Edebiyatın kalbi Konya’da atar

Konya’dan gidip en güzel Muğla kitabını yazan Şair-Yazar Mehmet Ali Köseoğlu ile sanattan zanaata güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Anadolu’nun...

Konya’dan gidip en güzel Muğla kitabını yazan Şair-Yazar Mehmet Ali Köseoğlu ile sanattan zanaata güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Anadolu’nun ve Konya’nın bereketli ve mümbit olduğunu belirten Köseoğlu, “İstanbul ve Ankara’dan sonra edebiyatın kalbinin attığı şehirlerden birisidir Konya” dedi


Bizim Merhaba’da çalıştığımız 1990’lı yıllarda Ahmet Aka da gazetenin kültür sanat sayfasını yönetirdi. O servisin genç bir müdavimi vardı, bazen o sekiz katı sadece bir şiiri bırakıvermek için çıkar, izi üzere de çay bile içmeden dönüp giderdi. Sonra gazeteciliğe, radyo programcılığına başladı. Aynı kurumda da uzun zaman mesai yaptık. İlk kitabı şiirlerden oluşuyordu ama memuriyet vesilesiyle atandığı Muğla’da Muğlalıları da hayran bırakan bir kitap hazırladı ki, TYB tarafından yılın şehir kitabı ödülüne değer bulundu. Hani biraz daha dursa Muğla’yı Konya’ya bağlayacaktı ama gurbetliği çabuk bitirip döndü. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi geçmiş başkanlarından Mehmet Ali Köseoğlu’ndan bahsediyoruz. Ya da; biz bahsetmeyelim, o anlatsın biz dinleyelim.

Buyurun: Hayat öykünüz nerede ve hangi tarihte başlamış. Ailenizden bahsetmek gerekirse neler söylemek istersiniz?

Kayserili bir ailenin en küçük çocukları olarak Konya’da doğdum. Nüfus cüzdanına bakarsanız; 1 Haziran 1975’te Kayseri – Tomarza’da doğmuşum. Daha önce Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Ali Işık hocalarımla yaptığım söyleşilerde onların da nüfus kayıtlarının dışında farklı birer hikayeleri olduğunu öğrenmiştim. Ben de 1976 yılında Konya’da doğduğumu, Molla Gürani Mahallesi, Ali Yücel Sokak’taki evimiz yapılıncaya kadar Havzan’da oturduğumuzu aile içi sohbetlerimizden biliyordum ama gün ve ay olarak net bir bilgi sahibi değildim. Eşim, annemle bu konuyu teferruatlı olarak konuşmuş; Konya Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nde Ocak’tan sonraki aylarda bir kış günü doğduğumu öğrenmiş. Bu bilgi de doğum günümü kesin olarak belirlemek için yeterli değildi tabi. Kadere bakın ki; aynı hastanede eşimin bir arkadaşı hemşire olarak çalışmaya başlamış. Eşim ona, eski doğum kayıtlarının olup olmadığını, görüp göremeyeceğini sormuş. Bundan 8-10 yıl kadar önce, kayıtları bulmuşlar, fotoğraflamışlar. Bana güzel bir sürpriz olmuştu. Kayıtlarda şöyle yazıyordu: “Bebek Köseoğlu – Baba adı: Süleyman – Anne adı: Raziye – Doğum tarihi: 14.02.1976”.

Sanata, edebiyata ilginiz nasıl gelişti? Kimlerin, hangi yazar ve sanatkârların etkisinde kaldınız?

Babamı tanırsınız; ‘âşık’ tarzında tasavvufi şiirler söyler. Şiire ilk muhataplığım biraz böyle olmuştur. Sonra İmam Hatip Lisesi yıllarında tanıştığımız arkadaşlarımız var. Hasan Kuvvet, M. Akif Kuruçay gibi... Ama esas olarak liseden sonra, Akra FM ve Ribat FM’de görev yaptığım yıllarda tanıştığım isimler beni edebiyatta devamlı kıldı. Ahmet Efe, Bülent Sönmez, İbrahim Demirci gibi şair ve edebiyatçı ağabeylerimizle yaptığımız sohbetlerin üzerimde tesirleri vardır. Sonra Nurettin Durman ağabey ve onun yayımladığı Düş Çınarı dergisi de önemlidir. Konya’da Ahmet Aka ve Hasan Kuvvet’le birlikte yayımladığımız Eylül dergisi, Çerağ ve Aşiyân dergilerinden sonra Düş Çınarı dergisi de daha geniş bir coğrafyaya şiirlerimi sunma imkânı sundu. Bu arada gazetecilik de bir şekilde yazarlık faaliyetini devam ettirmemi sağladı. Yine Türkiye Yazarlar Birliği ve Konya Şubesi’ni mutlaka anmam gerekiyor. Çünkü lise sonrası dönemde, 20 yaşıma gelmeden tanıştım hepsiyle. Bir de şunu söylüyorum; kelimeler bir yazarı tercih ettiğinde, yazmamak mümkün değildir. Yani bizim kendi yürüyüşümüzün yanında bir de hayatın tabi yürüyüşü var. Bizim tercihlerimizin yanında, bizi tercih eden, kaderle örülmüş talihi bir akış var.

Etkide kalma meselesine gelince… Mehmet Akif Ersoy’suz, Yahya Kemal’siz, Necip Fazıl’sız günümüz şiirine gelmemiz mümkün değil. Tabi bu isimlerin etrafına başka başka isimleri de ekleyenler olacaktır. Yaklaştıkça Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, İsmet Özel… Sadece şairleri mi analım? Ahmet Hamdi Tanpınar, hemşerimiz Tarık Buğra, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu edebiyatımızda öncü isimler. Akif İnan, Cumali Ünaldı…Biraz önce Ahmet Efe, Bülent Sönmez, İbrahim Demirci ağabeylerden de bahsetmiştim. Bunlar sevdiğim, beğendiğim, okuduğum isimler. Kuşağımdan Mustafa Uçurum’u, Vural Kaya’yı, Hüseyin Akın’ı, Mehmet Aycı’yı takip ederim. Kâmil Uğurlu Beyin şiirleri ayrı güzeldir, yazıları, şehrengizleri, denemeleri ayrı güzel… Etkilenirim. Fakat etkilenmek, şiiri duyumsamak ayrı, kendi şiirini söylemek ayrı. Kendi sesimle söylemeyi tercih ediyorum.

İlk eserinizi ne zaman ürettiniz, sizde ve çevrenizde nasıl bir etki oluşturdu?

İlk eser, mesela ilk şiirin yayımlanması ise…

Evet…

İlk şiir Çerağ dergisinde yayımlandı. Tabi bu arada Ahmet Aka’nın editörü olduğu Merhaba Gazetesi Kültür-Sanat Eki’ndeki yazılarımızı saymazsak… Edebiyat dergilerinde özellikle şiirlerle yer alırken, Nüve Kültür Merkezi bünyesinde İlkkitap Yayınlarının kurulmasına öncülük ettim. Mustafa Uçurum, Murat Soyak gibi dostlarımızın ilk kitaplarının editörü oldum. Tabi kendi kitabım “Her ayrılık bir aşk” da buradan çıktı.

Gazeteciliğe nasıl başladınız ve hangi kurumlarda ne gibi görevler aldınız?

Gazetecilik mesleğine, yani iletişim dünyasına girişime radyoculuk mesleğini de dahil edersek 1995 yılında Akra FM’de başladım ve burada “Türkü Kervanı” isimli ilk programımı hazırlayıp sundum. Sonra Ribat FM’de Kültür-Sanat Yönetmeni ve Genel Yayın Yönetmeni olarak per çok programa imza attım. 1998 yılında hayat beni Yeni Konya Gazetesi’nde Sanat Sayfası yönetmeliği ve musahhihlik görevlerine taşıdı. Burada Dr. Ahmet Atılgan hocamızla tanışmış olmamın bana katkısı büyüktür. Aynı gazetede Yazı İşleri Müdürü iken askere gittim. 2003-2005 yılları arasında Hakimiyet Gazetesi’nde yazı işleri müdürü, 2007-2016 yılları arasında da Memleket Gazetesi’nde Yazı İşleri Müdürü – Genel Yayın Yönetmeni olarak görevler yaptım. 2016 yılından itibaren de Basın İlan Kurumu bünyesinde gazetecilik mesleğine katkı vermeye devam ediyorum.

Evliliğinizin sanat hayatınıza ne gibi etki ya da katkıları oldu?

Eşim Gülşah Hanım, evlendiğimizde çini sanatıyla meşguldü. Şimdi tezhip ve minyatür alanında ustalaşmış, geleneksel sanatımız üzerine tez yazmış bir güzel sanatlar hocası. Fırçasıyla hayata kattığı her şey, benim de his dünyama, estetik ve sanat dünyama muhakkak katkı sunuyor. Edebi eserleri de sanat kitaplarını da birbirimize okuyabiliyoruz. Birbirimizi tamamlıyoruz.

Şiirleriniz hangi gazete ve dergilerde yer buldu?

Çerağ, Eylül, Aşiyan, Mavi Kuş, Düş Çınarı, Yedi İklim, Dergâh, Hece, Mahalle Mektebi, MinikaGo, Diyanet Çocuk gibi dergilerde yayımlandı. Doğrusu daha fazlası da var. Bunlar başlıcalarıdır diyelim. Kitaplarınızdan bahseder misiniz, neleri ne zaman yazdınız?

Çoğu dergilerde yayımlanan şiirlerim 2006 yılında “Her ayrılık bir aşk” kitabında toplandı. Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2012’de yayımlanan “İyilik Yap İyilik Bul” kitabının editörlüğünü üstlendim. Yine 2012 yılında KOSKİ tarafından yayımlanan “Konya Çeşmeleri” adlı kitabın da metin yazarlığını Mehmet Akif Sarıkaya ile yaptık. Çocuk edebiyatı alanına dahil olacak şiirlerden müteşekkil kitap “Dört Mevsim Dört Yaprak” adıyla 2016 yılında Kayalıpark Yayınları arasından, Muğla’yı anlama denemelerinden oluşan yazılar da “Menteşe’deki Muğla” adıyla 2019 yılında Çizgi Yayınları’ndan çıktı. Menteşe’deki Muğla, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “2019 Yılının Şehir Kitabı” seçildi.

Eserlerinizin konusunu gerçek hayattan mı seçiyorsunuz, yoksa kurguya dayalı metinler mi oluşturuyorsunuz?

Gerçek hayatta da kurgu yok mu? Biraz var galiba. Mesela ben çocuklarıma gerçek manada pek öfkelenemem, ama ikaz etmem gereken bir şey yaptıklarında kurguya geçerim. Şiirin yeri ayrıdır, az sayıda yayımlanmış kısa hikayem var. Bunlarda da gerçek ve kurgu iç içedir. Fakat esas olan gerçeği incitmemektir.

Yazarlığın, şairliğin endazesi nedir?

Bir ses ve üslup sahibi olmak. Sanatta da böyle aslında. Sanatkâr ve zanaatkâr arasındaki fark; birisi kendi sesini bulmuşken diğeri başka sesleri taklit eder. Sanatçı kendisi tasarlar, zanaatkar tasarlamaz, uygular. Yalnız bunu söylerken zanaatkârı küçümsemiyoruz, işini iyi yapan zanaatkâra bu yüzden usta diyoruz. Çıta bu denli yüksek yani. Yalnız günümüzde pazar yeri çok, her pazarın kendi yazar-şair endazesi ayrıdır. Biz gül alıp gül satanlar pazarında olmayı ümit ediyoruz.

Yazmanın hatta okumanın genetiksel olması düşünülebilir mi?

İnsani bir genetikten söz ettiğinizi varsayıyor ve evet diyorum. Bununla doğuyoruz, bizi diğer canlılardan ayıran özelliğimiz okumamız ve yazmamız. Diğer yandan okuyor ve yazıyor olmak tamamıyla bir kısmet meselesi.

Çalışmalarınızın size kazandırdığı ödüllerden bahseder misiniz?

Biliyorsunuz, Menteşe’deki Muğla kitabı Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “En iyi şehir kitabı” seçildi. Bunun dışında çeşitli gazetecilik ödülleri de var. Bunlar tabi fani alemin süsleri, ödülleri. Görülmüş olmak, işinizin, eserinizin taltif görmesi, size diğer çalışmalarınız esnasında yeni sorumluluklar yüklüyor. Çalışmalarımın bana kazandırdığı en büyük ödül iyi insanların yürekleridir.

Toplumun edebiyatla ve sanatla münasebetini hangi seviyede görüyorsunuz?

Büsbütün toplumu işin içine katınca münasebet de oluyor münasebetsizlik de. Bizim, halk edebiyatı gibi kadim zevklerimiz, kültürlerimiz var, Anadolu bu zenginliklerle dolu.

Her insanın edebi ya da sanatsal vasıflar edinmesi mümkün olabilir mi?

Böyle bir kaygısı varsa, her insan kendi yeteneğini bulacaktır. Fakat sesi olan herkes şarkı söyleyemez. Eğitimle biraz yol alabilir, teknoloji ile tutundurulabilir. Bunlar mümkün. Her insanın özünde bir değer mutlaka bulunur. Fakat insan içindeki bu değerin farkında olur mu? Onu yaşatır, geliştirir mi yoksa öldürür mü? Hepimiz şiir okuyabilir, şarkı dinleyebilir, resim gibi eserleri izleyerek tefekkür edebilir ve insan yanımızı geliştirebiliriz. Sanat için bir ses ne kadar lazımsa bir kulak da o kadar lazımdır. Birisi üretecek, diğeri dinleyecek. Tıpkı Peygamberimizin hadisindeki gibi: “Ya öğreten ya öğrenen, ya da dinleyen ol”mak. Zevki selim sahibi olmak için de üç önemli kıstastır. Günümüzde dinleyen pek yok; herkes kendisini her şey zannedebiliyor. Tabi ki bu kargaşanın içinde edebiyat ve sanat kendi yolunda ilerleyecektir. Edebiyat ve sanat kendisini, kendisine ait olmayan şeylerden koruyacaktır.

Ülkemizin en aktif kültürel kuruluşlarından diyebileceğimiz Türkiye Yazarlar Birliği’nin Konya Şubesi Başkanlığı’nı yaptınız. O döneme dair bizimle paylaşabileceğiniz anılar var mı?

20 yaşımdan da önce bu yuvada çok şükür ki bulundum, TYB Konya Şubesi’ne benden önce başkanlık eden Mustafa Çalışkan, Tahir Erbil, Ahmet Efe, Yusuf Türkalp, Mustafa Çalışkan, Ahmet Köseoğlu ve Bekir Şahin abilerimizin çoğunun yönetiminde yer aldım. Ve 2012-2016 yılları arasında başkanlık görevini üstlendim. Benden sonra başkanlık eden Prof. Dr. Hayri Erten hocamız da benim yönetimimde idi, görevi ona devrettim. Gerek şehrimizin gerekse ülkemizin çok önemli yazarlarıyla tanışmış olmak, onları şehrimizde ağırlamak, Konya kültür ve sanatına değerli bir katkıdır diye düşünüyorum. O dönemde Milletlerarası Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni, Ahlak Şurası, Yazarlar Buluşması gibi gerçekten önemli işlerin altına imza attık. Geleneğini Ahmet Köseoğlu Beyin başlattığı yıllık takvim uygulamalarını devam ettirdik ve başkanlık dönemimde 150 civarı program gerçekleştirdik. Bu programların her birini layıkıyla yerine getirdiğimize inandığım yönetim kurulu üyesi ve yazar arkadaşlarımıza buradan ne kadar teşekkür etsem azdır. Umarım tarih bizi hayırla yad edecektir.

Anadolu’da yazar ve sanatkâr olmanın, avantajları ve dezavantajları var mı?

Olmaz mı, Anadolu gerçekten bereketli ve mümbittir ve fakat pazar başka yerdedir. Sabahattin Ali Konya’da birçok yazı, öykü kaleme almıştır. Ahmet Ümit’in Bab-ı Esar’ı Konya’da geçer. Rahmetli ağabeyimiz Mustafa Miyasoğlu’nın Yollar ve İzler kitabının kahramanı Eyüp Sultan’dan başladığı yolculuğunda Bursa-Bilecik üzerinden Konya’ya gelir. Böyle niceleri sayılabilir. İstanbul ve Ankara’dan sonra edebiyatın kalbinin attığı şehirlerden birisidir Konya.

Gazete yazarlığı ile kitap yazarlığı arasında denklem ya da denklemsizlik var mı? İki kategoride de yazmış bir yazar olarak benzerlik ya da farklılıklar hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Ahmet Haşim, “Bize Göre” yazılarını 26 Mart 1928’den başlayarak İkdam gazetesinde günlük olarak yazmaya başlamış; bu yazılar yine 1928 yılında kitaplaşmış. Geçmişte Şinasi’yi, Namık Kemal’i, Ziya Paşa’yı, Ahmet Mithat Efendi’yi sahibi ya da yazarı olarak gördüğümüz gazeteler vardı. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Vatan gazetesinde köşe yazıları, Necati Cumalı’nın Milliyet’te futbol maçlarını yazdığını, Tarık Buğra’nın Milliyet gazetesinde sanat-edebiyat yazılarıyla gazeteciliğe başladığını da söylemek lazım. Ülkemizdeki gazetecilik tarihine dönemler itibariyle bakanlar, Hüseyin Rahmi’nin ilk romanı “Şık”ı Tercüman-ı Hakikat’te, Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu” romanını Vakit gazetesinde, Ahmet Haşim’in “Bize Göre” yazılarını İkdam’da, Frankfurt Seyahatnamesi’ni Milliyet’te yayınladıklarını göreceklerdir. İstiklal Marşı ilk olarak 21 Şubat 1921’de Açıkgöz Gazetesi’nde yayımlanmıştı mesela. Tüm anlattıklarımdan, geçmişte gazeteciliğin nasıl bir işlevi olduğu, şair, yazar ve mütefekkirler için kitap ve derginin yanı sıra gazeteciliğin önemi anlaşılacaktır. Günümüzde bu işlevinden hayli uzaklaşmış durumda gazeteler. Tabi, bir gazeteyi yönetmek, günlük gazetelerde haber ve gündem takibi içinde olmak diğer yandan edebiyat üretme gayretini bir miktar sekteye uğratabilir. Ama, gazeteler gerçek manada kadrolarında bulundurdukları edebiyatçı ve yazar karakterler kadar değerlidirler.

Basın İlan Kurumu’na Muğla İl Müdürlüğü göreviyle başladınız ve orada da yazı hayatınıza devam edip Muğla’ya dair sıra dışı bir esere imza attınız. Eserinizden öğreniyoruz ki Konya ile Muğla akrabalıktan da öte öz kardeşler. Peki, Muğla’dan bakınca nasıl bir Konya gördünüz? Tabi, Konya’dan bakınca nasıl bir Muğla gördüğünüzü de merak etmiyor değiliz.

Kadim şehirler birbirleriyle akrabadır, kardeştir. Konya ile Bursa, Konya ile Kayseri, Konya ile Eskişehir, Erzurum, Sivas gibi. Doğrusu Muğla’nın da böyle olduğunu gidince idrak ettim. Konya bu kadim şehirler içinde kurucu şehirlerimizden birisidir. Selçuklu sultanları I. Mesut, II. Kılıçaslan, II. Rükneddin Süleyman, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, I. Alaeddin Keykubad, II. Gıyaseddin Keyhüsrev, II. Kılıçaslan ile III. Gıyaseddin Keyhüsrev'in mezarları Konya’da Alaadin Camii’ndeki türbede bulunuyor. Muğla ise, Selçuklu’nun uç beyliği Menteşeoğuları’nın şehri. Sonra Muğla (Şahidi) Mevlevihanesi, Türkiye’de Galata Mevlevihanesi’nden bile önce kurulmuş. Konya’dan, Karaman’dan göçen nüfus Muğla’nın önemli dinamikleri arasında yer almış. Her zaman söylüyorum, Konya dışında nereyi yazarsanız yazın yine Konya’yı yazmış olursunuz. Menteşe’deki Muğla kitabı, Konya’ya vefanın bir ürünü aynı zamanda.

Konya’ya dönme kararını nasıl ve neden aldınız?

Bekir Sıtkı Erdoğan’ın “Konya” şiirini bilirsiniz. “Gurbet ekmek ben katığım / Nişansız düşmüş tetiğim / Yazılmış nüfus kütüğüm / Şükür Konya’da Konya`da … Ayrılıktan yemiş tekme / Yakma gurbet onu yakma / Burda gezdiğine bakma / Bekir Konya’da Konya’da”… Bir de Mevlana’nın pergel metaforu var… “Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım” der. Biz de öyle, bir ayağımız sabit, hiç gitmeyiz. Diğer ayağımızla da görev neredeyse oraya koşarız.

Masanızdaki yeni çalışmalardan bahsetmek ister misiniz?

Şiirlerimi Hece dergisinde yayımlıyorum. Aslında yayımlanmış şiirleri toplama kararı alsam bir şiir kitabından söz edebilirdik. Aynı şekilde Diyanet Çocuk ve MinikaGo dergilerinde yayımlanan şiirler de çocuk edebiyatı alanında bir kitaba dönüşebilir. Bakalım, kısmet. Muğla’da yazmaya başladığım bir hikâye kitabı şimdilerde tamamlanmış sayılır. Bir de Sultan I. Alaeddin Keykubad’ı yazdım çocuklar için, sanırım en önce kitaplaşabilecek olan çalışma budur.

Teşekkür ediyoruz.

Esas ben teşekkür ederim.

Kaynak: Mustafa Güden ==> http://www.konyayenigun.com/ramazan-da-yenigun/edebiyatin-kalbi-konyada-atar-h525255.html Konya Yeni Gün

Günün Yazıları Haberleri

Yeni başlayanlar için şiir okuma kılavuzu -II
Yeni başlayanlar için şiir okuma kılavuzu - Yunus Emre Altuntaş
Mevlâna - Mevlevîlik Algı ve Anlatıları |Salih Sedat Ersöz
‘Konya, medeniyetlerin kavşak noktası’ -Ahmet Köseoğlu
D. Mehmet Doğan: Sezai Karakoç ve Medeniyet Tasavvuru