TYB Başkanı Arıcan: Vatan sevgimizin ne olduğunu 15 Temmuz'da dünyaya gösterdik

TYB Başkanı Arıcan: Vatan sevgimizin ne olduğunu 15 Temmuz'da dünyaya gösterdik

Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, 15 Temmuz 2025 günü Diyanet TV de canlı yayın konuğu olarak 15 Temmuz’un nedenlerini ve sonucuna dair önemli açıklamalarda bulundu. Arıcan’ın konuşmasını aynen yayınlıyoruz.

Türk İslam düşüncesi geleneğinde çok muazzam bir vatan sevgimiz var. Sadece bir toprağı sevmek, sadece bir toprağa ait olmak değil. Aslında şehitleriyle, değerleriyle, inançlarıyla hamuru yoğurulmuş bir mekânın adıdır vatan.

Dolayısıyla bunun da bir temeli var, dayanağı var, kaynağı var. Her şeyden önce bizim inancımız Kur'an'dan ruhunu alıyor. Hazreti İbrahim'in aslında Hazreti Hacer validemizle oğlu İbrahim'i Mekke'ye bıraktığında, dua ettiğinde orayı güvenli, bereketli bir yurt olması için duasıdır.

Aslında vatan bir duadır. Hazreti PeygamberimizinMekke'den ayrılırken aslında çok sevdiği o yurttan özlemle ayrılması vatana sevgiyi ifade ediyor. Zaten vatan sevgisi imandandır, fehvası buradan kaynaklıdır.

Orhun Abidelerinde Bilge Kağan şöyle der: Ey Oğuz beyleri, halkı işitin: Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin devletini ve yasalarını kim yıkıp bozabilir? Aslında bu kitabedeki gibi bir milli mefkureyi anlatıyor bizdeki vatan sevgisi. Bizim edebiyatımızda, kültürümüzde, fikir hayatımızda vatan kavramı o kadar yüksektir ki sadece bir toprak parçasını ifade etmez.

Vatan sevgimiz sözle değil özdedir

Aslında bir hafızayı, bir değerleri, bir yaşanmışlığı, bir aidiyeti aslında anlatır. O yüzden bizde vatan sevgisi sadece bir muhabbet, bugünkü tabirle romantik bir sevgi değil. Onun varlığı için ölümü göze alabilmektir.

Bu duygu gerçekten işte bu anlamda dünyada hiçbir millette göremediğimiz bir anlayıştır. Ama bu sevgi için ne yapmak gerekir? Vatan sevgisi dediğimiz bu sevgi için bizim tabii bir ödev bilinciyle, vazife bilinciyle bu vatan için gece gündüz sırılsıklam çalışmaktır. Bizim vatan sevgimiz sözle değilözdedir.

Gerektiğinde ölümü göze alabilmedir ki Mehmet Akif de öyle diyor ya, “uğrunda ölenler varsa aslında o toprak vatandır.” Yahya Kemal'in anlatımları, Namık Kemal'in işte “bülbülü altın kafese koymuşlar, illa da vatan, illa da vatan” demiştir. Dolayısıyla bizde vatan sevgisinin çok derin bir tarihi, kültürel ve hatta çok güçlü bir İslami kökleri var.

Yani bir hafızayı, bir değeri, bir inancı savunma uğruna her şeyi göze alabildiğimiz yerin adıdır vatan. Bu anlamda vatan sevgisini bugün özellikle biz çok mücadele ederek, çalışarak, 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi, daha öncesinde Çanakkale'de olduğu gibi ve sonrasında Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi, sağına soluna bakmadan Necip Fazıl'ın dediği gibi, “kim var denildiğinde ben varım” deyip hiçbir şeyi aklına getirmeden, ne yarı, ne yaranı, ne çocuğu, hiçbir şeyi gözü görmeyerek ölümü göze alabilmesi. 

15 Temmuz'da biz vatan sevgisinin ne demek olduğunu şehitlerimizle, gazilerimizle, aslında tüm milletimizle görmüş olduk diye düşünüyorum.

Şehadet bir sonsuzluk şerbeti içmektir

Bizde şehadet hem dünyevi hem de uhrevi boyutu olan bir kavram. Yani sadece seküler bir amaçla, tarihte farklı vesilelerle bugün dünyada gördüğümüz tarzda bir ölümü göze alabilmek değil. Aslında şehadet bir sonsuzluk şerbeti içmektir.

İşte Kur'an-ı Kerim'de, “Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Bilâkis onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz” buyuruluyor. Aslında onlar yaşayan ve sonsuzluk şerbetini içmiş kişiler olarak anlatılır. Biz bunu görmesek de hissetmesek de.

Elbette birçok değerler vardır insanlar için. Milli değerler vardır, dini değerler vardır, ahlaki değerler vardır.

Aslında şehadet tüm bu değerleri hepsini kapsayarak ölümü göze alabilme şuuru ve düşüncesidir. Dolayısıyla şehitlik bizim kültürümüzde yine en yüksek makamlardan birisi olarak görülür. Hatta dualarımız vardır: “”Allah'ım bizi huzurla yaşat ve bizi şehitler olarak huzuruna al” diye dua edilir. Çünkü makamların en yücesidir şehitliğin. 

Tabi şehitliğin neden ve niçin yapıldığı önemli. Bir amacı olmalı. Yani mal-mülk, şöhret ve benzeri duygularla bir ölüm göze almaya biz şehadet demiyoruz. Şehadette aslında o aşkın olana, yüce olana, yüce Mevla'nın aslında insan için büyük bir hedef olarak ortaya koyduğu, o düşünceler ve duyguları için bir sonsuzluk şerbeti içme hadisesidir.

15 Temmuz'da hainler, içimize yerleştirilmiş ihanet şebekeleri bir darbeye girişiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın o gün “halkımızı, milletimizi meydanlara davet ediyoruz”dediğinde işte gözünü kırpmadan bu devleti ki bizde devlet de bu anlamda kerim devlet anlayışıdır, vatan, bayrak, ezan, burada aslında tümünü korumak için, bunlara halel getirmemek için kendini feda etme işi.

Ve bu uğurda o samimi duygularla o ölüm şerbetini içenlere biz şehitler diyoruz. Çünkü bu devletin, bu milletin diz çöktürülemeyeceğini, bu değerlerin yok edilemeyeceğini aslında ifade etme biçimidir. Ben aslında şehadette üç temel kavramın olduğunu düşünüyorum.

Bir, çok yüksek bir tevhid inancı. Aslında şehitler, biz entelektüel boyutuna bakmaksızın baktığımızda muazzam bir tevhid bilinci vardır. Muazzam bir iman ve inanç vardır. İkincisi iffet. İffet tüm değerleri, az önce saydığım işte devleti, milleti, vatanı, inançlarını, her şeyini koruma duygusu. İffet sadece soyut bir ahlak-i erdem değildir.

Aslında o şehit olan insanların bu bütünü taşıdığını görürsünüz. Tevhid, iffet, şecaat, muazzam bir cesaret. Yani ne olacak, bunun sonunda ölüm mü var, bunu düşünmeksizin. Ama orada onun küçücük bir dokunuşu, tankın önüne koyduğu bir taş, tankın hazinesine yerleştirmiş olduğu tıkadığı bez parçaları falan. Aslında bunlar büyük bir cesarettir. Biz şimdi cesareti anlatırız ahlak-i erdemlerde, cesaret şudur, cesaret aslında tezahür etmiştir.

15 Temmuz'da şehitlerimizde, gazilerimizde hem tevhid, hem iffet tüm değerleri koruma, hem de şecaat. O en ulvi, aslında cesaretin en muazzamı şecaattir. Bir kişi devleşmiştir.

İşte akla gelmeyen, hiç kimsenin düşünemeyince tankın önüne çıkıp ona karşı durabilmek, az önce sizin ifade ettiğiniz üzere buradan geçilmez dendiğinde köprüden ne olacaksa olsun deme, işte bu bir şecaattir. Dolayısıyla tüm bu duygularla ölüme giden kişiye biz şehit diyoruz, şehadet diyoruz. O yüzden şehadet çok ulvi ve yüce bir bizdeki değerdir.Aslında muazzam bir değerdir aslında, en büyük erdemlerdendir. Bizim büyük insanlarımız, büyük aslında kahramanlarımız hep şehit olarak ölmeyi istemişlerdir. Hiç bizde yatarak ölmeye dilenmez şehadet.

Bu şehadet, şehitlik tabii ki bir savaşa, bir mücadeleye 15 Temmuz gibi, Kurtuluş Savaşı gibi, Çanakkale gibi, Malazgirt gibi büyük meydan muharebeleri. Ama ben şahsen şöyle de düşünüyorum, samimiyetle devleti için, milleti için, ülküsü için, az önce söylediğimiz tevhid, iffet, şecaat duygularıyla mücadele edip çabalayan, çalışan insanların da bazen afetlerde, bazen bir iş, vazife üzerindeki ben o ölümle hemhal olmayı da manevi bir şehitlik ve şehitlik hükmünde bir çaba olarak görüyorum. O yüzden bizde bir vazife, ödev ve fedakarlık bir adanmışlık aslında ana ruhu, bu işin mayası diye düşünüyorum.

Aslında şehadet yeniden bir diriliş, yok olmak değil. Aslında şehitler bir milletin hafızasını taşıyıp aslında geleceğe inşa eden kişiler. Biz şehitlerle aslında sürekli kendi kimliğimizi ve varlığımızı da aslında yeniden hissederiz, yeniden kendimize çekidüzen veririz.

Bu anlamda aslında şehadet ve şehitlik bir geleceği inşa etme işidir. Mehmet Akif'in İstiklal Marşı, ki ben İstiklal Marşı'nı bizim, tam anlamıyla vatan sevgimizi, şuurumuzu, mefkuremizi, şehitlik ve şehadet duygularımızı en güzel anlatan kavram. İşte bastığın “yerlere toprak diyerek geçme, tanı” diye başlayan ifadeleri.

Yani aslında biz belki bu şehitlerle yoğrulmuş bu topraklardaki o şuur ve bilinçle hareket etmeyi öğreniyoruz ama aslında şu da var. Bir Müslüman için benim kanaatim şu. İnsan yeryüzünün emanetçisi, yeryüzünde halife, Allah-u Teala'nın aslında tüm varlıklara teklif edip en nihayetinde insana yüklemiş olduğu, insanın halife olarak tüm bu varlığın, kainatın emanetini yüklendiği bir varlık.

Dolayısıyla aslında bizim inancımızda, İslam düşüncesinde insan için, bir Müslüman için kendisine emanet edilen her şeyi muhafaza da aslında bir ödev ve bunun uğruna yapmış olduğu mücadelenin adı aslında bir şehadettir, bunu sonunda elde etmiş olduğu sonuç şehadettir. Ve bu anlamda daha da özellikle 15 Temmuz'da 9 yıl önce biz şehitlerimizle yeniden bir diriş elde ettik ve geçmişin hafızasını tazeledik ve geleceğimizi şehitlerimizin bize göstermiş olduğu fedakarlıkla, o büyük bir erdemle ne yapıyoruz? 

Aslında aynı şuuru, aynı düşünceleri sürekli uyanık olup, çünkü bu coğrafya, bu topraklar her an ihanetlere, her an içten ve dıştan saldırılarla yok edilmek istenen bir vatan toprağı. O yüzden şehitler aslında bize kim olduğumuzu, ne olduğumuzu ve ne yapmamız gerektiğinin şuurunu ve bilincini hatırlatan insanlardır, kişilerdir.

Aslında tam da o millet şuuruyla biz beraber kol kola kenetlenerek aslında büyük güçleri, kuvvetleri de yok edebileceğimizi gösterdik. Manazgirt'te 50 bin kişi 200 bin kişiye galip geldi. Aynı Bedir'de olduğu gibi.

Manazgirt'te 50 bin kişi 200 bin kişiye galip geldi. Çanakkale'de bu vatanın dört bir yanından her renkten her inançtan insanımız geldi ve Çanakkale'de işte Seyit Onbaşı gibi birisinin 250 kiloluk bir topu nasıl o topun hazinesine koyup nasıl koca bir gemiyi ki asıl en büyük belki de onların her şeyi yok edecek olan savunma ya da saldırı aracıydı yok etti. Kurtuluş Savaşı'nda Sakarya'da yine milli mücadelede Akif işte İslam Arşı'yla tümünü aslında bize anlatıyor.

Peygamberimizin aslında Sevil Mağarasına sığındığında Hz. Ebu Bekir Efendimiz'e ''La Tekhaf Hinnallaha Mâne'' ''Korkma Allah bizimledir.'' Biz artık şuna inanıyoruz. Biz samimi olursak, ihlaslı olursak, istikamet üzere olursak, bu milli manevi değerlerimize sahip çıkarsak Yüce Mevla'nın bu sureti yardımı bizim her zaman yanımızda olacaktır.

Biz Çanakkale'yi yaşamadık, Milli Mücadele'yi yaşamadık, Malazgirt'i yaşamadık ama 15 Temmuz'u yaşadık. Ulus'a geldik. Abdestini alıp gelmiş insanlar. Sıhhiye'de tank durduruldu, önüne taşlar konuldu. Kızılay'a geldik, gerçekten bir kabus gibi, bir savaş ortamı gibiydi.

O jetlerin geçmesine rağmen, ses bombalarını patlatmalarına, helikopterle meydanı taramalarına rağmen, hiç kimse meydanları bırakmadı. Hatta ismi vermem belki doğru olmaz. Birkaç yıl önce Rahmeti Rahman'a kavuşan çok değerli bir edebiyatçımız, büyük bir fikir insanımız, eşiyle gelmişti. O Kızılay Meydanı'ndaydı. Ya, abi istersen, yaşlı da ileriydi. O ara dedik, seni bir kenara bir alalım. Dedi ki “ne münasebet”. Hanımefendi de yanında, Dedi ki “hocam biz buraya kendimiz saklanmak için gelmedik.Eğer öyle olsaydı evimize çıkmazdık” dedi. Bu millet, mütefekkiriyle, düşünürüyle, yazarıyla, çiftçisiyle, işçisiyle, siyasetçisiyle, esnafıyla, gerçekten 15 Temmuz'un karşısında yekpare oldu. Hiç kimsenin orada o gün ünvanı yoktu, sıfatı yoktu.İdeolojisi de yoktu. İdeolojisi de yoktu, gerçekten ideolojisi de yoktu. Sağı, solu, meşrebi hiçbir şey yoktu.

Vatan için o gece meydanlardaydık

Bu vatanı kimseye bırakmayacağımız azmini, kararlılığını hep birlikte gösterdik. Her türlü meşrepten, her türlü görüşten insanla o gece meydanlardaydık. Ve o birlik olmak fikri, o her şeyden azade, vatan için ön planda olmak, ön cephede savaşmak fikri aslında hepimize çok iyi geldi. Devlet büyüklerimiz, o gün gerçekten vatanperver askerlerimiz, polislerimiz, siyasetçilerimiz hep vücut oldular.

Meclisimiz o gün açıktı. Diyanetimiz, tüm camilerimiz açıktı. Ben diyorum ki gerçek anlamıyla bir kahramanlık destanıydı. Çok hazırlıksız bir konuya müthiş bir organize olma becerisi gösterdik. Kesinlikle. Bizim rahmetli Türkiye Yazarlar Birliğimizin şeref başkanı Mehmet Doğan abimiz, bizim de şöyle İstiklal ve İstikbal Mücadelemiz diye bir kitapçımız vardı.

Burada Mehmet abi çok güzel bir yazısı var. Diyor ki “"bu aslında darbeye karşı bir Türk refleksi, devleti koruma refleksi.” Yani tabii Türk derken bu milleti oluşturan tüm unsurlarıyla, o millet mefkulesine sahip tüm insanlar dediğiniz gibi hiçbir ayrımı olmaksızın her meşrepten, her inançtan insanın tüm varlığıyla kendini feda ettiği bir aslında an, hiç hesap edilmeyen bir durum.

Ama ben şunu düşünüyorum. Bu millet bu coğrafyada yaşamanın bedelinin ne olduğunu iyi biliyor. Zaman zaman eleştirilse de şöyle olduk, şöyle sorunlarımız var desek de ben diyorum ki Allah'ın bir lütfu, herhalde çok da dua alan bir milletiz. Ya da bu toprakları bize vatan yapan Eyyub el-Ensari Hazretleri, Hacı Bayram Veli Hazretleri, Hacı Bektaş Veliler, tüm bu Alperenler, Alpler, Yunuslar diyorum herhalde çok muazzam dualar yaptılar. Tabii o dualar herhalde bizi harekete geçiriyor.

Ama unutmayalım, bu son olmayacaktır. Farklı enstrümanlarla, farklı şekillerde, iç ve dış unsurlarla her zaman burada bu tür hadiseler yaşanabilecektir. O yüzden bizim işte o Çanakkale ruhunu, Milli Mücadele ruhunu, Malazgirt ruhunu asla kaybetmememiz gerekiyor.

Türk milletinin bir ferdi olmaktan iftihar ediyorum

Aslında bu coğrafyada yaşamak, bu milletin mensubu olmak, şerefli bir mensubiyet. Ben gerçekten iftihar ediyorum. Dünyanın çok farklı bölgelerine gidiyoruz; Gerçekten asil bir milletin evladı olduğumuzu biz hissediyoruz. Balkanlara gittiğimizde bize bakışın, bize olan hitabın. Orta Doğu'ya gidiyoruz, farklı ülkelere gidiyoruz, Uzak Doğu'ya gidiyoruz, Müslüman olmayan coğrafyalara gidiyoruz. Ve gerçekten beraberinde biz bir büyük bir şerefi taşıyoruz, onuru taşıyoruz. Ama beraberinde de omuzlarımıza büyük bir vebali taşıyoruz, büyük bir sorumluluğu taşıyoruz.

O yüzden bu şuuru ve bu ruhu anlatacak bence belgesellerimizi, sinemalarımızı, kısa filmlerimizi, çizgi filmlerimizi. Yani bu kahramanlıkların şiirle, edebiyatla, sanatla, kültürle daha yoğun anlatılmalı. Zaten bizim dini kurumlarımız, yapılarımız bunları anlatıyor.

Bu birlik şuurunu, bu vatan duygusunu, şehadet duygusunu anlatıyor. Ama bizim özellikle genç nesillerimize bu şuuru ve duyguyu yeni enstrümanlarla da iyi anlatmamız gerekiyor. Bugün bu tür imkanları gençlerimiz daha çok kullanıyor.

Gençleri Çanakkale'yi ziyaret ettiriyoruz, çok önemli. Gençlerimiz oraya gidince muazzam bir şuuru yükleniyorlar. 15 Temmuz saldırılarının gerçekleştiği Cumhurbaşkanı Külliyesi, TBMM, Gölbaşı'ndaki özel harekat mekanların ziyareti bu anlamda önemli.

Bu mekan ziyaretleri ama bunların sonra da onların çok sevdiği kısa filmleri, yazmaları, çizgi filmleri… Yani yazılımlarla onların yapmasını… Kreatif endüstriler diyoruz, bu yeni dönemlerin artık şeyleri, bu enstrümanları… Gençler bunu çok iyi başarıyor.

Biz bu tarihi mirası aktarmak zorundayız. Ama ben şuna da inanıyorum, bazen aktaramıyoruz, milli mefkureyi, tarihi kültürü… Hayır, bu vatanın evlatları… O gece 15 Temmuz'a inanır mısın, benim kırk yıl düşünsem o tankın önüne çıkmayacağını düşündüğüm insanlar vardı. Ama birden dirilen, şahlanan, devleşen insanlar gördük. Dolayısıyla bu milletin genlerinde bu var. Ama beraber de duamızı ihmal etmeyeceğiz.

En büyük bizim gücümüz duamız. Evlatlarımız için de bizden sonraki nesillerin bunu sahiplenmesi için de Mevla'nın nusretini… Tabii her zaman isteyeceğiz ama bunun için de çok da çabalayacağız, çok da gayret edeceğiz. Bugünkü iyi teknolojileri ve teknikleri de en iyi şekilde kullanmalıyız diye düşünüyorum.

15 Temmuz’a ilişkin ASBÜ’de de özgün çalışmalar yapmaya çalışıyoruz. Mesela geçtiğimiz yıllarda uluslararası öğrencilerin biz hikayeleri dinleyelim dedik.

İnanılmaz hikayeler dinledik. Pakistanlı bir öğrenci, hocasının ağlayarak geldiğini, hıçkırarak ağladığını, ne olduğunu merak ettiklerini, bir yakını mı öldü diye düşündüklerinde, Türkiye'de darbe oluyor, Türkiye'ye düşerse hepimiz yok oluruz diye hocasının çırpınarak ağladığını, Türkiye'ye hepimizin varlık nedeni diye doğaya onları davet ettiğini ve o çocuk o düşüncelerle Türkiye'ye geldi ve bizim öğrencimiz. Mesela uluslararası öğrencilerimizin bu hikayeleri.

15 Temmuz’u unutturmamak için ASBÜ’defaaliyetler düzenliyoruz

15 Temmuz'u küçümseyen, yok sayan, itibarsızlaştırmaya çalışan yayınlar oldukça fazla. Yurt dışında hala FETÖ üyeler bir dezenformasyon yapıyorlar. Bu vesileyle şunu ifade etmek isterim.

Biz çıkan tüm 15 Temmuz yayınlarını Lehtev Alek'te çıkarıyoruz, tahlillerini yapıyoruz, iyi örnekleri de kapaklarına poster yapıp sergiliyoruz. Bununla beraber geçen yıldan beri üniversitemizde 15 Temmuz Okuryazarlığı diye sertifika programı yapıyoruz. Şu an çağrı da geçen yılda oldu.

15 Temmuz'la ilgili biliyorsunuz sosyal medyalarda inanılmaz dezenformasyonlar yapılıyor. Biz de en azından üniversite olarak, bir sosyal bilimci olarak bu konudaki tüm sosyal kültürel ne tür dezenformasyonlar varsa ya da buradan nasıl doğru adımlar atabildiğinizi ortaya kaybetmeye çalışıyoruz. Paneller yapıyoruz, sempozyumlarımız var.

Biz ilk günden itibaren neler yaptığımızı bir belgesel haline getiriyoruz. Ve 15 Temmuz'a dair tüm sosyal kültürel, yani 15 Temmuz bize ne kadar bir ekonomik kayıp sağladığı, hukuki olarak neler yaşadık, ülke olarak bizim gelişmemizi ne kadar engellediğine dair bir gelecek vizyonu koyan bir ortak kitap çalışması da yapıyoruz.

Haberler Haberleri

Mehmet Savaş, Hayatını ve İlmi Mücadelesini Anlattı: "İlme Adanmış Bir Ömür"
Türkiye Yazarlar Birliği ikinci 50. yılın yol haritasını belirledi ve Konya Şubesine Üstün Başarı Ödülü Verildi
TYB Konya Şubesi’ne “Üstün Başarı Belgesi”
Türkiye Yazarlar Birliği Tarafından Kayseri'de Düzenlenen 15. Şubeler ve Temsilciler Toplantısı Yapıldı
TYB KONYA'DA SANAT DOLU BİR GÜN: "YÖRÜKLER" FOTOĞRAF SERGİSİ VE ÖDÜLLÜ KISA FİLM GÖSTERİMİ