AFYON GEZİ YAZILARI

AFYON GEZİ YAZILARI

Afyon İscehisar'dan kalanlar İsmail DETSELİ Ekmeği taştandır şu İscehisar'ınBaşkanı Kılınçarslan'dır İscehisar'ınYeraltı zenginliğine sahip...

A+A-

Afyon İscehisar'dan kalanlar

İsmail DETSELİ

Ekmeği taştandır şu İscehisar'ın
Başkanı Kılınçarslan'dır İscehisar'ın
Yeraltı zenginliğine sahip taş ve suların
Afyonun dertsiz ilçesi İscehisar'ım

TYB Konya Şubesinin mutat olarak üç dört yıldır yapageldiği 'Yazılacak Çok Şeyimiz Var' gezilerinden 13.'sü geçen Cumartesi günü Afyon'un mermercilikte ünü ülke sınırları dışına taşmış afyon mermeri denince ilk akla gelen şirin ilçesi İscehisar'a yapılmıştı.
Bu gezimizde de Başkan Ahmet Köseoğlu yoktu kendisi bir başka açılış için Alanya'da imiş. O'nun yerine Ümit Savaş Taşkesen ve Hakkı Biçer kardeşlerimiz koordine görevi yaptılar.
Otobüs gecikmiş olduğu için saat 9'da yola çıktık.
Ve yeşilin her tonunu üzerinde bulunduran İç Anadolu'yu Ege'ye bağlayan Akşehir ve Afyon'a bağlı Çay'a doğru yol kenarında uzayan kiraz bahçelerini seyrediyoruz. Çay'da merakımızı celbeden bir Kervansaray olduğunu duyduk. Adı Taşhan... Önünde toplu bir fotoğraf çekildikten sonra yine devam dedik. Buralarda hava birden değişiverdi. Sultan dağlarının serin ve yeşillik havası su ile karışınca adına yakışır bir serinlemeyi hisseder olduk.
Afyon iline girince o güzelim geniş ve temiz bulvarlarında hafta sonu olmasından dolayı sokaklarda gezen ve bizim yöremize çok benzeyen insanlarını izledik. Afyon'un ortasındaki tepelerde olan insan görünümündeki siyah taşları seyrederken dedem merhumun "Yavrum geceleri her yer asker ve insan gibi görünürdü gözümüze. Şehrin kıyılarındaki tepelerde" sözleri geldi aklıma... 23 km kadar uzaklıkta olan İscehisar yoluna döndük. Afyon teşvik kapsamındaymış. Yeni yeni yatırımlarla daha güzel gelişecek bu şehir.
Bir ilçede 400 kadar mermer fabrikası olursa bunların geneli de yol kıyısında faaliyet gösteriyorsa ne deseniz az.
Misafir ev sahibine tabidir derler. Kaptanlarımız aracı modern bir mermer fabrikasına çekti İlk uğrak yerimiz bu fabrika idi. Fabrikanın yetkilisi Serkan Çelik bey yazarlara mermercilik ve Afyon mermeri hakkında bilgiler verdi. İscehisar'ın mermer mektebi olduğunu söyledi. Muğla'da Antalya'da Kütahya'da mermer ustalarının Afyon'dan gittiğini vurguladı.
6-7 çeşit renk mermeri varmış Afyon'un...
İlçeyi Ankara yoluna doğru biraz geçince kaptanımız bir güzel Aşevi ve Kültür Merkezi'nin önünde durdu. Burası Mermer ve El Ürünleri Teşhir-Satış Merkezi idi. Burayı hayranlıkla gezerken sayın Belediye Başkanı Ceylan Kılınçarslan yanımızda beliriverdi. Başkan'a Konya'dan götürdükleri kitapları hediye edildi ve başkanla birer hatıra resmi çekildikten sonra başkandan ilçe ve fabrikalar hakkında bilgi aldık.
Mermeri halı gibi dokuyorlar adeta. Parça mermerleri kaymakamlığın açtığı Halk Eğitim Kursları'nda hanımlar genci yaşlısı binbir çeşit ve renkte işleme yapıyor, ufak kesme makinesi ile kesilen ufak mermerler renklerine göre tutkallanıp evvelce kağıda çizilmiş bir figürün üzerine yapıştırılıyor. Mermer parçaları yeniden hayat buluyor. Bunları yapan hanımların evlerine ayda 500-600 YTL giriyor.
Sayın Başkan Ceylan Kılınçarslan, belediye olarak maddi manevi ne gibi sıkıntılarınız var sorusuna Başkan, "Allah şükür ilçemizin hiçbir sıkıntısı yoktur" dedi. Hayret ilk defa sıkıntısız bir başkan görüyorduk. Tebrik ettik kendisini...
600 fakire yemek verdiklerini söylediği aşevinde güzel yemeklerle ağırlandık ve yemek esnasında başkan başladı ilçe hakkında açıklamalar yapmaya. Fabrikalardan ve mermerin ocaktan çıkışından işlenmesine kadar araştırmalara göre bu bölgede milattan öncede bu mermerciliğin var olduğunun tespit edildiğinden ilçe insanının milliyetçi ve muhafazakar bir yapıya sahip olduğundan, içlerinde hiçbir yabancı il veya ilçeden insan bulunmadığından bahsetti.
Yemekten sonra Frig Vadisi'ne uzun süreceği gerekçesiyle gitmekten vazgeçip Kırkinler mağaralarını gezmeye gittik. Topluca bir kayaya onca mağaranın nasıl kazıldığını gördük orada. Burası Konya'nın Sille ve Gilistra'da bulunan mağaralarını andırıyordu. Burayı da gezip görüntüledikten sonra yine yolumuz üzerindeki Seydiler köyünün kıyısında bulunan peri bacalarını ve ortasındaki eski kaleyi uzaktan otobüsten seyrederek ilçeye döndük ve öğle namazlarını ilçe merkezinde bir camide kıldıktan sonra ayni caminin altında buluna halk eğitim merkezinde harı harıl çalışan kadınların yaptıkları ince mermer yapıştırma işlerini de gördük ve İscehisar'ın simgesi olan tarihi köprüyü üzüntülü gözlerle seyrettik. Mermer bol diye köprünün kenarlarına mermer yapmışlardı ve o güzelim köprünün tüm güzellik ve estetiği kaybolmuştu. Mermer her yerde kullanılmış. Oysa hazıra dağ dayanmaz derler, bir gün bu mermer yatakları son bulabilir. Bunu kendileri de ifade ediyorlar. Öyle ise bacasız fabrikaya yani turizme daha çok önem vermeleri gerekiyor.
Daha sonra Başkanla bir çay içimlik sohbet yaptık makamında. Benim İscehisar için içimden gelenleri hemen döküverdiğim şiirlerimi okuduk ve saat 16.45'te ilçeden ayrıldık.
Afyon'a gelirken şoförden ilginç bir şey dinledik bu ilçede Pazar tatili ta Osmanlı'dan kalma bir gelenek olan Cuma günleriymiş. Bu hala Osmanlı'nın burada unutulmadığının bir kanıtıdır. Artık Afyon'un içinde Ordu Bulvarı'nda ilerliyorduk.ve hemen sol yanımızda meşhur Afyon Lisesi'ni gördük. Süleyman Demirel ve A. Necdet Sezer'in okuduğu lise burasıymuş. Buradan hemen Afyon'un Selçuklular'dan kalma büyük camii olan Ulu Cami'ye geldik. Namaz sonrası o muhteşem göz kamaştıran ata yadigarı camiyi şöyle düşünerek ve dalgınca süzdüm. 40 direk 9 sütun üstünde takribi 450 ağaç vardı. 1272-1277 yıllarında yapılmış olan eserin günümüze ulaşmış olan mimber kapısı abanoz ağacından olup emir haç bey tarafından yapılmış. Selçuklu beylikleri dönemine ait olduğu mihrabın kenarındaki yazıların ise oymacı olan bir mahkuma yazdırıldığını beyan etti caminin dernek başkanı.
Saat 17.40 olmuştu. İçimde bir heyecan vardı, o da çıkmak istediğim ama gözümü çok korkuttukları Karahisar Kalesi idi. Gurubun en yaşlı üyesiydim ama cesaretim vardı bu kaleye çıkmaya. Ya Allah, dedim kızım ile beraber yürüdüm. Kısa sürede zirveye çıktım. Afyon'a baktım çıkmaya değdi. Doğrusu orada grupta bulunan dostum Zeki Oğuz ve gurubun genç üyesi torunu Oğulcan da vardı. Eski ve yeni Afyon'u simgeleyen resimleri ve dostlarımızla hatıra resimleri çektikten sonra inişe geçtik.
Mevlevi Camii'ne gittik. Orada merhum Haluk Nur Baki Hoca için okutulmuş mevlidi dinlemiş arkadaşlarımız ama biz de hocaya dua ettik. Burada dikkatimi çeken en ilginç şey vatan şairi merhum Namık Kemal'in annesinin mezarı olduğunu belirten bir kitabe caminin hemen giriş kapısı yanında kitabede şunlar yazılı idi. Burada Namık Kemal'in annesi Fatıma Zehra hanım yatır. Karahisar-ı Sahip mutasarrıfı Abdüllatif paşa kızı.
Diğer yatırlara ve Fatıma hanıma fatiha gönderdik. Daha Afyon'a doymamıştık. Gezilecek görülecek o kadar çok yerleri vardı ki, burada değerli dost Zeki Oğuz şöyle bir teklifte bulundu, "İsmail abi TYB Konya Başkanımız Ahmet Köseoğlu'na söyleyelim 26 Ağustos'ta bir otobüs temin etsin. Gezmeye doyamadığımız ve tarihi yerlerini bitiremediğimiz Afyon'a bir gezi yapalım" dedi. Ben de elçilik edip buradan duyuruyorum. Biliyorum ki Sayın Başkan Köseoğlu benim yazılarımı kaçırmadan okuyor. Ne yapalım elçiye zeval olmazmış.
Artık Afyon'dan ayrılıyorduk ama içimizdeki tarih sevgisi bizi birçok düşüncelere sevk ediyordu. İmaret Camii'ni göremeden saat 19'da Afyon'dan çıkıp Konya'ya doğru yola koyulduk. Saat 10'da Mevlana şehrindeyiz. Ve merhum nenemin tabiriyle "konup göçtüğüm evim oturup yattığım evim" dedik.

***************************************************************

Afyon-İscehisar- Karahisar

Zeyneb ÜSTÜN


Heyecanla açıyorum gözlerimi, günaydın diyorum güneşin ilk ışıklarıyla güne. İnsanın heyecanlanmaması mümkün mü, sizce tarihe asırlardır şahitlik eden bir şehri ziyaret edeceğinde. Yol arkadaşlarımızla TYB'de buluşuyoruz, tebessümlerle selamlaşıyoruz.. Otobüsümüz biraz geç geliyor: Konya'nın büyüklüğü şoförümüzün yolu bulmasını zorlaştırmış.
Otobüse attığım ilk adım heyecanımı bir kat daha artırıyor. Konya'dan çıkışımızda; şehrin trafiğinden uzaklaştığımızda doğa bizleri eşsiz bir manzarayla baş başa bırakıyor: Yeşil sarı ve kahvenin tonlarıyla.
İlk durağımız Kirazlıbahçe Dinlenme Tesisleri. Açık havada çayımızı yudumlarken Nasrettin Hoca'nın eşeği bizlere muzipçe gülümsüyor. On dakikalık molanın ardından yolculuğa yeniden hazırız. Çay ilçesinden İscehisar'a geliyoruz. Mermeriyle meşhur İscehisar. Böyle olunca bir mermer fabrikasına uğramadan geçmiyoruz. Yüzlerce yılda oluşumunu tamamlamış mermerlere insanların hizmetine sunulmak üzere son rötuşlar yapılıyor fabrikada. Mermerlerde renklerin her tonunu görebiliyoruz.
Friglerde tanrıların anası olan bereket tanrıçası Kübele'ye tapınım amacıyla yapılmış Kırkinler bir sonraki durağımız. Küçük bir tepeye yapılmış bu yer, adeta evlerimizin değerini anlatıyor bizlere. Fakat yine de demirsiz bir balkon fena fikir değil.
Çok sürmeyen bir otobüs yolculuğunun ardından mozaik eserler sergisindeyiz.(Merfes) Sanki bir ressamın fırçasından veya yazıcıdan çıkmış gibiler. Buradan öğle yemeğini de yiyip ayrılıyoruz. (Tahmin edersiniz ki tatlı kaymaklı.) Artık eserlerin yapıldığı atölyeyi gezme zamanı geldi diye düşünüyoruz. Atölye bizleri mütevazı ve fakat usta sanatçılarıyla karşılıyor. Yaptıkları sanat gerçekten de sabır gerektiriyor. Aynı boy ve renkte mermerleri özenle seçip gereken yerlere yerleştiriyorlar. Sonuç harika ... Oradan İscehisar Belediye Başkanının kısa, hoş sohbetiyle ve hediyelerimizle ayrılıyoruz.
Ulu Cami'yi biran önce görebilmek için acele ediyoruz. Cami tamamen ahşap ve eşsiz bir mimariye sahip.
Nihayet Karahisar'dayız. Kalenin MÖ 1344'de Hitit kralı 2. Murşil tarafından Arzava Seferi sırasında yapıldığı sanılıyor. İlk adı Hapanova yani Yüksek Tepe. Karaşar Türklerinin yerleştirilmesiyle Karahisar oluyor. Selçuklular döneminde Alaeddin Keykubat 1231 yılında lalası ve mimarı Bedrettin Gecihertaş'ı kale dizdarı olarak Afyon Karahisara göndermiş, kalenin burç ve bedenlerini tamir ettirmiş. Yani kale her dönemde önemli bir yere sahipmiş.
Kalenin zirvesine 586 basamaklık bir merdivenden ulaşılabiliyoruz. Her basamak tarihten birilerinin nefesiyle bütünleşiyor adeta. O nefes fısıldıyordu: Bu yollardan biz de geçmiştik, aynı yerleri bizler de adımlamıştık... Zirveye ulaştığımda şehrin manzarası beni büyülemişti. 586 basamağı çıkmış olmanın yorgunluğu o anda bitiverdi. Kendimi manzaradan uzun süre alamadım... Hiç yüksek bina yok etrafta... İnerken, gerçek boyutunu alırken gözümde şehir; farkettim ki fiziksel yükseklik ruhumuzu rahatlatıyordu. Öyle ya dağlarda ilahi aşka ulaşmış ne kadar da çok isim duyarız. Son olarak Mevlana'nın torunlarından Mehmet Semai'yi ziyaret ediyoruz.
Artık ayrılma zamanı geliyor. Mevlana şehri çağırıyor bizleri.
Eğer Afyon'u ziyaret etme şansınız olursa Karahisar'a çıkmamazlık etmeyin, her basamağın keyfini çıkarın. Temiz havayı içinize çekin doyasıya ve şehrin size anlattıklarına kulak verin ....
*************************************************************

Beyaz Altın Diyarı: Afyon-İscehisar

Zeki OĞUZ

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin "Yazılacak çok şeyimiz var" adı altında düzenlediği bir geziyi daha gerçekleştirdik.
İflah olmaz bir gezgin olarak daha çok yalnız giderim dağlara, beldelere ama birliğin gezileri her zaman inanılmaz bir keyif verir bana. Birlikte olduğumuz insanlarla aynı duyguları paylaştığımız, her biri konusunda kendisini yetiştirmiş, yetkin, donanımlı insanlar olunca daha bir anlam kazanıyor gezi.
Bu kez yolumuz Afyonkarahisar'ın, binlerce yıllık tarihe, Frig Vadisi gibi eşsiz tarih hazinesine sahip İscehisar ilçesineydi. Arabamızda bu gezilerin müdavimleri olduğu gibi aramıza ilk kez katılan arkadaşlar da vardı.
Gezide ilk durağımız ilçe yakınlarında bulunan iki mermer fabrikasıydı. Mermerin üretiminden işlenmesine kadar bir çok konuda bilgi aldık. Büyük bir mermer bloğunun kesilişini izledik. Bizi gezdiren fabrika sahibinin verdiği bilgiye göre beyaz Afyon mermeri artık bitmek üzereymiş.
Öğle yemeğimizi İscehisar Belediyesi'nin konukları olarak "Mermer ve el ürünleri satış merkezi"nde yedik. Belediye Başkanı Ceylan Kılınçaslan ile de burada tanıştık. Genç, enerjik bir insan. Şimdiye kadar yaptıklarından, bundan sonra yapacaklarından söz etti. Verdiği bilgiye göre mermer sanayi sayesinde oldukça gelişmiş İscehisar. Gelir düzeyi de ortalamanın hayli üzerindeymiş. Büyüklü küçüklü 400'e yakın mermer fabrikası ve atölye varmış ilçede. Bunun yanında birçok aile evlerde turistik mermer işlemeciliği yaparak para kazanıyormuş. Afyon Valiliği'nin Frig Vadisi'ni turizme kazandırma konusunda yoğun çabaları olduğunu biliyorum ama Ceylan Bey turizm işini ikinci plana atıyor gibi geldi bana.
Ceylan beyin belirttiğine göre bütün Frig Vadisi'ni gezmek birkaç güne ancak sığarmış, bu yüzden vadinin başlangıcında yer alan Kırkinler'e gitmemizi önerdi.
Yol boyu peribacalarını izleyerek ulaştık Kırkinlere. Doğal görüntü Kapadokya'yı andırıyordu. Kırkinler ise bizim Kilistra'yı anımsattı bana. Bu bölgede MÖ.750'lerde yaşayan Frigler tanrıça Kybele adına oluşturmuşlar bu mabetleri.
İscehisar merkezde bir caminin altında bir mozaik kursunu gezdik. Burada onlarca kadın atık mermerleri değerlendirerek, mozaik panolar yapıyorlardı. Mitolojik görüntülerin yanı sıra modern çizimler de vardı yaptıklarının arasında. Kurs hocası Emine Bartak'ın verdiği bilgiye göre kadınlar kursu bitirdikten sonra üretime evlerinde devam ederek önemli katkılarda bulunuyorlarmış ailelerine.
İscehisar Afyon merkeze 23 km. uzakta, yaklaşık 13 bin nüfuslu güzel bir ilçe. Ceylan beyin verdiği bilgiye göre 2300 yıldır mermer üretiliyormuş çevredeki ocaklarda. Atina ve Roma'da kullanılan mermerlerin bu bölgeden gönderildiği tespit edilmiş.
Son durağımız Afyon Ulucami ile Karahisar Kalesi olacağı ve zaman da iyice daraldığı için başkanın çayını içip yola düştük. Armağan vermek gibi güzel bir geleneğimiz var. Sağolsun başkan da bize mermerden küçük birer armağan hazırlamıştı.
Ulucami'nin hemen karşısında Karahisar Kalesi dimdik yükseliyordu. Aslında günün yorgunluğundan sonra o dik kayalığa çıkmayı gözüm yemiyordu ama küçük gezginimiz Umutcan kaleye çıkacağım, diye tutturunca mecbur kaldım. Bu zorluğa da değdi doğrusu. 200 metre yükseklikten Afyon'un görüntüsü muhteşemdi. Bizden sonra şair-yazar İsmail Detseli ile kızı da çıktılar. Bazı arkadaşlar ise ara sokaklara dağılıp eski Afyon evlerini görüntülemeyi tercih ettiler.
Karahisar Kalesi MÖ. 15 yy. da Hititler tarafından 200 m yüksekte dimdik bir kayalığa yapılmış ve o günden bu yana kullanılıyormuş. Üzerinde Kybele adına yapılmış bir mabet var. Karahisar Kalesi'ni görmek isterseniz 22-24 haziran tarihlerinde İscehisar'da olun, derim. Çünkü bu tarihlerde ilçede "Mermer, El Sanatları, Makine Araç ve Ekipmanları (MERFES) festivali yapılıyor.
Unutulmaz bir gezide daha buluşmak dileğiyle.
******************************************************************

Ben yola düşünce, yol da düşer içime
idrak edebildiğim bütün anlamlarıyla

Hasan ARSLAN

"Bir adam yolda yürürken şiddetle susadı. Nihayet bir kuyu buldu, oraya indi; su içip çıktı. O esnada bir köpek dilini çıkarıp soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalıyordu. Bunun üzerine o adam, "Bu köpek de tıpkı benim gibi susamış" dedi ve hemen kuyuya indi, ayakkabısına su doldurdu ve onu ağzı ile tutarak kuyudan çıktı, köpeği suladı. Bundan dolayı Allah ondan râzı oldu ve onu yarlıgadı.* (Buhari'nin diğer bir rivayetinde "Allah Teâlâ onu yarlıgayıp cennetine koydu" denilmiştir. Buhari ve Müslim'in diğer rivayetlerine göre: Bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıyordu: susuzluktan öleyazmıştı. Derken Beni İsrail'in ahlaksız kadınlarından biri onu gördü, hemen ayakkabısını çıkardı, köpek için onunla su çekti ve onu suladı. Bu yüzden kadın yarlıgandı.)" (*Yarlıgamak: Rahmet etmek, affetmek, bağışlamak, mağfiret etmek, acımak, esirgemek.)
Ne zaman yola koyulsam yolun beni yola getireceğine iman ederek, yukarıda ifade edilen kıssa hadisini hayal eder kendimi o adam veya o kadının yerine koyar, ardına düşülmesi gereken bu sözlerin etkisi ile yarlıganmaya vesile olacak bir hadise, bir an, yakalamaya çalışır, yola çıkmanın, uzun yürüyüşlere koyulmanın böyle bir anı önüme çıkaracağı ihtimalinin heyecanı ile mesafeler katedmeye, şehirler görüp deryalar aşmaya, ulu dağlar seyredip göğe yükselmeye, riyasız ellerimin uzanacağı her varlığın beni yola getireceğini bilerek, hissederek anı yaşamaya bırakırım kendimi. Ben yola düşünce yol da düşer içime idrak edebildiğim bütün anlamlarıyla. Bilirim ki olgunlaştıracak olan, erdirecek olan, fazlalıklarımızı yontacak olan mürşiddir o. Y(ol) mürşidi oldurur kendisine tabi olanı. Ve "ol" diyenden sesler sedalar duymamızı sağlar, renkler edalar gösterir bizlere, ayna tutar yüreğimize; tanıtır kendimizi kendimize...
Konya'dan Afyon'un İscehisar ilcesine doğru yola çıkıyoruz neşe ve keder anlarında beraber olmaktan haz duyduğumuz birçok canla... Yolun bünyesinde kişiyi olduran sihirli elin varlığını ihmal etmeden, unutmadan, anı değerlendirmenin gayretini güden bir çok ruhla bereketleniyor zaman, akıyor yol da su misali ince ince, kıvrım kıvrım... Dağlar selam veriyor bizlere, ormanlar, haşhaş tarlaları., serçe kuşlar, kırlangıçlar, Anadolu'nun Allah'tan başka sahibi olmayan çocukları (iyi ki de yok), yaşlı nineleri...
İscehisar'ın mermer atölyelerini geziyoruz... Bizlere bilgi veren genç mermer ustası İtalya diyor bu işin merkezi ama rezervleri tükeniyor... Bizlerin ise rezervleri henüz gün yüzüne çıkmadı bile; gelecek bizim... Geleceğin bizim olması için blok halinde gözlerimizin önünde duran mermerlerin işlendiği, emek verilip alın teri döküldüğü gibi Anadolu insanı, bilhassa kimsesiz çocukları, gençleri için didinmeli, uğraşmalı, rüyalarımızı onlar için yapacağımız işler süslemeli diye geçiriyorum içimden... Aklımın diğer ucunda Kemal Tahir'in Bozkırdaki Çekirdek adlı romanı... Bozkırdaki Çekirdeğin yeşermesi, büyüyüp dal budak sarması meyve verip gölge oluşturması emek istiyor rüya istiyor hayal istiyor... Zor ama imkânsız değil...
Kırkınler adlı mağara evlerdeyiz... Yüksekçe bir yerde minicik bir odanın vadiyi gören penceresinin önünde oturuyor ve şehirde, oturduğum evimin penceresinden bakmaya hasret kaldığım manzarayı seyre dalıyorum. Gözlerim herhangi bir engele takılmadan, bakışlarıma sınırlandırma getirmeden dalıp gidiyorum dağların kalbine, göğün sesine, ağaçların raksına... Cevdet Sait, Suriye'nin kuş uçmaz kervan geçmez bir bölgesinde birkaç keçisi ve hayvanıyla böyle bir yerde yaşıyor olsa gerek diyorum, sigaramdan bir nefes çekerken... Tavanda haç işaretleri kabartmaları; inancın taşın dili ile dillendirilmesi, hayata taşması, göz önünde bulundurulması...
İscehisarı'ın, altında küçük mermer parçalarıyla resimler, figürler yapıldığı kursa katılanların orta yaşı geçmiş kadınlar olduğunu gözlemlediğim caminin avlusunda mermerden yapılmış şadırvanın hemen yanında sırtımı cinslerinin ne olduğuna dikkat etmediğim ağaçların gölgesine vererek soluklanırken, elimi gayri ihtiyari gömleğimin cebine götürüyor ve içinde ne yazdığını bilmediğim orta boy kareli bir defter sayfası çıkarıyorum ve açıyorum dörde katlanmış kağıdı. Okurken yazıyı hatırlıyorum cuma günü kalabalık bir anda okul çıkışında bir elin bana doğru uzandığını... Hafta içinde rehber öğretmeni olduğum kız sınıfında şöyle bir konuşma yapmıştım talebelerime...
"...Bu okulun, şahsiyet çorbanıza kattığı tuzlarının olup olmadığının ayrımına varmanız için bir yazı yazmayı denemeye davet ediyorum sizleri... Bana aylardır bulunduğunuz bu okulun sizlere herhangi bir katkısı, etkisi olup olmadığını, haftalar öncesi ile haftalar sonrası arasında sizdeki farklılıkları (varsa eğer) olumlu veya olumsuz değişimleri ne umduğunuzu ne bulduğunuzu, memnuniyetinizi veya memnuniyetsizliğinizi ifade edecek bir yazı vermenizi istiyorum en kısa zamanda... 'Kur'an-ı Kerimi yüzünden okumayı öğrendiğim için mutlu hissediyorum kendimi'... diyor Rabia isimli talebem cümleleri arasında... Daha önce, toplu bir şekilde okuduğum yazılarda da diğer öğrencilerimin de ortak kanaatlerinin bu yönde olması üzerine şu olaylar canlanıveriyor zihnimin derinliklerinden gün yüzüne çıkarak... Bir gün diyor Fethi Gemuhluoğlu eve geldiğimde baktım kadın anam elinde bir çöp Kur'an-ı Kerim'in üzerinde gezdiriyor onu harf harf okur gibi. Ne yapıyorsun anacığım diye sorduğumda diyor ki bana kadın anam "Evladım biliyorsun ki ben Kur'an-ı yüzünden okumayı bilmiyorum. Fakat yapmış olduğum şu işten dolayı Allahın bana hayr murad edeceğini umuyorum." Aklımda kaldığı kadarıyla ifade etmeye çalıştığım bu hadisede Fethi Gemuhluoğlu'nun anacığının muhteşem samimiyeti ile talebelerimin Kur'an-ı Kerim'e besledikleri muhabbet arasında bir bağ kuruyor memnuniyetimin belirtisi olarak tebessüm ediyorum kendi kendime...Sonra yakın dönemde okuduğum Eşref Edip'in çıkarttığı Sebilürreşad'ın 96. sayısında Ali Kemal Aksüt imzası taşıyan yazıda Hafız Asım ile Mustafa Kemal Paşa arasında geçen tarihi olay da geçiveriyor aklımdan, kanımın damarlarımdan geçiverdiği gibi... "Arapça metin yerine Türkçe sözlü bir Kur'an koymak, bütün ibadetlerde bunu okutmak" düşüncesine sahip Mustafa Kemal Paşa Dolmabahçe sarayına daha önce M. Akif'in Gece şiirini okuyuşundan dolayı şöhretini duyduğu Hafız Asımı huzuruna çağırtmış ve İsra süresinin Türkçe tercümesini Kur'an okur gibi okumasını dilemişlerdi. Olanca dikkati ile okuduğunu beyan ediyor Hafız Asım. Mustafa Kemal Paşa oldukça memnun görünüyor asıl maksadını unutmayarak. "Haydi, bakalım diyor, şimdi sen de istediğin sûreyi Arapça olarak oku! O zamana kadar salonlarda mutad olan şekilde oturan genç hafız hemen vaziyetini düzelterek koltuğa çıkıyor ve diz çöküyor. Bu hareket Mustafa Kemal'in keskin gözünden kaçmıyordu -Tahsin (Uzer) Bey dedi (yanındaki kişiye dönerek) Kur'anı Türkçe okurken ayaklarını uzatmıştı (genç hafız) ; şimdi diz çöktü. Anlaşılıyor ki evvelkini Kur'an telakki etmiyor... "Gece, genç hafızın Kur'an lisanına vakıf olmamakla beraber okumak üzere seçmiş olduğu Hakka sûresinin o gece Dolmabahçe sarayında Kur'anın Hz Muhammed'in (s.a.v) sözü olduğuna dair yapılan görüş beyanlarına, konuşmalara bir cevap niteliği taşıması hasebiyle (Tenzîlün min rabbilâlemin) Mustafa Kemal Paşanın sinirli gözükmesine vesile oluyor, genç hafızın Arapçayı bilmediğini ve bu sûreyi kasıtlı olarak seçmediğini eğer buradaki konuşulanlara sûrenin karşılık verdiği düşünülüyorsa bunun kendisinin değil Allah'ın işi olduğunu beyan eden tatlı üslubu, alttan alan makul ve samimi cevaplarıyla sona eriyordu...
Afyondayız. Aramızda göğün kapılarını zorlayan dostlarımız var. Çalınız kapıyı; açılacaktır diyor ya hani İncil öylece çalıyorlar kapıyı ısrarla ve saf niyetlerle. Kırk tahta sütün üzerine yükselmiş ahşabın dillendiği, dimağlara dinginliğin yayıldığı Ulu camiye giriyoruz ahbaplar hürmetine. "Namaz kılan kimse (musallî) Mülkün sahibi'nin kapısını çalmış olur. Nitekim, kim ısrarla kapıyı çalarsa, kapının ona açılması yakındır." Diyen Hz Muhammed (s.a.v) kutlu sözleri kalbimizde, omuzlarımız omuzlarına bitişik mütevazı Afyonlularla duruyoruz yüce huzura...
Karahisar Kalesi'nin eteğine kurulmuş Afyon şehri. Kendisini seyredeni kendine hayran bırakacak kadar büyüleyici gözüküyor ulu bir tepenin zirvesine kurulan Karahisar Kalesi. "Allah'ım hakkındaki hayretimi arttır" niyetini taşıyınca insan hayret edeceği şeyler buluveriyor karşısında az da olsa. Karahisar Kalesi'nin bizlere baktığı yer böyle bir hayrete gebe bırakıyor bu duyguları yitirmemek için caba sarf eden gönüllere...
Ulu camiden şehrin merkezine yönelerek, eski Afyon evlerinin önünden geçerek adımlıyoruz şehre doğru... Sonradan öğreniyorum bu mahallenin adının yukarı pazar mahallesi olduğunu. Genelde iki katlı olan, cumbalı bu evlere hayran kalıyorum. Cennet köşkleri gibi gördüğüm eski Afyon evlerini yapanların insanlık ruhundan anladıklarını düşünüyor, bu evlerde yaşayanların da ruhlarına yabancı olmayan bu mekânların hürmetine insanlığa (yani kendilerine) yabancılaşmadıklarını umut etmek isteyerek yürüyoruz şehre doğru...
*********************************************************

Semayı Delen Kale: Karahisar
İsmail KUĞU
Değerli okurlar,TYB Konya Şubesinin düzenlediği geziler serisine Afyon gezisi ile ilk defa dahil oldum. Benim için çok farklı bir gezi oldu Afyon gezisi. Bir sanat tarihçisi olmam hasebiyle çok faydalı bir geziydi.
Sabah erken saatlerde başladı Afyon gezimiz.Gezideki ilk durağımız Afyon ili Çay ilçesinde bulunan Çay Kervansarayı idi. Kervansaray Anadolu Selçukluları zamanında inşa edilmiş olup zamanla çay ilçesi sınırları içinde kalmış. Çay Kervansarayını gördükten sonra F.N.ÇAMLIBEL'in şu mısraları yankılandı dudaklarımda:
"Yağız atlar kişnedi,meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı,
Neden sonra sarsıldı altımda demir raylar
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar."
Kervansarayın hemen yanında Sultan Alaaddin Camii bulunmakta. Bundan sonraki durağımız İscehisar sınırları içinde ki bir mermer fabrikası idi. Mermer fabrikasında ham haldeki mermer, bloklar halinde yataklardan alınıp işleniyor ve kullanıma sunuluyor. İscehisar bölgesindeki mermer fabrikaları ürünlerinin yüzde 80'ini ihraç ediyor ve ülke ekonomisine büyük girdi sağlıyor. Dünyanın en iyi mermerinin çıkarıldığı İtalya'daki mermer yataklarının azalması sebebiyle mermer talebi bu bölgeye kaymakta. Burada belediyeye ait bir de mermer ürünleri satış mağazası bulunmakta.
Gezimizin bundan sonraki durağı Kırkinler Bölgesi. Frig Vadisi'nde kaya oyma mezarlar, kiliseler, yerleşim alanları yer almakta. Kırkinler bu vadinin bir minyatürü adeta. Bu bölge bana Göreme'deki Kızlar Manastırı'nı hatırlattı. Bölgedeki bir kaya oyma kilisenin içine giriyoruz. İçeride Hırıstiyanlıktaki kutsal kişiler birer haç şeklinde betimlenmiş.
Daha sonraki durağımız İscehisar ilçe merkezinde bir camii oluyor. Caminin bodrum katı, İscehisar Halk Eğitim Merkezi mozaik atölyesi olarak kullanılıyor. Yine burada İscehisar köprüsü bizi karşılıyor.
Daha sonra belediyeye geçerek Belediye Başkanı Ceylan Kılınçarslan'ı makamında ziyaret ettik. Bundan sonra ki durağımız Afyon Ulu Camii. Ulu Cami,1272 yılında Selçuklu emirlerinden Ali Bey tarafından yaptırılmış. Yapının mimarı Emir Hacı Bey. Ulu cami Anadolu Selçuklularının nadide ahşap direkli camilerinden olup Beyşehir Eşrefoğlu Camii ile benzerlik gösterir.Ulu Caminin ardından gezi grubumuz ikiye ayrıldı. Bir grup Karahisar Kalesi'ni gezerken diğer grup Afyon Mevlevihanesi'ni görmeye muvaffak oldu. Ben tercihimi Karahisar Kalesi'nden yana kullandım. Kale için:
"Düzlükte, gelip geçse de yol, Afyonkarahisar'dan
Ey yolcu, görünmez Afyonkarahisar, istasyondan
Şayet vaktin olursa tırman Kale'ye
Bak Afyonkarahisar'a gökyüzünde bir balkondan"
diyor Ozan Arif Nihat Asya dizelerinde. Gerçekten de bir kentle, şairlere, alimlere, sanatçılara, mescitlere, mahallelere adını veren, destanlarda, efsanelerde, türkülerde, manilerde kuşaktan kuşağa aktarılan, yerden tam 226 metre yükseklikteki trakit bir kaya kütlesi üzerine kurulmuş bulunan Karahisar Kalesi için "Gökyüzünde bir balkon"dan başka nasıl bir nitelendirme yapılabilir ki?
Kaleyi gezdikten sonra Mevlana Şehri Konyamız'a hareket ettik.Yolculuk esnasında otobüs içindeki etkinlikler devam etti. Takdire şayan bir kaynaşma ortamı oluşması, beni derinden etkiledi. Özellikle Hasan Arslan Bey'in söylediği Karahisar Kalesi türküsü mest etti hûşu içindeki gönlümüzü. Daha nice güzel gezilere dileklerimle...

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.