Zeki Oğuz'un ardından...

Zeki Oğuz'un ardından...

Zeki Oğuz'un vefatının ardından kaleme alınmış yazılar.

A+A-

 

 

M. Ali Köseoğlu - Taziye ve birkaç buruk satır????

 

“Ne zaman yollara düşsem,

Zemheri girer can evime,

Özlerim sevmediklerimi bile.”

Z.O.

*

Ne çok anımız, ne çok birlikteliğimiz ve hoşnutluğumuz oldu Zeki abi ile… Kültür ve sanat dünyamızın önemli simalarından birisiydi. Hem hikayeci, hem şair, hem fotoğraf sanatçısı… Bu üç alanda da unutulmaz eserler verdi. Yayın Yönetmeni olduğum Memleket Gazetesi’nde her hafta onun yazısını merakla bekler ve gezgin yüreğinin götürdüğü yerlere giderdim.

Onun çabalarıyla yayımlanan Çalı dergisi zamanının ve yörüngesinin ifadesi ve kendi şehrinin aynasıydı. Yaşamaya inanırdı, bu yüzden eserleriyle yaşayacak.

Allah rahmet eylesin, kızı Şafak başta olmak üzere ailesine, sevenlerine, okurlarına ve tüm sanat camiasına başsağlığı dilerim.

Kaynak: https://www.facebook.com/m.ali.koseoglu1/posts/10160592450269651?ref=embed_post

 

Hüzeyme Yeşim Koçak - Zeki Oğuz’la*

 

Değerli hikâyeci, gezgin, fotoğraf sanatçısı Zeki Oğuz hayata veda etti. Üzgünüz. Onunla, kitaplarıyla, renkli hatıralarıyla hoşça vakit geçirdik, güzel anlar yaşadık. Özleyeceğiz. Allah rahmet eylesin.

Dergiciliğinden tutunuz, şairliğine, köşe yazarlığına kadar, çok yönlü, insancıl, samimi bir kültür insanıydı. Dünya görüşüne belki katılmayabilirsiniz, fakat yeri kolay doldurulacak insanlardan değildi.

Onu kendi dilinden biraz tanıyalım istiyorum:

“Küçükken çok kapanık, düş kurmayı, büyüklerin anlattığı masalları, savaş öykülerini dinlemeyi, okumayı çok seven biriydim. Okumak için köyden şehre inince daha içine kapanık biri oldum. Konuşmakta, şehirde yaşayan insanlarla ilişki kurmakta zorlandım. Sonra, düşlerimi, çevremde yaşananları yazamaya başladım. Bu konuda en büyük desteği Türkçe öğretmenimden gördüm.

1968 yılında muhabirliğe başladığım Yeni Konya’da haber ve öykülerim yayınlanmaya başlayınca, ‘yazmak’ vazgeçilmez bir tutkuya dönüştü benim için. 1970’lerde ise bunun bir zorunluluk olduğunu kavradım. Çevremde ezilen, itilip kakılan büyük bir kitle vardı ve onlar hallerini, isteklerini dile getiremiyorlardı. Benim için görev o zaman başlamıştı, o dönemden itibaren daha bilinçli olarak yazmaya başladım.” (Ahmet Gögercin, Zeki Oğuz’la Baş Başa, Sf. 18)

***

“Fotoğrafa olan ilgimin edebiyatçı kişiliğimle ilgisi olduğunu bir okuyucumun dikkatimi çekmesiyle daha iyi anladım. ‘Senin fotoğrafların öykülerine ne kadar benziyor’ demişti okuyucum. Sanırım kendiliğinden oluşan bir şey bu. Bir öykümde halı dokuyan bir kızı anlatıyorum, yaşamak için halı dokumaktan başka bir şansı yok o çocuğun. Baba sevgisi görmemiş, hüznü, acısı gözlerine yansıyor. Kirkiti her vuruşunda yüreğindeki öfke açığa çıkıyor. Bir şekilde tanışıyoruz onunla. Keşke senin gibi bir babam olsaydı diyecek kadar yüreğini açıyor. Fotoğrafını çekiyorum Acısı, hüznü gül yanaklarına düşüyor. Bir kare fotoğraf, bütün bir ömrü anlatan bir öykü. Bir anı öyküleştirerek de sonsuzlaştırabilir insan.

Ama bir kare fotoğrafta o anı yaşamak, yenden düşsel gezilere çıkmak ne güzel.

Çalı’nın logosu kurak bir dere kenarında boy atan cılız bir alıç keliydi. Birkaç yıl sonra gördüm ki kocaman bir ağaç olmuş.” (sf. 22-23)

***

Çalı’yı Şubat 1997’de yayınlamaya başladığımda iki temel sorunum vardı: bu işi memur maaşımla ne kadar süründürebilirdim, aboneye nasıl ulaşırdım. Yaygın bir dağıtım olanağım hiç yoktu. Bu yüzden Çalı’yı düzenli çıkaracağıma inanıncaya kadar hiç abone yapmadım. Daha önceki örneklerde olduğu gibi, birkaç sayı yayınlayıp kapatmak zorunda kalırsam abonelerime mahcup olurum diye korkuyordum. İlk iki sayıyı çevremizdeki genç değerlere yer vererek yayınladık. Tam anlamıyla amatörce bir dergiydi Yerelliği bile yansıtmaktan uzak hevesli gençlerin ürettiği bir yayın görünümündeydi. Öncelikle amatör uğraşıları aşıp, kent aydınlarına, onların sanatsal ürünlerine ulaşmak, dergiye kentli kimliği kazandırmak zorundaydım.

Bundan öte Çalı bölgeye, bütün Anadolu’ya seslenmeliydi. Anadolu’nun başka kentlerinde, başka ülkede yaşayan yazar, sanatçı dostlara dergiyi iletmeye başladım. Sağ olsunlar, bütün dostlar çağrıma ses verdiler

Özel sayılarla işe başladık. Kentimizde ve diğer kentlerde yaşayan değerlerimizi bütün yönleri ile dağıtan özel sayılar yaptık. Anma günleri, yaşayan değerlerimiz için onur günleri düzenledik. Başka kentlerimizde yayınlanan dergilerle dostça ilişkiler düzenleyerek yazar ile okurun buluşmasını sağladık.

Ayrıca, doğa-tarih gezileri, fotoğraf sergileri, saydam gösterileri ile canlı bir kültür-sanat ortamı yaratmaya çalıştık. Konya’ya gelenlerin büyük çoğunluğu önyargılarla geliyordu. Çoğuna göre Konya hiçbir albenisi olamayan bir bozkır kenti, taassubun yoğun olarak yaşandığı, gericiliğin kurtarılmış bölgesiydi Konya’nın hiç de sandıkları gibi olmadığını göstermeye çalıştık onlara.

Hırsıza, dolandırıcıya trilyonları kaptıran devlet, iş kültür-sanata gelince oldukça cimri davranıyordu. Biz daha çok okuyucularımız ve Çalı’ya gönül verenler sayesinde ayakta durmaya çalıştık. (sf. 27-30)

***

“Öykü, anı ya da belgesel, yazacağım şey ilkin kafamda oluşur. Özellikle belgesel olacaksa ciddi bir araştırma dönemim olur. Mesela Yörüklerle ilgili hazırladığım kitap için belki de yüz defa dağlara yanlarına gittim, onlarla görüştüm, aylarca yanlarında kaldım, onlarla birlikte yaşadım, yaşam biçimlerini bizzat gözleyip fotoğrafladım. Tabii çok fazla okumak da isteyen bir çalışma idi.

Öyküler ise, önce kafamda oluşur, sonra kâğıda dökerim. Önceleri elle yazar, sonra daktiloya çekerdim. Şimdi bilgisayar biraz daha kolaylaştırdı bu işi. Yine de elle yazdığım zamanlar aldığım hazzı bulamıyorum şimdi. ( sh. 62-63 )

***

Öyküde iyi bir yerde olduğuma inanıyorum. Türk öykücülüğünün dallarının birinde benim öykülerim de var.

İlk öykü kitaplarım Bebek, Hayrat, Âdem’in Kaburga Kemiği, Ürkek Bir Keklik’teki öyküler çok duygu yüklüydü. Yüreğimi acıtan şeyleri yazmıştım. Yaşantımla da yakından ilgili öykülerdi. 1975-1990 arası mücadele yıllarıydı benim için. 75-80 arası beş kere sürgüne gitmiştim. 80-90 arası akşama kadar domates biber satıp gece yarıları öykü yazdığım yıllar olmuştu. O kitaplar içindeki öyküler o zor şartlar içinde ortaya çıktılar.

Kitapları, gazetelerimi seyyar arabamın başında okuyor, gece çocuklar uyuduktan sonra, öykülerimi yazıyordum. Sanırım en çok bu dönemde yazdığım öyküler yayınlandı ulusal dergilerde.

90-95 arası kitaplaştı bunların çoğu, yazılış tarihleri daha eskidir.” ( Sf. 67-68)

 

Eski öykülerimde de vardır kadın ama Konya Bozkırlarında Bir Gezgin’ de daha yoğundur. Gurup olarak haftada bir ya da onbeş günde bir gezilere giderdik. Genelde öğrenci kızlar olurdu çevremde. Çıkmış gelmiş başka şehirlerden okumaya. Sıkıntılarını anlatacak, yanında kendilerini güvende hissedecek birilerine ihtiyaçları var. Yani kimi zaman bir abi, amca oldum onlara. Kimi zaman dert ortağı oldum (sh. 68)

Kadınlarla birlikte öykülerimde çocuklar da yer aldı.

“Benim güzel kahramanlarım onlar. Yamalı entarili, gül yüzlü cadılarım, herif olmaya özenen oğlanlar. Daha çocukturlar ama her biri bir işin ucundan tutmaya başlamışlardır bile. Körpe yürekleriyle çılgınca koşarlar beni görünce, Zeki emmimiz gelmiş diye. Onlara götürebileceğim bir kitap, bir parça şekerleme müthiş mutlu eder onları, tabii beni de. Dağ köylerinde, obalarda kitapları okunan bir başka yazar var mı bilmiyorum. Şunu gördüm oralarda, kitabı okuyup bir kenara atmıyorlar. Kilimlerim, ala çulların arasına saklıyorlar, eşsiz bir armağan gibi.

***

Gezilerim sırasında öyle şeyler gördüm yaşadım ki çoğu zaman insanlığımdan utandım. Anlattıklarım gördüklerimin yüzde biri değil. Ben anlatmazsam kim anlatacak onları.

Yılar önce bir otobüs dolusu insanla Bozkır’a doğru gidiyorduk. Yolun kenarında sabanla çift süren birini gördüm. Daha uzakta iken durdurdum otobüsü. İnip çift sürem dama doğru yürüdüm. Gördüğüm şey karşısında insanlığımdan utandım. Bir kare bile çekemeden otobüse geri döndüm. Adam boyunduruğun bir yanına eşeğini koşmuş, diğer tarafı gelini çekiyordu. Beni görünce gelin mazının içine oturuverdi. Adam da sabanın ucuna çöktü. Öyle melül mahzun duruşları vardı ki yürek dayanmaz. “ (sf. 75)

***

Zeki Oğuz’un bazı eserleri:

Sedef Kaplı Bıçak Miço, Dolavlı Yılmaz Güney, Seçme Öyküler, Cadılarıma Türküler, Akdeniz’den Toroslara Sarıkeçililer, Taşra ve Gezgin, Toprak ve Gelenek

***

“Zeki Oğuz’la Baş Başa” kitabının arka kapak yazısından:

“Her coğrafyanın her kentin kendi masalcısı vardır: orada yaşananları, örf ve âdetleri, acıları ve mutlulukları gelecek nesillere aktarırlar. İçinden çıktıkları toplumun hafızasına dönüşürler ve zor zamanlarda bir umuda dönüşerek yol gösterirler.

Konya, bu bağlamda en şanslı kentlerden birisidir. Bugüne kadar çok sayıda âlim, bilgin, sanatçı ve edebiyatçı yetiştirerek hafızasını diri ve geniş tutmayı basarmış, geleceğini güvenceye alacak ilim, irfan ve kültür zincirinin kopmasına izin vermemiş, güçlenerek gelişmesini sağlamış bereketli coğrafyalardan biridir.

Bu zincirin gümünüzdeki halkalarından biri de öykücü-sanatçı Zeki Oğuz’dur. Onu, kimileri gazeteci kimliğiyle, kimileri fotoğrafçı kimliğiyle, kimileri de gezgin kimliğiyle tanır. Bu parçalı kimliğine rağmen o Konya’nın kültür dünyamıza armağan ettiği, tüm yaşamını Konya’nın ve kültürünün tanıtılmasına, yaşatılmasına adamış tam bir aydındır.”

Kaynak: https://www.merhabahaber.com/zeki-oguzla-21813yy.htm

 

Fatma Şeref Polat - SESSİZ BİR ANADOLU TÜRKÜSÜ : ZEKİ OĞUZ

Bozkırın Sessiz Çığlığı sustu, çok üzgünüm... Gazeteci, fotoğrafçı, yazar, şair , gezgin, konar göçerler yörük kültürü konusunda ödüllü , Konya kültür sanat camiasının Zeki abisi, Zeki Oğuz bir süredir tedavi gördüğü hastanede hayata veda etti. Kendisine Allah'tan rahmet ailesi, sevenleri ve camiamıza baş sağlığı diliyorum. Taziye için bazen hiçbir kelime bulamaz insan gider anılara eski yazılara sığınır. Ben de öyle yapıyorum.

Sanat hayatının 51. Yılında Selçukya Kültür Sanat Derneği’inde yapmış olduğumuz vefa gecesinde onun için: “ Konya’nın yetiştirdiği değerli isimlerden Zeki Oğuz’u tarif etmek çok zor ama benim gönlümde karar kılan tarif, O sessiz bir Anadolu türküsüdür. İddiasız, abartısız ama öyle içten öyle yanık ki duyan herkesi kendine doğru çeker. Bu yüzden farklı görüşten, birçok insan adeta onun dizinin dibinde toplanır. Birbiri ile tanışır kaynaşır” demiştim. Program sonunda “Sessiz Anadolu Türküsü” benzetmesini çok sevdiğini , kendisini güzel tanımlayan bir başlık olduğunu hakkında bir yazı yazarsam bunu kullanmamı istemişti. Ama hiç böyle bir günde yazacağım aklıma gelmemişti. Birlikte çıkaracağımız bir kitapta yazarım diye bekliyordum. Ama o hayatımıza girdiği ve yaşadığı gibi aniden sessizce bu dünyadan ayrıldı.

18.Ekim. 2019’da başlayan Konya Kitap Günleri’inde ise şöyle yazmıştım: Konya'da hiçbir kitap günü Zeki Oğuz 'suz başlayamaz. Başlarsa da tadı olmaz. Yıl 2012 İlk kitabım, Konya’da ilk imza günümdü. Sadece yazmayı seviyordum delice. İnsanların niye benim kitabımı alacağı dahası imza isteyeceği konusunda hiçbir beklentim yoktu. Kalbim kıpır kıpır bir o kadar ürkek.... Nasıl imza atacağımı bile bilmiyorum.

Türkiye Yazarlar Birliği standında beni Zeki Oğuz karşıladı. Sessiz ama sımsıcak babacan kırk yıllık bir dost tavrı ile. Orada tanıştık. Ama iki dakika sonra "Fatma bak kim geldi tanıyor musun ya da sizi Fatma ile tanıştırmalıyım" diye sanki tüm o bozkırları birlikte gezmişiz ya da yıllarca emek verdiği Çalı Dergisini biz çıkarıyormuşuz gibi davranıyordu. Orada ilk kitabımı ona imzaladım. Sonra kitabımı hemen okuyup köşesinde ilk yazanlardan biri de o oldu. Elbette üstüne birçok anı var. Eminim birçok kişinin de benzeri vardır. O sessiz iddiasız ama o kadar yürekli bir sanat savaşçısı...

Bu sabah da Kitap Günleri sahasına girer girmez onu aradım. Görmezsem rahat edemem. Ama ne kadar güzel ki ben onu bulmadan Selçukya Standımıza o geldi.
Not :Ayrıca sadece ben değil kitap fuarında sigara içmek için en yakın çıkışı arayanlar mutlaka Zeki Oğuz'a uğramalıdır.:) 

Şimdi sondaki espiriye bakınca bile gözlerim doluyor. Geriye güzel evlatlar ve sadık dostlar bıraktı. Daha çok özleyecek , çok anacak çok yazacağız muhakkak… Kızı Şafak’ın duasına katılıyorum : Sen kimseyi incitmezdin toprak da seni incitmesin, mekanın cennet olsun ….

 

Kaynak: https://www.istasyonhaber.net/sessiz-bir-anadolu-turkusu-zeki-oguz/2814/?fbclid=IwAR14oLDtPnljDGg1LbpJPmNGONMl1dCR7Ih-ZH8aJjQkP-1hcchU6Dirg34

 

 

Yusuf Alpaslan Özdemir - Zeki Oğuz’a veda

 

‘Gezgin Yürek’ Zeki Oğuz ağabeyi yanlış hatırlamıyorsam üç aşağı beş yukarı 1995’de tanıdım. Şems civarında bir kitap dükkânı(sahaf) işletirdi, daha sonra Rampalı’da daha sık görüşür olduk, geziler ve çeşitli etkinlikler vesilesiyle daha da yakından tanıma imkânı buldum.

Oğullarını, kızları Emine ve Şafak ile fotoğraf sanatçısı İrfan’ı da yakından tanır, etkinliklere katılırdık. Özellikle Rampalı Çarşıdaki kitabevi yıllarında epey bir kitap yolculuğumuz olmuştu hepsiyle.

Konya’da kültür sanat etkinliklerini ilk başlatanlardan biri, belki de ilki diyebilirim Zeki Oğuz için. Çalı dergisini bilmeyen yoktur.

Öğretmenliğe başlamamdan sonra görüşmelerimiz epey bir azalmıştı da doğrusu.

Ardından çeşitli mecralarda yazılanları, onu değerlendirenleri, duyguları çokça okuyorsunuz, o yüzden Zeki Oğuz’un kültür sanat adına önemine, neler yazdığına kısaca değinmek istiyorum.

Zeki Oğuz bütün bir ömrünü yörüklere adadı diyebiliriz. Pek çok türde yazdı; Şairdi, hikâyeciydi, köşe yazarıydı, gazeteciydi ve fotoğraf sanatçısıydı Zeki Oğuz.

Selçuklu ilçemizin Tatköy’ünde dünyaya geldi, 1 Ocak 1951'de. 1966 yılında Erkek Sanat Enstitüsünden mezun oldu. Bir süre Konya'da gazetecilik yaptı. 1976'da memurluk yapmaya başlasa da Sıkıyönetim Yasasına muhalefetten işten çıkarıldı. Konya'da Oğuz Kitabevi isminde yarı sahaf olarak da görebileceğimiz bir kitabevi işletti. O sıralarda Çalı dergisini çıkardı. Yanısıra çok sayıda dergi ve gazetede yazılarını, hikâyelerini, şiirlerini yayınladı. Bunlardan önemli bir kısmı Çizgi Kitabevi’nden çıktı.

Zeki Oğuz, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği üyesiydi.

Eserlerini de hatırlamakta fayda var. Şiir: Kavgadayız Her Saat, Gezgin Yürek, Hikâye: Bebek, Hayrat, Adem'iin Kaburga Kemiği, Yüreğimi Getirdim, Armağan, Ürkek bir Keklik, Dolav'lı Yılmaz Güney, Seçme Öyküler, Araştırma: Gelenek ve Görenekleriyle Konya Dağ Köyleri, Bir Bozkır Türküsü: Beldeleri ve Yaylalarıyla Konya.

Hakkında pek çok yazı kaleme alındı. Bunlardan en hacimli ve Zeki Oğuz’u daha bir yakından tanıma imkânı vereni ise yine Çizgi’den çıkan ve Ahmet Göğercin’in hazırladığı ‘Zeki Oğuz’la Başbaşa’ adlı kitap.

Öğretim üyesi Ahmet Gögercin'in 2018'de 50. sanat yılını kutlayan Zeki Oğuz’la daha önceden yapmış olduğu söyleşilerden ve eserleri üzerine hazırladığı yazılardan oluşan kitap, aynı zamanda şehrimizin nitelikli yayınevlerinden Çizgi Kitabevinin kadim şehir Konya'mıza ve kültürüne bir armağanı mahiyeti de taşıyordu. Arka kapak yazısını aynen alıntılayayım: “Her coğrafyanın, her kentin kendi masalcısı vardır; orada yaşananları, örf ve adetleri, acıları ve mutlulukları gelecek nesillere aktarırlar. İçinden çıktıkları toplumun hafızasına dönüşürler ve zor zamanlarda bir umuda dönüşerek yol gösterirler.

Konya, bu bağlamda en şanslı kentlerden biridir. Bugüne kadar çok sayıda âlim, bilgin, sanatçı ve edebiyatçı yetiştirerek hafızasını diri ve geniş tutmayı başarmış, geleceğini güvenceye alacak ilim, irfan ve kültür zincirinin kopmasına izin vermemiş, güçlenerek gelişmesini sağlamış bereketli coğrafyalardan biridir.

Bu zincirin günümüzdeki önemli halkalarından biri de öykücü-sanatçı Zeki Oğuz'dur. Onu, kimileri gazeteci kimliğiyle, kimileri öykücü kimliğiyle, kimileri fotoğrafçı kimliğiyle, kimileri de gezgin kimliğiyle tanır. Bu parçalı kimliğine rağmen o Konya'nın kültür dünyamıza armağan ettiği, tüm yaşamını Konya'nın ve kültürünün tanıtılmasına, yaşatılmasına adamış tam bir aydındır
.”

Zeki Oğuz’a rahmet, yakınlarına sabır dilerken yazımı ondan birkaç dizeyle bitireyim; “Güzelim, Uzak yerlerden gelmiş gibisin/Dağların kırağısı var, Gözbebeklerinde./ Söyle, Nerde seni bekleyen sevinç? Kim koklayacak?/ Kekik kokuyor saçların/ Hangi yüreği ısıtacak/ Sımsıcak dudakların

Kaynak: https://www.pusulahaber.com.tr/zeki-oguza-veda-13799yy.htm

 

Erol Sunat - Bu şehirde kaç Zeki Oğuz daha kaldı?

 

Özlerinde, sözlerinde, ortaya koydukları eserlerde buram buram Anadolu vardır hep.

Zeki Oğuz kardeşimiz bu anlatımlara, bu övgülere mazhar olabilen ender kültür adamlarından biriydi.

Kültür dairelerimiz, kültür kurumlarımız, kaç kere baktılar onun yüzüne, kaç kere baktılar onun gibi bu işe sevdalananların yüzlerine, kaç kere ellerinden tuttular kaç kere destek oldular kaç kere destek verdiler?

Kültüre âşık olan insanlar, şairler, yazarlar, sanatçılar, kültür adamları yalnız insanlardır. Anlaşılamayan, anlaşılmak istenmeyen insanlardır. Onları en iyi halk takdir eder, anlattıkları yöreler, şehirler, köyler, kasabalar, ilçeler, dağlar, ovalar, vadiler, nehirler, oralarda yaşayan insanlar bilir ve tanır.

Zeki Oğuz rahmetli de halkın içinde, halkın yanında, halkı anlatan halktan anlatan bir sanatçı, bir aşık, bir şair, bir yazar olarak yaşadı, araştırdı ve yazdı.

Kültüre aşıktı. Dağlara, taşlara, ormanlara, gezip dolaştığı yörelere aşıktı.

Kültür yöneticileri kültür sevdalılarının bu aşkını ne kadar görebildiler ne kadar farkındaydılar bu sorunun cevabı yok.

Feraset oturmuş iki gözü iki çeşme ağlıyorsa işte bu yüzdendir.

Kültüre sevdalı olanı ancak kültüre sevdalı olan anlar.

Zeki Oğuz kardeşimi anlayan anladı, sevenleri gözyaşlarına boğuldu, kahroldu.

Ve bu şehirde kaç Zeki Oğuz daha kaldı?

Kültür adamlarına, kültür sevdalılarına yaşarken değerini veremeyenler, vermek istemeyenler bu soruya ne cevap verecekler acaba?

 

*****

Konya kültür ve sanat dünyasının en sevilen simalarından biri olan Zeki Oğuz kardeşimde aramızdan ayrıldı.

Kültüre ve sanata damga vuran isimler yaprak dökümü misali sessiz sedasız çekip gidiyorlar.

Kültürü ne kadar seviyoruz? Ya kültür sevdalılarını? Ya kültüre bütün bir ömrünü adamış olanları?

Bu soruların cevaplarını samimi ve içten verebildiğimiz gün, kültür toparlanmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Tabi bir de gerçekten kültürü seven, kültürün içinden, bağrından kopup gelen insanların kültürle ilgili kurumlarının başına geçmesi ve kültüre kol kanat germesiyle…

Yıllardan beri dile getirdiğim konuyu tekrar gündeme taşıyorum.

Kültürümüze, sanatımıza, sanatçımıza, kültür adamlarımıza, kültür elçilerimize sahip çıkmamaya yemin etmiş gibi davranan kültür kurumlarımız, daha ne yapalım ki diye savunmaya geçebilirler.

Her kültür adamı, her sanatçı, her kültür elçisi bu dünyadan ayrıldığında boynu bir başka garip bükülüyor bu kadim şehrin.

Lakin görmüyorsunuz! Lakin duymuyorsunuz! Yaşatmıyorsunuz! Hatırlatmıyorsunuz! Anmıyorsunuz!

Sonra da bir çuval dolusu, -ecek ve -acak! Dün ne oldu da bugün ne olacak? Dün ne halloldu da bugün ne hallolacak?

 

*****

Vefa şehirlerinden, vefalı şehirlerden biri olan Konya, nerde kaldı kültüre ve sanatçıya vefa demeye devam ediyor. Var mı işiten? Var mı evet ben duydum diyen?

Kültür dairelerimiz, kültür müdürlüklerimiz bu vefanın neresindeler?

Çok üzüldük…Şehrimiz için değerdi…Çok hizmeti ve hakkı geçti demek vefa olmuyor. Mesaj yayınlamakta öyle…

Bu şehirde kaç Zeki Oğuz daha kaldı sorusuna bir cevap da…

Kültürün cefasını çeken, kültürü omuzlayan, sırtlayan, şehrinin dağında, taşında kültürün izlerini arayan, izlerini yakalayan, çeken, kovalayan fevkalade bir insandı rahmetli Zeki Oğuz.

Çok naif, çok kibar, bir o kadar sevimli ve saygılı bir insandı rahmetli…

Kültüre ve kültür sevdalılarına destek, kültür kurumlarının kapılarını kültüre ve sanata ardına kadar açmaktan geçiyor!

Bu şehirde, sanatı, sanatçıyı, kültür adamını, kültür elçisini tanımadan, anlamadan, bilmeden kültür denen o kutlu yolda nasıl yürüyeceksiniz?

Zaten yürünmüş olsaydı, böyle kahretmezdik. Böylesine duygulanmaz, gözlemiz dolu dolu böyle acılı satırlar yazmazdık.

Bu yürüme gece karanlığında mum olmadan, kandil olmadan, fener olmadan yürümeye benziyor.

Kültür adamları, sanatçılar, sanatkârlar o karanlıkları gün ışığı gibi aydınlatmaya devam ediyorlar. Engellere-çengellere, kara çalılara, dikenlere, duvarlara ve setlere rağmen.

 

*****

Kültüre sevdalanan insanlara ne yaşarken ne de bu hayattan ayrıldıktan sonra sahip çıkmayan, sırtını dönüp yürüyen, dostlar alışverişte görsün babından, vah…vah…tüh…tüh…deyip geçen kültür kurumları!

Çıkın o kurumlardan dışarı. Adımlayın bu şehri. Barışın artık kültürle, barışın artık tarihle ve bu işin sevdalılarıyla. Bu iş hiç zor değil. Bu şehirde var olan kültürel ve tarihi doku asırlardır ayakta.

Bu şehir bir uçtan bir uca tarih, baştanbaşa kültür, derin ve zengin medeniyetlerin tam merkezinde, şehrin kültür sevdalıları, kültüre aşık evlatları kültürü sevmeyenleri her defasında aşıp, öyle olmaz, böyle olur demeye devam ettiler.

Kültürü Çin seddine döndürme eğilimleri ise tutmadı.

Konya Kılıçaslanlar şehri. Türk Oğuzun, Kınık boyundan. Haçlı seferlerini durduran kahramanların efsane Başkenti. Bu şehirden öyle kültür elçileri, öyle kültür sevdalıları yetişti ki, kültür her daim kendine akacak bir mecra bulmakta zorlanmadı.

Varsın kültür daireleri, kültür kurumları kendince kültüre ve kültüre sevdalı olanlara kapı duvar desin.

O kapılar, o duvarlar kendi üzerlerine yıkılmış haberleri yok.

Yarın onları ne anan olacak ne de arkalarından bir yanan…Birde bakacaklar ki, bir onlar kalmış aldanan ve yanılan.

 

*****

Selçuklu kültürü, Selçuklu medeniyeti, sonradan olma, argo tabirle çakma medeniyet güncellemelerine her daim galip geldi.

Bu şehirde Seyit Küçükbezirci vardı. Bu şehirde Zeki Oğuz vardı. Bu şehirde Ahmet Özdemir vardı…

Bu şehirde kültür adına her köşede ayrı bir zenginlik olduğunu dahi göremedi o gözler. Ne kültürü ne sanatı ne sanatçıyı ne kültür adamını ne de kültür elçisini göremediler. Görmemekte de ısrar ettiler.

Bugün o görülmeyenler, o bilinmeyenler, o küstürülenler, o küsse de küstüğünü belli etmeyenler, etmek istemeyenler, vefakârlar, cefakârlar sadece bu şehrin topraklarına değil şehrin ve insanların kalplerine de gömülüyorlar. Hem de hiç çıkmamak üzere…

Yarın bir gün kültürle ilgili işlerden sorumlu olanlarda toprak olacaklar.

Ölüm sırayla gelen ve yaşanan bir akıbet! Kaçış yok, kurtuluş yok.

“KONYA SANATÇISI” payesi demiştik ya hani! Böyle ve benzeri payeleri bu insanlara sağlıklarında verin diye bu sütunlardan onlarca makaleyle ricacı olduk, duyurduk, yüz yüze anlattık ya hani!

Bu şehrin kültür sevdalılarına, sanatçılarına, sanatkarlarına verilmeyen değer mahşere mi kaldı demekten kendimizi alamıyoruz!

Yarın şehir davacı olacak hepimizden…Ve soracak! Ne yaptın benim için, beni sevenler için diye…

Ne diyeceğiz? Onu da o zaman düşünürüz mü? Siz önce bu şehirde kaç Zeki Oğuz daha kaldı onu düşünün!

 

Kaynak: https://www.pusulahaber.com.tr/bu-sehirde-kac-zeki-oguz-daha-kaldi-13798yy.htm

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.