HÜZEYME YEŞİM KOÇAKLA Davası "Müslümanca Yaşamak"

HÜZEYME YEŞİM KOÇAKLA Davası "Müslümanca Yaşamak"

HÜZEYME YEŞİM KOÇAKLA Davası "Müslümanca Yaşamak" "Ben küçük bir kızken ırmaklarla konuşurdum" Hüzeyme Yeşim Koçak. Konya'da yaşıyor,...

A+A-
HÜZEYME YEŞİM KOÇAKLA
Davası "Müslümanca Yaşamak"
"Ben küçük bir kızken ırmaklarla konuşurdum"

Hüzeyme Yeşim Koçak. Konya'da yaşıyor, Konya'dan yazıyor. Bıkmadan okuyor... 4 öykü, 5 deneme ve 1 de roman olmak üzere 10 kitabı var.Konya'da kendisini bulduk, söyleştik... 'Muhabbet Buyursun Gelsin'

Önce sizi tanımak/tanıtmakla başlayalım isterseniz. Hüzeyme Yeşim Koçak kimdir? Nerede yaşar? Okumaya olan ilgisi nasıl doğdu?

Sakin, kendi halinde, uçuk kaçık, buna rağmen zararsız biridir herhalde.

Kadınların aynaya çok baktıklarını söylemelerine rağmen, insanın aynada nasıl göründüğünü bilmesi zor. "Aynalar söyleyin bana, ben kimim?"

Fakat bu zamanda aynaların şahitliğine de inanmamak gerekir. İş uzar gider. Herhalde esaslı ve adamakıllı bir cevap için mahşeri beklemelidir.

İnsanın yazarlığı çeşitli aşamalardan(!) geçtikten sonra, ilk okumalar konusunda, şöyle de denilebilir:

Daha iki yaşındayken annem önüme gazete yığarmış ve ben zevkle lime lime eder; daha sonra da kemal-i afiyetle yermişim. Yaman gazeteciliğim ve amansız eleştiri yeteneğim tâ o zamanlardan kalmadır.

Nerede yaşardım ki?

Çerçöp, gazoz kapağı, artist politikacı, oyuncak balon satılan; ölülerin, binaların, taşınmazların yığıldığı topraklarda...

Yazacağı ve yazamadığı kitapların, hasretli sahifelerinde; dünyaya sığamadığı ve kendini koyuvermek istediği bir aşk ikliminde, sev(il)mek istediği kalplerde... Uzayda, Fransa'da, Arafda, Turanda ve Kâbe tozlarında.

Çocukluğunun kömür ve leblebi kokan yollarında; ruh çocukları topladığı lebideryada. Yunus sevdasında, Mevlâna koynunda, Hanya'da ve Konya'da... Mâsiva hevesinde, hevanın nefesinde...

Hür Memleket Türkülerinde, gökkuşağı renginde, Hacı Bayram'ın şârında(şehrinde)... İçli çöl şarkılarında, kutluların ayak izinde ve gayb sesinde...

Okuma konusuna gelince...

Hassas ve mahcup bir çocuktum. Oyunlara -hele muzır, küfürbaz oğlan çocukları varsa- hiç giremezdim. Annem de bana çekmişti, çok çekingendi. Komşu Sabiha Teyze(onun niyetine), pencereden bağırırdı.

"Bu çocuğu, niye oyuna almıyorsunuz sucuklar!"

Oyun dışı beklerken zaten gün akşam olurdu. Babam da ağlamasın, oyalansın diye kitap mitap alırdı.

İleri zamanlara bağırırdım: "Benimle Oynar Mısın?"

"Ben küçük bir kızken ırmaklarla konuşurdum" oynardım.

Uçup giden günlerin yakasına yapıştım.

Allah aşkına! "Bana AşktanBahset!". Yoksa yanacağım.

Sizi etkileyen, besleyen, okuma serüveninize yön veren kitap ya da yazarlar neler, kimler?

Mazi, daüssıla duygusuyla dolduğu için, çöpü bile kıymetli oluyor bazen. Annemin Hayat Ses mecmuaları, Fotoromanları; babamın bize getirdiği Bahadır, Malkoçoğlu gibi kahramanların yer aldığı çizgi romanlardan, Nihal Atsız'a uzanan hat. Andersen-Eflatun Cem Güney masalları, Küçük Prenses, Keşifler ve İcatlar Ansiklopedisi.

Bir yandan da Kur'an-ı Kerim... Seher Vakti ve Şule Yüksel Şenler. 40Agatha Christie, Ay Dialoğu, Bir Adam Yaratmak, Sözde Kızlar, Çalıkuşu, Küçük Ağa, Emine Işınsu'dan "Küçük Dünya", Flora Rheta Schreiber'in "Sibıl'ı", Fareler ve İnsanlar, 1984, Uğultulu Tepeler, Cemile, O Topraklar Bizimdi, Evliya Menkıbeleri, Amak-ı Hayal ve gönlümdeki "Kır(ı)klar"

Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmet Özel, Sevinç Çokum, Nazan Bekiroğlu gibi isimler.

Dünya resimleri, sayısız ad, etki tepkiler, dualar, sırrî esintiler...

Çevrenin müspet-menfi tesirleri ya da "yazıcı kalemin" kalbinize denk düşen sehharı; sonuçta okumak, yazmak, adlanmak, oda yakmak kârı.

Okumaya olan ilgi yazıya ne zaman nasıl dönüştü?

İlkokulda, anneme dair yazdığım bir kompozisyon ilgi çekmişti. Sanıyorum bu takdir üzerine; üvey annesi olan bir çocuğun hikâyesini yazmıştım. Defterime -Türk erkeklerinin sevdiğinin aksine - sarışın olan üvey annenin tüyler ürpertici(!), mümkün olduğunca çirkinleştirilmiş; esmer küçük kızın da olağanüstü(!) derecede güzel bir resmini çizmiştim.

Kimse şaşırmasın diye de, resimlerin altına isimlerini yazmıştım. Annesini kaybetmekten ölesiye korkan bir çocuğun, içli duygularıydı sonuçta.

Yazının çevresini lalelerle süslediğimi hatırlıyorum. Fakat onca çabama rağmen, üvey anne resmini beğenip, beni kızdıranlar olmuştu.

Başarılı, örnek bir edebiyat öğretmeni olan Esma Canıaz Hanımefendi'nin, defterime "Sizde yazarlık kabiliyeti görüyorum" diyerek, not düşmesi ise unutulmaz, gelecekte yazıya giriş için kuvvet toplattıran önemli teşviklerden biriydi.

Herhalde bu gibi sözleri biriktirerek, takvimlere nakşederek; yolunuzun taşlarını döşüyorsunuz.

İlk yazınız, ilk kitabınız yayınlandığında neler hissettiniz?

İlk yazım, Diyanet Dergisi'nde, "Çocuk Köşesi'nde" yayınlanmıştı. Yazıyı defalarca uçarak okumuştum. Dergiyi hâlâ saklarım. Yazmaktan vazgeçtiğim zamanlarda acı ve imkânsız bir hatıra diye bakardım.

Tabii, ilk yazı ve ilk kitap arasında uzun bir süreç var.

İlk kitap, karmaşık duygular yaşatıyor insana. Erken bir dönemde, vaktinde yayınlanmadığı için belirsizlik duygusu tattırıyor; önünüzü göremediğiniz için kuşkulusunuz. Evladiyelik(!) tek bir kitapla da kalınabilir.

Diğer taraftan, kolay tarif edemeyeceğiniz, yüklü bir sevinç yaşıyorsunuz. O şartlar altındaki yazarlık konumunuz ne olursa olsun, kitabınız daha mükemmel şekilde ortaya çıkmadığı için burukluk, pişmanlık duyuyorsunuz. Zamana sımsıkı sarılma, anı yakalama ihtiyacıyla kıvranmışsınız bir yandan.

Peşin ve katmerli bir zevk aldığınız için, hemen yenilerinin hazırlığına girişmek emelindesiniz. Yazarlık sevinciyle, edebî istikbal endişesi beraber gidiyor.

Çocuksunuz da az buçuk. "Dünyanın en önemli hadisesi" olarak, herkese duyurmak ve övgüler almak peşindesiniz. Kırılgan ve naifsiniz; keskin eleştiriler yöneltilirse, altında kalabilirsiniz.

Cambazın, ipin üzerine çıkması belki de. Düşmekle kal(k) mak arası.

Sonra ..yeni bir dünyanın davetkâr, sarıcı, ilk ışıkları görünüyor.

"Kalem" sizi "yazar" diye seçiyor. Mütevazı, bir kıyıcığa "yazılıyorsunuz".

Eserlerinizden bahsedelim istiyorum. Deneme, hikâye ve roman türünde eserleriniz var. Nasıl bir süreçte yazıldı. Yoğunlaştığınız temel noktalar, kaygılar nelerden oluşuyor yazarken?

Hayatınızda kalem oynayışları arttıkça, çeşitli arayışlara girme, yazarlık imkânlarınızı zorlama; deneme, roman gibi farklı türlere de kayma isteği doğuyor. Söyleyeceklerinize, ele aldığınız, etkilendiğiniz konulara, olaylara bağlı biraz da.

Mesela belki öyküyle daha iyi ifade edeceksinizdir meramınızı. Yahut daha serazat kalem denemeleri yapmak; çok sesli, katmanlı bir uzun hikâyenin ya da romanın derinliklerine, dolambaçlarına dalmak; metinlerde hür, boylu boyunca dolaşmak, sıçrama yapmak isteyebilirsiniz.

Kıvamı bilmek, meçhulü kurcalamak, inşacılığınızın uzanacağı yeri, açılan yolda ilerlerken keşfedeceklerinizi, zorlukları aşarken aldığınız hazzı, yazarlığınızın taze yüzünü, hepsini görmeyi, tatmayı arzu edersiniz. Yahut tuttuğunuzu, soyut edebiyat nimetlerini kıskıvrak yakalamak ve içselleştirmeyi; size has edebiyat mülklerini(!)...

Yeni bir şerit, şahsî beyaz bir sayfa açılmış gibi geliyor size ve durum mutluluk, umut veriyor. Kalem işledikçe, yazarlık arzusu ve coşkusu artıyor.

Muhabbet Buyursun Gelsin, Bekleyen, Havva Hanım'ın Gamzesi öykü kitaplarına ilaveten; Bırakın Güzel Konuşsun, Bana Gönülden ÇalıpSöyle; Ey Ruh(um) Geldinse Masaya Vur; Ötede ve Edibane Süz(ül)üşler isimli deneme kitaplarım ve ilk romanım "Sinderalla'nın Papucu(Çoban Aşkın Çocuğuydu", bu ruh hali ve şartlardan doğdu zannediyorum.

Ayrıca, bir türde takılı kalamıyorum. Bir müddet sonra diğerine yoğunlaşmak ihtiyacı hissediliyor.

Başlangıç, bitiş tereddütleri; duygu ve düşünceleri gereğince kurgulamak; yazıdaki ritim duygusu, anlaşılabilirlik, dil güçlü(lü)ğü, özgün olma gibi estetik kaygıları; beni tasaya sevk eden pek çok unsurdan bazıları olarak sayabilirim. Bir alay kaygı beslersiniz. Ama emeğinizin mahsulü hepsini unutturur.

Kitap yayınlandıktan sonra da, nasıl karşılanacağı, okurla, eleştirmenle buluşması gibi sorular zihninizi uğraştırır.

Mükemmelliği çok öncelerseniz, hiç yazarlık yapamamanız gibi bir durum belirebilir.

Şart mıdır? Eli kolu bağlı oturmaktansa, bir yeteneği işlemek için adımlar atmanız evlâdır, diyerek kendinizi kandırırsınız. Neticede Besmele çekip, yola düşersiniz.

Hayatın bütünlüğüne baktığımda; insandan tarifsiz güzellikler zuhur ettiğini görüyorum.

Sanat eserinin gayesi de; güzeli aramak, bağlanmak, yaşatmak olsa gerek.

Yazıya yüklediğiniz anlamla, hayata verdiğiniz mânânın örtüşmesi; kalbin ayarı benim için önemli.

Edeb özlü edebiyat; kutsala muhalefet ve ay(kı)rılıklardan ötürü ruhumuzda iç çelişkilere, sıkıntılara sebebiyet vermemeli.

İnançlı insanın hayatı bir ölçü içinde geçecekse, bütün faaliyetleri de mümkün mertebe ona uygun, paralel şekillenmeli. Hayatının içindeki edebiyat-sanat hareketi de bu cümleden telâkki edilmeli.

Millî manevî değerlere, Anadolu toprağının kıymetlerine bağlılık; önde gelen hassasiyetlerimden.

Ötesi, hayat sahnesinden seçtiğim, etkilendiğim, bende bir karşılığı olan malzemeyi; aksettirmek, paylaşmak istediğim bir hülâsa ve birikimden süzerek, sözümü, sesimi, edebî rengimi oluşturacak şekilde; yetkin bir sanat üslûbu ve işçiliğiyle sunmaya çalışmaktan ibaret.

TYB Konya Şubesi'nde Prof.Dr. Emine Yeniterzi ve Sibel Eraslan ile birlikte katıldığınız "Kadın Yazar Ne Yazar" adlı programı da göz önünde bulundurarak sormak istiyorum Edebiyatta Kadın Yazar olmanın artısı, eksisi ya da farkı var mı?

Edebiyatın bütünlüğü içinde, kadın bakış açışıyla yazılmış eserlerin ortaya çıkışı, güzel bir gelişme. Şairiyle, yazarıyla başarılı, yazar kadınlarımızın sayısı gittikçe artıyor.

Kadının tarihte, kalemi eline alması "yazar olarak kendini kabul ettirmesi zor olmuştu. Ancak şimdi gelinen noktada, en azından bir kesimin; yazılamazı çizilmesi de, sansürsüzce keyfince yazdığı, desteklendiği ve hatta ödüllendirildiği kanaatindeyim.

Kadınların, toplumun beklentisi ve geleneksel sorumlulukları, rolleri dolayısıyla belki yazıya fazla zaman ayıramamasından söz edilebilir. Fakat dinî hassasiyetleri olan bir erkeğin de zaten denge kurması, mesuliyetini; aile ve cemiyet önündeki, Allah huzurundaki vazifelerini idrak etmesi beklenir.

Yaratılış olarak erkekten ayrılan kadın; yazıya da kendine has bir duyarlılığı, ruh halini, hayat tecrübelerini, kadınlar arası bir kültürü, dili katacaktır.

Ama şahsen, masa başına hiçbir zaman; "Hadi bakalım kızım, şu meşhur kadın duyarlılığıyla yaz bir 'romantik makale'; aktırıver şiirden bir şelale, 'içinde iki damla gözyaşı olsun' yahut çiziktir 'üç beş bıyıklı-metroseksüel hikâye', gerekirse hizaya çeker, tıraşlar, adam ederiz" diyerek oturmadım.

Sanatçı hassasiyetiyle, işimi iyi yapmaya özendim. Kadınsılık da, erkeksilik de aksetmiştir, dert edinmedim.

Kadın-erkek; yazarlığın büyük bir lütuf, kazanç, fark olduğu düşüncesindeyim.

Soruyu bana yönelttiğiniz için söylüyorum. Üzerimde kadın yazarlığın eksilerini hissetmedim. Bilakis ilgi gördüm, değer verildim. Eksi(k)ler, cinsiyetimden değil, şahsıma ait bazı kusurlardan kaynaklanmaktadır.

Geldiğimiz çağda, mümin sesinin susturulması, bastırılması durumuyla karşı karşıyayız.
Bizim temel meselemiz, asıl varoluş sorunumuz; kutuplaşmalardan uzak, bir iç ve dış barışı gerçekleştirdiğimiz, üstün bir gayeyle "Müslüman'ca Yaşamak" davasıdır diye(bilirim).

Teşekkür ederim.

Ümit Savaş Taşkesen konuştu

www.dunyabizim.com

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.