BEYPAZARI GEZİ YAZILARI

BEYPAZARI GEZİ YAZILARI

M.Aali KÖSEOĞLU Önümarkamsağımsolum Beypazarı Beypazarı kaçıncı gezimiz; dokuz mu? Dokuz doğurdu...

A+A-

M.Aali KÖSEOĞLU

Önümarkamsağımsolum Beypazarı

Beypazarı kaçıncı gezimiz; dokuz mu? Dokuz doğurdu derler zor olan işlerin alt edilmesine... Doğum sancısı nedir bilmeyen için kolay olsa gerek, asla yapamayacağı bir görevin adını ıstırabına isim seçmek...

Istırap dediğime bakıp da gezilerin sıkıntı verici olduğu yorumuna ulaşmasın hiç kimse; öyle değil... Sadece dokuzla bir bağlantı kurdu zihnim; şimdi eski gezileri tek tek sayıp kaçıncı gezi olduğunu bulma fikri de sıcak gelmedi.

"10'dan önceki 8'den sonraki TYB gezisi Beypazarı'na yapıldı" deyiverme kolaycılığını seçmem, yorgun bir yolcu olmama bağlanmalı.

Ankara'da askerlik yapmışım; sonra siyasetin kararttığı bir şehir olarak bilmişim orayı... Asla aklımın ucunda, Ankara'nın içlerine gizlenmiş -Ayşe Su'nun demeye çalıştığı şekliyle- "süslenmiş bir kadın gibi" duran -sonra Hüzeyme Hanım'ın Türkan Şoray gibi diyerek farklı bir anlama işaret ettiği- Beypazarı'nın Ankara düşüncemi altüst edeceğini nerden bilirdim...

Otobüste konuşurken "gezileri yola koymak zor oluyor" demiştim ya, bütün zorluklar Beypazarı'nı gördükten sonra birer sevince dönüşüyor. Beypazarı cıvıl cıvıl dansediyor önümüzde; Ahmet Aka veya İsmail Özkan bu dansı görüntülemeye çalışırken kendimi atıyorum bazen önlerine; arkamda bir Beypazarı silueti olsun istiyorum... Beypazarı'ndan geçtiğim bilinsin istiyorum...

Bazen insan yaşadığı şehirde bile bilinmek istemez; sürükleyerek taşıdığı bedeninden bir gölge bile düşürmez toprağa; lakin Beypazarı'ndan geçmek, neşeli çocuklara döndürüyor hepimizi. "Önümarkamsağımsolum" Beypazarı oluyor; yeni bir şehir yeni ilhamlar veriyor 'guşgana' nedir bilmeyen gönlüme...

***

İşte Bekir abi; o boşluğa senin kız pek tabi yakışırdı; İsmail abi; ikidir yalnız gel diyor sana bu oğlan... Ali Işık da eşini getirmek istemişti oysa... Karaçelebi fotoğrafçı arkadaşlarından bir ikisini yanına alsaydı ne iyi olurdu... Gelmeyenler gelmek isteyenlerin hakkını ihlal ediyor değil mi? "Şu otobüs daha büyük olsa" diyor Hasan Arslan'ın kızı; "daha hızlı sürse otobüsü şoför" diyor Ahmet Köseoğlu... Sonra Durdu da köşesinden yazıyor "otobüs yavaştı" diye... Fahri Bey "Sağsalim eriştik" diye dua ediyor. Fatma Ünver, "Belediye Başkanı neden hiç karşımıza çıkmadı, ona diyeceklerimiz vardı" derken, Ümit Savaş, "TYB'deki samimiyet beni burada kılıyor, protokolle ne işimiz olur" diyerek ortaya koyuyor düşüncelerini. "Çayla otobüse girmeyin" diyor şoför; daha önce birisi girmiş ve dökmüş çayı, oturduğum yer ıslak... "Kim dökmüş" diyorum, kızıyorum. Çaylarla içeri alınmayan arkadaşlar da kızıyorlar...

Kulu Belediye Başkanı'na telefonda "Çok geç kaldık, fazla oyalanmasak, yemek esnasında sohbet etsek" diyorum. Ahmet Köseoğlu, Olof Palme Parkın'da çay içme teklifini bile kabul ediyor...

TYB gezilerine bayılıyorum; çünkü katılımcıların hepsi yazar... Yani düşünme kabiliyeti olan insanlar... Herkes bardağı dilediği taraftan görüyor... Ben eve gelir gelmez soda ve aspirin içerek bırakıyorum bardağı yan tarafıma...

Hafta içinde Hüzeyme Hanım; "Çok farklıydı" içerikli mesaj atmış mailime; seviniyorum.

***************************************************************************

Ü.Savaş TAŞKESEN

Dünya Bir Pazar...(mı?)

Sabahın erken saatleri... Eşimi ve oğlumu uyur halde bırakıp ve zor kapanan kapıyı usulca örtmek isterken, istemeden çarparak çıkıyorum evden. Kahvaltı yapmadım. Hemen Nalçacı'da bir çorbacıda buluyorum kendimi. Garson da aşçı da uyuyor. Uyandırıyorum. Acele ve bol tereyağlı bir mercimek istiyorum. Sıcak olmasını istediğimi vurgulamayı unutmuşum. Acele, bol tereyağlı ama soğuk bir çorba geliyor...

Gelen ve gelmeyen kişilere bakıyorum. İçeride oturanları görmüyorum ve gel-e-meyen ne kadar çok diyorum kendime. Yine gecikeceğiz. Saati daha erken vermeliyiz galiba diye düşünüyorum yine. Neden bilmiyorum bu geziye katılmayı daha önceki gezilere katılma heyecanım ile kıyaslayınca daha az istiyorum. Sonra bakıyorum. Benim muhalefetim yok. Muhalefetsiz bir iktidar ne kadar sönük ve buruk olursa o kadar buruk ve sönüğüm. Yola çıkmak üzereyiz. Gelmeyenler var. Boş koltuk hüznü çöküyor içime. Gelmek isteyip de gelemeyen kişiler geçiyor gözümün önünden. Ne kadar çok kişiye "hayır" demek zorunda kalmıştık oysa. "Kalmıştık" diye çoğul kullanıyorum çünkü bu hayırları paylaştığım, belki de hayatlarında en az hayır kullanabilen iki kişiye bu görev tevdi edilmişti: M.Ali Köseoğlu ve bu fakir. Geleceğim deyip de gelmeyenler... neyse, bulunur mutlaka bir mazeret.

Ne demiştim, boş koltuk hüznü ve muhalefet yoksunluğu içinde en arkaya oturuyorum. Biraz yorgun, uykusuz, buruk... Ve biraz da sessiz. Çantamdan "burukluk" kitabını çıkarıp okuyorum. Bazı yerlerin altını çiziyorum. İçimdeki sıkıntıya denk düşüyor kitap...

Zaman zaman camdan dışarı bakıyorum. Polatlı üzerinden gidiyoruz. Altı yıl gidiş geliş yaptığım yol bu. Hiç yabancısı değilim. Sarayönü, Ladik, Kadınhan... Kadınhanı'ndan öteye hasadı yapılmış buğday ve mısır tarlaları uzanıyor ova boyunca. Biçilmiş başak sapları arasından dahi çok da yükselmeyen mütevazi evler görünüyor. İlerliyoruz. Kurthasanlı'da yanmış/yakılmış toprak geçiyor önümden. Siyah yüzüyle bakıyor sanki bana toprak ve hava. Camda kendimi görüyorum birden. Otobüs içinden sesler geliyor. Dışarıda yanık topraklar, hudut çizgisi oluşturması için dikilmiş ağaçlar, daha da ileride "burada su var" diyen kavak ağaçları... yaşam tabiata dipnot sanki. ya da bir diğeri. Neyse. Çavdar köyünden göğe yükselen beyaz minare dikkatimi çekiyor birden sonra çölü andıran bir sarı okyanusta koyunlarını otlatan çoban. Yoldayız hala. Konya'dan çıkamadık. Ama Konya'dan uzaklaştıkça yeşilleniyor tabiat. Bu çok da iyi bir şey değil.

Ayçiçeği ve/ya gündönderenler (K.Maraş'ta öyle derler) bir koloni halinde eğmişler başlarını güneş karşısında. İçleri dolu çünkü. Mütevazi kelimesi geliyor aklıma. Hasad yaklaşmış belki de. Onların üzerinde göv göğercinler uçuyor. Ne iyi...

Epey uzaklaştık artık Konya'dan. Toprağın rengi değişiyor çünkü. Kireç beyazından kahverengiye dönüşüyor. Ankarada'ki resmi binaların taşlarına rengini veren kahverengi bu. Resmiyet ve bürokrasi rengi demek benim için bu tondaki renk.

"Söğüdün erenleri" türküsünü mırıldanıyorum içten içe. "çağırın gidenleri, Ah ne de güzel baş bağlıyor, söğüdün güzelleri.." Topraktaki bu Ankara kahverengisi Kurtuluş Savaşı yıllarını getiriyor aklıma: babamdan dinlediğim süpürge tohumundan ekmek yapılan yıllar, barut kokusu, açlık, varolma ya da yok olma sancısı... ölümler, meydan muharebeleri, savaş, yokluk ve geçmiş yüzyılın insanları. Düşüncelerim mi yoğun otobüs mü yavaş diyorum. Hala varamadık Beypazarı'na...

Beypazarı'ndayız sonunda. Yorgun. Acıkmış. Kahvaltı. İnözü vadisi. Maden suyu tesisleri. Hıdırlık tepesinden şehre bir bakış. Bir dinazorun sırtı gibi görünen dağların kuytusuna sinmiş şehrin konakları. Geçmiş yüzyılın insanlarının yaşadığı evler. Konaklar. Usulca kaybolmak duygusu geçiyor konaklar ve sokaklar arasında. Kayboluyorum sonra. Katıldığım onca gezide ilk defa otobüs kalkmak üzere hareket etmişken yetişiyorum. Kim fark edecek ki benim yokluğumu diye düşünürken fark ediliyorum. Telefonum çalıyor. Arabadayım. Dönüş yolundayız. Beypazarı'ndan daha çok yolculuk süreci etkiliyor beni. Bunu yazıyorum bu yüzden.

Dünyayı bir pazar gibi algılayanların din, ahlak, vicdan, yani her şeyi pazar ilişkileri içinde düşünüp paraya tahvil etmeye çalıştıkları/ettikleri bir çağda yaşamak bizim hayatımızın laneti olsa gerek. Kapitalizmin mahpuslarıyız. Ama Beypazarı adındaki Pazar ifadesine rağmen kapitalistleşmemiş insan ilişkilerinin belki az da olsa bulunduğu bir yer gibi geldi. Ya da öyle olsun istedim... var mı böyle bir yer?

************************************************************************

Dil İklimi/ Ali IŞIK/ aliisik01@gmail.com

Zamanın inzivaya çekildiği yer

Tarihî evleriyle; gümüş işlemeciliği, kilim ve tiftik battaniye dokumacılığıyla; tarhana çorbası, yaprak sarması, yöresel güveci, seksen kat baklavası ve kurusuyla; havucu ve ceviziyle -hatta Müjgân Ablasıyla- TV belgesellerinden yahut internet sörflerinden, pek çok kez beyaz cam ardında görüp aşina olduğumuz bir yurt parçası... Dolayısıyla benzerlerini çok yaşadığımız duyu haz ve lezzetleri... İyi de neden eşi menendi yaşanmamış sıcakların boğucu hâkimiyetinde, yarıdan fazlası yolda geçecek bu bir günlük geziye olan talep patlaması; ya ben niçin arife akşamından bayram coşkusunu yaşamaya başlayan çocuk gibiyim? Bu galiba "Anlatılmaz, yaşanır." deyişiyle ilintili, ataların "hissikablelvuku" dedikleri bir önsezi.

Ve zamandan azadelik...

Hatıra resmi çektiren bir okul mevcudu gibi yamaç boyu sıralanmış üst üste, omuz omza beyaz badanalı, kırmızı kiremit sırlı çatılı evler... Ayaş'tan Köroğlu eteklerine yönelmişken biteviye baş döndüren dönemeçlerden, insanın içini bir hoş eden çıkış-inişlerden kaçıncısının ödülüydü bu gün ortasına kalmış visal? O üst üste, omuz omza Kızıl saçların, ak tenlerin, koca koca kara gözlerin cazibesiyle o anda büyülenip soyutlandık zamandan. Ses kalıbında dudaklardan dökülen kelimeler, lahutî bir ezgiyi katleden haşarat vızıltıları gibi. O andan itibaren göz ve kulaktan ibaretiz. Şimdi Beypazarı'nı seyretme, Beypazarı'nı dinleme zamanı. Bizi memleketlerine davet edenlerin güzel düzenlemelerinin hoş göstergelerinden biri olan genç mihmandarımız Ali Yanık'ın ağzından ifade ediyor kendini Beypazarı.

Ha Bursa'da, ha İnözü Vadisi'nde Cırcırların Konağı'nda...

İnözü, Beypazarı'nın beline kuşandığı zümrüt kuşağın adı. Boz tepelerin arasında ulu çınarların, akkavakların, söğütlerin, dutların oluşturduğu bir zümrüt kuşak. Kızıl saçlı, ak tenli, koca kara gözlü güzeller, ulu ağaçların arasından ara ara başlarını gösterip gamze oku göndermedeler. Cırcırların Konağı adlı birine buyur ediliyoruz. Hayat kapısından içeri adımımı atarken üstat Tanpınar bitiveriyor karşımda: "Buyur" diyor, "Zamanı ha Bursa'da yaşa, ha Beypazarı konağının birinde; hiç fark etmez. Ben 'Bursa'da bir eski cami avlusu' dedim; sen: 'Beypazarı'nda bir eski konak avlusu' de. Ben: 'Küçük şadırvanda şakırdayan su' dedim; sen: 'Küçük arıkta, su çarkında...' de. Ya da olduğu gibi oku mısraları. Zira mekân, dekor ve aksesuarları değişse de zaman aynı zaman." Ve okuyor üstat:

"Bursa'da bir eski cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdayan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar...

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü.

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü

İçinde gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden,

Ovanın yeşili, göğün vadisi

Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.

..."

Cumbalı, guşganalı evler ve güya kandırılan Azrail...

Cırcırların Konağı'nda öğleye sarkmış mükellef bir kahvaltıdan sonra otobüsümüzle madensuyu fabrikasına doğru İnözü içlerine ilerlerken mihmandar adaşım Selçuklu türbelerinden dem vuruyor. Hemen gözlerimle gönlüne bir iletişim hattı kuruyor ve diyorum: "Sevgili yanık adaşım, biz Selçuklunun payitahtından geliyoruz. Bunlardan daha güzelleri, hem de istemediğin kadar, bizde. Sen, bizim beton kütlelere kurban verdiğimiz, sizin 'cumbalı' dediğiniz bizim 'çıkartmalı' evlerimizi anlat." Kaş ve göz ifadeleriyle cevaplıyor serzenişimi: "Her şeyin sırası var; sabret!"

Yanık Ali, ünlü madensuyunu kaynağında ikram ettikten sonra vadi çıkışına doğru meramıma merhem oluyor: "Şu konağın ikinci katının ortasında yükselen kapısız üçüncü kat var ya; işte bunlara bizim burada 'guşgana' derler. Kuş yuvasından esinlenilerek inşa edilen bu bölüm konağın kileri gibidir." Sonra kelimenin etimolojisini "kuş" ve "konak"la ilintilendiriyor. Olabilir, lakin niçin "köşkhane" veya "köşkane" olmasın, demek geliyor içimden; kuş ve konağa halel mi gelir?

Ali, Hıdırlık tepesinde memleketini panoramik olarak seyrettirirken sözü Beypazarı'nı korunaklı kılan coğrafî yapısından tekrar evlerine getirip bombasını patlatıyor: "Beypazarı'nda evler inşa edilirken evlerin üst kısımlarında bir oda işlemeden inşa halinde bırakılır. Adına 'çantı' denilen bu kısımlar acaba niçin böyle bırakılmış olabilir? Düşünüp yorumlayın bakalım."

Bu soru karşısında tüm kafilenin benim gibi gözlerini koca koca açıp donuklaştırıp, cahillik emaresi olarak dudaklarını petlettiğine eminim. Sevgili Ali bu suratımızı beğenmemiş, yahut bize acımış olmalı ki:

"Bu dünyada henüz işinin bitmediğinin mesajını Azrail'e iletmek için!" cevabıyla tüm kafilenin koro halinde bir şaşkınlık ünlemi atmasına sebep olduğu gibi, "Kayserililik"in yalnızca Kayseri'ye has bir haslet olmadığını da belirtiyordu.

Beypazarı!

Arnavut kaldırımlı sokakları yutarcasına birbirini kucaklayan samimi evlerini, evlerinin bu dostluğunu yüzlerinde yansıtan insanlarını, insanlarının dostluk mayalı bir sevgi hamuru gibi yoğurdukları el sanatlarını, yine insanlarının bilinen malzeme listelerine bir tutam da muhabbet ekledikleri ağız tatlarını çok sevdim.

Nadide kartpostallar albümü eski Beypazarı! Sen zamanı azade kılmışsın. Ama biz, bazı bazı biraz nefeslensek de onun boyunduruğundan kurtulamıyoruz. Sana üstat Tanpınar'ın mısralarıyla veda ederken tekrar seni ziyaret edeceğimden emin olabilirsin.

"İsterdim bu eski yerde seninle

Baş başa uyumak son uykumuzu,

Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu

Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,

Havayı dolduran uhrevî ahenk.

Bir ilah uykusu olur elbette

Ölüm bu tılsımlı ebediyette,

Belki de rüyası eski cedlerin,

Beyaz bahçesinde su seslerinin."

***********************************************************************

HÜZEYME YEŞİM KOÇAK

BEYPAZARI'NIN SÖYLEDİKLERİ

Bazen aynı yere yolunuz birkaç kere düşüyor.. yakınınızdaki kişilerle birlikte, ruh haliniz eşliğinde farklı lezzetler alıyorsunuz. Fakat bir hüzün de söz konusu..Çünkü "değişimler" dönüşüm size geçiciliği, uçuculuğu, faniliği çağrıştırıyor. Konağın, konaklayanın akıbetini düşündürüyor.

TYB Konya Şubesi'nin tertiplediği, nice güzellikleresahne olan 19.8.2006 tarihli Beypazarı gezisi; görsel variyeti yanında, şüphesiz yaşattığı bir duygu cümbüşüyle de hatırlanacak.

Beldeler, köyler, kentler şehirler size durmaksızın hep bir şeyler söyleyecek anlatacak...

...

"Beypazarı evlerinin tavan arasındaki bölümünün çatıdan yükselerek çıkmasına kuşgana" deniyor. "Bu mekan evlerde depo olarak kullanılıyor".

Belki bizim de, bir inanç müktesebatıyla yükseleceğimiz, derûni bölmelere/hücrelere ihtiyacımız var. Her şeyden evvel "öncelikli", birincil önemli...

Evlerinin üst katlarında bir bölümü, dünyada yapacak şeylerinin kaldığını vurgulamak için işlemeden bırakırlarmış Beypazarılılar...

Sonuçta insanoğlu, nâtamam bir varlık. İhtiyaçlarının bitimsizliği buna işaret...

Uzun yolculuğu; şahsiyetiyle, aslî biriktirdikleriyle öte dünyada tamamlanacak. Bir bakıma orada çarnâçar hidâyete erecek;bidâyete gidecek.

...

Beypazarı, akıllı bir yönetimle, kültürel zenginliklerini iyi sergilemiş; turizmden yararlanmasını, kazanmasını biliyor.

Bir arkadaşımız, kendimize yönelik eleştiri yapılması istendiğinde, Mevlâna gibi değerlerimizi sadece tükettiğimizi, üretemediğimizi söyledi.

Her sahada "Şuursuz tüketim, yerel bir bölgeyle, eğitim görmemiş bir halk kesimi ya da kafası dönük bir aydın tabakasıyla sınırlı değil; bütün memleket sathında, yaygın bir cehaletle, değerlerimize kastetmiş bir programla ilgiliydi oysa...

Necip Fazıl gibi bir dehanın yaşadığı, şiirlerini kaleme aldığı köşk, insafsızca yerle bir edildi meselâ... Çökmek üzere olan Çanakkale Şehitler Abidesi'nin güçlendirilmesi için 108 müteahhide çağrı yapıldığı, hiçbirinden cevap gelmediği haberi basına yansıdı.(14 Ağustos tarihli Milliyet).

Müşterek bir aidiyet, sahiplenme hissine, idrak alametlerine şahit olabiliyor muyduk ki vatan sathında/evlâdında?

Veya parlak "Geçmişe yolculuk", bir yerleşim merkezini "Açık Hava Müzesi" haline getirmek gibi -nostalji ağırlıklı- benzeri sözler ve eylemler; şiddetle ihtiyacımız olan topyekûn bir uyanış hamlesinin ilk adımlarından ziyade, mevzii kalan, ana noktadan uzak, halefinizle yeni şartlarla birlikte değişip sapa(bile)n, "merkezsiz" münferit hareketler, söylemler olmaktan öteye geçmiyor...

Haritasız, pusulasız, zihni karışık gözüken idarecilerimiz; Avrupa'da ziyan olan onbinlerce insanımızdan esefle söz ederken; siyasi kuruluşların darlaştıran tahdit eden çemberini aşamayıp, gene de globalleşmeyi tek hedef, nihai amaç gösteriyordu pekalâ.

...

"Kabuk kavramlarla" geçmiş, hal veistikbal doldurulamıyor. Muhteva, zamanla "hava"ya dönüşebiliyor.

Küresel kara bir sağanakta, küçük ışıklar sönüyor.

Gür bir birlik/dir(i)lik sesi görülmeden, sessiz/eşsiz ferdî çığlıklar kaybolup gidiyor. Materyalist "Tüketim kültürü" A'dan Z'ye, insanı da tüketiyor.

Değerlerimizin hakîki mânâdayaşatılması ve üretimi önemli.

Yoksa seyirlik bir malzeme, ticarî nesne; abur cubur öte beri katılmış, yahut bohçalanıp dürülüp kaldırılmış bir "şeyleştirme unsuru" olarak "itibarlan(dırıl)masının" önemi yok.

Mesele, insanın "içinin" tezyini... Yeryüzü mekânının şereflenmesi... Dimağın donanması, kalbin Hakk katınca da onanması...

Diğer taraftan inançlarımızın kendi gözümüzdeki değeri de sorgulanmalı.

"Kutsal", nazarımızda, eskisi kadar hayatî bir mana taşıyor mu; yoksa gündeliğin, dünyevinin (işte asıl tüketimin) içinde büzülüp kalıyor mu?

Söz gelişi, Müslüman gezinti saatlerimiz(d)e, ibadet sığı(şı)yor mu? Yoksa.. "gümüşi" bir renkle boyanıyor mu?

...

Gezimizin diğer durağı olan Kulu'da da, incelikli unutulmaz bir evsahipliğiyle hoş ve istifade ettiğimiz saatler geçirdik.

Bu vesileyle geziyi tertipleyen TYB Konya Şubesi'nin yönetim kuruluna; Beypazarı Belediye Başkanı SayınMansur Yavaş'a; nezâketiyle göz dolduran Kulu Belediye Başkanı Sayın Ahmet Yıldız'a ve geziyi şenlendiren şair-gazeteci-yazar bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum.

*********************************************************************

Mustafa KARAÇELEBİ

Bey(lerin)pazarı

Konya'mızda faaliyet gösteren Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesi, yıllık faaliyet programına aldığı"Yazılaacak Çok Şeyimiz Var" gezilerinden bu yılın ikinci gezisini Ankara Beypazarı'na düzenledi.. Başlangıcından bitimine kadar çok eğlenceli bir gezi oldu. Tarif etmek mümkün olmaz. Ancak kalemin verdiği imkânlar içinde yaşadıklarımı sizlerle paylamak ayrıca büyük zevk olacak benim için.

Beypazarı'na Doğru.

Sabah 07.00'de ismen çağrılan yazarların toplanması ile 30 kişilik kafile kaptan Osman Sabancını yönetimindeki mini otobüs ile yola çıktı. Yolda ilerlerken Başkan Ahmet Köseoğlu kısa bir konuşma yaptı ve bu gezinin hazırlanmasında ve aksamadan yürütülmesinde emeği geçen M. Ali Köseoğlu'na teşekkür etti. Bu teşekküre bütün arkadaşlar iştirak ettiler.

Beypazarı'na Giriş

Beypazarı'na otobüsümüz ulaştığında yoldan Beypazarı'nın ana caddesi konumundaki Belediye'nin de üzerinde bulunduğu caddede bizi bekleyen rehberimizi bulduk ve rehberimiz otobüse bindi İstanbul aksanı ile "Beni Ali Yanık, Beypazarı'nı gezeceğiniz bu gün sizin rehberiniz olarak görevlendirildim. Hepinize hoş geldiniz demek istiyorum" dedi.

Önce Çırçırlar'ın konağında sabah kahvaltısı yaptık. Kahvaltı oldukça zengin idi.

Beypazarı Maden Suyu Tesisleri

Rehberimizin yönlendirmesinden anlıyorum ki, Beypazarı dışarı bir şeyler satarsa ilçeye bu değer olarak girecek ve ilçede ekonomik rahatlık yaşanacak, bunun için herkes ilçesini tanıtmakta ciddi bir çaba içinde. Bunu nasıl benimsediler inanın çok merak ediyorum. Bu arada fırsat buldukça rehberimiz yakışıklı Ali Yanık'a sorular soruyorum. Mesela ilçede bu sinerjiyi yaratan kim? Nasıl oluyor da sen bize Beypazarı'nı anlatırken büyük keyif alıyorsun. Ali bana sakallı olduğum için olacak "Hacı Abi, biz ilçemizi çok seviyoruz. İlçemizin kalkınmasını istiyoruz." dedi.

Beypazarı Maden Suyu Tesisleri'ne ulaştığımızda bize önce cam şişelerde Beypazarı Maden Suyu ikram ediliyor. Gerçekten çok leziz bir su içiyoruz. Derken bir adam sabah çorbasını içiyor biraz ileride... Çinlilere veya tatarlara benzeyen bir yüz. 80'in üzerinde yaş aksakal ve heybetli duruş bizi kendine çekiyor.

Fabrika yetkilisi İbrahim Açıkgöz anlatmaya başladı: "Fabrika 1957 yılından bu yana faaliyettedir. Saatte 200.000 şişe dolum kapasitesi vardır. Yeraltındaki fay kırıklarının arasından çıkan bu su, mineral bakımından çok engin bir içeriğe sahiptir"...

Hıdırlık Tepesi

Çok az şehrin böyle güzel tepesi vardır. Adeta Ali; haydin dama çıkalım, dermiş gibi söyledi. Oraya çıktığınız zaman şehir ayaklarınızın altında. Akşamları orda semaver çayı içmeye ve şehri seyredip hayal kurmaya kimse hayır diyemez. Niçin Hıdırlık denilmiş? Rivayete göre Hızır ile İlyas (A.S) burada birleşmişler ve dua etmişler ondan dolayı bu tepeye Hıdırlık denilmiş. Hıdırlıktaki seyir gerçekten doyumsuzdu.

Halk Eğitim Merkezini canlı bulduk. Hele girişte 50 kaylı baklavayı açan ve daha önce belediye başkanına çıkıp bize iş ver veya yol göster diyen Beypazarlı Müjğan Demir ile karşılaşınca, o da şaşırdı biz de bu güzel tesadüfe şaşırdık. Merkezden içeri girdiğimizde yöreye has kadınların dış elbise olarak üzerlerine aldığı ipek poşilerin dokuduğu el tezgâhları biz karşıladı. Ardından el işçiliği ile yapılmış küçük biblolar ve ardından el dokuması, kökboya kilimler. Ve hanımların çok merak ettiği Telkari atölyesindeyiz.

Burada yeri gelmişken Beypazarı'nda bu sinerjiyi yaratan Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ı ve beraberindeki kadroyu tebrik etmek lazım. Başkanla yoğunluğundan dolayı görüşme fırsatı bulamadık fakat tahmin ediyorum. Fırsat bulsa idi kendisi ile bu konuyu daha detaylı görüşme fırsatımız olurdu.

Meşhur Beypazarı Müzesi

Bir ilçeye gidiyorsunuz ve şehrin hafızası konumunda bir müzeye siz götürüyorlar. Müzenin kapısından girince Arnavut merdiven ve bir çınar ağacı ardında kocaman bir kapı karşılıyor. Bura müze olarak bağışlanmadan önce konağın at arabalarının girdiği kapı imiş. Ve plan olarak alt kat ahır ve samanlık olarak binek, koşum atlarının ihtiyacı için düzenlenmiş ama müze olunca halkın bağışladığı el sanatları ve kurtuluş savaşının yükünü çeken kağnı ve harita be buna benzer asarı kadim teşhir edilmektedir.

Sokak Aralarına Daldım

Bir şehrin damarlarıdır sokalar, şehrin mutluluğunu veya mutsuzluğunu sokak aralarındaki yüzlerden anlamak mümkündür. Yanıma Mustafa Durdu'yu aldım ve şirin bir camide ibadet için kısa bir moladan sonra bilmediğim sokak araklarına daldım. Yolda belediyenin bir çalışması vardı selam verdim. Hayırdır su borusu mu döşüyorsunuz dedim. Hayır dediler; elektrik hatlarını yeraltına alıyorlarmış. İlçenin kalkınmışlığı için bir ölçü olur mu? Bilmiyorum. Sokağın birinden geçerken bir yaşlı kadını kapı önünde oturur bulduk. Adını sordum (Nuriye) Huriye Çağlayan (80) selamladıktan sonra hal hatır sordum. Kadın güler bir yüz ile iyi olduğunu Allaha hamd ettiğini söyledi bir fotoğraf alabilir miyim diye sorarken açık kapıdan bir başka kadın başını uzattı. "Ana gız, bir herif gelmiş anamızın fotoğrafını çekiyor." dedi. Biraz sohbet ettik, belediyenin misafiri olduğumuzu söyledik. Bu arada kendilerini belediye hakkındaki düşüncelerini sorduk. Kadın bizim bu sorularımızdan biraz kaygılandı ve "eğer başımıza bir hal gelirse biz de size yapacağımızı yaparız" dedi.

Dönüş,Kulu Üzerinden

Dönüşün Kulu üzerinden olmasının sebebi gurupta AK Parti Konya Kadın Kolları Başkanı Fatma Ünver hanımın bize bir sürpriz hazırlamasındandı. AK Parti Konya Kadın Kolları teşkilatlanma başkanı Zeliha Üzümcü'de aramızdaydı. Yola çıktığımızda geziye katılan dost ve arkadaşların isimlerini almayı düşündüm ki, yazıma not düşeyim zaman gelir araştırma yapmak isteyenlere kolaylık olur dedim. Bu vesile aşağıdaki liste oluştu. Kulu yolunda boş durmadık anlayacağınız.

YOLA KİMLERLE KOYULMUŞUZ

Ahmet Köseoğlu. Konya TYB Başkanı, M. Ali Köseoğlu Hâkimiyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü, Ahmet Aka Konya'nın Sesi Gazetesi Yazı İşleri Müdürü, Mustafa Karaçelebi Hâkimiyet Gazetesi 'Şehrin Dilinden' köşesi yazarı, Fatma Ünver AKP Kadın Kolları Başkanı, Nüket Cenane Konya Postası yazarı, Zeliha Üzümcü AKP Konya Kadın Kolları Teşkilatlanma Başkanı, Zeki Oğuz Çalı dergisi sahibi, Huzeyme Yeşim Koçak Merhaba Gazetesi yazarı, Melahat Ürkmez Konya Postası,Şeyma Ürkmez Öğrenci, İsmail Özkan Hâkimiyet Yazarı,Ali Işık Hâkimiyet Gazetesi yazarı, İsmail Detseli Halk Ozanı, Hasan Arslan Öğretmen, Itır Aslan kızı,Ayşe Su Gökdemir Ebruzen, Aynur Kaya Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisi, Bekir Biçer Memleket Gazetesi yazarı, Gülnihal Ümit Memleket Gazetesi yazarı, Derya Demirci öğrenci, Fahri Özparlak İpek Yolu Dergisi yazarı, Ümit Savaş Taşkesen Hâkimiyet yazarı, Mustafa Durdu Memleket yazarıdır.

*************************************************************************

İsmail Detseli

BEYPAZARI

Dillere destan konakları

Selçukludan sokakları

Cana yakın insanları

Seni gezip yazacağız

Güzelim Beypazarı

Bu yukarıdaki beşlikte tam ifade etmiyor o beldenin güzelliğini ama daha güzel kelimeler bulamadığım için sizlerden özür dilerim.

19 ağustos cumartesi TYB Konya şubesinin yazılacak çok şeyimiz var adlı gezilerini 2006 yılı son ilçe gezisinde Ankara nın tarihi ilçelerinden olan yaşamına ve güzelliğine doyum olmayan şirin ilçesi bey pazarına idi. Yine sabah gecikmeleri yolun uzunluğu sözün kısalığı olarak addedebiliriz bunu. Yolu kısaltmak için Kadınhanı Polatlı üzerinden hem trafik yoğunluğunu hem de bu yolun bey pazarına ulaşmada 80 km/> kadar kısa olmasını hesaplayıp yola koyulduk.

Onsuz olmuyordu: Kimi? Tabiî ki neşeli ve esprili Başkan Sayın Ahmet Köseoğlu Bey. Bazı gezilere katılamamıştı yokluğu hepimiz tarafından hissediliyordu.

Ahmet başkan erken başladı esprilerine ve uzun bir tatlı yolculuktan sonra önce Polatlı ve burada 15 dakikalık bir su içme faslı ve hemen yola devam ettik saat 11 hesabımız tutmadı bir saat gecikme ile tam 12 de bu güzel ilçeye vasıl olduk. Bu gezimizde bir ilk vardı ki AKP Konya kadın kolları başkanı Fatma Ünver ve yardımcısı Zeliha Üzümcü Hanım diğer müdavim hanım yazarlarımızın dışında bir ilk te yazar Melahat Ürkmez hanın ve kızı Şeyma da ilk defa katılmıştı bu gezimize iyide oldu hoş geldiler.

Yukarıdaki güzellemede bahsettim Beypazarı nın cana yakın insanları diye insanlarının cana yakınlığı Sayın Belediye Başkanının bize görünmeyişini bizi davet ettiği halde bizimle ilgilenmeyişini belki gölgelemedi. Aksine bize mihmandarlık yapan o genç yürek gönüllü insan genç Ali Yanık kardeşimizin anlatım dili sevgisi ve ilgisi tatlı idi.Başkan Mansur yavaş beyin işlerinin yoğunluğundan olacak bizimle bulunamayışını Ali yanık pek hissettirmedi. Biz sadece başkanımın güzel yüzünü merak ettik o kadar.

İlk durak çarşının tam ortası idi saat kulesinin yanında durduk ve bize orada katılacak olan Sayın İbrahim demirci hocayı bulmak oldu ve kılavuzumuz bizi mütevazı ve eskiye ışık tutan şimdi insanlara yemek hizmeti sunan cırcırların konağına götürdü.

Bu konaklardan burada bol miktarda var hepsinin de havası ve güzelliği yapılışı ayrı ayrı değerlerde cırcırların konağı, Mevaların konağı, Abbasların konağı, taş mektep konağı, konak Münsür, Çeşmeli konak. Bunlar saymakla bitmez gezmekle bitmez bir güne hiç sığmaz günler hatta aylar lazım bu şirin ilçeyi gezmeye ve yazmaya. Dedik güzel bir kalabalık menü ile kahvaltıdan sonra sıcaklarında tesiri var ama gezip görmek arzusu da var in özü vadisine doğru yola koyulduk sağlı sollu kayalardaki mağaraları resimleyip o meşhur Beypazarı maden suyunun çıktığı tesislere vardık

Çok miktarda kamyonlar tırlar dolum yapılan şişe şişe sodaları iç tüketime ve dış ihracata gönderilmek üzere beklerken gördük hijyenik bakımdan iç dolum tesislerini gezme fırsatı olmadı ama bize birer soda ikramı ile görevli arkadaşımızın kısa tanıtımını dinledik saate 200 bin şişe dolum kapasiteli 2200 metreden fışkıran belirli bir mesafeden sonra pompa ile çekilen 49 sene kuraklık olursa öyle kesileceği söylenen bir Allahın lütfü nimet olarak içiyoruz. Avrupa ve Asya ülkelerine bol ihracat yaptıklarını iç tüketimin yüzde seksenini karşıladıklarını izah etti vardiya çalışılmadığını akşama kadar çalışıp akşamdan sonra bu güzel içeceğin doğal yatağına bırakıldığını duydum ve biraz hüzünlendim doğrusu.

Oradan ayrılıp geldik ve şehrin tamamına hâkim olan Hıdırlık tepesine çıktık buradaki görüntü bir ayrı güzellikti. Şehrin batısına doğru yenileşme ve beton binaların hükmü ama kuzey batı yönü ve in özü vadisine doğru bu eskiye ışık tutan, yeniye küskün bakan ahşap konakların çoğunluğu beni ve sanırım diğer yazar ve şair arkadaşlarımı tarihin derinliklerine hapsediyor adeta insanlar birbiriyle konuşmak bile istemiyor sadece seyrediyordu. Burada mihmandarımız ali yanık birkaç şeyler anlattı onlara kısaca değineyim.

Bizim bey pazarlılar eskiden evi yaptılar mı bir odasını yarım bırakır döşemezmiş sebebi ise Azrail canını almaya gelirse daha dünyada yapacak işleri olduğunu göstermek içinmiş birde her eski konak ve eski Beypazarı evinin üstünde ayrıca bir çıkartma var bu nedir sorumuza? Buralara guşgana denir buralarda meyve ve tarhana kurutması birde kuşların barınması için kullanılırmış dedi her ufak büyük evin çatısında bu güzel guşganalar dan mevcuttu.

Bu güzel görüntüleri de resimledikten sonra ilçenin en çok büyük kaynağı haline gelmiş olan halk eğitim merkezi gümüş işlemeciliği atölyesine gittik. Buradaki işçilik ve gümüşün estetiğe dönüşmesi de bir harikaydı. Oradan üyelerimiz hediyelerini aldılar yine burada bayanların üst giysisi olarak kullandıkları şal ve poşi dokumalarının yapıldığı tezgahları da inceleme fırsatı bulduk ve buradan ayrılıp çarşı gezisine başlayacaktık. Aman Allah ım bu kadar mütevazılık bu kadar duygusallık bu kadar cana yakınlık insan kendini bir başka dünyada zannediyor.

O kendi imalatları olan yiyecekleri sokaklarında üyelerimize ikram eden genç kızlar ve genç delikanlılar büyük hanım bacılar buyurun almanız önemli değil afiyetle yiyin diyerek havuç suyunu hemen anında sıkarak sunmaları bu konuk severliği bize adeta aşılıyorlardı. Müzeyi ve tarihi konakları bir bir gezip resimledikten sonra öğle namazını kılıp Sonra saat 16 30 da belli bir yerde buluşmak üzere dağıldık.

Mustafa Karaçelebi Mustafa Durdu ve ben ayrı bir yere doğru açıldık ve Abbasların konağı denen bir yere doğru tesadüfen varmışız. Veysel Çanak isimli bir bey bize hoş geldiniz dedi. Ve işimizi sordu? Yazar olduğumuzu söyleyince de bize çok ilgi gösterdi ve gelin size 102 yıllık Abbasların konağını gezdireyim dedi konakta konakmış ha içinden çıkmayı istemiyor insan çünkü her saniye bir eski tarihi yaşıyor içinde. Yanımda bir oğlan çocuğu amca bu konağı ermeni ustalar yapmış deyince Selim Bey itiraz etti bırak ermeni ustasını bizim ustalarımız bundan daha güzel konaklar yapmış bu konağın özelliği sahibinin ticaretçi olması. Buranın sahibi olan zat, Ankara keçisinin tiftiğini İngiltere ye ihraç eder. Ve ülkeye döviz kazandırırmış çok zengin ve hatır sayılır bir bey konağı burası. Belliydi çünkü bir gizli dönme dolap vardı ki bu dolap mutfakta pişen yemekleri yapan ustasını ve hanımını göstermeden dış taraftan alınıp misafire ikram edilebilen bir gizli yermiş. Burası Türk ve İslam kültürünün örneklerini gösteriyordu. Buradaki bütün konaklarda dikkatimi çeken şeylerden biride her turizm için düzenlenmiş konakta eskiye ait kullanılan süs eşyaları gelin odaları bakır yemek kapları tahta ve çömlek tipi yayıklar üzerlerinde eski yöre giysileri bulunan mankenler ayrı bir güzellik arz ediyor bizleri tarihin derinliklerinde düşünceye sevk ediyor du. İstemeyerek ayrıldık bu güzel konaktan ve buluşma yerine gelip taş mektep konağında güzel bir ikindi yemeği yediren bu kadar güzel ikramları bize sunulmasına vesile olan Belediye başkanını merak ettik ama bir türlü görüşmek nasip olmadı. Dönüş yolculuğu da otobüsümüzün 2006 model olmasına rağmen şoför beyin 1960 model olması yoldaki gecikmemizi hatta kaybolma tehlikesi geçirmemizi önleyemedi. Ayrıca kaptan beyin bir mola yerinde almış olduğumuz çayları otobüsünde içmememizi söylemesi ayrı bir kabalıktı sanırım. Kulu dan ayrılıp ta Konya ya gelişimiz tam saat 2-30 a/> yakındı Ahmet başkanı bir telaş sardı bütün yolcularaaraç ayarlama işine girişti ve o zekasıyla becerdi de M ali Köseoğlu çok az konuştu üzerinde organizenin zorlunu hissediyor ve insanların mutluluğundan payını alıyordu. İsmail Özkan bey ve Mustafa Karaçelebi bey ve Ali Işık beyler de otobüste konuşan ve neşe veren renkli simalardı. Bu yazımımı yazmaya doyamıyorum daha devam edecek daha benim gibi çok yazar var şimdilik hoşça kalın

BEY PAZARINA

BEY PAZARINA

Dünyaca ünlüdür ilçenin konakları ve evleri

Müze ye dönüştürülmüş o efsane yerleri

Dillere destan imiş soylu Anadolu güzelleri

Ankara'mızın incisisin güzelim Beypazarı

Büyülendim resimdeki o tarihi evinden

Koku geldi güveç denen et yemeğinden

Sevgi var ilçede cana candan gönülden

İlçeler içinde beysin güzelim Beypazarı

Adını dünya duymuş tatlıcı Müjgan Demir

Çaresiz bir gününde belediyeye çıkar gelir

Kendi işin kur bacım diye iş yerine nasihat alır

Baklavasıyla ünlenmiş güzelim Beypazarı

Yemyeşil bir vadidedir ilçemizde in özü

Mesire için gelenlerin açılır gönül gözü

Kazıklanma asla yoktur birdir esnafın sözü

Anadolu muzun incisi güzelim Beypazarı

Çok meşhurdur ilçenin kırmızı havuç suyu

Havuçtan döner pestil yapan ustalar dolu

Şifa bulur bundan kanserli hastaların çoğu

Karasörüyle de ünlüdür güzelim Beypazarı

Geceleri eğlenceli olur ritim tutan müziği

Hoş gelir o nameler kulaktan alır pası kiri

Ritim tutar def çalar seksenlik dedeleri

Sanat müziğiyle de ünlü güzelim Beypazarı

İlgi çeker ilçenin kayaları ve mağarası

Efsane evler içinde Mevaların konağı

İki kişi karşılıklı yaparlar ördek dansını

İlçelerin içinde çok güzelsin Beypazarı

Büyülendim resimdeki o tarihi evinden

Koku geldi güveç denen et yemeğinden

Sevgi var ilçede cana candan gönülden

İlçeler içinde beysin güzelim Beypazarı

Belediye başkanı sayın Mansur Savaş

İlçesinin tanıtımı için veriyor savaş

Hadi gali sizler içinde vardır çok uğraş

Dillere destan olacaksın güzelim bey pazarı

******************************************************

Mustafa DURDU

Beypazarı'ndan Kulu'ya

Ak sakallı dede ve kulaklarında bakır küpeler sallanan, hâline durmadan şükreden seksenlik nine; beyaz tarihî konaklar ve seksen katlı baklava...

Beypazarı gerçekten de beylerin pazarıymış. Kültür pazarı, konak pazarıymış.

TYB Konya ile sabah saat 7'de yola çıkacaktık, ama kurallara uymayanlar yüzünden tam saati tutturamadık. Otobüs şoförünün tali yollarda kurallara uyacağı geldi, dolayısıyla kaplumbağa hızıyla gittik. Otobanda da kuralları hiçe sayarak kaplumbağa hızına devam etti. Bu firmayı diğer gezilerden de tanıyorum ki "yavaş giden az harcar" prensibine sıkı sıkıya bağlıdır. Neyse, bu otobüs işini geçiyorum. Bundan sonra gezi düzenleyenler bu sıkıntıyı hesaba katarlar diye umuyorum.

Öğle vakti yaptığımız içerisinde Beypazarı kurusunun da olduğu kahvaltıdan sonra, rehberimiz Ali Yanık bizi İnözü mevkiine götürdü. Vadinin içine inmedik ama burada küçük akbaba yaşıyormuş. Nadirattanmış. Doğrusunu söylemek gerekirse Beypazarı'nda serçe bile görmedim. Vadinin içinde olduğu söylenen dere de görünmüyordu uzaktan. Vadi normal bir bahçeden ibaret.

Beypazarı maden suyu tesislerine gittik. Orada bir sorumlu bize tesis ile ilgili bilgi verdi. Türkiye'deki maden suyu pazarının yarıdan fazlasında onlar varmış. 2200 metreden çıkıyormuş bu sular. İçerisinde insan sağlığına yararlı bilumum elementler varmış. Günde iki yüz bin şişe doluyormuş. Şöyle iyiymiş, böyle iyiymiş. Şöyle kaçarmış, böyle kaçarmış. Burada çoklarının yanlış bildiği bir şeyin doğrusunu öğrendik:

Kardeşim, soda ayrı, maden suyu ayrıdır. Maden suyu tamamen doğaldır. Soda yapaydır. Lütfen maden suyuna soda demeyelim. İbrahim Açıkgöz'e teşekkürler.

Aklı sakallı bir dede vardı. Gazeteci arkadaşlarımız onun dört cepheden resmini çektiler. Kaşları da bembeyazdı bu sevimli ihtiyarın. Eh, ne diyelim Allah hidayetten ayırmasın.

Beypazarı'nın her tarafı seksen, doksan ve yetmiş dokuz katlı baklavalarla dolu. Burada Müjgan Teyze, Zehra Teyze, Ayşe Teyze baklavacılıkta hayli mesafe kat etmişler. Beypazarı'nda baklavaya durmadan kat atılıyor. Helâl olsun be!

Gümüşçüleri de meşhur bu pazarın. Atölyelerde gürül gürül gümüş işliyor ustalar. Önceleri işlemeli gümüşlerin nasıl yapıldığını merak ederdim. Çok zor iş derdim. Gördüm ki bir numarası yokmuş. Bizim kafile bunlara fazlasıyla ilgi gösterdi. Zevkler tartışılır mı? Hayır.

Her taraf konak. Abbaslar'ın konağı, Mevalar'ın konağı, Alinin konağı, Velinin konağı.... Bravo! Konaklar ülkesi burası. Cayır cayır işletiliyor. Kimi lokanta, kimi çay salonu, kimi pansiyon, kiminde de el'an oturuluyor. Kapılarında biber kuruları, eşiklerinde ihtiyar kadınlar... Ah Karaçelebi ah! Az daha kimvurduya gidiyorduk. Nineyle sohbetimiz kuşku uyandırmış.

Öğle yemeği güzeldi. Herkes beğendi. Tarihi Taş Mektep'te yedik öğle yemeğini.

Buranın cami minareleri ilginç. Bir kısmı alüminyumdan. Tabiî, bunu herkes görmedi.

Abbaslar konağının sorumlusu kıymetli Veysel Çanak abimiz! Verdiğin bilgiler son derece değerliydi. Teşekkürler. Yalnız o "Hulâsatü'l-Beyân Fî Tefsîri'l-Kur'an"ın orada durması güvenli olmayabilir. Benden söylemesi.

Buradaki esnaflar son d

Herkes bir şeyler aldı. Tarhana, erişte, kuru ( bir nevi gevrek)... Ellerimizde poşetlerle; son model olan ve içerisinde çay bile içilmeyen, şöyle iyi, böyle iyi otobüsümüze biniyoruz.

Otobüste sağ elle su içme meselesiyle ilgili bir şeyler söylüyor İsmail kardeşimiz. Değerli kardeşim, namaz kılmayan kişiler sağ el sol el dinler mi? Dediklerin elbette doğru. Tuvaletimizin bile nasıl olacağını İslâm karar verir. Allah'ın karışmadığı alan yoktur. Allah ve Rasulü'e itaat, cehennemden kurtarır.

Ankara'da kayboluyoruz. Aslında biz kaybolmuyoruz. Şoför ve şürekâsı kayboluyor. Biz onlara uyduğumuz için kaybolmuş gibi görünüyoruz. Biz kaç turdan sonra yola geliyor otobüs. Helâl olsun sana!..

Garip bir yolculuk, gözlere bir türlü uyku girmiyor. Garip espriler var; ama güzel. Ali Işık'ın fıkrası, bence ayın fıkrası. Su kuşuna döndün Ali'm!

Aslında otobüsümüz uzay aracı kadar lükstü. O kadar lüks olmasına rağmen koltukları çok rahatsız edici ve de dardı. Neyse idare ettik.

KULU'DAYIZ

Gece yarısı Kulu'dayız. Belediye Başkanı Ahmet Yıldız kurmaylarıyla bizi bekliyormuş. Ne de olsa kafilede siyaset ehlinden olanlar var. Keşke şoför normal hızda gelseydi de Kulu'da daha çok vakit geçirseydik. Başkan'ın sohbeti çok güzeldi. Son derece mütevazı bir adam.

İsveç Lokantası'nda yemek yiyoruz, Olof Palme Parkı'nda çay içiyoruz. Burası sanki Türkiye değil,İsveç.

Ne de olsa Kulu halkının yarıdan fazlası İsveç'te imiş. Normal nüfusu 30 bin olan ilçe, yazları 65 bine ulaşıyormuş. Aman Allah'ım bu ne? Boş evlerle dolu Kulu! Öyle söylüyor başkan. Kulu Belediye Başkanı Ahmet Yıldız, göreve geldiğinden bu yana çok şeyler yapmış. Kulu gerçekten değişmiş.

Olof Palme Parkı'nda sohbet ediyoruz. Burada, diyor başkan, nesli tükenmekte olan kuşlar var. Türkiye'de sayıları beş yüz olan toy kuşunun elli tanesi burada.

Başkan Kulu'da alt yapı çalışmalarına hız vermiş. Özellikle peyzaj faaliyetleri takdir toplamış. Başkan, Düden gölünü kurtarmak adına, atık su arıtma tesisi için 3,5 trilyonluk bir yatırıma girişmiş. Bu da gerçekten ciddî bir yatırım. Toki ile işbirliği içinde konut işine de girmiş belediye.

Kulu Belediye Başkanı Ahmet Yıldız, belediyeyi borçlu devralmış. Çalışkan bir insan. Başaracağız, diyor.

Yoldayız. Otobüste derin bir sükûnet, içli bir kasvet var.

Yolda aracın birisi kaza atlatıyor. Otobüsten inip bakıyoruz. Bir şey yok. Yola devam. Ahmet Köseoğlu millete araç ayarlıyor. Evet, Konya'ya geldik. Yolda inişler başlıyor. Herkes yorgun. Son durak TYB Evi. Teşekkürler size.

***********************************************************************

TYB'NİNBEYPAZARIGEZİSİ

MelâhatÜRKMEZ

Öyle şehirlerimiz vardır ki, insanı bunaltır, yaşama aşkını veren ümitlerini inkitaya uğratır, devasa yapılaşmasının arasına tarihimizi sıkıştırır, bastırır, yok eder, insanlarının yüzlerinde hayatı materyalistçe yaşama çabasının çıkmazını görürsünüz. Gördüğünüz yozlaşma manzaraları içinizi sızlatarak parçalaaar gider...

Öyle şehirlerimiz de vardır ki, Batılılaşmak ve Avrupalılaşmak gibi maskaralıklara sırtını dönmüş, arayı kesin ve koyu bir çizgi ile sınırlamıştır. İşte Beypazarı da bu yerlerden birisi. Kendi milli değer ve hüviyetinikaybetmediği için yeni değerler arayışına girmek ihtiyacı duymamış. Bölgesindeki Osmanlı-Selçuklu medeniyetinin maziden günümüze bağlanan köprülerini berhavâ etmemiş,korumuş kollamış dimdik varlığını sürdürmekte.

İstesek de istemesek de insan nüfusundaki artışın getirileriyle, sefertası gibi üst üste yığılmış dairelere mahkum olduk. Eski, az katlı evler yıkıldı, yerine çok katlılar yapıldı. Beypazarı'nda takdire şayan bir durum varsa, -ki, en önemlisi- eskileri hiç yıkmadan, hatta yakınına yeni bir apartman dikmeden olduğu gibi, eski haliyle muhafaza ederek, epeyce uzak bir bölgeye, yeni bir Beypazarı inşa etmeleri. O yüzden Beypazarı'nın iki mimarisi mevcut.

19.8.2006 tarihinde Türkiye Yazarlar Birliği'nin Beypazarı'na düzenlediği gezide Beypazarı'nın yeni mimarisini görmeyi düşünmedik bile. Bize onca yol katettiren, çeken tarafı eski mimarisiydi, Türk, İslâm ve Asyalı oluşlarının mirasına dayanarak mimarilerini gelecek nesillere aktarabilmeleriydi, turist, döviz endişesine kapılmadan Türkçe kullanmaktan korkmayan ve taassuba kapılmayan, tarihini muhafaza ederek canlandıran Osmanlı-Selçuklu çocuklarını ziyaret etmekti.

Şu noktaya da dikkat çekmek istiyorum. Beypazarı'nın mimarisinin anatomik yapıları sağlamlığından ileri gelmiyor. Sağlamlığı insan kafasında yatan, tarihine sahip, mazisine sadık, insan vasfına lâyık olmasından ileri geliyor. Sun'i olarak imâl edilemeyen vasıflar... Ümit ederiz ki Türk coğrafyamızın her yerinde sessiz sessiz akan yer altı ırmakları gibi tarihi zindeliğimiz yaşadığı fetretten silkinerek kaynak kaynak yeryüzüne fışkırır. Beypazarı'nın şahsında mazimize duyduğum hayranlık istikbâle doğru taşan ümitlere yerini bıraktı. Ümit ederiz yurdumuzun her köşesinde mevcut olan nice değerlerimiz de eski değerine kavuşur.

30.6.2005 tarihinde "Türkçe Demek Türk Milleti Demektir" başlıklı köşe yazımda, daha önce gazetede okumuş olduğum bir haber üzerine, Beypazarı Belediye Başkanı'nın İşyerlerine Türkçe isim haricinde isim asmalarını yasakladığı hakkındaki icraatından bahsetmiştim. Birkaç hafta önce Alanya Belediyesi'ne uğrayarak "Türkçe İsim" konusunda kendileriyle konuşmak istedim. (Alanya caddelerinin yabancılara ve yabancı isimlere taassubu malumunuz) Sayın başkan yerinde olmadığı için yardımcısıyla konuştum. Söyledikleri, "Türkçe isim kullanılması meclise sunuldu neticeyi başkanımız takip ediyor"Kendilerine Beypazarı Belediye Başkanını örnek gösterdim. Türkçe isim asma mecburiyeti, sanıyorum meclisin karşı geleceği veya meclise takılı kalacak bir öneri değildir(!) Üstelik 10 Nisan 1926 gün ve 806 sayılı, İktisadi Müesseselerde Türkçe Kullanılması... şeklinde çıkarılmış bir kanun var. Umarız kendini Türk hisseden her başkan bu konuda duyarlı olur. Beypazarı Bld. Bşk. Av.Mansur Yavaş'ı örnek alır. Her ne kadar tanışmamış olsak da kendisini kutluyoruz. Biz Beypazarı mimarisine dönelim.

Tarihin en büyük kültür ve medeniyetini yaratmış bir milletin devam eden mimari örneklerinden olan Beypazarı evlerinin modern yapılara kurban verilmeyişinin mutluluğu içinde dolaşırken, cumbalı, guşganalı, iki yada üç katlı taş ve ahşap yapılı konakların içinde mekanın asûdeliğini yaşarken yüzüme geçmiş yıllardan efil efil rüzgârlar esti. Müzeye dönüştürülen konakların içinde o yıllardaki yaşantı, eşyalar hatta maketler ve insanlar canlıca resmedilmiş. Kültürümüzün capcanlı birer örneklemesiydi her bir köşe. Görüntüler, çıplak gözle gördüğümden ziyade eşyalar arasında gizlendiği yerden çıkarak sır dolu havası eşliğinde ruh dünyama yansıyarak şiirleşti. Konakta yaşanan mutlulukları, aşkları, hüzünleri, ıstırapları alt-şuurun müdahalesiyle türlü renklere büründürerek duyumsamaya çalıştım. Odanın birisindeki ahşap beşikten gülücükleri, gelin odasındaki parıltılı ihtişamın debdebesi arasından aşkın her devirde ve her yerde geçen engel tanımaz, akla meydan okuyan kanunlarını, odanın birisinde efendi babanın, büyükhanımın otoriter talimatlarını, askerlere has disiplin ve ciddiyet hakimiyetini, mutfakta pişen aşları aşkları gönül depremlerini, süslü ahşap kaplamalı odalarda uzun kış gecelerinde ağırlanan misafirleri, sohbetleri, edepleri, saygıyı... tahayyülemde canlandırmaya çalıştım. Evin sıcaklık ve mahremiyeti, bindallılardan yansıyan güzellikler bir masal havası içinde uzak aynalara vuran flû bir günbatımında yüzer gibiydi...

Beypazarı halkı belediye başkanlarıyla bütünleşmiş. -İki kere başkan seçilmesi de bir göstergesi- Yerli ve yabancı turizmde birinci sırayı almasında halkın şuurlu tutumu önemli bir yer tutuyor; güleryüz ve yardımseverlik ön planda.

Mimarisi, İnözü Vadisi, Hıdırlık Tepesi, Boğazkesen Kümbeti, Suluhan Kervansarayı, Sultan Alaeddin ve Akşemseddin Camii, türbeleri, yaylaları, termal tesisleri, gümüş mağazaları, yöresel yemekleri, telkari işlemeciliği, kilim dokumacılığı... her birisi bir makaleye sığdırılamayacak kadar tarihi ve manidar. Keşke yerim olsaydı da uzun uzun yazabilseydim diye düşünüyorum.

1957 yılından beri faaliyette olan, hiçbir katkı maddesi içermeyen, zengin rezerve sahip Beypazarı Maden Suyunu kaynağından yudumlamak ise bir başka güzeldi. Gazeteci-Yazar, daha da önemlisi Ozan İsmail Detseli'nin otobüste, yemek yerken, Beypazarı'nda dolaşırken o anda yazdığı şiirlerini dinlemek ayrı bir güzeldi. Yolculuk boyunca sıkılmaya fırsat vermeyen TYB üyelerinin anı, hikaye, şiir ve esprilerini dinlemek, özellikle Mustafa beyin yolculuk boyunca elinde mikrofon, hiç oturmadan rehberlik yapması güzeldi. Dönüşte uğradığımız Kulu'nun hiç bilmediğimiz trajik Avrupa öyküsünü dinlemek bizi bir hayli hüzünlendirdi. Bu öyküyü inşallah gelecek makalemde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sayın Ahmet Köseoğlu, "Konya'mızın Aksaray'da Egemen adıyla bir gazetesi çıkarılmakta. Bu yılın son gezisini Aksaray'a düzenleyerek Egemen, Kültür Parkı ve Aksaray'ın tarihi güzelliklerini ziyaret edelim" diyerek kültürümüze olan ilgi ve yakınlığını bir kere daha vurguladı. Milli hüviyetimize sahip çıkan ve onu yaşatmak için çaba sarfeden herkese, bu yazının içeriği dolayısıyla Beypazarı Belediyesine, halkına, "Yazılacak Çok Şeyimiz Var" diyen TYB'nin başkan ve bütün üyelerine, Türk kültürüne sahip çıkan herkese selam olsun.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.