Hive:
Özbekistan’a gelişimizin ikinci günü sabah erkenden kalkarak otelde yaptığımız kahvaltının ardından Taşkent’ten hava yoluyla Ürgenç Havalimanına iniş yaptık. Burada bizi bekleyen aracımızla 45 dakikalık yolculuğun ardından Hive’ye geldik. Yüzyıllardır değişmeden orijinalliğini korumayı başaran enfes bir şehir olan Hive turumuza başlıyoruz.
Rehberimiz Ümide Hanımın da şehri olan Hive gerçekten görülmeye değer tarihi mekânlarla dolu güzel bir kent… Hive, Harezm iline bağlı bir ilçedir. İslâmiyet'in kabulünden sonra ilim, şiir ve edebiyatta büyük gelişme yaşayan Harezm, Moğol istilasına kadar İslâm dünyasının en önemli merkezlerinden biri haline gelmişti. Hârizmî ve Biruni gibi önemli bilim adamları Harezm'de doğdu ve yetişti. Bölge, 11. ve 12. yüzyıllarda Oğuz ve Kıpçak boylarının yerleşmesi ile Türkleşti. Harezm Türkçesi ortaya çıktı ve Türk dilinin gelişiminde önemli eserler verildi.
1097'de Selçuklular'ın bölgeye vali olarak atadığı Kutbeddin Muhammed tarafından temelleri atılan Harezmşahlar Devleti, Harezm merkez olmak üzere ortaya çıkan ilk büyük devlettir. Başlangıçta Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na bağlı olan bu devlet, Sultan Sencer'in 1157'deki ölümünden sonra bağımsızlığını kazanarak, kısa süre içinde başta Harezm olmak üzere Horasan, Maveraünnehir ve Irak-ı Acem'i de içine alan çok geniş bir sahaya hükmetti. Harezm, bu dönemde en seçkin bilim insanı ve sanatçıları cezbeden bir ilim merkezi haline geldi.
1220'de bütün ülke Moğollar'ın istilâsına uğrayınca devletin sonu geldi. Devletin başında bulunan Alaaddin Muhammed Harezmşah ile oğlu Celâleddin Harezmşah arka arkaya ülkeden ayrıldılar. Böylece Harizm tamamen Moğol hâkimiyetine girmiş oldu. Bölgenin Moğol istilasından sonraki merkezi Hive oldu. Harezm'in yönetimi 14. yüzyılda Kongrat Türkleri'ne bırakıldı. Bu yüzyılda Harezm tekrar ilim ve sanat merkezi haline geldi. Daha sonra bir süre Timur ve Şeybaniler’in kontrolüne giren Harizm, 16. yüzyılın başlarında Özbek İlbars hanedanının egemenliği altında Hive Hanlığı'nın merkezi oldu. Toplam 27 hanın başa geçtiği Hive Hanlığı'nda devlet; çifte hükümdarlık, dört bey ve dört vezir (mihter, kuş beyi, mahrem ve dîvân beyi) yöntemi ile yönetilmiştir.
Hive Hanlığı 1873'te Rusya’nın kontrolüne girdi. Sovyet Devriminden sonra hanlık kaldırılarak yerine Harezm Sovyet Halk Cumhuriyeti kuruldu. Harezm daha sonra SSCB'ye katıldı. Özbekistan’ın bağımsızlığa kavuşması ile birlikte Harezm, ülkenin 12 ilinden biri oldu. Şimdi Harezm’in ilçesi olarak fantastik, mistik ve rüya gibi bir şehir olan Hive, UNESCO'nun himayesi altındadır.
Hive’de gördüğümüz ilk şey şehrin iç kalesinin büyük bir savunma duvarı oldu. Duvarlarının ardına geçince Hive’nin yaşayan bir anıt, bir şehir müzesi olduğunu müşahede ettik. Rehberimiz Ümide Hanımın da söylediği gibi Hive, film platosu olarak yapılıp da öylece bırakılıp gidilen bir yer gibiydi.
Efsaneye göre, burada en eski şehir Hz. Nuh’un oğlu Sâm tarafından kuruldu. Nuh tufanından sonra Sâm kendi kavmine yurt edinmek için bu çöllere geliyor ve burada mola veriyor. Rüyasında alevler görüyor ve babasına söylüyor. Babası Hz. Nuh Peygamber “orada bir kale yap, orası güzel bir şehir olacak” diyor. Ancak bu defa da çölün ortasında susuz kalıyorlar. Sâm su bulmak amacıyla asasını vurunca yerden su fışkırıyor. Çölden çıkan suyu içen kavmi çok güzel, çok tatlı anlamına gelen “Heyvah, heyvah” diyorlar. Yaptıkları kaleye de ‘Heyvah Kalesi’ adı veriliyor. Böylece bu inanılmaz şehir Hive ortaya çıkmış oluyor. Görkemli binalar, oymalı kapılar, sütunlar, inanılmaz derecede güzel binalar, muhteşem bir görüntü oluşturuyor Hive’de…
Özbekistan'ın batısındaki Harezm bölgesinin incisi olarak bilinen Hive'yi gören her birimiz, yüz yıllar önce tüccarların, sanatkârların ve âlimlerin dolaştığı sokaklardaki tarihi dokunun bugüne kadar en iyi şekilde muhafaza edildiğine şahit olmanın şaşkınlığını yaşadık.
Kadim bir kentin bütün özelliklerini üzerinde taşıyan Hive, ülkenin diğer şehirlerine göre oldukça farklı bir havaya ve kendine has mimariye sahip. Geçmişle iç içe yaşayan bu büyüleyici şehir, labirenti andıran yapısıyla taş ve dar sokaklarında yürüyenleri tarihin derinliklerinde uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Hive’nin gündüzü bir başka, gecesi bir başka güzel.
Tarihi İpek Yolu üzerindeki en eski şehirlerden olan ve iç içe iki surun çevrelediği Hive, adeta zamana ve modernizme meydan okuyor. Hive'de, nüfusun büyük bölümünün yaşadığı ve günümüze sadece bazı kalıntıları kalan en dıştaki surların çevrelediği yeni şehir yerleşkesine "Dışan Kale" deniyor. Daha küçük bir topluluğun yaşadığı, tarihte maruz kaldığı birçok saldırıya rağmen halen dimdik ayakta duran surlarla çevrili eski şehir yerleşkesi ise "İçan Kale" olarak adlandırılıyor. Bizim kullandığımız anlamda yazarsak Dış Kale ve 3 bin kişinin yaşadığı İç Kale.
Hive'nin mimari ve görsel açıdan en etkileyici bölümünü içinde tek bir yeni yapının yer almadığı "İçan Kale" oluşturuyor. Eski şehrin her sokağında, mavi, turkuaz ve yeşil tonlarında çinilerle bezenmiş, kesilmiş koni şeklinde minarelere, iki katlı medreselere, dönemin hanının yazlık ve kışlık sarayına, yaklaşık 2 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği cami ile çok sayıda toprak rengi yapıyla karşılaşıyoruz. Hive'de en dikkat çeken unsur ise şehrin tamamen yatay mimariyle inşa edilmiş olması.
İçan Kale Kompleksinde yer alan, kısa minare anlamına gelen Kalta Minor, Shergazi Han Medresesi, Allah Kulu Han Medresesi ve Türbesi, Cuma Camisi ve Minaresi, Abdullah Han Medresesi, Said Alauddin Türbesi, Muhammed Amin Han Medresesi, Kutluk – Murad İnaka Medresesi, Palvan Darvaza Kapısı, İslâm Koja Medresesi ve Mahmud Pehlivan Türbesini tek tek ziyaret ediyor ve her birinin özelliklerini yakından görüyor, rehberimiz Ümide Hanımdan gerekli bilgileri alıyoruz. Bu arada şunu da belirtmem gerekir ki rehberimiz Ümide Hanım gerçekten konulara hâkim ve bilgi donanımı oldukça yüksek.
Gündüz akşama kadar Hive gezimize devam ediyoruz. Nereye baksak ayrı bir güzellikle karşılaşıyoruz. Akşam saatlerinde kafilemizden bir grup minareye çıkmak isteyince biz de diğer grupla akşam namazı için camiye gittik. Caminin bilhassa gençler tarafından doldurulduğunu görmekten büyük memnuniyet duyduk. Hive iç kalede bir yandan gezerken bir yandan da alış veriş yapmayı da ihmal etmiyoruz. Özbekistan’ın her yerinde el sanatları çok gelişmiş. Kendilerine özgü çok canlı renkler ve harika motiflerin oluşturduğu giysiler, şallar, çantalar insanı kendine çekiyor. Özbekistan’ın her yerinde Özbek parası olan Som ile ABD Doları geçiyor. 1000 Som 3,35 TL. ye eşit. Yani 1 TL. 300 Som ediyor.
Rehberimiz Ümide Hanımın söylediğine göre burada 2 metreden su çıkıyormuş. Biz de yolculuğumuz esnasında bütün ekili alanların su içinde olduğunu gördük. Bu sebeple cenazeler su içinde kalacak korkusu ile toprağa gömülemiyormuş. Cenaze kefeniyle birlikte toprağın yüzeyine bırakılıyor ve üstü tuğla ile kübbet şeklinde kapatılarak çamurla sıvanıyor.
Gezi tamamlanınca kafilemizin çoğunluğu akşam yemeğinin ardından otelde kalıyor. Biz 5-6 kişilik bir grupla yine Hive iç kaleye giderek tarihi bir mekânda tadına doyulmaz çay sohbetine devam ediyoruz. Gece saatinde otele dönüyoruz. Zira sabah erkenden Buhara’ya gideceğiz.
4 saatlik bir uykudan sonra sabah erkenden Ürgenç Havalimanına giderek yine hava yoluyla Buhara’ya uçuyoruz. Buhara’da da diğer yerlerde olduğu gibi otele yerleşmeden kahvaltımızı yaparak geziye başlıyoruz. Buhara’da çok sayıda ziyaret yeri olduğu için 2 gece kalmamız planlanmış.
Tarih boyunca yetiştirdiği ilim ve fikir adamları, sanatçı ve âlimleriyle bilinen, onların ardında bıraktığı eserlerle dünyada Türk - İslâm mimarisinin zirveye ulaştığı şehirlerden Buhara, ziyaretçilerini maneviyatıyla da kuşatıyor. (Devam edecek)