AKSARAY GEZİ YAZILARI
Yolun Öte Yanı: Aksaray
Ahmet Köseoğlu
Pazar günü (27 Mayıs) erken denilecek vakitte, milyonluk şehrin istirahatte olduğu ya da mükellef kahvaltı hazırlıklarının...
Yolun Öte Yanı: Aksaray
Ahmet Köseoğlu
Pazar günü (27 Mayıs) erken denilecek vakitte, milyonluk şehrin istirahatte olduğu ya da mükellef kahvaltı hazırlıklarının mutfaklarda başladığı saatlerde, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şube'sinin önüne varışımız da şehirden ayrılışımız da pek kolay oldu.
Yollar tenha, şehir sakin, tüm araçlar parkta, işte bu vasatla, sessizliği yırtan egzoz gürültüsüyle cadde ve sokakları benim dercesine hovardaca geçen otobüsümüzün şoförünün vites değişitirip direksiyon çeviren elleri, debriyaja basıp, gaza yüklenen ayaklarının bu cırtlak sesle ahengini ön koltuklarda oturanların fark etmemesi imkânsızdı.
Ankara-Aksaray Kavşağı'nda sanal Aksaray kapısından (Bab-ı Aksaray) geçen safkan Mercedes demirden atımız, atlar ülkesi Kapadokya'ya doğru bozkırda süzülerek yola revan olmuştu. Konya Ovası'ndan doğuya ilerlerken yolun sağı ve solu boyuna ve derinliğine ekilmiş tarlaların (buğday, arpa) geçici de olsa yeşillikleri göze hoş görünürken ufukta, iki yana ayrılıp ortasından Aksaray'a geçit veren Bozdağ'ların kelliği, çıplaklığı gözümüzü karartırcasına kamaştırıyordu. Şifa olsun bir ağaç göremiyorsunuz şu meşhur yaban koyunlarının da -bölge köylüleri ceren-ceran deler- mûkim olduğu boz dağlarda.
Obruk platosuna ekli Aksaray platosuna yaklaştığımızda henüz yola çıkalı bir saat olmuştu. 1895 yılı Haziranın 26'sında at arabasıyla Konya'dan Aksaray'a dört gün aydınlığında varabilen seyyah Friedrich Sarse kadar heyecanım var mıydı eskimeyen eserleri görmeye giderken, tahmin edemiyorum. Ama bildiğim ulaşılacak yere hızlıca varmanın kazandırdığının yanında kazanamadıklarımdı. Sarre, Küçük Asya seyahatinin Konya-Aksaray bölümünde Pınarbaşı, Mernek Yaylası, Asma Köy, Obruk, Eşmekaya ve Sultanhanı'ndan Aksaray'a ulaşırken; yayla akşamında nadir bir güzellikle karşılaştığını, manzaranın ay ışığıyla aydınlanıp çevre uzaktaki dağlara kadar göründüğünü, sabahın erken saatlerinde yollara kadarinen Çavuşkuşu sürülerini, yörede pek çok bulunan kırmızı keklikleri, dağlarda gurup halinde nazlı ama hızlı koşan ceranları, toy kuşlarını, yöre halkının misafirperverliğini, obruk gölü ve efsanesini, yavrularıyla sürü sürü gezen kızıl ördekleri, hanların, mezar taşlarının bütün detaylarını, gözlemleyip, dinleyip, yazıp, çizip anlatabilmişti. Bizim ise yolumuz üzerinde olduğu ve geçeceğimiz yere halılar serildiği(!) için kısa süreliğine lütfen girdiğimiz Sultanhanı. Hanların şahı, Selçuklu mimarisinin en müthiş yapılarından birisi. Büyüklük ve güzellik açısından kendi türündeki her eserden üstün duruşu olan abide eserin taç kapısının önünde topluca bir resim çektirmek, hızlıca içeriye bir göz atıp, çiğnenip, eskitilmesi için yola serilmiş meşhur (!) Sultanhanı halısının üzerinden geçerek yola devam ettik. İbn-i Batuta 1331 yılında Aksaray'a geldiğinde koyun yününden ve kök boya ile dokunan halıların eşi benzerinin bulunmadığını; Şam, Irak, Mısır, Hint, Çin ve diğer Türk illerine kadar gönderildiğini belirtir.
Aksaray platosu bomboş ve düpedüz. Göz alabildiğince düzlük, en ufak bir yükselti yok. Hava açık, otobüs sıcak, klima doğal, toplu rehavet seansı, erken kalkmanın geç kalmış esnemeleri ve sessizlik. İşte düz araziyi ve sessizliği bozan heybetli Hasan Dağı yolun doğusunda kuşluk vakti gözümüze dik gelen güneş ışınlarının ardından piramit şeklinde beliriverdi. Milattan önce 700'lü yıllara dayanan tarihiyle Hititler, Asurlar, Frigler, Lidyalılar, Medler, Persler, Makedonlar, Kapadokyalılar, Romalılar, Bizanslılar, meviler, Abbasiler, Selçuklular, Danişmendliler, Karamanoğulları ile Osmanlıların hüküm sürdüğü Aksaray ve kâdim dostu Hasan Dağı. Onca medeniyetlere tanıklığı ev sahipliği birlikte yaptılar. Bunca uygarlıkların kalıntıları bir yana sadece Hasan Dağı, Melendiz Çayı ve Ihlara Vadisi bile Aksaray'ın farklılığını göstermeye yeter.
Antik çağlarda "Garsaura, Archelais isimleriyle anılan şehir, sonraları Koloneia, Taxara gibi adlarla da tanınmış, zamanla Aksara ve Aksaray şeklini almış olup, Evliya Çelebi, II. Kılınçarslan'ın şehirde yaptırdığı sarayın uzaktan bembeyaz göründüğü için Aksaray dendiğini belirtmesi ise tam da Evliyaca bir yaklaşım olsa gerek. Evliyamız yine o dönemlerde Rumların ise şehir için "Pegahelna" ismini kullandıklarını da belirtir.
İbn-i Batuta, Evliya Çelebi, C.Huart, F. Sarre, Baba Horvarth, W. Ruben, İ. Hakkı Konyalı, A. Gabriel gibi birçok yerli ve yabancı seyyah bu tarihi şehre gelmiş, incelemiş ve yazmışlar. "Seyyahlar Gözüyle Aksaray" diye seçki yapılıp bir eser hazırlansaydı biz günübirlik seyyahların eline tutuşturulsaydı da eli boş dönmeseydik Konya'ya.
Anadolu Selçuklu Devletinin iki önemli şehri Kayseri ve Konya'yı birbirine bağlayan ana yol üzerinde, Melendiz Dağları'ndan çıkıp gelen Melendiz Çayı'nın ovayı suladığı yerde iskan olunan ve II. İzzettin Kılınçarslan'ın askeri üs ve sosyal müesseseler kurduğu yer olarak ta Dûri'z-zafer, Darü'l-cihad, Darü'r-ribat adlarıyla da anılan bu mütevazı şehir turizm açısından da hakettiği yerde bulunmuyor. Evvela, dünün Kapadokya Kralığı'nın içinde bulunan Aksaray'ın bugünün turistik Kapadokya bölgesinin de içinde gösterilmesiyle işe başlanmalı. Kültür turizminin yerel, ulusal ve uluslararası boyutuyla ilgilenen her birey ve kurum-kuruluşun Aksaray ve ilçelerindeki hazinenin farkına varmalıdır diye düşünüyorum. Farkındalık ve kaygılı olmak bölgenin harekete geçmesi için temel iki unsur. Gerisi toplantılar, komisyonlar, heyetler, yerli-yabancı fon ve destekler.
Yıldırım Beyazıd döneminde Osmanlı'ya dâhil olan şehrin, Beyazıd'ın Timur'a mağlup olmasıyla tekrar Karamanoğulları'nın hâkimiyetine geçer. Fatih'in 1468'de Karamanoğlu Beyliği'nin tarihin tozlu sayfalarında yerini alması gerektiğini, fonksiyonunu yitirdiğini işaret etmesiyle tekrardan Aksaray Osmanlıya katılır. Sultan, Aksaray'ın büyük bir kısmını İstanbul'a yerleştirerek bugünkü İstanbul Aksaray Ortaköyü'nün ilk toplu iskânını da bu bölgeden yapmış oldu. O gün bugündür İstanbul'a göç devam ediyor.
Eğri Minare, nam-ı diğer Kızıl Minare ile başlayan Aksaray gezimizde her Selçuklu eserini hayretle incelerken yüce sultanlara hayır-duayı dilimizden düşürmedik. Sultanları, mimarları ve hatta gönül mimarlarını hep hayırla andık. Somuncu Baba Türbesi'nden (Şeyh Hâmîdi Veli) dönüşte, yolda enlemesine asılan bir pankart gözüme takıldı. Cemâleddin Aksarayî Vakfı'na ait bir duyuru. Sahi, 1388 yılında vefat ettiği tahmin edilen I. Murat döneminde dini, edebi ve aklî ilimlerde önemli bir yere sahip bu yüce insandan Aksaraylılar haberdar mı? Zincirli Medresesi'nde hocalık yapan Celaleddin Aksarayî'nin talebeleri arasında Molla Fenâri'nin olduğunu bilmeyen var mı?
XV. yüzyılın ilk yarısında eserleriyle Osmanoğullarından II. Murad'ın gönlüne taht kuran Ahmet Aksarayi'den, tarihçi Kerimüddin Aksarayi'nin "Müsâmeretü'l-Ahbar" adlı eserinden ilgilileri haberdardır umarım. Eski harflerle basımı yapılan muallim Hüsnü'nün "Hasan Dağı'nda İlmi Çevrelan" adlı eseri, 1928 yılında Hasan Dağı'na yapılan bir okul gezisini ve Aksaray'ın coğrafyasına, tarihine, eski eserlerine dair bilgilerin sunulduğu kitabın sadeleştirilip bugünkü matbuat tekniğiyle yeniden yayınlanması ne hoş bir çalışma olur. İbrahim Hakkı Konyalı'nın Niğde ve Aksaray Tarihi kitabının da yeni teknikle yayınlanması yerinde olur. Elbetteki bugün üniversitelerimiz başta olmak üzere birçok yerde yeniden Aksaray'la ilgili tarihi, kültürel, turistik, bilimsel kitapların yapılabileceğini unutmamak lazım.
Aksaray'ın sosyal, kültürel, folklorik, turistik, tarihi değerlerine, eserlerine yönelik ulusal ve uluslararası toplantılar, bilgi şölenleri, sempozyumlar, şölenler, paneller tertiplenmesi için ilgililerin de biraz gayret göstermesi gerekiyor. Hâsılı her bir köşesinde tarih ve medeniyet izlerinin bulunduğu Aksaray'ın ilk dönem Hıristiyanlığı ve devamında İslam'ın onca önemli eserlerini ve değerlerini bünyesinde bulundurma güzelliğini Türkiye ve dünya ile paylaşma zamanı gelmiş de geçiyor. Her başlangıç, her çalışma geç kalmışlıktan bir adım kaçmaktır.
*********************************************************************
Ali IŞIK
AKSARAY'DA DEVLETİN KONUĞU OLMAK...
"Hocam, önümüzdeki pazara Aksaray'a gidiyoruz. Sizi yengeyle birlikte listeye aldım."
Kültür ve sanatın hizmetine tahsis edilmiş bu asırlık Konyalı evinin hayadında Ümit Savaş TAŞKESEN'in ağzından dökülen bu sözleri kulaklarım bir yıldır gözlüyordu. Zira bu gezi, sevgili başkan Ahmet KÖSEOĞLU tarafından geçen yıldan beri dillendiriliyordu. Fakire karşı talih, elindeki bir nesneye heveslenen bir "cennet meyvesi"ne, nesneyi verecekmiş gibi uzatıp yavrucağın henüz parmaklarının ucu değmişken geri çekerek onunla zevklenen güleç yüzlü bir zalim gibidir nedense. Yapmayı çok arzuladığım şeyler -meselâ Kapadokya gezisi- tamam, dediğimiz anda hep bir engelin gölgesinde kalmıştır. Neyse ki talih, Köseoğlu'yla fazla cilveleşmedi.
İşte o pazar... Fakirin tanık olduğu en az gecikmeli TYB gezisi için delikanlı otobüsümüz yolları yutmağa başladığında otobüsteki koltuk komşularım, hatta yanı başımdaki köroğlu, yüzümdeki tebessümün ardındaki hesaplaşma ve vehmin farkında değillerdi. Evet, bir yandan şimdilerde kendi yuvalarının telaşına düşmüş yavrularıma borçlu olduğum bu geziye onlarsız çıkışımın savunmasıyla, bir yandan da -kadere olanca teslimiyetime karşın- bir bahar günü, ömürlerinin baharında otuz dört cana mezar olan güzergâhın derunumu hedefleyen vehmiyle boğuşuyordum. Anlamsız/yersiz korkudan beslenen ezelî mahcubiyet, karabasana dönüşmüşken Sultanhanı imdadıma yetişti.
Özgeler için yaşamak...
Tarihî yollar üzerinde sıralanmış, uçsuz bucaksız çöllerdeki vahalara eş ata yadigârı hanlar (ki gezimizin ilk durağı olan Sultanhanı büyüklüğü sebebiyle kervansaraydır), asırlar önce yol emniyetinin, can güvenliğinin sigortasıydı. Dahası, bunlar başkalarına adanmış hayatın simgeleriydiler. Gezi arkadaşlarımızdan Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinden Prof. Dr. Haşim KARPUZ başkanlığındaki sanat tarihi uzmanlarından bu görkemli ata yadigârı hakkında doyurucu bilgiler aldıktan ve yapıyı bol bol resimledikten sonra fazla oyalanmadan tekrar yola revan oluyoruz.
Bir pazar kuşluğunda merhaba Aksaray...
Aksaray il tabelasını henüz geçmişken başkan Köseoğlu'nun telefonu çalıyor. Arayan, Aksaray'a emanet ettiğimiz gazeteci hemşerimiz ve mihmandarımız Kerem İŞKAN'dan başkası değildir. Onun yönlendirmeleriyle çok geçmeden otobüsümüz çiçeği burnunda güzel bir park önünde duruyor. Sevgili Kerem ve mesai arkadaşları otobüsümüzün önünde güleç yüzleriyle sıralanmış, ev sahipliğinin gereğini yerine getiriyorlar.
Mükellef bir kahvaltıdan sonra tekrar otobüsteyiz. Kerem İŞKAN'ın yanı sıra Valilikçe görevlendirilen Aksaray İl Kültür Müdürlüğü sanat tarihi uzmanlarından Alev YAĞLI Hanımın rehberliğinde Aksaray merkezini gezmeye başlıyoruz.
Otobüsümüzden tekrar indiğimizde çelik halatlarla bağlanmış eğik bir minarenin önündeyiz. Rehberimiz Alev Hanımın anlatımına göre Eğri Minare, 1221-1236 yılları arasında yapılmış bir Selçuklu eseridir. Eser, kırmızı tuğladan yapıldığı için, Kızıl Minare diye de anılmaktadır. Eğri adı da 27 derecelik eğiminden gelmektedir. Eğim derecesinin her geçen yılda biraz daha artması üzerine çelik hatlarla sabitlenmeye çalışılmıştır. Dört köşe bir kaidenin üzerine oturtulan silindirik gövde, ince bir silme ile iki kısma bölünmüştür. Gövdenin alt kısmı zikzak, üst kısmı mavi, yeşil çini mozaiklerle kaplanmıştır. Bir şerefesi ve doksan iki basamağı vardır. Yanındaki camii sonradan yapılmıştır. Minarenin resimlenmesinden sonra tekrar otobüsümüzdeyiz. Yine şehir içinde kısa bir yolculuktan sonra otobüsümüz genişçe bir meydanın önünde duruyor. Otobüsün kapısında ayaklarım henüz meydanın andezit döşemesiyle buluşmadan Ulu Cami ile göz göze geliyoruz. Alev Hanım burası hakkında da şu bilgileri veriyor:
"Ulu Camii, 1408-1409 yılları arasında Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından Mimar Mehmet Firuz Beye yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu beyliklerinin tipik süslemeleri ile bezenmiş batı portali ile iç mekâna ve doğu kale duvarlarına girilen, diğer yanda sağlam payandalarla desteklenen camii yatık dikdörtgen bir plana sahiptir.
Kıblede dikey 5 nefi bulunmaktadır. Mihrap yelpaze pandantifli ve aynı eksende ikinci bölüm kubbesinden başka neflerin beşer bölümünde çapraz tonozlarla örtülmektedir. Camiinin ana girişi batıdaki bir kapıdan yapılmaktadır. Camii, Mehmet Bey'in oğlu, İbrahim Bey zamanında 1482-1483'de büyük tamiratlar görmüştür. Caminin ilk minaresi hakkında bir bilgi bulunmamakta; tamirat için iskeleyle çevrilmiş mevcut minare ise 1925'te yapılmıştır. Caminin abanoz ağacından minberi, Selçuklu devri ahşap işçiliğinin şaheser bir örneğidir."
Ulu Cami ziyaretinden sonra otobüsümüz bu kez bizi şehir dışına doğru götürüyor. Kerem İŞKAN bu seferki güzergâhımızın Somuncu Baba Türbesi olduğunu söylüyor. Çok geçmeden bir tepe üstündeki mezarlığa geliyoruz. Somuncu Baba Türbesi burada bulunuyor. Yıldırım Bayezit Han zamanında yaşamış Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, Somuncu Baba olarak meşhur olmuş. Küçük külliyesi, mescit, itikafhane ve çilehaneden oluşmakta. Bunlardan yeraltında küçük bir ini andıran çilehane oldukça ibretlik bir makam. Daracık kapısından yeraltına doğru sekiz on basamakla ulaşılan çilehane iki bölümden oluşmakta; esas çile çekilen kısma daracık ve basık kapıdan sürünürcesine geçilerek ulaşılmakta. Bu bölümde insanın rahatça ayakta durması, sere serpe uzanması mümkün değildir.
"Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün..." (Kur'an, Rum, 42)
Nihayet gezinin en ilginç, en ibretlik evresi için tekrar yola koyuluyoruz. Haritaya göre Nevşehir-Aksaray-Niğde açısının açıortayı doğrultusunda doğuya doğru yol alıyoruz. 40. kilometrede "kaya evlü"lerin ülkesine ulaşıyoruz. Göz alabildiğine yayılan göz göz olmuş konikler, "peri bacaları" adıyla maruf... Kamerasını, fotoğraf makinesini kapan tepelere tırmanmağa başlıyor. Kameramla genel bir görünüm alırken peri bacalarının bitimindeki/başlangıcındaki vadimsi alanda terkedilmiş düz damlı kesme taştan ikişer katlı evler güzel bir görüntü veriyor. Resimlemek istiyorum. Resim alınabilecek en güzel açıya serilmiş gübre yığınını bir türlü kurtaramıyorum.
Aşağılarla meşgulken gruptan koptuğumun farkına varıyorum. Koşar adımlarla yamaca vuruyorum. Hedefim Selime katedrali... Ancak sık sık önüme çıkan kayadan oyulmuş her bir mekânı resimlemek arzusu beni yolumdan eğliyor. Kâh içinden geçtiğim kâh etrafından dolandığım peri bacaları beklenmedik tehlikeli tuzaklarla dolu. Bu durum yöre çocuklarına istihdam fırsatı doğurmuş. Birinden kurtulmadan diğeri yolumu kesip rehberlik hizmeti teklif ediyor. Bu işi İngilizce bile yapabileceğini söyleyen birine "Really?" diyorum. Afallıyor, gözleri soruya tıkandığını ele verse de gayriihtiyarî verdiği "yes" cevabıyla zevahiri kurtarıyor.
Peri bacaları Selime'de Aksaray-Selime yolunun solunda kalıyor. Peri bacalarının karşısı düz bir vadi. Buradaki mezarlık içinde yükselen Selime Sultan Kümbeti'ne insanın -Türk çadır medeniyetini bilmese, Konya'daki onca yansımasını görmese- kudretten olan peri bacalarının insan eliyle yapılmış örneği, diyesi geliyor.
Daha yukarıya çıkmayı gözüm yemeyince aşağıya yöneliyorum.
Sıra dışı bir yönetici...
Beterin beteri var derler ya, Belisırma'da bu deyimi somut olarak yaşadık. Merkezine indiğimizde kaptanımıza ve bize ecel terleri döktüren park mücadelesi yolunun çetinliğini unutturmuştu. Güç bela otobüsümüze bir park yeri bulabildikten sonra kapılarının açılmasıyla kendimizi dışarı atıyoruz. İşte Melendiz çayının kıyısındayız. Çay kenarında restoranlar sıralanmış. Nihayet birine yaklaşırken mütebessim çehresiyle bize doğru yönelen kişi, buradaki ev sahibimiz olduğunu ihsas ettiriyor. Kısa bir tanışma faslından sonra hemen donatılmış masalara kuruluyoruz. Ev sahibimiz, bencileyin iri gövdeli, güleç Aksaray Telekom Müdürü Ahmet KALKIR, kafilenin eğitimci ağırlıklı olduğunu gördüğünden midir, sadece eğitim alanındaki hizmet ve yatırımlarını sıralamaya başlayınca kendisine: "Telekom müdürüydünüz değil mi?" sorusunu tekrarlamaktan kendimi alamıyorum.
Geçmişte Karballa/Karvali/Gelveri, bugün Yeşilyurt ve yurtlarından edilen Karamanlı Türkleri...
Mihmandarımız İŞKAN, üzerimizdeki mükellef öğle yemeği ağırlığıyla havanın sıcaklığını gerekçe göstererek Ihlara ziyaretini programın sonuna kaydırıyor. Otobüsümüzün şimdiki rotası eski bir Rum kasabası olan Güzelyurt ilçesi...
Güzelyurt merkezinde otobüsümüz durduğunda açılan kapıdan spor giyimli genç bir adam otobüse binip hoş geldiniz, deyip kendini tanıtıyor: Güzelyurt Kaymakamı Ramazan YILDIRIM. İlçe gezimiz esnasında otobüsümüze eskortluk yapan polis aracı ve burada rehberimiz olan Kaymakamlık görevlileri de ev sahibimizin devlet olduğunu hissettiriyorlardı.
Güzelyurt'un tarihi 7-8 bin yıl öncesine dayanıyor. Bu vatan parçası da Eti, Hitit, Pers, Kapadokya krallığı, Eski Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı medeniyetlerine beşiklik yapmış. Güzelyurt asıl ününü M.S. IV. asırda yaşamış Gregorius Teologos'la kazanmış. Güzelyurtlu Gregorius Teologos ve Kayserili Basilus, birlikte ortaya koydukları fikirlerle zaman içinde Ortodoks mezhebinin kurucuları durumuna gelmişler, buna bağlı olarak da ilk manastır hayatı Güzelyurt'ta başlamış. İmparator Teodosius tarafından Güzelyurt'ta 385 yılında Gregorius Teologos adına bir de kilise yaptırılmış. St. Gregory Kilisesi, ilçenin yaslandığı iki yamacı birleştiren vadi tabanında bugün -1924 mübadelesinden sonra camiye çevrilmiş olarak- "Cami Kilise" adıyla bütün görkemiyle dimdik ayaktadır (Kilise camiye çevrilirken avlu kapısının üstünde yükselen silindirik çan kulesi de minareye dönüştürülmüş).
Cami Kilise'yi gezdikten sonra indiğimiz yamacın karşısına tırmanmağa başlıyoruz. Şimdiki güzergâh Sivişli Kilise. Ön kısmı kesme taştan yapılmış izlenimini verse de iç kısmı tamamen kayadan oyulmuş. Kiliseden çıkıp yamacın zirvesine ulaştığımızda manastırlar vadisinin harikulâde manzarasına hayran kalıyoruz. Bütün gezi ekibi bu manzarayı fon yaparak hatıra resmi çektirmekten kendini alamıyor. Buradan aşağı, yola indiğimizde otobüsümüze binip tekrar karşı yamaca, ilçe merkezine eskort eşliğinde yöneliyoruz. İlçe meydanında indiğimiz otobüsten her hâlinden dinî bir yapı olduğu anlaşılan kesme taştan büyükçe bir binaya yönlendiriliyoruz. Avlu girişinde Karballa Otel tabelasını taşıyan binanın eski bir rahibe okulu olduğunu öğreniyoruz. Otelin işletmecisi buranın tarihi hakkında bilgi verdikten sonra burayı gezmemiz için görevlilerini seferber ediyor. Burayı da gezdikten sonra ilçe meydanından bir sokağa buyur ediliyoruz. Sokaklar ve evler benzerine Ege'de rastlayacağınız Rum izlerini taşıyor. Rehberlerimiz böyle tanıtıyorlar ilçelerinin bu bölümünü. Ama mübadele yıllarında burada da yaşanan bir trajediden hiç dem vuran yok. Tıpkı Karaman, Konya, Nevşehir'deki hemcinsleri gibi bu toprakları yurt tutmuş Karamanlı Türkleri, sırf Ortodoks olduklarından dolayı Rumlarla bir tutularak Yunanistan'a sürülmüşler. Bu topraklarda Rum, yeni topraklarında Türk olmak... Varın siz tahmin edin sonrasını...
Ve nihayet Ihlara...
İkindi saatlerinde giriş yaptığımız vadinin merdivenlerinden inerken gözümüzü alan olağanüstü manzara, merdivenin basamaklarını sayma kararımı unutturuyor. Gezinin üstünden geçen üç gün sonrasında bu satırları yazarken dahi dev bir kudret bıçağının bir kek gibi kayaları kestiği zehabından kendimi kurtarabilmiş değilim. Bir elimde kamera, diğerinde fotoğraf makinesi... Makinenin ikinci pilleri de hiç durmayan işaret parmağıma isyan ediyor. Vadi tabanında Melendiz çayına ikinci temenna... Çay kenarında ağaçlar gökyüzünü perdeliyorlar. Çayın tatlı şırıltısına türlü ötücü kuşlar dem tutuyorlar. Çayın kuytuluklarında bet sesli kurbağalar da zaman zaman bunları öykünseler de bu sihirli fon müziğinin içine ettiklerini kendileri de fark edip fazla uzatmıyorlar.
Adım başı kilise tabelası, adım başı oyuk... Dik yalçın kayalıkların insanın çıkabildiği yükseltideki yüzleri boylu boyunca kevgire dönmüş. Bu nasıl bir baskı; bu nasıl bir inadına inançtır? Havsala alacak gibi değil.
Vadi 18.30'da ziyarete kapatılıyor. Saatimiz 18.00 sınırına gelmiş. Sanat tarihçi uzmanlarımız eşliğinde onlarca kiliseden sadece ikisini, Ağaçaltı ve Yılanlı Kiliselerini, gezebiliyoruz.
Vadiden çıkış için merdivene kendimi vurduğumda zaman zaman bacaklarımın basamaklarla inatlaşmasından sıyrılıp yukarıda zikrettiğim Rum suresinin 42. ayetinin tefsirine zihin yormaktan kendimi alamıyorum.
Güneş istirahatgâhına yönelmişken gün boyu gözü üzerimizde olan ak saçlı Hasandağı'nı ardımızda bırakıp Aksaray'a dönüyoruz.
Şehre girmeden motosikletli bir trafik polisi otobüsümüzü durduruyor. Meğerse bu da ev sahibimizin jestiymiş.
Son söz...
TYB Konya Şubesinin düzenlediği gezilerden benim katıldıklarımda ev sahibimiz hep yerel yönetimlerdi. İlk kez bu gezide devletin konuğu oluyorduk. Bu az buz onur değildi. Yetenek ve duygularını -hesapsız, çıkarsız- özgeye sebil eden kalem erbabına verilmesi gerekendi aslında. Lâkin her temsilcisi -Aksaray Valisi Sayın Sebati BUYURAN gibi- devletin "baba"lık niteliğini gösteremiyordu nedense...
Okumaktan çok seyretmeyi seven yeni nesil için "devlet" kelimesinin anlamı malumdur. Oysa "kut, talih, mutluluk" da dilimize Arapçadan geçmiş bu çok anlamlı kelimenin şimdilerde unutulan bağlamlarındandır. Umarım, bu açıklamadan sonra yazımızın başlığımızdaki kinayenin farkına varılmıştır. Açıkçası demem o ki Aksaraylılar!
- Kültür ve sanata yangın; kültür ve sanat adamlarına bu denli yakın bir Sayın Vali'ye sahip olduğunuz için size gıpta ettim.
Teşekkür boynumuzun borcu...
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin bu gezisini unutulmazlardan kılan başta ev sahibimiz Aksaray Valisi Sayın Sebati BUYURAN'a, Aksaray Emniyet Müdürü Sabri YAKAR'a, Garnizon Komutanı Albay Ali İNLEK'e, Güzelyurt Kaymakamı Ramazan YILDIRIM'a, Telekom Müdürü Ahmet KALKIR'a, Egemen gazetesi Genel Yayın Yönetmeni hemşerimiz Kerem İŞKAN'a, rehberimiz Alev YAĞLI'ya teşekkür her daim boynumuzun borcudur.
*******************************************************
Aksaray Gezisi
Bekir Şahin
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesi nin"Yazılacak Çok Şeyimiz Var" gezilerinin 12'ncisini Aksaray Valisi Sebati Buyuran'ın davetlisi olarak Aksaray'a gerçekleştirdi .
Konya -Aksaray 276 km.dir. Yolculuğumuza Yazarlar Biriliği Konya şubesinin önünden başlıyoruz. Güzergah; Çinden başlayarak Orta Asya, Anadolu üzerinden Avrupaya ulaşan Eski İpek Yolu, "mekanların da ruhu vardır" fehvasınca Eski kervanların ayak seslerini adeta ruhumuzda hissederek, neşeyle yolculuğumuz devam ediyor.
Konyamızın parklarını , yol güzergahlarını süsleyen "yabani koyunların" mekanından geçiyoruz. Mahalli olarak " ceran" denilen bu sevimli hayvanlara keşke yaban koyunu denilerek yabanileştirilmese, halkımızın verdiği "ceran" ismi kullanılsa, ayrıca bu hayvanların özgürlükleri tel örgülerle kısıtlandırılmasa, hele parası olan karnı tokların bu sevimli ceranlarımızı avlamasına adı turizm de olsa, izin verilmese diye içimizden geçti.
Bu düşünceler içindeyken 1239 yılında Sadettin Köpek tarafında yaptırılan Zazadinhana arkasından obruk hanına uzktan selam vererek, halılar döşenmiş yoldan Sultanhanına giriyoruz.
1228-1229 yıllarında Aladdin Keykubat tarafından yaptırılan, Konya-Aksaray yolunun asırlarca emniyetini sağlayan süsleme sanatının,mimari ve taş işçiliğinin sah eseri bizleri adeta büyülüyor. Selçukluların ince ruhluluklarını ve insani karakterlerini burada hissedebiliyorsunuz. Konya Alaaddin Camisi'nin mimarı Muhammed Havlan ed-Dımaşki'nin yaptığı bu eserden etkilenmemek için insani duyguları kaybetmiş olmak gerekir.
Yol uzun, gezilecek, görülecek yer o kadar çok ki mecburen mihmandarımız hareket edeceğimizi duyuruyor, mahmur ve şaşkın bakışlarla hanın banisine, orada yaşayanlara, bu şah eseri bu zamana kadar yaşatanlara dualar ederek yola koyuluyoruz.
Artık Aksaray' yaklaşıyoruz,
Melendiz dağının en yüksek noktasını oluşturan Hasan dağı (3258m) arasında
kalan bölge yüzlerce metrelik lav tabakası ile kaplanmıştır. Melendiz dağı
lavları, Erciyes dağı lavları ile karışarak dalgalı yaylalar oluşturur. İşte bu önemli dağın kasvetli görünümü, dumanlı başı görüş alanımızda. Çatal höyükteki; yanar dağın infilak etme resmini gözümüzde canlandırıyoruz. Obsidiyen denilen volkanik taşlardan yapılan müzelerimizi süsleyen kesici aletlerin buralardan alınarak ne kadar zorluklarla yapıldığını Aşıklıhöyükte yapılan dünyanın ilk beyin ameliyatının bıçaklarının da acaba buran çıkan obsidiyenlerden mi yapıldığını soruyoruz.
Asur Ticaret kolenilerine ait büyük bir saray deposu olduğu ortaya çıkarılan Acemhöyükü de ancak uzaktan selamlıyoruz.
Yolun sağında iki adam kalınlığında bir kalıntı. Haşim Karpuz hacama soruyorum bu kalıntı nedir. Verilen bilgi içimizi burkuyor. Yazık bize! Bir millet ki kendi tarihi eserlerini kendi eliyle yıkmış olsun, yazık yazık...sözleri dökülüveriyor ağzımdan. Burası AKHAN, kısa süre önce yıkılmış ve taşları bataklık kurutma adına yerlere döşenmiş... ahhh. Dilim tutuldu, içim burkuldu... diyecek bir şey bulamıyorum.
Gülen Pişmaniye levhası gülen yüzüyle adeta biz hoş geldiniz diyor. Hemşehrimiz Ahsaray Egemen Gazetsi Yazıişleri Müdürü Kerem Işıkhan bütün ışığıla gönlümüzü aydınlatıyor. Görkemli bir karşılamadan sonra mütekamil bir kahvaltı sofrasına oturuyoruz.
Kahvaltı mekanımız. 160 000 metre kare alanı kapsayan fahri hemşehrimiz Mustafa Kasım beylerin yapımını ve işletmesini üstlendiği Kültür Park. Yüzme havuzuyla, piknik alanlarıyla, kuğulu parkıyla, düğün salonuyla, göletiyle, hayvanat bahçesiyle.. kısaca kültürel aktivite adına aradığınız her şeyi bulabileceğiniz Türkiye'nin tek parkı..
Anadolu insanının misafirperverliği, Kerim İşkan'ın, renkli kişiliği, hemşehri tutkusu, gazetecilik aşkı, keşkinzekası gezi ekibini atmosferi içine aldı.Neşeyle başlayan gezi dahada neşelendi.
Aksaray isminin nereden geldiğini merak ediyoruz:
Aksaray'ın bölgeye Türkler yerleşmeden önceki ismi Archelais Garsaura idi. Selçuklular bölgeyi fethedince, burası bir müddet Taksara ismiyle anıldı. 1170'te Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan'ın beyaz mermerden bir saray yaptırması üzerine Aksaray diye anılmaya başlandığı bilgisini ediniyoruz. Yine işsizliğin sıfır olduğu bir ilimiz Aksaray.
Bu güzel ilimizin içinde ikinci durağımız Eğri Minare hemde eğimi 35 dereceye ulaşmış.
Türkiyenin pızza kulesi diye tanınıyor denildi; ama bu tabir doğrusu hoşuma gitmedi. Beklide bu yapı ziyaretçilerine eğrilerin çoğaldığı bir dünyada doğru olarak kalmanın zorluğunu ve faziletini öğütlüyor.
Kızıl Minare:
Ulu Camii:
Somuncu baba
Gülyurt:
Otel Karballa:Rum Kızlar okulu
Aşağı Cami: 1896 da kiliseden camiye dönüşdürülmüş. Ancak Ayasofyadan tarihi daha eski bir kilise.
Dağların tepelerinde ve eteklerinde daha yoğun olan Andezit ve Bazalt türü
sert lav katmanları, daha ileride yerini volkanik tüflere ve kalkerli
beyaz tabakalara bırakmıştır. Bu bölgede kısmen yumuşak olan tabaka
yağmur, rüzgar ve diğer doğa olayları sonucu erozyona uğrayarak peri
bacaları ağırlıklı ilginç bir arazi yapısı oluşturmuştur. Ihlara Vadisi
Hasan Dağı'nın eteğinde olup, bu dağdan akan bazalt ve andezit yoğunluklu
lav tabakası ile kaplanmıştır. Lavlar soğumaya başlarken meydana gelen
çatlak ve çökme sonucu oluşan kanyon yağmur ve rüzgarın meydana getirdiği
erozyonla daha da genişlemiştir. Vadinin içinden akan termal
nitelikli Melendiz çayı hem erozyonu hızlandırmış, hem de tabanı
oyarak daha da derinleşmesini sağlamıştır. Vadi Ihlara'da başlar ve
Selimiye köyünde sona erer. Uzunluğu 14 km.' dir. Yer yer 110 metre
derinliğe inen vadi içinden akan Melendiz çayı ; Ihlara'dan, Selimiye' ye
kadar 26 kıvrım yapmaktadır.
Melendiz çayı çevrenin atar damarıdır. Aksaray ve çevresine içme ve sulama
suyu sağlarken, Mamasın barajını besleyen çay Aksaray'ın içinden geçerek Tuz Gölü'ne
ulaşır. Ihlara Vadisi açık hava müzesidir. Müze giriş yerine ulaştığınızda büyük
bir restoran , oto park, seyir terasları ve hediyelik eşya dükkanı gelen misafirler
yardımcı olur.
Vadiye iniş yerinde bulunan pano üzerinde vadinin planını görmek bile insanı
heyecanlandırıyor. Vadiye 382 basamakla inidiğini öğreniyoruz. Havanın sıcaklığı bu kadar basamağı inme ve birde tekrar çıma için cesaretimizi kırmış olacakki Ahmet Köseoğlu beyle oturup turistlerin kedi, kedilerin turist tutkusunu seyrettik, buralar için projeleri sesli olarak düşünmeye koyulduk. Hayali olarak İlk basamaktan itibaren inmeden kendinizi rüyada gibi hissedmeye başladık
Vadinin böğrüne serpiştirilmiş kiliseler doğa hatikası taştan şekiller, yeşil ve akan su şırıltısı adeta seyredenleri büyülüyor. Seyhatin sırrı bu olsa gerek. Geçmiş kavimlerin kalıntılerı ve alınacak ibretler.
Anadolu'nun ortasında bulunan ve Ihlara'yı da içine alan Kapadokya
bölgesi, Pers dilinde güzel atlar beldesi (Katpatuka) anlamına gelir.
Bölgede İ.Ö. 1900 yıllarında Hititler egemen olmuş ve küçük şehirler
kurulmaya başlamış. Asurlular ve Mısırlı'larla savaşan Hititler, istiladan
korunmak için bölgedeki kolay yontulabilir volkanik kayaları oyarak
yerleşim birimleri oluşturmuşturlar. İ.Ö. 1200 yılında Firig'lerin
Anadolu'yu istilası sonucu Hitit devleti sona ermiştir. Frig döneminde
kral yolları bu bölgeden geçmiştir. Daha sonra Kapadokya Krallığı kurulmuş
kral Archeluis Aksaray'ı yeniden kurmuştur. Roma ile iyi geçinen kral
İ.S. 17 y.y. kadar hüküm sürmüştür. Hz. İsa'nın peygamberliğini ilan
etmesi ve hıristiyanlık dinini kurması ile yeni bir toplumsal kavga da
başlamış olur. Hıristiyanlığı yaymak amacı ile aziz Paul Kapadokya'ya
gelmiştir. Din karşıtları ile başlayan mücadele ile beraber bölgedeki yer
altı şehirleri artmıştır.. Ihlara Vadisinde
5000 yerleşim birimi ve 105 kilise olduğu bilinmekte. Nüfusu hızla artan
vadide meyvecilik, bağcılık, sebze ve Melendiz çayında balık avlanarak
geçimlerini sağlamışlar. Bölgeye 11 ve 13 y.y. Anadolu Selçukluları egemen
olmuş ve engin hoşgörüsü ile bölgedeki hıristiyanlık en rahat dönemini
yaşamıştır. Vadinin Belisırma ile Yaprak hisar arasında kalan kısımda bir
tıp okulu varmış. Bu okulda mumya dahi yapılırmış.
Sizlere sadece bir günde geze bildiğimiz yerleriyerleri aktara bildim. Daha gezilecek, görülecek yazılacak çok şey, yer var. Bu nedenle inşallah göremediğimiz, gezemediğimiz terleri gömek için birdaha Aksaraya gitmek gerekecek
Konya'da alt geçitlere "battı ,çıktı" denilirse buradada anayolların özel bir adıvar. 30 metrelik y,40 metrelik yol deniliyor.
önemli merkezlerinden birisi olan Aksaray, günümüzde de doğu-batı ve kuzey-güney yönleri arasında uzanan ana bağlantı yollarının kavşağında yer almaktadır. Güzelyurt'u, Ihlara Vadisi, Sultan Hanı, Eğri Minaresi, kış sporları turizm merkezi ilan edilen Hasan Dağı ve Ziga Kaplıcalarını ilerde görüşürüz temennisiyle uzaktan selamlayıp geçtik ile Anadolu'nun ortasında çekici bir merkez konumuna gelmiştir.
Gülağaç: Aşıklı Höyükte Mamasun Barajı nedeniyle yapılan kurtarma kazılarında yörede M.Ö. 8000 yıllarında insan topluluklarının yaşadığı tespit edilmiştir. Gülağaç'a bağlı Saratlı ve Camiliören köylerinde yeraltı şehirleri bulunur.
Güzelyurt: Günümüzde "Yüksek Kilise" olarak bilinen "Analipsis Tepesi" ve civarında çok miktarda işlenmiş obsidiyenden (volkanik cam) yapılmış taş baltalar ve seramik parçalarına rastlanması, burada "Kalkolitik Çağı" insanının yaşadığını göstermektedir.
Manastır Vadisi, Ihlara Vadisi, Analipsis Tepesi civarındaki "Peri Bacaları", Göreme ve Zelve gibi Kapadokya Bölgesi yüzey şekillerine iyi bir örnektir. Deniz seviyesinden 1485 m. yüksekliktedir. Burada tam bir yayla havası hüküm sürer.
Aşıklı Höyük
Acemhöyük
Antik Nora Şehri
Manastır Vadisi
Ihlara Vadisi
Musular
Camiler, Türbeler, Kiliseler Ulu Cami (Karamanoğlu Cami-Merkez)
Eğri Minare (Kızıl Minare-Merkez)
Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba)
Taptuk Emre Köyü ve Türbesi (Taptuk Emre Köyü)
Yunus Emre Türbesi (Reşadiye Köyü-Ortaköy)
Kaya Cami (Güzelyurt)
Selime Sultan Türbesi (Selime Köyü)
Kilise Camii (Aziz Gregorius Kilisesi) (Güzelyurt)
Aziz Anargiros Kilisesi (Güzelyurt)
Sivişli Kilise (Güzelyurt)
Selime Katedrali (Selime)
Kale Manastırı Kilisesi (Selime)
Yüksek Kilise (Merkez)
Kızıl Kilise (Sivrihisar)
Antik Nora Viranşehir (Helvandere Kasabası)
Ağaçaltı Kilisesi (Daniel, Pantanossa-Ihlara)
Pürenli Seki Kilisesi (Ihlara)
Kokar Kilise (Ihlara)
Eğritas Kilisesi (Ihlara)
Sümbüllü Kilise (Ihlara)
Yılanlı Kilise (Ihlara)
Saint Georges Kilisesi (Kırkdamaltı Kilisesi-Belisırma)
Bahattin Samanlığı Kilisesi (Belisırma)
Direkli Kilise (Belisırma)
Ala Kilise (Belisırma)
Karagedik Kilisesi (Belisırma)
Hanlar Ağzıkara Han
Alayhanı
Öresin Han
Sultanhanı
*********************************************************
BAŞKA BİRGÜN Betül Koz
Güneşin bize sevgiyle kucak açtığı bir pazar sabahı çıktık yola . Aksaray ı gezmek için yolun öğreteceklerine meraklı , heyecanlı bir vaziyette kalmaların bizden gideceğini düşünmeden gitmenin sevinciyle... İçimdeki yabancılık duygusunu bastırmaya çalışarak , tanıyacağım yeni insanları düşünerek otobüse biniyorum . Ve otobüste yabancı diye bir kavram yok herkes ahbap .
Sultan hanına uğruyoruz önce, taşduvarlarda sanki gelip geçenlerin izleri var. Birilerinin yaslanıp soluk aldığı , yollarına devam ederlerken uğrayıp geceledikleri bir yer imiş burası . Kim bilir kaç yolcunun hüznü , hasreti , neşesi , sevdası sinmiş taş duvarlara .
Yol boyunca samimi sohbetlerin yansıması oluyor yüzümüzdeki tebessümler, konuşmaları dinliyorum sessizce . Size göre sağda bana göre solda gölgesinde bir miniğin oturduğu akasya ağacı . Vê yol arkadaşımın cümleleri umudumu heyecanımı arttıran . İyi bir yol arkadaşı değil midir zaten en gerekli olan . elini hep uzatan . Bende iyi bir yol arkadaşına sahip olmanın verdiği şansı kullanıyorum . Ve yolculuğu güzel kılan Zeliha Gökçepınar abla oluyor biraz da .
Selime Manastırı bir sonraki durağımız . Herkesin meraklı bakışlarının toplandığının farkında mağrur bir biçimde poz veriyor tüf yığınları ve devam ediyor seyahatimiz hoş kelamlar eşliğinde . Adını renginden alan kızıl minare değişimiyle eğri minare aynı zamanda .
Ulu Camii bütün camiler gibi kalabalık yakarışların merkezi görünümünde, gittiğimiz vaktin tenhalığına rağmen . Ulu bütün camiler; ve bunun içindir ki başka yerlerde de ismi ulu olan camiler vardır. Çinisiz , sade bir güzellik gözlerimin önünde .
Somuncu Baba Türbesine girerken bir cümle dikkatimi çekiyor "Ne kahrı düşman elinden , Ne lütfu tanıdıktan bil . İşlerini hakka havale et onları Allahtan bil ." İstiyorum ki buraya nakşedilen cümle zihnime yüreğime nakşedilsin okuyup geçtiğim cümleler arasında olmasın tesirini yitirmesin . Somuncu babanın çile hanesi... Onun vuslata doğru giden yolunun mertebelerinden biri... Bu daracık mekanın onun gönlüne sonsuz genişlik hissi verdiğine inanıyorum, sekinete açılan bir kapı gibi ...
Geçtiğimiz yerlerden papatyalar, akasyalar ilişiyor masum çehreleriyle ellerimize . Gördüğümüz simalar samimi gülücükler bağışlıyor bizlere, minik yüreklerin oyunlarının heyecanı kolluyor sokakları, attığımız her adımda değişiyor dünya, yeni bir şey daha keşfediyoruz ve yol arkadaşımla paylaşıyoruz gördüğümüz güzellikleri .
Ihlara vadisinin sadrımı genişleten güzelliğine bırakıyorum kendimi, indiğim basamakların yorgunluğunu düşünmeden . Kuş seslerini dinliyorum, çiçek kokularını çekiyorum içime . Hani bazen olur ya öylece kalmak ister insan . İçimde bu arzuyu duyuyorum . Sonrasını düşünmeden derin bir nefes almak ...
Gezimizin son durağına doğru yol almaya başlıyoruz sonrasında . Gösterilen ilgiden memnun bir halde . Ve vakit geliyor, zaman çabuk geçiyor . Ardından sürüklüyor bizleri. Güzel bir gün geçirmiş olmanın huzurunu duyuyorum . Farklı ve güzel... Otobüsün camından el sallıyoruz kalanlara, dönüş yolu biraz uzuyor sanki... Konya'nın ışıklarını görüyoruz uzaktan ve Konya selamlıyor bizi muhabbetle . Bizler de selamını alıyoruz nasiplilerden olmanın şükrü ile...
***********************************************************************************
BİR GEZİNİN ARDINDAN İNSAN-MEKÂN OKUMASI
Hüseyin Mollaoğlu
Eskilerin deyimiyle tebdili mekanda ferahlık vardır diyerekten yollara düştük.Amacımız kültürün ve sanatın doğayla bütünleşmiş geçmişine uzanabildiğimiz ölçüde ulaşabilmekti.
Sanırım kültür içerikli faaliyet gezilerinin en güzel tarafı da kitapları bir kenara koyup mekanı-tabiatı ve bu bağlamda "insanı okuyabilmenin" güzel bir yanının olması...Geniş bir perspektiften baktığımızda ise yaşadığımız coğrafyanın medeniyetini,medeniyet anlayışını, algılayışını, insan-mekan-tabiat ilişkisi üzerinden günümüze kadar uzanan tarihi mirasın kültürle yoğrulmuş sanatsal dokularından payımıza düşen nispette idrak edebilmekti.
Özellikle bizim kendi medeniyetimize ait tarihi mirasımızda dıştan daha ziyade içe dönük bir derinliği ve yüceliği kendine gaye edindiğini müşahede ediyoruz.Bu zâhire nispetle bâtını daha değerli kılma anlayışı...Nasıl ki insanı var kılan,insanı insan yapan iç derinlik ise, mekanı da mekan yapan bâtını derinliğidir.Bu noktadan hareketle mekana sanatsal bir derinlik kazandıran medeniyetimiz, tarihi mirasımızı imar eden ecdadımızın iç dünyasının da bir nevi yansımasıdır.Anlıyoruz ki medeniyetimizin mekanla bütünleştiğini,mekanı var kılarken mekanı anlamlandırdığını , iç aleminden süzülüp gelen ince ve derin anlayışın mekanda kendini var ettiğini gözlemleyebiliyoruz. Göze hitaptan daha ziyade içe doğru yönelen ulvi bir serinliğin sanatla raks edişinin tezahürü de diyebiliriz
Mustafa Kutlu'nun ifade buyurduğu gibi;
" Dış-iç,zahir-batın ayrımının insanımıza ordan medeniyetimize yansıması bu ayrımların nasıl bir yapı ve birlik oluşturduğunun anlaşılması ; parlak ve gösterişli ve fakat içi kof unsurlara karşı nasıl duracağımızı belirliyor.İçteki değer kalbin safiyetinde, ahlakta, takvada, merhamette, şefkatte, hürmet ve hizmette saklı.İçimizi güzelleştiren, zenginleştiren, derinleştirip yücelten;dışa açıldığında bir potansiyel olarak bütün eylemlerimizde bize güç veren bu değerlerdir.Adeta sarayın iç hazinesi gibi."Bir caminin iç süslemesi gibi.."Meyve değil tohum,kabuk değil çekirdek,ceset değil ruh önemli"
Dolayısıyla medeniyetimizin insanda ve mekânda "içe" deruni bir incelik kazandırmayı kendine amaç edindiğini görüyoruz.
Gezdiğimiz katedral ve kiliseler de ise, kendi medeniyetimizin inşa ettiği tarihi yapılardaki o sıcaklıktan, çepeçevre sizi kuşatan o sükûnet dinginliğinden, huzurdan yoksun olduğunu belirtmeliyim. Medeniyetimizin imar ettiği yapılardaki farklılığın temel mihenk noktası ise; iç alemimizde varolan sevgi, merhamet, şefkat gibi soyut ifadelerin dışa vurumundan yükselen iç sesin insanı kuşatan, derin bir kavrayış alanına sürükleyen mekan içi süslemelerin -özellikle çini süslemesi gibi, ağaç işlemesi gibi- sanat estetiği açısından hal dilimize nüfuz eden bir anlayışla yapılmış olmasıdır.Bizde iç alemdeki soyutluk -kendin olma- ağır basarken,batı medeniyetinde dış alemdeki somutluk ,görsellik -başkası olma-ağır basıyor.Katedral ve kiliselerde bol bol resimlerin bulunması belki de bunun göstergesi.Batı medeniyetinin algılayışında "bakmaya" yönelik bir zevk tarzı var iken, bizde "görmeye" yönelik bir okuma anlayışı hakim.
Ama artık geçmişimizde bize ait olan bu güzel eylemlerimizi kaybediyoruz. Batı tarzı yapıların hüküm sürdüğü modern çağda, yüksekten baktığımız müddetçe de alçak gönüllülüğümüzü tevazuumuzu hassasiyetlerimizi koruyamayacağız.
Not: Böyle güzel bir gezi de emeği olan herkese teşekkürlerimi iletiyorum.
*************************************************************
AKSARAY'DAN YOLA ÇIKARSAK
Hüzeyme Yeşim Koçak
Hayat dağdağasında; kısa molalara, dinlenme duraklarına, iç enerjimizi tüketen yaşam ataklarına bunaltıcı telâşlara karşı yeniden dolma, imkânlarımızı seçeneklerimizi, bir başka "ben'i" fark etme ve değerlendirme ihtiyacıyla sık karşılaşıyoruz. Becerebildiğimiz kadar gündeliği sıradanlığı itip, mesafelere, çemberimizden bir nebze uzak durmaya, zamanı yavaşlatmaya...
Nokta(lama) esasen hareketlilik, seçenekler de sunuyor. Beden yorulurken, ruhumuzu teskin edip, iç dünyamıza eğilme fırsatını buluyoruz. Yakaladığımız dil ki doku(nuyor) dokunduruyor.
Gezilerde kısmen bu olguyu sağlayabiliyoruz. "Okumalar" ortaya çıkıyor, konuşmalar... Gezi dilleniyor, şehir söylüyor, mekânlar fısıldıyor ses getiriyor, söz götürüyor, kendini gösterirken sırlarını da açıyor, öğretiyor.
...
27.5.2007 tarihli, Aksaray gezisinde çevreme bir bakıyorum da, değerli arkadaşlarıma, gencecik zinde beyinlere, kalemle güzelleşen ellere, hiç de azımsanamayacak mutlulukların bahşedicilerine.. ne kadar talihli olduğumu bir kere daha söylüyorum kendime. Zenginleşiyorum.
Her zaman talebe olduğumu hatırlayıp, onlardan süzdüklerimden ve kurduğumuz içsel bağlantıdan yararlanmaya çalışıyor; "İnsan" olduğuma seviniyorum.
Bizi Egemen Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kerem İşkan karşılıyor. Onun sevecen içten rehberliğinde hafızalardan kolay silinmeyecek bir gün yaşıyoruz.
Sultanhanı Kervansarayı, Eğri Minare, Ulu Camii'yle Selçuklu havasını gözlemliyoruz. Ancak "Günün" eklediği, tamirat maksatlı uyumsuz parçalar düşündürüyor.
Keşke daha incelikli restorasyon çalışmaları yapılabilse, biz torunların ata ruhları yanında "yama" gibi durması yetmezmiş gibi, işimize çevremize de bu âhenksizlik ve imtizaçsızlık sirayet etmese; kopuk değil, bir bütünlüğün ayrılmaz parçaları halinde fert ve millet olarak kenetlenebilse, bir güzellik zinciri olarak geçmişimizle büyük ölçüde uzlaşabilse, geleceğe uzayabilseydik diyorum.
Bir an kendimi "Kırk yama" gibi hissediyorum. Toplumsal Ben'imizi hariçteki terzilerin eline verdiğinizde, nereye yamayacaklarını Allah bilir diye düşünmeden edemiyorum. "Sosyal yaralarımızı" "yama" vurarak tamir edebilir miyiz?
O yamadan; çağlara meydan okuyan güzelliklerden, malzeme olarak bile yerine koyamadığımız, hangi taşı kareyi nereye yerleştireceğimizi bilemediğimiz, köşe taşlarını kaybettiğimiz.. avare yırtık ruhlarımıza, yaralı bilinçlerimize geliyorum.
Güzellik algısının değişmesine mukabil, içimizdeki güzeli yoklama bulma çabaları da eksiliyor yozlaşıyor. Kazı, dünya nimetleriyle tükenmek için. İç hazinelerimize ulaşmak yolunda değil.
Yolculuğun ilerleyen dakikalarında.. kiliselerin donuk karanlık havasıyla, ibadethanelerimizin yükseltici, serinletici iklimi değişik duygular yaşatıyor.
Fakat ikisi içinde tam bir farkındalık hali yok. Ne birinin aydınlığını, ne de ötekinin karanlığını yeterince ayırt edebiliyoruz sanıyorum. Ziyanın getirdiği ve zulmete reddiyenin verdiği bir birikim şuur ve fiil yok.
Taşlara evler yaptık ama "kalp evini" taşlaştırdık. Mekânları süslerken, insanı donatamadık.
...
Fakat gezinin başında ziyaret ettiğimiz, -kendini tekrar hatırlatan- Somuncu Baba'nın güçlü ruhaniyeti teselli veriyor.
Somuncu Baba'nın itikafhanesi ve çilehanesine eğilerek erişilebiliyordu. Allah huzuruna ve O'nun imtihan "dünyası'na" boynu beli bükük, "dar kapıdan" girilebildiği gibi ancak...
Güzelin zorda olduğunu, emek zahmet sabır gerektirdiği, çağa yüzyıllardır ekmek dağıtanların, sofrası bakî kalanların, Hz. Mevlana gibi ölümsüz mesajı günümüze ulaşanların, derûnun müziğini yapan bestekârların ve dilbaz inşacıların çektiği zorlukları görüyor, kısmen duyumsuyoruz. "Büyüklüğün" kolay edinilmediğini, bir kez daha tespitliyoruz.
Şeyh Hamid-i Veli, dağıttığı ekmekler kadar sıcak muhabbetiyle, gönülleri çarpıyor sarıyor.
Ihlara Vadisi'nde, bir tecessüsün açlığın ve düşüncenin içindeki, inanç yollarını öğrenmeye, iman tazelemeye hevesli, ülkelerinden kopup gelen ileri yaşlardaki turistler ilgimizi çekiyor. Bizim sevda(lı)larımız nerede?
Aslında ne çok perdemiz engelimiz vardı, ama çok şükür ki devasa umutlarımızda...
Selime Kalesiyle, Güzelyurt'u, Rum Evleri, Rahibe Okulu, Kültür Parkı'yla, âsude, sevgi iletili demler yaşıyoruz.
Muhabbet saatlerini genişletiyoruz. Atmosfer kadar, bu iç bahar da sersemletiyor.
Mehmet Çınar'lı, İlhan Geçer'li, Yavuz Bülent'li Hisar Dergisi'nin bağrında yetişen Vali Sebati Buyuran Beyefendi'nin verdiği akşam yemeğinde ise ayrı güzellikler yaşanıyor. Bir "Aksaray tadı" yüreklere siniyor ve gönül köşelerine çekiliyor. Ayrılık zorlaşıyor.
Ben yetkililerden bütün Aksaray halkına, geziyi tertipleyen TYB Konya Şubesi'ne, Sayın Vali, Güzelyurt Kaymakamı ve Sayın Köseoğlu'na herkese pek çok teşekkür ediyorum.
Aksaray gerçekten görülmeye değermiş.
**********************************************************************
31.06.2007
AKSARAY'IN SOMUNCU BABASI
MUSTAFA AZILIOĞLU
Aslında gezi ve şehir yazılarında pek mahir oldugum söylenemez. En azından ben kendimi bu alanda fakir addederim. Bu nedenle de TYB'nin "yazılacak çok şeyimiz var" yazı silsilesine bilerek isteyerek biraz geri durdum, pek bu sahada olmak istemedim. Ama ne varki; TYB'nin Kıymetli Başkanı Ahmet Köseoğlu ve Sevgili Ümit S.Taşkesen kardeşimin ricaları üzerine okumakta oldugunuz bu yazı bana icab-ı vacip oldu.
Bir Pazar sabahı hafif bir kahvaltı sonrası adliye binası yanındaki yazarlar birligi önüne aracı park ettikten sonra,Konya'nın kıymetini daha sonra anlayacagı önemli degerlerinden biri olan İbrahim Demirci beyle hasbıhal edip gezi için gelen diger hazirun ile selamlaşıp araca topluca binerek Aksaray'a hareket ettik.Gezip gördügümüz yerleri anlatmayacagım.Yalnızca edindigim izlenimlerimi sizlere nakledecegim.Konyalı Kerem İşkan'ın nazik kibar hoşsohbet ve esprili rehberligi ve evsahipligi yanında nükteli söylemleri gerçekten hoştu. Onun aracın ön koltugunda elinde mikrofon" bana göre sol,size göre sag tarafta..." şeklindeki tanımlamaları araçta bulunan herkese samimi ve sıcak bir hava estirdi.Kerem İşkan, Aksaray protokolu üzerinde çok güzel bir etki bırakmış.
Tarihi İpek Yolu üzerinde Sultanhanı tüm haşmetiyle asırlardan günümüze verdigi mesajla muhteşemdi.Bizim gelenegimizde otel kültürü yok.Seyyahlardan üç gün için hem kendi hem atları için bila meccane olması ücret alınmaması ne kadar büyük bir medeniyet anlayışının sahibi oldugumuzu ifade etmesi açısından hakikaten önemli bir bakış açısı idi.Herşeyin merkezine insan unsurunu koyan ecdat, hiçbir ayrım yapmadan bu anlayışını herşeyde heryerde ortaya koymuş.
Üniversitemizin genç sanat tarihçileri, yaptıkları sunum ile çok iyi yetiştikleri ni gösterirken, tüm sorulara verdikleri dogru ve doyurucu cevaplar ile seviyeleri belli oluyordu. Ayrıca benim begenimi kazandılar.Aksaray gerçekten medeniyetlerin merkezi olmuş bir ilimiz.Hem İslam medeniyetinin hemde Hz. İsa'nın gerçek ögretisinin tam ortasında kesişme noktası.Bizim inancımız geregi Hz İsa hak bir peygamber ve ögretisi hak ve dogru olan bir din.Ama zamanla tahrif edilerek bugüne gelinmiş.Bu bizim sahamız olmadıgı için üzerinde durmadan geçmek istiyorum.Ama İsa'dan sonraki yüzyıllarda milyonları bulan ümmetinin ne kadar dindar olduklarını yaptıkları mabetlerden anlamak mümkün.Ben bu mabetlerin camiye çevrilmelerini asli hallarinin degişimini hiç hoş bulmadıgımı ifade etmek istiyorum.Herşey asli unsurları ile kalsa ne kadar iyi olurdu.
Aksaray ve Güzelyurt çok degerli bürokratlara sahip.Sayın Vali ve Sayın Kaymakam beyler,turizm'in önemini kavramış beyefendi insanlar.Kendilerine teşekkür ediyorum.Ihlara vadisine kanyonun en dibine kadar insanları aşagı yukarı taşyacak asansör ihalesini yapmışlar.Turizm en az sanayi kadar bir şehrin vazgeçilmezi.Aksaray ve Güzelyurt ilerki yıllarda Hristiyan dünyasının en fazla ugrak verip döviz bırakacagı yerler.Benim çocuklugumun üzerinde geçtigi tarihi Karapınar halısını yıllar sonra güzelyurtta konsolos beyin evinde görünce bayagı duygulandım.Vaktiyle Validemin elden çıkardıgı o halı beni ta yıllar ötesine götürdü.İçim cız etti.Çocuklugum gençligim hatıralar o zamanın insanları bir bir gözümün önünden geçti.Geçmişe özlem tahattur denilen şey bu olsa gerek.
Somuncu Baba bir büyük veli.Allah ondan razı olsun.Dergahının kapısındaki kitabe beni adeta zabt-ı rabt altına aldı.Şöyle diyor büyük veli günümüz türkçesi ile:"Lütfu ne dosttan ne yarandan bil,kötülügü de ne düşmandan, her ikisini de hak'tan bil. Diriyiz daim ölmeyiz.Karanlıkta da kalmayız.Çürüyüp toprak da olmayız. Bize leylü nehar nazar olmaz."
Türbesinin şanına yakışır bir şekilde haşmetiyle gökkubbeye uzanan bir şekilde dikilmesi için Aksaray üzera vüzerasına iş düşüyor.Düşünün bir Mevlana 'yı, birde Somuncu Baba'nın mazbut türbesini.Biz degerlerimizi göklere çıkarmadıkça maddeten ve manen ilerleyemeyiz,büyüyemeyiz.
Anadolunun Türkleşmesi İslamlaşması en güzel bir şekilde bu cografya'da anlaşılabilir.Burda yaşamış aslında Türk olan ve galat-ı meşhur Rum diye anılan Karamani Türkler yani Hristiyan Türkler bu cografyanın unsurları. Böyle bir cografyada eger Somuncu Baba gibi iman-ı kamil müminler ve mürşitler yaşaması idi,sanıyorum Anadolu cografyasının Macaristan Bulgaristan Yakutistan' dan bir farkı kalmazdı.Somuncu Baba gerçekten büyük bir zat.Dedigim gibi beni çok etkiledi.Konyalıların Mevlana'sı ne ise Aksaraylı'larında O. Karapınar ve Aksaray aslında aynı kültürün yogruldugu yerler.Turizm alanında işbirligi ve tanıtımda ortak hareket etmeleri gerekir.Turizm'in önemini anlayanlara ne mutlu.Dedigim gibi gezi ve şehir yazılarından fazla anlamam.Sürç-ü lisan etmişsek affola.
********************************************************************
GAİLESİZ MİLLETİZ VESSELAM...
Nagehan YILMAZ
27 Mayıs Pazar günü Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin düzenlediği Aksaray gezisindeydim. Aksaray Valisi Sebati Buyuran, özel bir ihtimamla misafir etti bizi. Organize ettiği muhteşem akşam yemeğine eskortlar eşliğinde gittik. Bu ihtimamdan ne kadar memnun olduğumuz yazıma gezinin sonundan başlamış olmamdan belli olmuştur herhalde.
Şimdi başa dönelim.ilk durağımız yol üstündeki Sultanhanı kasabasında bulunan kervansaraydı.1229 yılında Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan kervansaray; revak, hamam,köşk,mescit ve seki kısımlarından oluşan klasik bir Selçuklu mimarisi..restore edilmiş ve gayet iyi durumda görünüyor.
"Aksaray Pizza" ismiyle de anılan Kızıl Minare Camii 1222 yılında 27 derecelik bir eğimle inşa edilmiş ve zamanla bu eğim artmış. Yıkım tehlikesiyle karşı karşıya olan cami minaresi çelik halatlarla desteklenmiş durumda. Merak edenlerin acilen ziyaret etmesini tavsiye ederim.
Ulu cami, namı diğer Karamanoğlu Mehmet Bey Camii ise halen restorasyon aşamasında.1402 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılan caminin ne yazıktır ki kitabesi kaybolmuş.
Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba Mescidi ve Türbesi Aksaray'da mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden. Somuncu Baba burada yerin metrelerce altındaki kısa ve dar çilehanesinde hamlıktan olgunluğa erişebilmek için günlerce aç susuz çile çekermiş.
Türbe etrafında birçok mezarlık var bununla birlikte çevrenin sessizliği ve çalan uhrevi müzik insanı farklı dünyalara sürüklüyor.
Dere kenarında kaya yerleşmeleri ve köy manzaralı öğle yemeğimizi Türk Telekom İl Müdürünün sponsorluğunda Beli Sırma'da yiyoruz.
Güzelyurt ilçesindeki Aşağı Cami 385 yılında Aziz Gregoruos tarafından yaptırılmış ve 1924 yılından sonra cami olarak kullanılmış. Dünyanın ilk kilise korosunun da burada icrada bulunduğu söyleniyor.
Aynı bölgedeki Sivişli Kilisesi de tanzimattan sonra tek bir kayaya oyulmak suretiyle yapılmış. Kilisenin kubbesi Hz İsa ve on iki havarisinin freskolarıyla bezeli.
Ihlara Vadisi'nin devamı olan kayalarda ise Selime Katedrali bulunuyor. Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde önemli bir yerleşme olan bölgedeki kilise ve yerleşim yerlerinin yüksek kayalıklara yapılmış olması dikkat çekici.
Gelelim sadede, bu yüksek kayalara yapılan yerleşmeleri gezimiz adeta bir parkuru andırıyordu. Çok sayıda turistin ziyaret ettiği bu bölgede acilen bir yenileme ve çevre düzenlemesine ihtiyaç var. Geçtiğimiz haftalardaki Ilgın yazımda da belirtmiştim sahip olduğumuz kültürel değerlere ilgisiz kalışımıza anlam veremediğimi. Konya'ya has bir şey olmadığını gördüm rahatlamadım aksine daha çok üzüldüm. Aslan yattığı yerden belli olur demiş atalarımız kemikleri sızlıyordur herhalde. Biz Türklere ne oldu böyle? Namımızı cihana yayan bir ecdadın torunlarıyız biz. Birçok kültürel mirasa sahipken neden sahip çıkmıyoruz onlara. Beni en çok üzen de milli popüler kültürümüzü her zaman olduğu gibi buradaki tarihi yapılarda da sergilemiş olmamız. Takım kısaltmaları, isimler ilaahire bir dizi yazıyı bu eserler üzerinde görünce kendimizi kendimize ve yabancı turistlere bu şekilde rezil edecek kadar bilinçsiz miyiz diye sormadan edemedim.
Dilerim milletçe bir an önce özümüze döner ve bu tahriplerden ve bayağılıklardan vazgeçeriz. Bir gün yeniden tüm dünyaya ilmiyle, kültürüyle örnek teşkil eder hale geliriz.
Umarım ben yazmaktan yorulmadan birileri durumun vahametinin farkına varır ve bu eserleri turizme elverişli hale getirir.
Yemek esnasında Aksaray valisinden aldığımız müjdeyi de iletmek isterim. Ekibimiz Ihlara Vadisi'ne indiğinde birkaç kişi o uzun basamakları tekrar çıkamama korkusuyla inememiştik ve vadiyi yukardan seyretmekle yetinmiştik. Hatta buraya teleferik mi yoksa asansör mü yapılsa daha iyi olur diye hayaller kuruyorduk ki meğer hayal değilmiş. Valimiz bize, Ihlara Vadisi'ne bir asansör yapılacağı müjdesini verdi. Umarım bu proje en kısa zamanda hayata geçer ve diğer eserler içinde benzer çalışmaların ilk ayağını oluşturur.
Gezimiz sırasında Bizi en iyi şekilde ağırlayan valimiz Sebati Buyuran'a, Telekom İl Müdürümüze ve mihmandarlarımıza, yolculuk boyunca her türlü cefamıza katlanan Ümit Taşkesen ve Ahmet Köseoğlu'na teşekkürler.
***************************************************************
MUHTASAR AKSARAY SEYAHATNAMESİ
Nazmi Zengin
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nden sevgili Ümit Taşkesen'in davetini aldığımda doğrusu bir çoğunu ismen tanısam da cismen ilk kez bir arada bulunacağım bir otobüs dolusu eli kalem tutan insanla birlikte yapacağım geziden hoşnut olup olmayacağım konusunda tereddüt etmiştim.
Konya-Aksaray yolundan her geçişimde adeta "Orada bir han var uzakta/ Gitmesek de görmesek de o han bizim hanımızdır" diyerek teğet geçtiğim Sultanhanı'nı yakından görmek heyecan vericiydi. Burada değerli kültür ve sanat adamı Prof. Dr. Haşim Karpuz hocanın verdiği bilgiler "han"ın "hamam"ın ne olduğunu iyice anlamamıza vesile oldu.
Aksaray'a girdiğimizde kavun içi montu ve siyah gözlükleriyle Kerem İşkan karşıladı bizi. Konya'nın Aksaray ellerine gönderdiği bir "fevkalade büyükelçi" olarak değerlendirdiğim Kerem İşkan, gezimiz boyunca en ufak ayrıntılarla bile ilgilendi. Onun ve yeri gelince yılanı deliğinden çıkaran, yeri geldiğinde de taşı gediğine koymaktan geri durmayan dili ile Ahmet Köseoğlu'nun olağanüstü çabaları ile sevk ve idaredeki müstesna başarıları olmasaydı programım tam zamanında bitirilmesi asla mümkün olamazdı.
Aksaray Kültürparkı'ndaki mükellef kahvaltıdan sonra Eğri Minare'yi ve şehrin sahibi Somuncu Baba'yı ziyaret ettik. Selime, Aksaray'dan çıktıktan sonraki ilk durağımızdı. Usulüne uygun olarak restore edilmediği besbelli olan kümbetinde yatan Selime Hatun'u yol kenarından selamladıktan sonra Selime Katedrali'ni örmek üzere tırmanışa geçtik. Rehberimiz Alev Hanım'ın efradını cami ağyarını mani açıklamalarıyla oralarda kadim zamanlarda neler olup bittiği konusunda aydınlandık.
Belisırma yolunun Eğiste Deresi yolundan daha riskli olup olmadığı tartışmasını noktalayamadan kendimizi Melendiz Çayı kenarındaki lokantalardan birinde bulduk. Aksaray Telekom Müdürü olan Beyşehirli hemşehrimiz Ahmet Bey'in kültür ve sanata verdiği desteğin bizi ağırlamakla kalmayacağını, Aksaray'ın tarihiyle ilgili kitaplara da destek verebileceğini öğrenmek gönlümüzü genişletti.
Güzelyurt'un nazik kaymakamının otobüsümüzü teşrif ederek bize "hoşgeldiniz" demesi ve en kısa süre içinde en yüksek verimi alabileceğimiz bir gezi için imkanlarını seferber etmesi büyük incelikti. Hengameci Sokak'ta kendimi yüzyıllar öncesinde, Kilise Camii'nde Anadolu'nun İslamlaşma döneminde, Sivişli Kilisesi'nde mübadelenin hemen öncesinde hissettim. Bu sözlerimin tarihsel gerçeklikle örtüşmediğinin farkındayım, ama insanın duygu dünyası zaman zaman gerçekliği aşmasa ne insanın "homo erectus"tan öte bir varlık olması, ne de şimdiki kültür ve sanat birikimini yaratabilmesi mümkün olabilir miydi?
Vadiler benim için hep çekici olmuştur, en çok da tabanından akan su ve etrafındaki yeşillik. Tabii ki söz konusu olan Ihlara Vadisi olunca işin içine bir de inanç faktörü de giriyor. Hangi inançtan olursa olsun, insanların zulme karşı direniş öyküleri gönül tellerimi titretir. Ne zaman Ihlara'ya varsam İsa peygamberin safiyeti ve o safiyete bağlı bir yaşam kurmak isteyen insanlar gelir gözlerimin önüne. Bu duygularla Yılanlı Kilise'ye ulaştığımda içeridekilerin dışarı çıkmasını bekleyen kalabalık, içeri girdiğimde karanlıktan neredeyse hiçbir şeyin görülemediği bir ortamda patlayan flaşların görme duyumu iyiden iyiye felç etmesi beynimde bugüne dair düşünceler uyandırdı: Sadece vadiye iniş çıkış değil, bu alandaki tüm ziyaretçi hareketleri ciddi düzenlemelere tabi tutulmalı, iç mekanların aydınlatılması için aklı ve gönlü mecz edecek çözümler üretilmeli.
Akşamüzeri daha ayrıntılı olarak tanıma fırsatı bulduğumuz Aksaray Kültürpark'ı şehirlerimizin muhtelif yerlerinde adeta mezbelelik halindeki alanlarda betondan bunalan insanlar için nasıl çağdaş soluklanma alanları yaratılabileceğinin güzel bir örneği. Beni tek rahatsız eden nokta benzer alanlar hizmete sokulamazsa buranın şehrin kalabalığını taşıyamayıp çökeceği düşüncesi oldu.
Bir hakkı teslim etmek adına "Hoca, reklam yapıyorsun" ithamını göze alabileceğim nadir mekanlardan biridir Aksaray'daki Ağaçlı Tesisleri. Yıllar içinde hizmet birimlerinin ve hitap ettiği müşteri kitlesinin büyümesine rağmen kalitesinde en ufak bir azalma olmayan bu güzel tesiste verdiği akşam yemeğinde Aksaray Valisi Sayın Sebati Buyuran'la birlikte olmak bizim için bir onurdu. Sebati Bey'in öğrencilik yıllarında Hisar dergisi'nde çalışmış olduğunu öğrenmek, Aksaray'da kültür, sanat ve turizm faaliyetlerinin gelişmesi için şevkle çabaladığını görmek günün yorgunluğunu unutturan güzelliklerdendi.
Saat 23:30'da Konya'ya ulaştığımızda gözlerimizden ağır ağır gelen uykunun ağırlığının yanı sıra hafızalarımızdan uzun süre silinmeyecek sanat, kültür ve tarih dolu bir gün geçirmiş olmanın mutluluğu okunuyordu.
*************************************************************************
Konya-Aksaray hattı
Oktay Sarı
oktaysari@gmail.com
Televizyon kanallarının ve internet haber sitelerinin sayısının hızla artışı, beraberinde insanların habere olan merakını da artırdı. Bırakın bulunduğunuz şehri, yüzlerce kilometre uzaklıkta yaşayan herhangi bir insanın başına gelenler, hatta başka başka ülkelerde cereyan eden hadiseler insanları üzer, telaşlandırır, meraklandırır oldu. İki sayıyı toplamayı, çıkarmayı zar zor yapan kişiler enflasyondan, cari açıktan, gayri safi milli hasıladan bahsetmeye, filanca iktidar döneminde yabancılara daha fazla toprak satıldığını iddia etmeye, ülke kalkınması için yapılması gerekenleri bir ekonomist gibi anlatmaya başladı. Peynir ekmek alır gibi bankalardan kredi çekilmesi, kredi kartı cüzdanları taşınması âdetten oldu.
Eski Türk filmlerinde kalan aşk ve sevgi cümleciklerinin yerini sayısal veriler aldı. Yirmi-otuz yıl önce evlerin damında tellerle tutturulan upuzun televizyon antenlerinin yerini de sayısal karasal yayınlar aldı. Spor-Toto out, Sayısal Loto in oldu. Eskilerin gözde siyasalcılarının pabucu dama atıldı, ÖSS'de sayısalcılar egemen oldu.
Sayının insan hayatında baskın rolünün artması şehirlere de etki etti. Şehir ruhu, yerini şehrin sayısal üstünlüğüne bıraktı. Şehir nüfusundaki sıralaması, gelir düzeyi sıralamasındaki yeri, üniversite ve öğrenci sayısı, fabrikalarının çokluğu, alt ve üst geçitlerinin fazlalığı, motorlu araçların artış hızı şehirleşme düzeyini göstermede önemli parametreler oldu. İnsanların huzur ve mutluluğunu test eden bir yöntemin olmayışı, yöneticilerin de böyle bir kaygısının bulunmayışı neticesinde cüssesi büyüyen, ruhu küçülen şehirler meydana gelmeye başladı.
Büyüyen, fakat ruhsuzlaşmaya başlayan doğduğum şehir Konya'dan Aksaray'a hareket ederken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, aslında merak da etmiyordum. Çünkü büyüyen şehirde benim de ruhum hissizleşiyordu. Aksaray'a daha önceleri teğet geçmiştim. Üniversitede okurken gittiğimi ve gezdirildiğimi hatırlıyorum, ancak Ulucami silüeti ve Somuncu Baba Türbesi dışına çıkaramıyordum zihnimi.
Bir hafta öncesine kadar yeni tabirle "sanal ortam"da görüştüğüm Ümit Taşkesen'in Yazarlar Birliği adına yaptığı nazik davet "niye Aksaray?" sorusunu kazıdı beynime. Okumuş ya da bir şeyler okuduğunu zanneden insanın belki de en aciz olduğu ve engelleyemediği dürtü işte bu "niye"ler. Belki de insanı rezil rüsva eden bu "niye"lerdir. Sekülerleşen insanın yanından ayıramadığı, birgün eline ayağına dolaşacak binlerce soru işaretinin ortak adıdır "niye"ler.
Hep güney sahillerine ya da günümüzün modası Karadeniz'e düzenlenir ya geziler, Aksaray da nerden çıkmıştı? Küçük bir şehir değil miydi orası. Herhangi bir cazibesi de olmasa gerek. Kim bilir nüfus sıralamasında nerelerde yer alır?
Hakiki Konyalı Ahmet Köseoğlu'nun rehberliğinde yola çıktığımızda onu tam olarak tanımıyordum. Onbeş dakikalık rötarla başlayan yolculuğun, planlanandan sadece onbeş dakika geç biteceğini kesinlikle tahmin edemezdim. Bu ustalık da Ahmet Bey'e ait. Bir otobüs dolusu insanı sevk ve idaredeki kabiliyetini gördükten sonra, yolda anlattığı meslek anıları başkasından dinleyip teyit ettirmeye mahal bırakmayacak kadar inandırıcı oluyordu. "Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz" atasözü cuk diye Ahmet Bey'de yerine oturuyordu.
Elli kişiyi aynı anda taşıyan modern makinemizle İpekyolu'nda yarım saatte ulaştığımız Sultanhanı'na, 1200'lü yıllarda develer üzerinde kim bilir kaç günde geliniyordu? Alaaddin Keykubat belki 800 yıl önce bugünü görüyordu ve sayısallaşan ve modernleşen günümüz insanına taştan nasıl bir sanat mucizesi oluşturulabileceğini gösteriyordu. Han kapısı üzerindeki sembollerin bilgisayar çağında hâlâ taklit ediliyor oluşu, medeniyetin taklitler silsilesinden ibaret olduğunun bir göstergesi değil mi? Ama bu taklit, taşlar üzerinde değil, kağıt üzerinde ancak yapılabiliyor. Yüz binlerce taş ve beton eserin üzerinde sanata dair hiçbir şey görememek "muasır medeniyet" seviyemizi ne de güzel gösteriyor. Mimari konusunda Turgut Cansever'e atıfta bulunan Kemal Özer'in sözleri aklıma geliyor ve değiştirerek kendime uyarlıyorum: "Diyojen'in elinde fenerle insan aradığı gibi ben de binalara ruh katacak mimar arıyorum". Kim olduğunu bilmediğim o mimarı dönüşte Ağaçlı tesislerinde bulacaktım belki de.
Aksaray Kültürpark'ta kahvaltı için durduğumuzda Konya'da bir zamanlar Fuar namıyla bildiğimiz, otuz-kırk yıl önceki Konya'nın belki en nezih mekanının tacizler sonrası geldiği son hâl geldi aklıma. Fiziksel taciz bizim Fuar'ımızın ismini de değiştirmişti. Utanıyordu adeta eski isminden ya da tanınmamak istiyordu. "Sağımdan biraz kırptılar, solumdan biraz kırptılar, en sonunda da terk ettiler" diyordu bizim eski Fuar, yeni Kültürpark. Aksaray'ın Kültürpark'ının ise sadece isim benzerliği vardı. Hani bizim hep öcü gibi gördüğümüz özel sektör var ya, mezbeleyi adam etmiş. İçine spor tesisleri, yeşil alanlar, dinlenme ve eğlence mekanları yerleştirmiş. Ah Konyam, neden sana böyle güzel mekanları reva görmezler? Neden senin içine tıka basa evler, alışveriş merkezleri yerleştirerek içinde insanı boğmaya çalışırlar? Sen Aksaray'ı beğenmezdin, ama Aksaray büyümüş de küçülmüş. Sen gerçekten büyüktün, payitahttın. Sonraları bakımsız bıraktılar. Şimdi ise büyüme hormonu ile seni büyüterek kalbine bir hançer saplıyorlar.
Eğri Minare, nam-ı diğer Kızıl Minare bir başka durak noktamız. Selçuklulardan yadigar, Horasan harcı ile yapılan, mavi-yeşil çinilerinden tek tük izlerin kaldığı görkemli sanatlı kule. "Bırakın Piza'yı bana gelin" dercesine eğilmeye devam etmiş, zor zaptediyorlar çelik halatlarla. Sonra, Karamanoğlu Mehmet Bey'in yaptırdığı Ulu Camii'yi gezdik aynı gururla. Keşke son yüzyılda da böyle haşmetli, heybetli eserler yapılabilseydi de başı eğik gezmeseydik Anadolu'da.
Somuncu Baba Türbesi'ni çevreleyen estetikten yoksun yapılaşma hepimizi üzdü, lakin yeni projelerin olduğunu duymak bize bir oh çektirdi. Sonra Selime Sultan Türbesi'ni duvarın dışından temaşa edip Selime Kalesi'ne hafif bir tırmanış yaptık. Selime Katedrali Aksaray'daki onlarca Hıristiyan mabedinden biri. Yüksek kayalar oyularak yapılmış olan bir mabet.
Aksaray'ın büyüsünü anlatırken az kalsın Kerem İşkan'ı unutuyordum. Konya'dan transfer olan, Aksaray'da tanınan ve sevilen, gezi organizasyonunu da eksiksiz yerine getiren başarılı bir gazeteci.
Güzelyurt ilçesindeki bir kafede "observation" yazısını görünce önce ne olduğunu anlayamadım. Yanındaki Türkçe karşılığını görünce gülmekten kendimi alamadım. "Gözlemek" anlamındaki kelime "gözleme" yerine kullanılıvermişti. Yurdum insanının uydurma kabiliyeti. Ne yapsınlardı ya? Yüzlerce yıldır birilerine yabancı dil öğretildi yurdumda, ötekiler ise "this is a book"un ötesine geçemedi. Anadolu insanının kalkınıp gelişmesini nedense birileri içine sindiremedi. Ve işte gelinen netice. Tüm çatışmalar Anadolu insanını engelleme azminin neticesi değil mi zaten?
Güzelyurt'ta Rumlardan kalan onlarca, belki yüzlerce ev ve gene sayısız kilise. Mübadelede her iki tarafta vatan değişimine zorlanan insanlar. Devletler istedi diye tersyüz edilen milletler. Ve, "çok sesli müzik çağdaşlıktır" demesine rağmen çok sesli, çok kültürlü topluluklara tahammül edemeyen kafalar. Tek tip insan oluşturma projesinin insan doğasına uymayacağı test edilip onaylandığı halde, tek tiplilikte inat eden kafatasları.
Tabiatın, tarihin, coşkunun ve korkunun iç içe geçtiği yer Ihlara. Merdivenlerden inerken başlayan sevinç ve aynı zamanda ürperti, aşağıya inince yerini hayrete, bir o kadar da dehşete bırakıyor. Beden yerinde dururken, ruh yüzlerce yıl öncesine gidip geri geliyor. Bu gidip gelmeler bir an oluyor ki zaman ve mekan uyumu kayboluyor Ihlara'da. Yapımına başlanacağı söylenen panoramik asansör, belki de bu karmaşık duyguyu saniyeler içinde yaşatacak ziyaretçilere.
Aksaray ziyaretimizi eşine ender rastlanan bir dinlenme tesisinde tamamladık. Mimarimiz yok olmamış, yeniden diriliyor düşüncesi, hiç akla gelmedik bir mekanda, bir dinlenme tesisinde tecelli etmişti. Selçuklu'yu ve Osmanlı'yı günümüze getirip yeni bir boyut katan, takdir edilmeyi hak eden bir mimari. Sanata ve tarihe değer veren Vali Sebati Buyuran, bu mekanda kafalardaki "vali" kavramını değiştiren bir konuşma yaparak, istenirse bürokrasinin elinden de harikaların meydana gelebileceğini "hâl ve gönül dili" ile ispat etti.
Kafamdaki istifhamlara cevap veremeyeceğimi bildiğim hâlde düşünerek geldim Konya'ya. "Ey Konya! Kapanan bahtın ne zaman açılacak?"
*******************************************************************
Orta Çağda Türk Ticaret Yapılarından Kervansaraylar
Yusuf ALTIN
GİRİŞ
Konya Yazarlar birliğinin düzenlemiş oldukları Aksaray ilinin tarihi, turistlik bölgelerine yapmış olduğu geziye ilk defa katılıyordum. Değerli hocam Prof. Dr. Haşim Karpuz başkanlığında, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi müdürü Bekir Şahin Bey, beş sanat tarihçisi katılarak gezi; ilmi bilimsel yönden desteklenmiş yazarlarımızın desteğiyle geniş ufuklara doğru yol alınmıştır. Bütün yol arkadaşlarından gezi notları istenmiş bende sanat tarihçisi olarak Türkçeyi güzel konuşan yazan yazarlara bir vefa örneği olarak kalemimin yazdığı ölçüde bilgi, düşüncelerimi yansıtmaya çalışacağım.
Bu kısa yazımda saat saat, nokta nokta bölge, yer anlatmayacağım. Bunu yapan değerli arkadaşlarımız elbette olacaktır. Gezimizin ilk durağında Aksaray'ı taçlandıran Anadolu Selçuklu kevansraylarından bir yapı örneği olan Sultan Han'dan bahsedeceğim. Sizlere bir Orta Çağ örneğiyle 776 yıllık tarihi bir geçmişi olan yapıyı sunup, Türk Sultanların yapmış olduğu ticari faaliyetlerden söz edip Günümüzdeki koruma kullanım sorunları nedir? Nasıl yaşatılabilir soruların cevap arayacağız?
Anadolu'nun coğrafi konumu sebebiyle Asya Avrupa kıtaları arasındadır. Anadolu Bizans yönetiminde iken 1071 Malazgirt zaferi sonrası hızlı bir şekilde Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından Anadolu'nun fethedilmesiyle beraber yurt edinme çabaları artmış, Anadolu Selçuklu Devletinin kuruluşuyla XII. yy. haçlılarla İslam âleminin mücadelesine sahne olmuştur.
XII yy. sonlarına doğru Anadolu'nun birliği sağlanmış Anadolu'nun her bölgesinde imar faaliyetlerine başlanmıştır.1207 'de I. Gıyaseddin Keyhüsrev Antalya'yı, 1214'te I.İzzettin Keykavus Sinop'u, 1222' de I. Alaaddin Keykubad Alaiyyeyi Antalya'yı Anadolu topraklarına ilhak ederek Anadolu'nun deniz ticaretini ele geçirmişlerdir. Antalya, Alanya, Sinop, Samsun limanlarından Ankara soflaro, şap, yün, deri, kuru gıda, ipekli dokuma batı, doğu, kuzey ülkelerine gönderiliyor. Mısır, Venedik, Ceneviz, İtalyanlar la ticaret yapılıyor, lüks kumaş, baharat, keten şeker satın alınıyordu.(1) Bunun neticesinde Doğudaki memleketlerle Batı kavimleri arasında süre gelen ticari ilişkiler için siyasi engeller ortadan kalkmış Anadolu büyük önem kazanmıştır.2Anadolu Selçukluları sosyal iktisadi refah seviyeler XIII. yy. başlarında I.Keykavus, I. Alâeddin zamanında zirveye ulaşmıştı. Bu yüzden XII. yy. Avrupalı Orta Çağ yazarları Türkiye yi efsanevi zenginler diyarı olarak göstermişlerdir.3
Çin den Orta Asya'ya, orta Doğudan Akdeniz'e kadar uzanan ve ilk çağlardan itibaren dünya ticaretin de büyük yere sahip olan Tarihi İpek Yolunun yeniden canlanışıyla Akdeniz dünyası ile Doğu arasındaki Transit yollar üzerinde bulunan başkent Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas ve liman kentleri olan Sinop, Antalya, Alanya, fetih edilmiş yolların güvenliği Anadolu Selçuklu Devleti tarafından sağlanmıştır. (4)
Anadolu'nun Selçuklu Devletinin Sultanları siyasi başarılarının yanı sıra ülkenin iktisadi ve kültür yönden gelişmesi için büyük önem vermişler, yaptığı seferlerle ticaret yollarının güvenliğini sağlamışlardır. II. Kılıç Aslan ilk adımı atarak Aksaray yakınlarında bir kervansaray yaptırır. Artukoğulları'da aynı yolu izleyip 1164 yılında Ahlat'tan Bitlis'e doğru köprüler, hanlar inşa ettiler. Anayolunun dört bir yanına ana arter damarlar yanında kılcal damarlar şeklinde birçok kervansaray yaptırmışlardır.5
Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk'eseri Siyasetnamesinde sultanların görevlerini sayarken yeraltı su altı yoları açmak, kanallar, köprüler kurmak, toprağı işlenir haline getirmek, tekke, han, kale, derbent, medrese yapmak ülkeyi güzelleştirmek diye ifade eder6
Anadolu Selçuklu Devleti Sultanları tarafından yaptırılanlara ise "Sultan Han" tabiri kullanılıyordu.(Aksaray Sultan Han gibi) Haç yolu üzerinde alanlarda menzil derbent adını almıştır. Tanım olarak da kentler arası belirli mesafelerle kervanların konaklaması,belirli ihtiyaçlarının giderilmesi için yapılmış, korunaklı, değişik plan tiplerinde, kale görünümlü yapılardır..İslam ülkelerine has bir yapı türü olan kökeni oldukça belisizdir.Türkistan da "Ribat" diye adlandırılan küçük korunaklı askeri kaleleri örnek aldığı sanılır.(7)
Kervansaraylar mimari bakımından dışardan bakıldığı'nda muntazam korunaklı bir kale görümünde yapılardır. Anıtsal taç kapısıyla iç mekânlara girilir. İçerisinde kervan kafilesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere birçok plan elamanları bulunur: Avlu, kapalı kısım yatakhaneleri, aşhaneleri, erzak ambarları, Ticari eşyayı koyacak depolar, Yolcuların hayvanlarını barındıracakları ahırlar, samanlıklar, yolcuların ibadetlerini yapabilecekleri mescit, temizlikleri için hamam, şadırvanları hasta haneleri, hatta ecza haneleri görevlilerin mekânları bulunduruluyordu. Kervansarayın görevlileri hakkında vakfiyelerden öğrenebildiğimiz kadarıyla Mütevelli heyeti müşrif (müfettiş),Nazır'dan oluşurdu. Görevliler: Hancı, idari görevli memurlar, imam, hamamcı aşçı, nalbantlar, saraçlar, atlı haberci, baytar ve gerektiğinde doktor bile getiriliyordu.(8)mekân dizileri kervansarayların özelliliklerine göre değişken özelliğe sahiptir. Vakfiyelerden, vakainamelerden seyahatnamelerden öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda genel şema bu doğrultudadır.
Sultan Han 1229 - 1231 I.Alaaddin keykubat tarafından yaptırılmış 120.m uzunluğunda 4475m2 kare alana sahiptir. Doğu Batı doğrultusunda uzanır. Avlu ve kapalı kısımdan meydana gelir. Girişin güneyinde özel odalar,batısında yazlık revaklı açıklıklar bulunur.
Kapalı kışlık kısmının üzeri sivri beşik tonozla örtülü kare kesitli dört ayak sırası ile beş sahınlıdır. Ortasında aydınlık kubbesi vardır. Avludaki köşk mescidi fevkani olarak yapılmış insanı kendisine çeker.
Taç portaldeki geometrik bezemeler, Boyutlarının büyüklüğü heybeti bezemesine verilen emekle ünlenmiştir Yukarda saydığımız bütün ögeleri üzerimde toplar.mukarnaslar, madalyonlar, iç portaldeki yıldız geçmeler,rozetler, çok zarif şeklinde işlenmiştir.
Bozkırın ortasında 13m. Yüksekliğinde bezemeli taç kapılarıyla, ferak avlusu özel oda birimleri geniş kapalı kısmı, yazlık revaklaryla bir güvenlik anıtı, bir güç, bir otorite nişanesidir.
Anadolu Selçuklu Kervansaraylarının genel özellikleriyle önemini özetlersek:
• Anadolu'ya Türkler dönmemek üzere yerleşmişlerdir.
• Anadolu dünya ticaret yollarına açılmış, ülke iktisadi ve kültürel bir gelişme sağlanmıştır.
• Anadolu'nun birlik ve bütünlüğü sağlanmıştır.
• İnsanların güveli ticari yolculuğu sağlanmış ithalat, ihracat artmıştır.
• Yapılar savaşcıl amaçla değil insancıl amaçla yapılmıştır.
• Her dine hizmet vermesi, üç gün ücretsiz oluşu Orta Çağda Türk İslam medeniyet seviyesinin en büyük göstergesidir.
• Mal, can güvencesi Dünyada ilk sigorta göstergesidir.
• Öncesi ve sonrasıyla bağdaşmayan ünik bir uygulama olarak görülür.
Yukarda özetlemeye çalıştığımız kervansarayların tarihçesi, önemi dâhilinde Sultan Han Anadolu Selçuklu kervansaraylarından biri olup yapıyla ilgili olarak birçok araştırmacı incelemelerde bulunmuştur.
Yapı Anadolu Selçuklu hanlarının bütün özelliklerini yansıtan, orijinalliğini koruyabilen tipik bir orta çağ yapısıdır. Türk insanının yaşamının gerçek çizgilerini yansıtmakta (9) olan önemli bir ticaret yapısı menzil duraklarından biridir...
Yukarda teferruatlıca anlatmaya çalıştığımız Selçuklu kervansaraylarının Anadolu Selçuklu Devletinin Sultanlarının ve ileri gelen devlet adamlarının siyasi başarılarının yanı sıra ülkenin iktisadi ve kültür yönden gelişmesi için büyük önem vermişler, yaptığı seferlerle ticaret yollarının güvenliğini sağlamışlardır.
Hepimize düşen görev bu mevcut kervansarayları korumak, ,rölöve, restarasyon, restitüsyon projeleri hazırlamak. Ülkemizin Kültür Turizmi açısından Tarihi İpek Yolunu yeniden canlandırmak en büyük isteğimizdir. En azından bu kervansarayları işletir hale getirmeliyiz. Restore et işlet devret modelini elbette kullanabiliriz. Atıl bir vaziyette kendi kaderine terk etmek Türk ulusuna hiç yakışmayan bir tavırdır. Gelecek nesillerimize tarihini koruyan bir millet olmak asli vazifemizdir.
Yapmış olduğumuz gezide bizler ev sahipliği yapan Aksaray Valiliğine, Emniyet güçlerine, Telokom Müdürlüğüne birebir bizimle beraber olan Aksaray gazetecilerine teşekkürü kendime bir vazife addederim...
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.