Yılmak bana saçma geliyor

DMD tipi kas hastası Emrah Savsar 8 yıldır ventilatöre bağlı yaşıyor ve ‘Allah’tan gelene hep hamd ettiğini belirtiyor. Asla pes etmeyen bir yapıya...

DMD tipi kas hastası Emrah Savsar 8 yıldır ventilatöre bağlı yaşıyor ve ‘Allah’tan gelene hep hamd ettiğini belirtiyor. Asla pes etmeyen bir yapıya sahip olduğuna dikkat çeken Savsar, “Yılmak bana çok saçma geliyor açıkçası” diyor

Tutulduğu kas hastalığının çaresi yoktu. 5 yaşından itibaren etkisine girdiği hastalık O’nu 9 yaşında tekerlekli sandalyeye mahkûm etti, 17 yaşına geldiğinde de ‘en büyük dayanağım’ dediği babasını kaybetti. Gönlünde doktor olmak vardı, kader onu yazar yaptı.

Emrah Savsar hayatını, toplumun Covid 19 salgını vesilesiyle adını çokça duyup ne işe yaradığını yeni öğrendiği, Türkiye’nin de ilk yerli üretimini gerçekleştirdiği ventilatör cihazıyla sürdürüyor. Buna rağmen “Tekerlekli sandalyede değil de; yürüyen, koşan bir insan olsaydınız hayatınızın ne yönde seyretmesini isterdiniz?” sorusuna, “İyi ki de isabet etmiş diyorum. Yoksa nasıl imtihan olacaktım, nasıl tefekkür etme fırsatı bulacaktım ki?” cevabını verecek kadar da kaza ve kadere iman etmiş birisi. Okudukça sizi bambaşka dünyalara götürecek bir söyleşi olduğuna inanıyoruz. Buyurun: 

M.GÜDEN: Öncelikle doğum yeriniz ve doğum tarihinizi, aile özelliklerinizi anlatır mısınız?

E.SAVSAR: 1988 yılının Nisan ayında Kars’ın Sarıkamış ilçesinde dünyaya geldim. Babam genelde ticaretle uğraşıyordu. Ama asıl mesleği ağaç işleriydi yani marangozdu. Bu işi büyük çapta yapıyordu. İhaleyle ham odunu, keresteyi alır işler ve satardı. Ciddi bir istihdam da oluşturuyor ve ekonomiye de katkı sağlıyordu.  Aynı zamanda büyük baş hayvancılıkla da uğraşıyordu. Küçücük bir ilçeden yurtdışına ithalat-ihracat yapacak kadar da cesaretli bir insandı rahmetli babam.

M.GÜDEN: 5 yaşlarındayken rahatsızlanmışsınız. Ne gibi belirtiler gösterdi ve sonucu nasıl oldu?

E.SAVSAR: Hastalığım DMD tipi kas hastalığı. Bu hastalık kasları etkileyen ve doğuştan gelen genetik bir hastalık; fakat 5 yaşına kadar hiçbir belirti göstermedi bende. Belirtiler ancak 5 yaşından sonra ortaya çıkıyormuş. Bu belirtiler; bacaklarda ve kollarda güçsüzlük, yerden kalkamama ve dengesiz yürüme nedeniyle sürekli düşmelerdi. Aynı zamanda bu hastalığın tipik de bir yürüyüşü vardır. Zamanla o tipik yürüyüş de gitti ve yürüme yeteneğimi tamamen kaybettim.

M.GÜDEN: Yürüme yeteneğiniz kaç yaşlarında kayboldu?

E.SAVSAR: 9 yaşında tamamen yürüyemez oldum. Yani tekerlekli sandalyeye bağımlı kaldım. Tabi çok zor bir süreç gibi gözüküyor dışarıdan bakınca. Fakat ben bu geçiş sürecini kolay atlatmayı başaranlardanım. Çünkü yüce Rabbimiz kullarını zorluklarla imtihan ederken bir yandan da kolaylık veriyor. Bu kolaylığın adı tabi ki: Sabır… İmtihanın yanında adeta sabır hırkası giydiriliyor insana…

M.GÜDEN: Yaşanmışlıkların, yaşanabileceklere örnek olması adına sorma gereği duyuyorum; teşhis ve tedavi süreçleri nasıl ilerlemişti?

E.SAVSAR: Rahatsızlığımı ilk babam fark etmişti. Şöyle ki; 4,5 yaşındaydım.  Sürekli ayağım takılıyor gibi yere düşüyordum yürürken ve her geçen gün zayıflıyordum. Bunları fark eden babam bir şeylerin ters gittiğini düşünüyordu. Tam o sıralar işte bir gün sıradan bir üşütme ile yüksek ateşim oldu. Babam ve annem beni apar topar hastaneye götürdüler. Kan ve diğer tahlilleri yapıldı. Derken tevafuk bu ya tahlillerimi inceleyen asistan doktorlar bazı değerlerin düşük olduğunu fark edip; hocalarına yani şu an hala görevde olan Profesör Doktor Haluk Yavuz’a iletmişler durumu… Oda beni devralarak yakın takibe aldı sağ olsun. Birkaç ay gidişatı inceledikten sonra kesin tanı için Ankara’ya Sami Ulus Çocuk Hastanesine sevk etti. Burada bacak kasıma biyopsi yapılarak parça alındı ve incelemeye gönderildi. Sonuç olarak DMD yani Duchenne Muskular Distrophy tanısı konuldu. Haluk hoca sağ olsun, bizle yakından ilgileniyordu fizik tedaviye yönlendirdi daha sonra akupunktur tedavisi aldım. Tabi bunlar iyileşmek için değil sadece hastalığı yavaşlatmak adına yapılan tedavilerdi. Birçok tedavi denedik, bitkilerden tutun da hoca ziyaretlerine kadar. Tabiri caiz ise Türkiye’den girdik uzak doğudan çıktık. Şehir şehir dolaştık. Kim ne dedi ise uyguladık. Babam rahmetli beni iyileştirmek için çok ama çok çaba harcadı. Ama ne yaptıysa olmadı. 9 yaşlarında tamamen tekerlekli sandalyeye bağımlı kalınca; artık yoruldum dedim. Ve bıraktım bütün tedavileri. Çünkü gerçekten fizik tedavileri çok canımı yakıyordu. Kan tahlili yapıla yapıla bir hal olmuştum artık. O yüzden tüm tedavileri reddedip hayata adapte olmaya başladım. Zaten 7-8 yıl kadar sonra en büyük destekçilerim olan annem ve babamdan birini yani babamı kaybettim. Tabi çok zor oldu bu benim için. Ama işte her şey bizler için birer imtihan. Önemli olan bu imtihanları layıkıyla başarabilmektir.

M.GÜDEN: Gençlik çağınız tekerlekli sandalyede geçiyordu ve tam da bu dönemde babanızı kaybetmek sizde ne gibi duygular oluşturdu?

E.SAVSAR: O yaşlarda tekerlekli sandalyeye alışma süreci çoğu insan için çok zor bir süreçtir. Çünkü çocuksunuz ve tam da koşup oynayacağınız çağlarınızdasınız. Ama inanır mısınız, ben bu alışma sürecinde hiç zorlanmadım desem yeridir. Daha öncede bahsettiğim gibi yüce Rabbimiz her zorluğun yanında bir kolaylıkta lütfediyor. Şüphesiz zorluklarda bizlerin kurtuluşu için birer vesile olan imtihanlardır. O’ndan gelene de boynumuz kıldan incedir. Bu düşünceler sayesinde bu sürecin psikolojik yönü bana herhangi bir sıkıntı vermedi. Tabi her ne kadar ruhsal bir sorun oluşmadıysa da sağlığım açısından birtakım sorunlar oluşturdu. Şöyle ki; kas hastası olduğumdan kaburga kaslarım görevini yerine getiremiyordu. Bu sebeple yığılarak oturmak zorunda kalıyordum. Buda zamanla omurgamda eğriliğe neden oldu. Bu eğrilik ise akciğerime baskı yaparak nefes almamı güçleştiriyordu. O dönem hastalık çok bilinen bir hastalık olmadığından hastaya uygun ölçülerde tekerlekli sandalye alınması gerektiğini uzman kişiler söylememişti. Omurgadaki bu eğrilik tekerlekli sandalye kullanmaya başladıktan yaklaşık 15 yıl sonra yani 23-24 yaşlarında ameliyat gerektirecek boyuta ulaşmıştı. Babamı ise 17 yaşında iken kaybettim. Dediğim gibi şu hayatta en büyük destekçilerim annemle babamdı. Babamı kaybedince şimdi en büyük destekçim Annem kaldı. Babamı 2005 yılında kaybettim. Tabi babamın vefatı ile derin bir üzüntünün yanı sıra yokluğuna alışmak çok zor oldu. Lakin bizler elhamdülillah iman etmiş insanlarız ve her nefsin ölümü tadacağına inancımız sonsuzdur. Allah’tan gelenler bizim kurtuluşumuz için birer imtihandır. Bu bilinç çerçevesinde zamanla bu duruma da alışmış oldum. Tabi o acı çıkmaz insanın içinden, ince bir sızı olarak kalır. Rabbim bize cennetinde buluşmayı nasip etsin.

M.GÜDEN: Yaşadığımız her şey elbette Allah’ın bizi imtihanıdır. Bu kez de solunum sorunu yaşadınız, ne zaman ve nasıl meydana geldi?

E.SAVSAR: Nefes alıp vermek kaburga kaslarıyla gerçekleşen bir işlem olduğundan DMD tipi kas hastalarında bu işlemin anatomisi zamanla bozuluyor ve tek başına nefes alıp vermekte zorlanıyor hasta. Bunun için solunum cihazına yani ventilatöre bağlanılmak gerekiyor. Ben de yaklaşık 8 yıldır bu cihaza bağlıyım. Çünkü sık sık akciğer problemleri yaşıyordum, bu sebeple bu cihazı kullanmak zorundayım. Böylelikle hastalığım farklı bir boyuta ulaşmış oldu. Ama ben hiçbir zaman bu duruma üzülmedim. Allah’tan gelene hep hamd ettim. Tabi bu cihaz sosyalliğimi hiç etkilemiyor desem yeridir. Takmıyorum kafama bu durumu da çok şükür.

M.GÜDEN: Çocukluğunuzdan itibaren peş peşe yaşadığınız her hastalığı tevekkülle karşılamayı ve mücadele azmini nasıl edindiniz? E.SAVSAR: Yürüme bozukluğum dolayısıyla küçükken dengemi kaybedip düşerdim hep… Düştüğümde o an etrafımda yerden kalkmam için yardım edecek kimse olmayınca kendimin mücadele etmem gerektiğinin farkındaydım ve kendim mücadelemle, gayretimle kalkardım yerden. Düşünce ah vah etmenin bir faydası olmadığını, mücadele etmek gerektiğini çok iyi anlamıştım. Ayrıca bir şeye ulaşmak istediğimde başarıya odaklanan ve asla pes etmeyen bir yapım var. Azmimin de oradan geldiğini düşünüyorum. Yılmak bana çok saçma geliyor açıkçası. Hedefe giden yolda yılıp vazgeçmek kaybetmeye alıştırır insanı… Tevekkülüm ise çocukluğumdan beri güzel şeylerin Allah-ü Teâlâ’dan geldiği gibi dertlerin kederlerinde O’ndan geldiğinin inancını hiç yitirmedim. Zira O’ndan gelen güzel şeyler için sevinirken sırf bizlerin ebedi kurtuluşu için lütfettiği imtihanlara neden üzülelim? İşte hep böyle olgun düşünmeyi seçtim ben. Ayrıca olumsuzlukların mutlaka bir aydınlık tarafının olabileceğini düşünerek hareket ettim hep… Olumsuzlukların içinde olumlu şeylerin olabileceğini akıldan çıkarmamak gerek. Çünkü Allah her zorluğun bir kolaylığı olduğunu müjdelemiş Ayeti Kerimede… Yaşanan sıkıntılar asla oturup da haline ağlamayı gerektirmez. Ne olursa olsun zorlukları kolaylaştırmak bizlerin elindedir…


Allah yolundan ayrılmayın

Rahatsızlığına rağmen hayattan vazgeçmeyen Emrah Savsar, şuan iyi bir yazar olarak okuyucularıyla buluşuyor. İnsanlığa önemli bir tavsiyede bulunan Savsar, “Gözümüzün nuru, başımızın tacı olan Kur’an-ı Kerimin ahkâmını hayatlarında tatbik ederek yaşamalarıdır” diyor


Talihsiz bir şekilde rahatsızlanmasına rağmen hayattan vazgeçmeyen ve hep hamd ettiğini belirten Emrah Savsar, yazarlık serüveniyle ilgili açıklamalarda bulundu. Yazmaya 14 yıl önce başlayan Savsar’ın yazarlık hikayesi yakınlarına yazdığı Cuma mesajlarıyla başladı. Sonrasında yazdıklarını sosyal medya hesaplarından paylaşmaya başlayan Savsar, daha sonra da gazetede yazmak için teklif aldı. Böylece yazım hayatına adım atan Savsar, artık yazdıklarını kitapla okuyucuyla buluşturuyor. İşte Savsar’ın yazım hayatıyla ilgili yaptığı önemli açıklamalar;

M.GÜDEN: Yazmaya ne zaman ve hangi tür yazılarla başladınız?

E.SAVSAR: Yazmaya yaklaşık 14 yıl önce başladım. Şöyle oldu; yakın dostlarımdan sürekli hazır cuma mesajları alırdım ve bunlar çok hoşuma giderdi. Bir gün yine böyle çok güzel bir mesaj aldım ve şöyle bir düşündükten sonra dedim ki; bu mesajları illaki birileri yazıyor, insanlar da paylaşılıyor. Pekâlâ bende yazabilirdim bu tür mesajlar. Tabi o güne kadar yazı yazmak konusunda pek somut bir şeylerim olmamıştı… Sonra bir cuma sabahı mesajımı yazdım gönderdim dostlarıma, kısa mesaj olarak… O benim beğenmediğim Cuma Mesajımı öyle beğenmişlerdi ki; çok güzel geri dönüşler aldım. Bu dönüşler beni çok motive etti. Başladım her hafta cuma günü kendi Cuma Mesajlarımı yazıp dostlarımla paylaşmaya… Her mesajım bir öncekinden daha çok beğeniliyordu. Tabi bunlar hep manevi dörtlüklerdi ve gönüllere dokunuyordu. Hatta mahlasım olan Gönül’e Dokunuş da böylelikle ortaya çıktı. Manevi yazılarda daha iyi olduğumu ve kendimi daha iyi hissettiğimi fark edince duygularımı tamamen bu yöne çevirdim. Manevi yazıları çok seviyorum açıkçası. Bu şekilde 6 yıl kadar devam ettim. Daha sonra ara ara denemeler yazmaya başladım. Tabi herhangi bir yerde yayınlanmıyordu bu denemeler. Çünkü o zamanlar basın camiasına epey bir yabancıyım. Bir gün bu denemelerimi sosyal medya hesaplarımda paylaşmaya başladım. Buradan bu yazıları okuyan basın camiamızın önde gelen isimlerinden Ömer Kara bana ‘gazetemde yazar mısın?’ diye mesaj atarak, benim basın camiasına adım atmamı sağladı. Allah ondan razı olsun. Velhasıl; 2013 yılı 12 Eylül günü ilk köşe yazımı yazıp teslim ettim ve 13 Eylülde yayına girmiş oldu. Yaklaşık 8 yıldır köşe yazarlığı yapıyorum. Şuan ise Yeni Konya Gazetesi, konhaber.com, meydantürkiye.com, Meydan Konya Gazetesi ve doğruses.com’da yazılarım yayınlanmakta. Ayrıca bu anlamda kısa bir müddet Konya Postası Gazetesinde Genel Yayın Yönetmenliği de yaptım. Şuanda Ömer Kara’nın himayesinde Meydan Türkiye ve Meydan Konya’da Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapmaktayım.

M.GÜDEN: Özlü sözlerinizden örnekler verir misiniz?

E.SAVSAR: Mesela; Fiziki engel nedir ki yeter ki; engel yürekte olmasın. Gönüllere girmek gerekir, Zira Gönüllerde Allah Vardır. Bunlar gibi birçok örnekler verebilirim. Bunlara okurlarımız sosyal medya paylaşımlarımdan kolaylıkla ulaşılabilirler…

M.GÜDEN: Sergi açma fikri nasıl gelişti, sergi materyalleri nasıl oluştu?  Serginin hayatınıza ne yönde etkisi oldu?


E.SAVSAR: Aslında sergi deyince insanların aklına resim sergisi geliyor. Ama ressam olmadığım için sergi derken burada bahsettiğimiz yağlı boya çalışması değil tabi ki… Şöyle açıklayayım; cuma mesajı olarak yazdığım özlü sözlerimin gönüllere dokunduğundan bahsetmiştim. Bu dokunuşun daha çok Gönül’e ulaşması adına hem de akıllarda kalıcı olması için ne yapabilirim diye düşünüyordum. Bu hususta özlü sözlerimle sürekli göz teması kurulmasının etkili olacağı fikri geldi aklıma… Sonra özlü sözlerime uygun çiçek, böcek, doğa, hat yazısı gibi resimleri fon olarak kullanıp üzerine sözlerimi yazdım. Ve hazırladığım bu resimleri tablo şeklinde yaptırıp ziyarette bulunduğum dostlarıma hediye ediyordum. Takdir edersiniz ki; hatıra olarak bundan daha güzel bir hediye olmazdı. Şu an bu tablolarımın bulunduğu yüzlerce kıymetli gönül dostum var. Hatta bunlardan biride Sayın Cumhurbaşkanımızdır. Cumhurbaşkanlığı makamında bizzat kendim taktim ettim tablomu kendisini ziyaretimde. Çok beğenmişti bu çalışmamı. Daha sonra, sözlerimin daha çok Gönül’e ulaşması için sergi yapmayı düşündüm. İlk sergim olan Gönle Düşen İnci Tanesi için olumlu geri dönüşler alınca özellikle de sözlerimin gençlere ulaşması açısından okul ve üniversitelerde toplamda sekiz sergi açtım. Yani sergilerimle daha çok insana ulaşma imkânım oldu. Zaten en önemli amacım da bu daha çok insanın sözlerimden istifade etmesidir. Bu yönde sergilerimin çok faydası oldu.

M.GÜDEN: Şiirlerinizi kitap haline dönüştürme fikri nasıl gelişti?

E.SAVSAR: Yazılarım olsun, şiirlerim olsun, özlü sözlerim olsun yani ortaya koyduğum bütün çalışmalarımın muhatabını bulması gerektiğini bildiğimden bu anlamda her yolu kullanıyorum. İşte; sergi, kitap, konferans, söyleşi, sohbet, basın, sosyal medya gibi kanallar aracılığı ile ulaşmaya çalışıyorum insanlara. Malum; kitap da bu ulaşma araçlarından bir tanesi. O yüzden şiirlerimi ve önemli hususlara değindiğim birkaç köşe yazımı Gönül’e Düşen İnci Tanesi isimli bir kitapta topladım. Tasarımında da bizzat dokunuşlarım olan kitabım 2015 yılında muhatabı olan kıymetli okurlarımla buluştu.

M.GÜDEN: Tekerlekli sandalyeden şehrin sosyalitesini, kültür âlemini takip edip, gazetede köşe yazarlığı yaparak büyük bir farkındalık oluşturuyorsunuz. Sizi bu kadar gayretkeş kılan duygular nasıl hâsıl oluyor?

E.SAVSAR: Köşe yazılarımda toplumsal sorunları ele alıp fikirlerimi paylaşıyorum ve bu anlamda tespitlerim okurlarım tarafından önemsenip benimseniyor. Böylelikle topluma faydalı olmaya çalışıyorum. İnsanlığa faydalı olmayı şiar edindim ben hep… Faydalı işler yaparak hayırlı bir insan olma yolunda ilerledim bugüne dek. Zira hayır yolunda ilerleyen insan hayırla karşılaşır, şerle karşılaşması mümkün müdür? Hal böyle olunca motive oluyorum sürekli. Bu motivasyon ile de köşe yazılarım çıkıyor ortaya.

M.GÜDEN: Sayın Cumhurbaşkanımız ile ilk görüşmeniz nasıl gerçekleşti. Kendisiyle zaman zaman görüştüğünüz oluyormuş, neler konuşuyorsunuz?

E.SAVSAR: Evet, Sayın Cumhurbaşkanımız ile görüşüyorum zaman zaman… Kendisiyle tanışmamız şöyle oldu; 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde Konya ziyareti sırasında Mevlana türbesi önünde tanıştık. İlgilendi benimle ve ayaküstü sohbet ettik. Burada kendisinden bizzat yazmış olduğum Cuma mesajlarımı ulaştırmak için telefon numarasını istedim, tabi haliyle şaşırdı ve kendi özel numarasını vererek ‘mesajlarını bekliyorum’ dedi. Birkaç hafta geçtikten sonra cuma mesajımı alınca beni bizzat kendisi arayarak teşekkür etti ve mesajımı çok beğendiğini söyledi. Tabi ilk başlarda çok şaşırmıştım buna; hani yoğunluğu dolayısıyla beni aramasını beklemiyordum açıkçası. Benim için çok büyük bir sürpriz olmuştu. Bu hususta Sayın Cumhurbaşkanımıza çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok alçak gönüllü bir insandır. Ayrıca çok da ilgilidir. Tabi bu aramaların ardı arkası kesilmedi hiç. Hemen hemen her cuma mesajımı alıp yoğunluğuna göre arar ve her aramada çok uzun bir görüşme olmasa da halimi hatırımı sorar, bende O’nun hatırını sorarım. Arada kısada olsa muhabbet de ettiğimiz olur. Görüşmelerimiz bu şekilde gerçekleşiyor.

M.GÜDEN: Ufukta yeni kitaplar var mı?

E.SAVSAR: Elbette var, olmaz mı hiç? Hayatımda birçok acı tatlı yaşadığım olaylar oldu. Bunlar, üzerinde tefekkür edilmesi gereken olaylar olduğundan, hem örnek olmak açısından hem de yaşadığım olaylara bakış açımı belirterek insanlar için bir tecrübe olması yönünde bir kitap çalışmam var. Otobiyografi tazında bir kitap olacak inşallah. Yakın bir dönemde de çıkarmayı planlıyorum nasip olursa.

M.GÜDEN: Bugüne dek size isabet eden sağlık sorunlarını yaşamamış; yürüyen, koşan bir insan olsaydınız hayatınızın ne yönde seyretmesini isterdiniz? Mesela pilot olup göklerde mi süzülmek isterdiniz, kaptan olup deryalara mı açılmayı hayal ederdiniz? Yoksa bugünkü Emrah gibi şiirlerle, makalelere baş başa olmayı mı yeğlerdiniz?

E.SAVSAR: İyi ki de isabet etmiş diyorum. Yoksa nasıl imtihan olacaktım, tefekkür etme fırsatı bulacaktım ki? Gerçekten çok güzel bir yere değindiniz. Teknik konularla çok ilgili bir insanım. Ama doktor olmayı da çok istedim. Küçüklüğümden beri bunun hayalini çok kurarım. Özelliklede bir cerrah olmayı çok isterdim. Bunun yanında tabi ki yazarlık faaliyetlerime de devam etmeyi yine düşünürdüm. Yazarlığı çok seviyorum çünkü. Yani hayatımda olmazsa olmazımdır yazarlık.

M.GÜDEN: İnsanlığa öneri ve tavsiyeleriniz nelerdir?

E.SAVSAR: İnsanlığa en güzel önerim ve tavsiyem; gözümüzün nuru, başımızın tacı olan Kur’an-ı Kerimin ahkâmını hayatlarında tatbik ederek yaşamalarıdır.  Çünkü Kur’an ahlakının hâkim olduğu bir dünyada insan faktörü dolayısıyla yaşanan olumsuz şeyler asla yaşanmaz. Allah-ü Teâlâ’nın emirleri doğrultusunda hayatını sürdüren insanlardan oluşan toplumlar şüphesiz rahmet yağmurlarında ıslanırlar. Allah’ın rızasına nail olurlar bu şekilde yaşayan insanlar. Birbirlerini Allah için sever ve böylelikle hakka hukuka riayet ederek toplumsal huzurun oluşmasını sağlarlar. Birbirlerine destek olurlar. Bu insanların şüphesiz Dini imanı bütün olur.


SAVSAR’IN DUA ADLI ŞİİRİ

 

Bizleri mel’un şeytanın şerrinden,

Nefsimizin çılgınca isteklerinden,

Türlü türlü günahları işlemekten,

Muhafaza eyle yüce Allah'ım...

 

Ölümün ağır ve elim acılarından,

İmanımızı da şeytana satmaktan,

Bilhassa zor olan kabir azabından,

Muhafaza eyle yüce Allah'ım...

 

Kabirde çetin mi çetin sorulardan,

Ahirette de rezili rüsva olmaktan,

Birde harlı cehennem azabından,

Muhafaza eyle yüce Allah'ım...

 

Cennet-i Ala’nın o köşklerinden,

Sonsuz güzellik ve nimetlerinden,

Bilhassa orda Cemalin görmekten,

Mahrum etme yüce Allah'ım...

 

EY ENGELLİ KARDEŞİM ŞİİRİ

 

Azimdir engelleri aşmanın temeli,

Bunu en iyi engelli olan bilmeli,

Fiziki engel nedir ki demeli,

Yeter ki yüreğinde olmasın engeli…

 

Engelliyim yapamam ben dememeli,

En iyisini yapabilirim diyebilmeli,

Hedefine engel olmasın engeli,

Ulaşmak için hedefine Sabır etmeli…

 

İmtihan buya vardır elbet mükâfatı,

Dert etme kendine imtihanını,

İmtihanında vardır mutlaka bir sırrı,

İsyan ile heder etme o sırrı…

 

Hayata gülümse engeline inat,

Gülümse ki kıskansın seni hayat,

Yitirme umudunu olsun sana kanat,

Uç hedefine umudunla yolunu aydınlat…

 

Tutmasa da elin ayağın varsın görmesin gözün,

Duymasa da kulağın olmasa da elin ayağın,

Konuşamasan da yoktur asla bir önemi,

Unutma hedefin umudun düşüncen var senin...


Kaynak: Konya Yeni Gün Gazetesi  http://www.konyayenigun.com/yenigun-ozel/allah-yolundan-ayrilmayin-h258860.html?fbclid=IwAR0bTFQPgbgD3HsmnpLiPw8uvSosw4XrtHy7V6N8ATe_-Un6F8hPRf1G72Y
 

Röportajlar Haberleri

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu: TYB olarak “ŞEHRE SÖZÜMÜZ VAR”
Ahmet Köseoğlu: ‘Şehre hizmet ibadettir’
‘Gözler Konya’ya çevrildi’
Devletin memuru dayak atardı!
‘Kitap bir uzvum gibi oldu’