu biliyoruz. Fakat arapça öğretim türkçe konuşan-yazan hocalar tarafından yapılmaktadır. Bunların hem edebiyat sahasında hem fikir ve ilim sahasında türkçe eserler verdiğini de biliyoruz. Edebiyat dili olarak Selçuklu geleneğinin bir devamı mahiyetinde farsça etkilidir. Türkçe bu dillerle birlikte bütün alanlarda kullanılmaktadır. Osmanlı devşirme sistemi, müslüman olmayan azınlıklardan küçük yaşta alınan çocukların “Türk üzeri verilerek”, yani Türk aileler yanında yerleştirilerek Türkçe öğretmek ve Müslüman yaşayışını benimsetmek üzerine kurulmuştur.

Osmanlı yöneticileri hangi entik gruptan gelirse gelsin, türkçe bilir ve konuşur, yazışmalar türkçe yapılır. Türkçenin yüz yıllar içinde değişik görünüşler aldığı görülüyor. Zaman zaman arapça ve farsça kelimelerin yoğunlaştığı, bilhassa devlet yazışmalarının külfetli bir hale geldiği görülmektedir. Peki bu bir devlet siyaseti midir? Osmanlının dile müdahale için bir kurumu var mıdır? Cevap: Bir Osmanlı dil kurumu yoktur!

Ne Osmanlı idarecileri ne de padişahlar Türkçeye yabancı dillerden kelime girişine yönelik bir siyaset takip etmemişlerdir. Aksine Osmanlı padişahlarının Türkçe kullanmayı teşvik ettiklerine dair hayli bilgiye sahibiz. Ayrıca bu padişahların büyük bir çoğunluğu türkçe şiirler yazmışlardır. İçlerinde Fatih (Avnî) gibi, Kanunî (Muhibbî) gibi iyi şairler çıkmıştır. Ömrü seferlerde geçen Sultan Süleyman’ın en hacımlı divanlardan birini tertib ettiği, bazı mısralarının günümüzde de halkın hafızasında olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. “Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat devlet gibi.”

Padişahlar divan şairlerini himaye ettiği gibi âşıkları, halk şairlerini de korumuştur. 4. Murad’ın âşık tarzında şiirler yazdığını biliyoruz. Dilimizde arapça farsça kelime fazlalığı tamamen, yazarların, şairlerin, divan katiplerinin tercihidir. Bu sanat endişesi ile yapıldığı gibi, kendini isbat maksadıyla da yapılmış olabilir.

19. Yüzyılda, Türkçenin konuşma diline yaklaştırılması, halk tarafından anlaşılırlığı mühimsenmiş, bilhassa yeni tarz öğretim sistemi yaygınlaşmaya, rüşdiyeler, idadiler, sultaniler açılmaya başlayınca, türkçe öğretimin alanı genişlemiştir. Bu vesile ile dilin sadece kelime haznesi değil, grameri üzerinde de çalışmalar yapılmıştır. Abdülhamid devrinde mekteplerde sade türkçe kullanılmasının teşvikiyle birlikte, türkçe kelimelerin derlenmesine teşebbüs edilmiştir. 1877 anayasasında Türkçenin resmî dil olduğu belirtilmiştir. 20. Yüzyılın başında “Yeni lisan” hareketi Türkçenin sadeleşmesi yolunda bir merhale olmuştur. Dilde sadeleşme döneminde dilimizin en büyük şairleri, nasirleri yetişmiştir. Halit Ziya, Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Ahmed Haşim, Ömer Seyfeddin, Refik Halit, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Halide Edip… ilk elde hatırlanabilir. Bu nesli cumhuriyetin ilk yıllarında yazmaya başlayan yine Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar gibi büyük isimler takip etmiştir. İlim dili batıda ortaya çıkan ilim ve fikir terimlerini tercüme yoluyla güçlendirilmiştir. İşte bu olumlu gidiş sürerken, yani dil tabiî bir gelişme seyri takip ederken ve en istikrarlı ve güçlü devrindeyken yapılan sert müdahale dilimize büyük hasarlar vermiştir. Dil devrimi İngiliz türkolog Geofferey Lewis’in deyimiyle öldürücü bir başarıdır!

  1. Bugüne gelirsek, günümüz Türkçesinin bir devrime ihtiyacı var mı peki?

D.M.Doğan-Dil devrimi dün gerekli değildi, bugün de gereksizdir. Dillerin tabiî şekilde gelişmesi ve değişmesi esastır. Dil devriminin önde gelen uygulayıcılarının hiçbiri gerçek anlamda dilci değildi, Türkçeyle hissi bir bağları da yoktu. Elbette, dili mükemmelleştirmek için ıslah çalışmaları yapılabilir. Bugün Türkçenin devrime değil, bir rönesansa, yeniden doğuşa ihtiyacı vardır. Dilin tabiî yatağına döndürülmesi, köklü Türkçenin hakkının verilmesi gerekmektedir.

Bütün devrimler millet varlığında olumsuz, sarsıcı sonuçlar doğurmuştur. Devrimler içinde en sarsıcı, yıkıcı sonuçları dil devriminin meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Zihnimize yapılan keskin müdahalenin tesirleri hâlâ devam etmektedir. Diğer devrimler dönemleri ile ilgili bir tesir meydana getirdiği halde, dil devrimi hâlâ sürmekte, her nesil bir önceki neslin kelimelerini yok sayarak yeni uydurulan kelimelerle yoluna devam etmektedir. Bu itibarla en yıkıcı devrim dil devrimidir. Eğer “sürekli devrim” diye bir şey varsa, bu dil devrimi olmalıdır!

Cumhuriyetten beş on yıl önce doğmuş, fakat eserlerini cumhuriyet döneminde vermiş 20. Yüzyılımızın önemli şair ve yazarlarının kitapları bugünün okuyucusu için sadeleştiriliyorsa, bunda bir acayiplik yok mudur? Mesela, Cumhuriyet dönemi yazarı Sabahaddin Ali’nin eserlerinin sadeleştirilmesi nasıl bir mantıkla açıklanabilir?

Dil devrimi, kültürel bir felakettir. Türkiye dışında hiçbir ülkede “dil devrimi” yapılmamıştır. Dilde devrim olmayacağını bilen yabancı ilim adamları bizim “dil devrimi” kavramı yerine “dil reformu” demeyi tercih etmektedir.

  1. Kitabınızın adı ‘Türkçenin Cenaze Töreni’. Ömrünü ana diline adamış, Doğan Büyük Türkçe Sözlük gibi bir külliyatı Türkçeye armağan etmiş bir münevver olarak, sizce bu cenaze nasıl diriltilir? Ülkemiz kurumlarında böyle bir arzu, gayret görüyor musunuz ya da…

D.M.Doğan-1.Türk Dil Kurultayı, Osmanlının en muhteşem sarayının en büyük ve görkemli salonunda, Muayede salonunda yapılmıştır. Muayede bayramlaşma demektir. Bu kadar muazzam bir cenaze için ancak böyle bir yerde tören yapılabilirdi!

Türkiye’de beyin yıkama, zihnimizi iptal ameliyesi harf inkılabı ile yazılı kültürün kilit altına alınmasıyla zirveye ulaştı. Fakat yaşıyan edebiyatçılar zengin türkçe ile eser vermeye devam ediyordu, bu yüksek Osmanlı kültürünün her şeye rağmen devamı demekti ve asıl durdurulması gereken oydu. Son hamle, son Osmanlı neslinin edebiyatını okunmaz hale getirerek bitirmekti…

Bugünün nesilleri için bu büyük şairler, yazarlar okunamaz, anlaşılamaz hale getirilmiştir. Buna bakarak diyebiliriz ki, dil devrimi amacına ulaşmıştır! Son Osmanlı neslinin güçlü dili, muazzam edebiyatı bizim yitiğimiz haline getirilmiştir. Bu yitik, bizim gerçek dil mirasımızdır. Bu mirası reddetmek yerine, benimsemek, o miras üzerinde edebî, fikrî ve ilmî faaliyetlerimizi sürdürmek zorundayız. Dildeki kopukluğu ortadan kaldıracak güçlü hamlelere ihtiyacımız var.

  1. Okurlar kitapta dilimizin tarihine ve tarih içinde yaşadığı değişimlere yönelik derinlikli yazılarınızdan çok şey öğrenecek mutlaka… Lâkin size göre Türkçenin boyunduruk altına alınmasının en büyük zararı ne olmuştur diye sorsam?

D.M.Doğan-Dil Devrimi güya Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için yapıldı. Aradan geçen 88 sene bize gösteriyor ki, asıl bugün Türkçe yabancı dillerin boyunduruğu altına sokulmuştur. Çıkın sokaklara bakın, kendini aydın sananların konuşmalarını dinleyin, akademi dünyasındaki tez başlıklarına okuyun.

İşte size üniversite tezlerinden birkaç tanesinin başlığı: “Fruktozla beslenen ratlarda tsevia rebaudiana’nın serum irisin ve glukagon benzeri peptid 1 (gip 1) düzeyleri üzerine etkileri.” “Okratoksin a toksikasyonunda folik asit ve ellajik asidin etkilerinin arıştırılması.” “Koyunlarda dehidrasyonun bazı serum akut faz protein konsantrasyonlarına etkisi.”

  1. Entelektüel çevrelerde bir taraftan Türkçe’nin çok zengin bir dil olduğu söylenirken, öte yandan Farsça’dan, Arapça’dan çok fazla kelime alındığını söyleyerek, özünde yetersiz bir dil olduğu hükmüne varılıyor. Bu yabancı sayılan kelimeleri Türkçeden atarsak dilimize ne kalır? Atmalı mı ya da…

D.M.Doğan-Türk tarihinin seyri ile dilimizin seyri dikkatle gözlenirse, dilimizin arapça ve farsça ile ilişkilerinin mahiyeti daha iyi anlaşılır. Batı dillerini bilenler, bu dillerde Latincenin oynadığı rolü, dilimizde Arapçanın oynadığını fark edebilirler. Bugün batı dillerinde istisnasız, yüzde otuzun üzerinde latince, yunanca kökenli kelime vardır. Hatta bugün de herhangi bir batı ülkesinde yeni bir icat yapıldığında, yeni bir kavram ortaya atıldığında yapılan iş, latince köklerden yeni bir kelime türetmektir. Hemen bu kelime bütün batı dillerinin kelimesi olur. (Şu sıralar, bizim de kelimemiz olmaktadır.) Demek ki, dilden kelime atmakla bu iş olmuyor. Boşluk bir şekilde dolduruluyor.

Evet tarihî Türkçe zengin bir dildi, fakat tarihsiz türkçe fakirin fakiri bir dildir.

KUTU SORUM

Son olarak hocam… Ülkemizde özellikle kültür sanat dünyasında son yıllarda bir ‘Türkiye’ tanımlaması hamlesi var. Misal, yılların Türk sinemasını ısrarla Türkiye sineması diye yazıp, çizenler, söyleyenler görüyoruz. Ne anlamalıyız bu ısrardan?

D.M.Doğan-Adlandırmalarda bir takım etnik mülahazarlarla hareket etmek, yanlış sonuçlar doğurur. Türk yerine Türkiye demek, Türk edebiyatı yerine türkçe edebiyat demek mevcut kavramlaştırmaya karşı olmaktan başka bir anlam taşımaz. Yani, böyle demekle doğru tariflere ulaşılmaz. Bugüne kadar İngiltere sineması, Fransızca edebiyat, Rusya müziği gibi adlandırmalar sözkonusu olmamıştır.