Nihayet Bir Sonbahar Olurdun -  Fatma Tutak

Nihayet Bir Sonbahar Olurdun - Fatma Tutak

Nihayet Bir Sonbahar Olurdun - Fatma Tutak

A+A-

 

Uçan kuşlara uyup göğün maviliğine karışmadan -izin, tozun da silinip gitti böylece- yani ki un ufak olmuş betonların arasına gömülmeden az önce shulbato istemiştin büyükannenden. Bu bir çeşit sebzeli bulgur pilavıydı ve yufkayı lokmalık koparıp kaşık gibi kullanarak yemeyi çok severdin. “Olur” demişti kadıncağız dolaptaki malzemeleri zihninden geçirerek. Patlıcan kalmamıştı ama bir köşede buruşup kalmış kabak onun yerini pekâlâ tutardı.

Sokakta oyun oynamazdınız arkadaşlarınla. Onun yerine taş atma talimleri yapardınız kerpiç duvarın üzerine dizdiğiniz konserve kutularla. Kocaman, tam teçhizatlı, asık suratlı askerlere taşla karşılık vermen gerektiğinde stratejik noktalara atabilmeliydin. Taşla karşılık vermen gerektiğinde… Yirmi birinci yüzyılın ebabili olmak yazılmıştı alnına. Pişmiş çamurdan taşlarla alt etmeye çalışıyordunuz azgın filleri.

Mescidi Aksa ikinci evinizdi. Bayramlar, düğünler onun gölgesinde geçer cenazeler hep onun şahitliğinde kaldırılırdı. Avlusunda büyümüş, ilk adımlarını sütunlarına tutunarak atmıştın. Onu canından üstün bilmen, koruman gerekiyordu. Öyle fısıldamışlardı kulağına hatta ezanla kametten önce, isminden önce bunu söylemişlerdi.

 Bu sebeple ileri yaşını gören pek azdı halkının arasında. Çoğunlukla baharlarda, yazlarda; sonbahara kışa ermeden sönerdi ışıklar, kapanırdı perde. 

Sirenler çalıyor acı acı sirenler haykırıyor fillerin ölüm kustuğunu. Ebabil olmalı, taş yağdırmalısın başlarına yakalanmak pahasına. Büyükannen kız kardeşini alıp içeri kaçıyor. Sığınıyorlar eve, evin en kuytu köşesine siniyorlar. Önceden hazır ettiğin taşları cebine doldurup lastik ayakkabıları geçiriyorsun ayaklarına. Çıkmadan evin o an gözüne daha bir perişan daha bir zavallı görünen odalarına şöyle bir göz atıyorsun. Yeni yeni kaynamakta olan yemeğin kokusu doluyor burnuna; zeytin karası gözlerini elinin tersiyle kuruluyorsun. Koşar adım üç basamaktan müteşekkil merdiveni iniyorsun. Cebinde taşlar şıkırdıyor. Bilyeler yerine. Hemen oracıkta aklına geliyor sapanı evde unuttuğun ve derhal geri dönüyorsun.

Bilmem kaç kiloluk bomba o an düşüyor tepenize. Zeytin karası gözlerin açık. Göçmekte olan kuşları gözden kaçırmamak için olsa gerek. Daha görülecek çok mevsim olmasına rağmen önünde baharlar yazlar sonbaharlar kışlar görebilecekken; yapraklanacak çiçeğe duracak, meyve verecekken sen göçmen kuşlara özeniyorsun acelen neyse!

 Kerpiçten duvarlar inşaat demirleri, tuğlalar birbirine karışıyor. Beton yığınlarının hercümerci içinde yoğruluyor körpe bedenin. Havaya yükselen kesif toz bulutu içinde bir bacak ilişiyor gözüne. Kız kardeşinin bacağı bu; sarı lastik ayakkabısından tanıyorsun.

 Sirenler hiç susmuyor, insanlar çığlık çığlığa haykırıyor içten içe bekledikleri akıbete uğradıklarını. Filler dağılıyor şehrin sokakları arasına hortumları zulmün kamçısı. Geçtikleri yerleri yıkarak, yok ederek ilerliyor filler…

Gökyüzünde önlü arkalı kanat çırpıyorsunuz şimdi; sen, kız kardeşin büyük annen de katılıyor aranıza çok geçmeden. İki bahar bir kış; iki fidan bir çınar sonsuzluğa uçuyorsunuz göçmen kuşların ardı sıra.  Arkadaşlarından, onların ailelerinden de katılanlar oluyor aranıza; yüzer gibi ilerliyorsunuz sonsuz maviliklerde. Kuşlar, aşağı yukarı, sağa sola manevralar yaparak sanki dünya hayatı boyunca tatmadığınız oyunları oynuyorlar sizinle. Yaklaşınca fark ediyorsun ki kuşlar ağızlarında bir şey taşıyor taama da daneye de benzemeyen yuvarlak bir şey. Bunu kız kardeşin de görmüş olacak ki soruyor:

“Ebabil dediklerin bunlar mı büyükanne?”

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum