AHMET KÖSEOĞLU

AHMET KÖSEOĞLU

EVLİYA ÇELEBİ’NİN KÜTAHYASI

A+A-

Varın bakın benim bacam tüter mi

Bağımda bahçamda bülbül öter mi

Evlatlarım benim yerim tutar mı

Gençlik elden gitti beyler gelmedi

                         Kütahya Türküsü

 

Bir sonbahar serinliğinde, Hıdırlık Tepesi’ndeki mescidin bânisi Kütahya fatihi Hezardinar’ı (İmadüddin Dinari), Gönül Sultanı Hazreti Sunullah Gaybi’yi ve Acemdağı’nın eteklerine bağdaş kurmuş sırtını hafifce Yellice Dağı’na dayamış Germiyan Beyliğinin başşehri Yakup Eli’ni (Kütahya) selamlayıp aşağı inerek, ahşap payandalı çıkmalarıyla kendine özgü mimarisini oluşturmuş iki katlı eski-meyen- konakların bulunduğu Germiyan sokağından zaman tüneline dalıverdik. Bu tünelde mihmandarımız kâh Texier, kâh Strabon, kâh Evliya (Çelebi), kâh Niebuhr oluyordu.

           Seyyah Strabon, şehrin (Kotieion), Frigya’nın en önemli merkezlerinden olduğunu, Bitinya ve Bergama krallıklarının idaresine ancak İskender’in ölümüyle geçtiğini, Roma ve Bizanslıların hâkimiyetinde iken de önemini koruduğunu, milâdi 1080 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın Kütahya’yı fethettiğini bize fısıldıyor.

Bizans-Selçuklu sınırında olan bu güzel şehrin tekrar Bizanslıların idaresine geçtiğini, 1180 yılında ise yine Selçukluların himayesine girdiğini; ancak II. Kılınçarslan’ın Selçukya’yı oğullarına paylaştırmasıyla zayıflığı fırsat bilen Bizanslılara yeniden teslim olan bahtı kara Kütahya’nın tâ ki 1233 yılında I. Alaaddin Keykubat’ın gelişine kadar yüzünün gülmediğini rehberlerimizin hemen hepsi vurguluyor.

Selçuklu Devleti’nin temeline konan dinamitlerden biri olan Cimri hâdisesinin patlak vermesiyle de Kütahya’nın sevk ve idaresi de Germiyanlılara geçer ve Germiyanlılar Moğollara ve Selçuklulara karşı önemli direnişler gösterirler. Germiyanlılarla Selçuklular arasında da sık sık yönetimin el değiştirmesine halk da alışmış olacak ki sosyal hayatta, idarecilikle, mimaride kültür ve sanatta pek değişiklikler görülmez. Arada Karamanoğullarının ve Osmanoğullarının da Germiyanlıları huzursuz ettiklerini hemen her tarihçimiz ve seyyahımız belirtiyor. Germiyanoğlu Yakup Beyin (II.) erkek evladının olmaması ve Karamanoğullarına karşı da destek aldığı Osmanoğullarından kız kardeşinin oğlu II. Murad’a gidip kendisinin vefatıyla birlikte hanedanlığın Osmanlı himayesine geçebileceğini bildirmesinden bir yıl sonra hakkın rahmetine kavuşur (1429). Nihayet Kütahya’nın gidip gelmesi sona erecek ve Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi olacak, idaresi de İshak Paşaya verilecek.

          Genel tarihte 300-350 yılın fazla uzun zaman sayılmayacağını tarihçiler belirtirler ama bu şehrin sıkça el değiştirmesinin bir bölümünü dinlediğim zaman bile beni de bir kasvet bastı.

Bu dünyanın cennet köşelerinden olan Kütahya’nın tarihî bir konağında gözüm kalaylı bakır bardaklara doldurulan yayık ayranında, kulağım yerel şive ile şeker gibi pınarlarından, şifalı kaplıcalarından, bülbüllerin ötüştüğü bağ ve bahçelerinin enfes meyve ve sebzelerinden, yemyeşil yaylalarının doyumsuzluğundan dem vuran Germiyan soyadlı konak sahibinde, lâkin zihnim Kütahya’nın yorgun tarihine takılı kaldı. Sanki Strasbourg’un kaderine benzeyen bir yanı var gibi. Fransa-Almanya sınırındaki bu tarihî şehir de iki ülke arasında 17 defa gidip gelmiş, nihayetinde Fransa’da kalmış; ancak Avrupa Birliği Almanların imdadına yetişmiş olmalı ki Strasbourg’un tarihî bölümü “Petit France”deki kafelerde günlerin bir bölümünde gelip espiresso içip geçmişe özlemlerini giderebiliyorlar. Fransızlar da suyun karşı yakasında olan küçük Alman şehrinden sigara ve içki alıp evlerine dönebiliyorlar.

Kütahyalı Evliya Çelebi, “Germiyan ve Bahadıran kâl’ayı gevhernegin sett-i metin taht-ı Anadolu” dediği ve şimdi Hisartepe denilen yerde bulunan Kütahya Kalesi’ni anlatarak söze başlar. Devamında, “Âlim, fâzıl ve şairleri çoktur, çocukları gayet terbiyeli ve akıllıdır, okur yazardırlar. Halkı fakirler dostudur. Askeri cesur... Hanımların giyim-kuşamları son derece vakurdur, gayet mueddebâne gezerler” diyerek de memleket insanının sosyalitesinden bize haber verir. Divan edebiyatının kurucuları Şeyhi’ler, Ahmedi’ler, Ahmed-i Dai’ler ve büyük mutasavvıf Gaybi’lerin ebâenced (nesilden nesile) Kütahyalı olması, türkülerinin zengin melodili ve mûsiki kudretinin yüksek olması, Mevleviliğin önemli âsitanelerinden birinin de burada olması, sayısız eserleriyle hâlâ adları dillerde destan olan Gedik Ahmet Paşa, Mutasarrıf Fuad Paşa, Rüstem Paşa gibi devlet adamlarının burada hizmette bulunmaları Evliya’nın hakkını teslim için yeterli olsa gerek. Zaten Ahmet Hamdi Tanpınar yıllar önce bu büyük insanla Sinan’a medyun-u şükranını şu ifadeleriyle belirtmemiş miydi: “İmparatorluk hudutlarını çizmekte aynı vazifenin değişik yollarında çalışan iki Türk büyüğü... Osmanlı Devleti’nin uzandığı hudutların serhaddine kadar tapu haritasını meydana getirmiş iki Türk büyüğü. Birincisi 16. asırı abideleri ile ikincisi de 17. asırı nesri ile en ufak teferruatına kadar bir ayna misâli bütün mevzularının içine dalıp aksettirerek verir.”

Tanpınar, Beş Şehir’ine yeni şehirler katmak arzusuyla yazmaya devam etseydi herhâlde yedinci şehir de Kütahya olurdu.  Selçuklu şehri Sivas’ı gelecekte altıncı şehir olarak yazılacağını (hissi kablel vukû) bilirdi de onun için yedinci şehirden devam ederdi. Urfalılar, Amasyalılar hattâ Edirneliler ve Kayserililerin her biri ayrı ayrı, hayır Tanpınar yazsa idi yedinci şehir biz olurduk diyebilirler. O zaman Tanpınar Evliya’nın hatırına Kütahya’yı müstakil yazar ve “Evliya’nın Çinili Şehri” derdi derim.

Frigler dönemine ait seramikle ilgili tarihi bulguların varlığını ve Lidya, Pers, Roma, Bizans ve Selçuklularda da çiniciliğin hep önemli uğraş olduğu, “Milet işi” denilen ilk Osmanlı seramikleri XIII. yüzyıl sonu ve XIV. yüzyılda tüm coğrafyaya buradan yayıldığı bilinmekte. Günümüz çini atölyelerini gezerken bu işle uğraşan hemen her usta, çininin geçmişinin derinliğinden haberdar.

Evliya, 34 mahallesi olan Kütahya’nın, 34 çini atölyesinin varlığından haber verirken 1907’de Kütahya valisi olan Fuad Paşa üç asır evvel 300 atölyenin bulunduğunu 1795’te imalathane sayısının 100’e indiğini yazılı olarak payitahta bildiriyor. Şimdilerde yine birçok fabrikadan ve yüzlerce atölyeden nadide çini eserleri dünyaya dağılmaya devam ediyor.

Evliya Çelebi’nin “Gerçi Anadolu’da Türkistan vilayetidir” dediği Kütahya’da yıllar sonra ressam Ahmet Yakupoğlu, Türkistan mimarisine uygun olarak çizdiği ve yaptırdığı “Çinili Camii” ile Hoca Ahmet Yesevi’ye ve Evliya Çelebi’ye reverans ediyordu.

Kaynak: ŞEHİR VE KÜLTÜR DERGİSİNİN 81. Sayısı /Nisan 2021

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.