Anuş Gökce

Anuş Gökce

BOLU GEZİ NOTLARI

A+A-

TYB Konya Şubesi ve Konya Büyükşehir Belediyesinin müşterek organize ettiği  “Yazılacak Çok Şeyimiz Var” projesi kapsamında 28- 30 Temmuz 2017 günlerinde doğa harikası Bolu’ya bir seyahat gerçekleştirildi. Geziye Konyalı yazarlar, TYB  yönetim kurulu üyeleri ve aileleri,medeniyet mektebi öğrencilerinden bir gurup ve  Konyalı yazarlar katıldı. Bende eşim Sadık Gökce ile birlikte bu yolculuğa iştirak ettim.

Otobüsümüz 28 Temmuz 2017 Cuma günü  ikindi namazından sonra Bolu’ya hareket etti. Bu organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Yol güzergahımız Konya-Ankara- Bolu. Konya‘dan Ankara sınırına varıncaya kadar yolun iki tarafı Konya Şeker tarafından ağaçlandırılmış, bazı bölgelerde küçük korular  oluşturulmuş. Bu korular ve yeşillikler yolculuğun monotonluğunu kısmen gideriyor. Yolculuğun monotonluğunu gideren bir başka etken daha vardı ki o da Medeniyet Mektebi gurubunun genç temsilcileri. Yolculuk boyunca söyledikleri şarkı ve türküleriyle bizlere hoşça vakit geçirttiler.

Gece saaat 12.30 sularında Bolu’ya vasıl olduk. Bolu’nun batı girişinde Bolu Belediyesinin görevlendirdiği temsilciler bizi karşıladılar. Bolu Polis evine doğru hareket ettik. Otelin yakınındaki Bolu Çorbacısında çorbalarımızı içerken Belediye Başkan Yardımcısı İhsan Ağcan masa masa dolaşarak herkese hoş geldin dedi. Hepsi çok misafir perver insanlar doğrusu.  Daha sonra Polisevindeki odalarımıza yerleştik. Odalar çok temiz ve bakımlı. Personelleri güleryüzlü ve sevimli, cana yakın insanlar.

Abant

29 Temmuz sabahı kahvaltıdan sonra  rehberimiz Muzaffer Yıldırım eşliğinde Abant’a hareket ettik. Yol boyunca rehberimiz Bolu’da yetişen ağaç türlerinden tutun da, meyve ve sebzelere, yaşayan canlı türlerine varıncaya kadar tüm bildiklerini bizlerle paylaştı. Kendilerine ayrıca teşekkür ederiz.

Abant, Bolu’nun 34 km güneybatısında bulunan yaklaşık 1300m rakımı olan ve 125 hektarı bulan bir heyelan gölü. Etrafı ormanla kaplı. Abant’ta tabiat turizimciliği çok gelişmiş durumda. Göl manzaralı lüks oteller yapılmış. Kamp kurmaya izin verilmiyor. Ancak belirli bölgelerde piknik yapılıyor. Ayrıca binicilik ve faytonculuk  mesleği de revaçta. Abant’ta gelen bir çok turist ya fayton ya da at kiralayıp gölün etrafını tutluyor. Faytonlar özel süsleme yöntemleriyle hâla cazibesini muhafaza ediyor. Bunun yanında bisiklet turu yapanlar da var.

Abant’ta ki ormanlık alanda meşe, çam, ladin, gürgen ve kayın ağacının yoğunlukta olduğunu söyleyen rehberimiz  ilk olarak doğal tabiat müzesini gezeceğimizi, bu müzede sergilen içleri doldurulmuş hayvan türlerinin ecelleri ile veya kaza ile öldükten sonra yapıldığı, hiçbir surette insanlar tarafından öldürülmediğini vurguladı. Ayrıca sadece Abant gölünce yetişen Benekli Abant Alacasından bahsetti. Gölde avlanmak, piknik yapmak için ayrılan bölgelerin haricine çıkmak ve ateş yakma kesinkille yasak.

Abant Müzesini geziyoruz. Müzenin iç ve dış cehesi ahşap kaplı. İçerisinde o bölgede yetişen hayvanların içleri doldurulmuş  hayvan figürleri var. Bizi girişte sol karşımızda irice bir ayı karşıladı. İnsan ilk önce ürperiyor. Ayıya yaklaşırken biraz çekiniyor, ayı uazanmış elleriyle insanı tutuverecekmiş gibi geliyor. Müzenin içinde ilerliyoruz. Ortada bir akvaryum var ve içinde  Abant alacalıcı dedikleri alabalık türleri sergileniyor. Gercekten de balıkların üzerinde benekler bulunuyor.

Girişin sağından itibaren ilerliyoruz. Sağ köşede kocaman bir geyik figürü meraklı meraklı bize doğru bakıyor. Kocaman boynuzları  ile başını şöyle bir sallayacakmış gibi geliyor. Hemen onun yanında dişisi yatmış, yavru ayakta ürkek ürkek gelenlere bakıyor. Hemen yanında sevimli bir karaca bulunuyor. Aynı bölmede bir kütüğün üstünde kartal kanatlarını açmış, güçlü pençeleriyle duruyor, gözüne kestirdiği avını enselemek düşüncesinde gibi. Kartalın sağ tarafındaki  dal üzerinde keklik, baykuş, sülün v.b kuşların figürleri yer alıyor. Diğer bir bölmeye geçiyoruz. Orada da su samuru, sansarlar ve gelinciklerin figürleri var. Bunlar kemirgen hayvanlar oldukları için canlılara zarar verirler. Özellikle gelincik tavukların ve kanatlı kuşların bir numaralı düşmanıdırlar. Bunların kanlarını emdikleri için hayvanlar kansızlıktan ölüyor.

Birkaç fotoğraf aldıktan sonra gölün etrafında kısa bir gezinti yapıyoruz. İskeleden ve muhtelif cephelerden fotograflar çekiyoruz. Burası gerçekten muhteşem bir yer. Yeşil ile mavinin birleştiği, kucaklaştığı bir mevki. Yerinde gidip görmek en güzeli. Çünkü ne kadar anlatırsak anlatalım, güzellikleri anlatmaya kelimeler kifayet etmez, illaki gidip yerinde görmek ve yaşamak, haz almak lazım. Saat 11.00 sularınada otobüsümüze binip gölün çevresinde 5-10 dakika ilerlediktensonra Göl lokantasında öğle yemeklerimizi yedik. Daha sonra namazlarımızı kıldıktan sonra Göynük’e hareket ettik.

Göynük

Göynük, iki katlı evleriyle, Arnavut kaldırımlarıyla kendine özgü mimari dokusunu muhafaza etmiş, Bolu iline bağlı ve merkeze 98 km mesafede bulunan şirin bir ilçe. Göynük Orhan Bey zamanında Türk topraklarına katılmıştır. Buraları fetheden kumandan da Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa’dır. Burada Süleyman Paşa’nın bir camisi ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası, İstanbul’un fethinin manevi mimarlarından Akşemseddin’in türbesi bulunmaktadır. Fetihten sonra İstanbulda herhangi bir memuriyeti kabul etmeyen Akşemseddin’e Göynük mülk olarak tahsis edilmiştir. Devlet işlerinden el çeken Akşemseddin burada bir mescid yaptırarak kendisini ibadete vermiştir. Göynük suyu üzerine bir  değirmen inşa ettirerek ailesinin nafakasını temin etmiştir.

Süleyman Paşa Camii

Cami, 1330-35’de Orhan Bey’in büyük oğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır.Üzeri üçgen çatılı, dış cepheler kesme taşlarla örülmüştür. 1800’lü yıllarda çıkan bir yangından sonra camii II. Abdülhamid’in emriyle yeniden yapılmıştır. Yapılan tamiratlarla caminin orijinalliği biraz bozulmuştur. Mimberi ahşap ve oymalıdır. Mihrabı ise  mermer ve beylikler dönemine has renkli kalem işiyle süslüdür.  Mihrabın dış kısmı, içeriye doğru  girintili kısmı yeşil, iç duvarları ise kırmızı ve sarı perde kumaş kıvrımlarını bir dekorla kaplıdır. Zemin ise beyaz renklidir. Kapının üzerindeki orijinal kitabe kaldırılmış, yerine Türkçe kitabe yerleştirilmiştir. Bu ise hiç etik bir davranış değil. Orijinal kitabe korunmalı, yanına da Türkçe kitabe talik edilmeliydi.

Camiinin üzeri düz  kiremit çatı ile örtülüdür. Yanında tek şerefeli,  kesme taşlarla örülmüş bir minaresi bulunmaktadır.Camiinin hünkar mahfili bölümüne ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır. Burayı kadınlara namaz kılmaları için tahsis etmişler. Bizim dinimiz her zaman kadınlara en üst mevkiyi vermiş, insanlarımız da başlarının üstünde taşımışlardır. Bu hal kendi özümüzden uzaklalşana kadar sürmüşütür. Camilerde bu durum devam etse de dışarıda kadınlar büyük ölçüde sosyal mevkiilerini kaybetmişlerdir.

Süleyman  Paşa Hamamı

1331-1335 yılları arasında Gazi Süleyman Paşa tarafından camii ile birlikte yaptirılmıştır. Rivayete göre camii yapımına daha erken başlanılmış camii biraz yükseltikten sonra ihtiyaca binaen önce hamam daha sonra camii tamamlanmıştır. Akşemseddin  türbesini karşısına tekabül etmektedir. İkisini ortasından küçük bir dere geçmekte ve derenin üzerine kurulu ahşap bir köprü ile karşıya geçilmektedir. Ayca camini önündeki yol üstünde tesis edilmiş ikinci bir köprü ile de ulaşım sağlanmaktadır. Erkekler ve kadınlar bölümü ile çifte hamam olarak kesme taştan inşa edilmiştir. Her iki bölümde kubbe ile örtülü soğukluk, ılıklık ve sıcaklık kısımları vardır. Erkekler soyunmalığa batı köşesindeki kapıdan girmektedirler. Üst örtüsü kubbe, dilimli kubbe ve beşik tonozlardan oluşmaktadır. Kubbe geçişleri tromp ve Türk üçgenleriyle sağlanmıştır. Duvarlarda kesme taş, kubbe kasnaklarında moloz taş kullanılmıştır. 1950’de geçirdiği tamiratla iç ve dış cephedeki bazı taşlar yenilenmiştir.

Zafer Kulesi

1923’te Cumhuriyet’in ilk kaymakamı Hurşit Bey tarafından altıgen plan üzerine temeli taş, üst kısmı ahşaptan üç katlı olarak inşa edilmiştir.Üzerine bir de saat takılmıştır.

Bizler TYB Konya Şubesi mensubları olarak Camide ibadediimizi yaptık, türbede dualarımızı sunduktan sonra hepimiz yaklaşımk 300-350 m yükseklikte bulunun tepeye tırmandık ve Zafer Kulesinin önünde topluca fotoğraf çektirdik. Benim kuleye çıkışım ve inişim çok meşakketli oldu. Bu meşakketli anlarımda bana hep destek olan eşime ayrıca teşekkür ederim. Onun yardımı olmasaydı bir adım bile yürüyemezdim. Çünkü kulenin yolu çok dik.  Bakımda olduğu için Zafer Kulesinin içine giremedik. Burada bir çay molası verdik . Daha sonra şehre indik ve çarşıda biraz dolaşıp alış veriş yaptıktan sonra Saat 16.00 sularnda Çubuk gölüne hareket ettik.

Göynükte bunlardan başka Akşemseddinoğlu Konağı, Gürcüler Konağı Müzesi, Ömer Sikkin Dede Türbesi ( Bıçakcı Dede), Postacılar ve Müderrisler konakları, Göynük sokakları , Açık Hava Müzesi ve çarşısı da gezip görmeye değer yerlerdir.

Çubuk Gölü

Göl tamamiyle bir doğa harikası.Gölün etrafı yine ormanlık. Dağın yamaçlarındaki yel değirmenleri dikkatimizi celb etti. Bu binalar film çekilmek için yapılmış daha sonra da kendi kaderine terkedilmiş. Sahilde biraz yürüdük.  Bolca fotograf çektik. Su çok berrak ve gölün kıyısı tertemiz. Balıklar yumurtalarını gölün kenarına yakın sazlıkların ve nilüferlerin altına bırakmış. Dikkatli bakınca balık yavrularının bıcır bıcır hareket ettiklerini görürsünüz. Doğayı seyretmek ve onu doğru okuya bilmek ne büyük bir nimet Yarabbi. Bizleri seni hakkıyla bilip kulluk vazifesini yerine getiren ve kendilerinden razı olduğun kullarından eyle.

Bu arada eşim çocukluk günlerini hatırladı ve Yazarlar Birliğinde görevli Yusuf Özdemir’le gölde taş sektirme yarışı yaptı. Daha sonra dikkatimizi celp eden yel değirmenlerine yöneldik.Birinin içerisine girdik. İçerisi bomboş ve pislik yuvası haline gelmiş. Burası orijinal bir şekilde yel değirmeni haline getirilip turistik amaçlı hizmet verilebilir. Bu binaların yıkılmaya terkedilmesi böyle bir belde için ayıp teşkil eder.

Akşam yemeğini yemek üzere Sarot Termal Otele doğru hareket ettik.

Sarot

Sarot’ta termal suyu bulunmaktadır. Termalde bir de tarihi hamam vardır. Hamamı işleten kişi buraya Makedonyalı Büyük İskender’in uğradığını, ilk hamamın da onun zamanında inşa edildiğini söyledi. Hamamda bulunan birkaç Roma sütununun o devre ait olduğunu sözlerine ilave etti. Hamamın hem erkekler bölümü hem de kadınlar bölümü halen faal olarak halka açık. Beyim girdi baktı. Adamın sözlerini doğrular nitelikte birkaç Roma sütunun bulunduğunu söyledi.

Buraya lüks oteller yapılınca hamam biraz ikinci plana itilmiş gibi.  İnternette araştırdığım haberlere göre zaman zaman hamamda elektrik ve su sıkıntısı yaşanıyormuş ve hamama girenler mağdur oluyormuş. Ne kadar lüks binalar yapılırsa yapılsın bir hamamın suyu ve elektiği asla kesilmemeli, insanlar mağdur edilmemeli. Akşam yemeğimizi Sarot Termal Otelde yedik

Akşam saat 09.00 civarında isteyen arkadaşlarımız otele geri döndü, diğerleri de Bolu Kültür Merkezindeki Anadolu Mektebi Okuma gurubundaki öğrencilerle buluşu.

30 Temmuz

Yedigöller

Otuz Temmuz sabahı Polis Evindeki kahvaltıdan sonra otobüsümüze binerek rehberimizle birlikte Yedi Göllere hareket ettik. Yedi Göller Bolu’ya 42 km mesafede, şehrin kuzey doğusunda yer almaktadır. Yolboyu ve dağlar bir orman denizi. Ormanın ortasında yollar olmasa gökyüzünü göremezsiniz.  Yollar kıvrım kıvrım ve çok virajlı. Değme şoför o yollarda araba kullanamaz. Biz kazasız belasız yolumuza devam ettik. Bu noktada kaptanımızı ayrıca tebrik ediyoruz.

Yedi Göle varmadan Gurbet Tepede mola verdik. Tepenin en uç kısmında bir kayanın üzerine Türk bayrağı asılmış. Buraya Bayrak Tepe de diyorlar. Aşağısı uçurum ve etraf ormanlarla kaplı. Burada köylüler çadır kurarak yetiştirdikleri yöresel ürünlerini pazarlıyorlar. O yörenin en meşhur ürünleri yoğurtlu beyaz tarhana, kızılcıklı kırmızı tarhana, erişte,  ıspanaklı erişte, çam kozalağı reçeli, kestane balı, kuşburnu marmelatı. Yalnız kuşburmu marmelatı koyu değil, pekmezden biraz daha koyu. Tadı da biraz farklı. Yine keş, o yöreye has kalıp gibi kesilerek kurutulmuş. Ayranın kaynatılmasıyla elde edildiği için biraz ekşi.  Sepetler içinde taze köy yumurtaları da alıcıların beğenisine sunulmuş. Ayvadan, Kantoron, kekik gibi doğal baharatlar da satıyorlar. Konaklayan yolculara, çay, haşlanmış veya ütme mısır, kahvaltılık malzemeler satılıyor.

Yolboyunca asırlık ağaçlar bize eşlik etti.  Gözümü onlardan ayıramadım. Yaklaşık 1500-1700 m tırmandık ve indik. Otuzbeş kırk metreye varan çam, ladin, köknar, meşe, dişbudak ağaçlarının gölgesinde seyr ediyoruz. Birkaç yayla geçtik. Üzeri ve duvarları teneke kaplı yayala evleri oldukça ilginç. Eskiden yayla evleri tamamen ağaçtan yapılırmış. Günümüzde ise teknolojiye yenik düşerek, betonarme ve duvarları ve üzeri çinko kaplı. Uzaktan Ayıkayası mevkii görününce rehberimiz burda ayıların bolca yaşadığını, bunun için Ayıkayası adı verildiğini anlattı. Kayaya uzaktan bakınca kollarını uzatmış, ağzı açık düşmanı kovalayan bir ayıyı andırıyor. Göllere 10-15 km kadar yaklaşınca Kapankayası denilen bir yerde otobusumüz durdu. Burada kayalar resmen tuzak kurmuş gibi. Arkadaşlarımız otobüslerden inerek 200-300 metre tırmandılar ve Yedigöllerden bir kısmının uzaktan seyrettiler. Ben çok dik olduğu için çıkamadım. 10 basamak çıktım, ağaçların gölgesinde gazetemin okuyamadığım makalelerini okudum. Onbeş yirmi dakika sonra otobüsümüze binerek Yedigöllere doğru hareket ettik.  Göle yakın yolun yaklaşık 5 km. kadarı Arnavut kaldırımı döşeli. Yol çok dar. Karşıdan araç geldiği vakit diğeri kenara çekilip beklemek zorunda. İki araç yan yana aynı anda geçemez.

Göle giriş ücrete tabii. Biz misafir olduğumuz için para ödemedik veya belediye karşıladı, orasını bilemem. İlk önce İnce Gölü, daha sonra Sazlı Gölü daha sonra da Nazlı Gölün çevresini dolaştık.Göllerin üzeri nilüfer ve açıkyeşil bir tabakayla kaplı. Ağaçlardan dökülen yapraklar ve polenler, nilüferler göllere ayrı bir güzellik kapmış. Şelaleyi görmek üzere yokuş aşağı inmeye başladık. Ben şelalenin başına kadar indim daha ötesine gidemedim. Geldiğim yoldan geri döndüm ve giriş noktasında ekip arkadaşlarımı bekledim.

Gölcük

Saat 14.30 gibi Bolu merkeze, oradan da Gölcük’e gittik. Gölcük’te bizi Belediye başkanı Alaaddin Yılmaz ve ekibi karşıladı. Öğle yemeğini hep birlikte yedik. Çorbaları soğumasın diye minicik çinko tencerelerde ikram ediyorlar. Tarhana çorbaları çok meşhur. Yemekten sonra Başkan bey bir konuşma yaptı. Öğle namazının ardından Gölü seyre çıktık.

Gölcük, Bolu’nun 13 km güneyinde 45 000 metrearelik bir alana sahip yapay bir göl. Çevresi 1200 m.dir. Etrafı çam ve köknar ağaçlarıyla kaplı. Burada insanların piknik yapması için mekanlar ayrılmış, farklı yerlerde ateş yakmamaları için barbüküler hazırlanmış. Ama insanımız rahatından feragat etmemek adına yine de masaların kenarında mangal yakıyorlar.  Bunun için her tarafı duman ve yemek kokuları kaplıyor. Burada insanlar gelen kişilere  tekerlekli, tren gibi vagonları bulunan arabalarla göl turu yaptırıyor. Ekipten ayrılmak istemediğim için ben binmedim. Yürüyebildiğim kadar yürüdüm sonra geri döndüm. İkindi namazındaı eda ettikten sonra otobüsümümüze bindik. Başkan bey bizi özel olarak yetiştirdiği bebek ormanına götürdü.

Bebek Ormanı

Bolunun % 80’i doğal ormanlık alanlarla kaplı. İnsanlar doğayı tahrip etmemişler korumuşlar. Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz Bey de Bolu’yu olduğundan daha fazla ağaçlandırma çabasında. Yeni doğan her bebek için bir elma,fındık ve ceviz ağacı dikmiş. Ağaçların arasına da 50-60 yıl öncesi  yetişip nesli unutulmaya yüz tutmuş olan Bolu’nun orijinal sebzelerin tohumlarını bularak ekmiş ve yetiştirmiş. Burada yetişen sebze ve meyveler 2000 kişilik kimsesiz ve fakir ailelerin gıda ihtiyacına tahsis edilmiş. Kurulan aşevinde akşam sabah onların yemek ihtiyacı karşılanıyor.

Bebek Ormanı projesi güzel bir düşünce. Hem insanlara yeni iş sahası açılıyor hem  yeşil bir çevre oluşturuluyor hem de fakir fukara için büdçeden ayrılması gereken miktara destek olunuyor, masrafı biraz aşağıya çekmiş oluyor. Başkan bey ve ekibini bu başarılarından dolayı kutluyorum.

Konya’ya hareket

Yaklaşık bir saat kadar Bebek Ormanın gezdikten sonra Başkan ve Bolulu arkadaşlarımızla vedalaştık ve Konya’ya dönmek üzere hareket ettik. Gece Saat 01.00 sularında evlerimize vasıl olduk.

Yolculuk için katkılarından dolayı Konya Büyükşehir Belediyesine, konaklama, yemek, gezdirme v.s ihtiyaçlarımızı karşılayan Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz’a, bizlere değişik yerleri gezip görmemizi vesile olan TYB Konya Şube Başkanı Prof. Dr. Hayri Erten ve ekibinine, organizasyonu idare eden Atilla Yaramış ve uyumlu bir şekilde yolculuk etmemizi sağlayan tüm arkadaşlara gönülden teşekkürler.

Esen kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.