'Eli hamur ovalar gözü gırık govalar'
'Eli hamur ovalar gözü gırık govalar'İsmail Detseli, yaşayan geleneğimizdeki deyim ve atasözlerini hatırlatarak, kültürümüzü yaşatmaya çağırıyor...
'Eli hamur ovalar gözü gırık govalar'
İsmail Detseli, yaşayan geleneğimizdeki deyim ve atasözlerini hatırlatarak, kültürümüzü yaşatmaya çağırıyor bizleri...
15 Ocak 2008 / 10:06Konyamız'da halk dili, deyimleri ve atasözleri
İsmail Detseli
Konya'nın içersinde (merkez)ve dağ köylerinde öyle halk deyişleri vardır ki her söylenen söz mutlaka bir mana ifade eder. Hem de öyle manalı sözler olur ki bazen hani derler ya "dirhemini yiyen itler kudurur" diye, işte o anlamda bazen de iç gıdıklayıcı, insana haz veren sözlerdir.
Okumak insana öyle şeyler kazandırıyor ki değerli okurlarım. Bunu insan ancak okudukça anlayabiliyor. Geçenlerde TYB Konya Şubesi'nin 7. olağan genel kurulu yapıldı KTO salonunda. Burada söz açılmışken KTO Başkanı Hüseyin Üzülmez Bey'e hem salonunu bizim üyelerimize ve dostlarımıza açtığı hem de program sonunda yemek ikram ettiği için çok teşekkür ediyor ve ne derece kültür dostu bir başkan olduğunu böylelikle Konya kamuoyuna ilan ediyorum. Tabi her sene olduğu gibi tek liste ile girilen TYB kongresinde bu işi hakkıyla organize eden yine eski başkanımız Sayın Ahmet Köseoğlu ve ekibi, TYB Konya şubesinin başında idi. Genel kurulda kimler yoktu ki... Sanki bir Konya hazinesi ile doluydu o koca salon.
Başta milletvekilleri Sami Güçlü, Mustafa Kabakçı, Orhan Erdem, Hüsnü Tuna, Ahmet Büyükakkaşlar ve Ali Öztürk olmak üzere...
KOSKİ Genel Müdürü Ahmet Sorgun, Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı Abdüssettar Yarar, KTO Meclis Başkanı Seyit Karaca, İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, İl Sosyal Hizmetler Müdürü İzzet Güneş, SSK İl Müdürü Muhsin Ertekin, Konya İl Halk Kütüphanesi Müdürü Hasan Coşar, Konya Minibüsçüler ve Umum Servis Araçları Odası Başkanı Ali Zeybek, Eğitim Bir-Sen Konya Şube Başkanı Latif Selvi, Mehir Vakfı Başkanı Mustafa Özdemir, Konya Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Suat Altınsoy, Prof. Dr. Nazmi Zengin, Prof. Dr. Mehmet Tekin, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Doç. Dr. Oktay Sarı, Doç. Dr. Şaban H. Çalış, Doç. Dr. Önder Kutlu, Doç. Dr. Mustafa Tekin, Dr. Hasan Özönder, TYB Genel Başkanı Doç Dr. Hicabi Kırlangıç, İbrahim Ulvi Yavuz... DSP İl Başkanı Betül Öncü Hanım derken neredeyse salonun tamamı güzel insanlarla doluydu. Ama Vali ve vali yardımcıları, Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen, Meram Belediye Başkanı Refik tuzcuoğlu nu da gözlerimiz aradı salonda... Tahir Akyürek bir telgraf göndermişti fakat Refik Bey'in de va rmıydı telgrafı bilmem. Hatta esprileriyle tanıdığım Sayın Kabakçı iki güzel espri ile konuşmaları tatlandırdı; belki bazı medyacıların teline dokundu ama haksız da değildi hani...
İşi şu noktaya getirmek istiyorum sevgili dostlarım ve ağabeylerim; benim okumayı çok sevdiğimi bildikleri için üç tane kitap alıverdim o gün; ikisi herkese verilen ama bir tanesi şahsıma özeldi. Bir Konya TYB'nin bir senelik icraatlarını konu eden bir kitap; bütün programları hafta hafta gün gün takip etmiş olmama rağmen, bizim Ahmet Köseoğlu başkanın dediği bir laf var "söz uçar yazı kalır" diye... Bütün duyup da unuttuklarımı bu 2004-2005 yılı Konya TYB faaliyetlerini anlatan 'Konya'da kültür ve medeniyet" kitabıyla ve 2006-2007 faaliyetlerini içeren bir dergi ile tekrar hatırlayıverdim. Hem de ne güzel sözleri hatırladım sormayın.
İkinci kitap Meram Belediyesi'nin yayınladığı Meram kitabı... Bunu da bize Meram Belediyesi çalışanları verdiler. Bu kitapta da köyüm Gökyurt'la ilgili bir yazı vardı ki her şeyini bildiğim köyüme yazılan bu yazıyı iki defa okumak lüzumunu hissettim. Emeği geçenlere ve bunları kültürümüze kazandıranlara teşekkür ediyorum. Bir de değerli ağabeyim, Konya ve ülke kültürüne çok katkısı olan ve halen de katkı yapmaya devam eden Saim Sakaoğlu'nun "Desteli çantanı aç" deyip içersine o öptüğüm eli ile bir kitap koyuverdiği an dünyalar benim oldu.
Kitap, Milli folklor. Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi Saim Sakaoğlu Armağanı adını taşıyordu. Ve otuz kadar değerli akademisyenin yazıları vardı içinde. Hemen akşam onları okumaya başlayınca Saim ağabeyimin kitabının içinde çok değerli bir sözü görüp, bu yazıyı yazma lüzumunu hissettim. Çünkü bizim köyümüzde de çok kullanılan bir manalı sözdü bu. Ne mi? Oturduğu ahır sekisi çağırdığı İstanbol türküsü.
Ahır sekisi neydi, bu deyim neyi anımsatıyordu? Hani fakir insanlar vardır, zor şer bir ev yaparlar; bizim köyde evler hanaydır, yani iki katlı. Ama bunlar tek kat yapar da, hayvanlarına ahır, samanlık... Hemen yanı başına da bir göz ev yapar, çoluk çocuğun başını sokar oturur. İşte bu ahırla yan yana olan ve hayvanların girip çıktığı kapıdan girilip çıkılan eve ahır sekisi denir. İşte, bu tip adamlar bazen öyle yüksekten uçar ki meclis içinde gören bin koyunlu ağa zanneder. Oysa daha oturduğu yer ahır sekisidir ve işte o halk deyimi ile "ulen şuna bak oturduğu ahır sekisi çığırdığı istanbol türküsü" deyiverirler.
Bir de Saim Sakaoğlu ağabeyimin kitabında eskiden çok kullandığımız ama sonradan hatırımdan söylenmeye söylenmeye çıkıveren "tahta boş" vardı. Neydi tahta boş evlerde. Evin tam giriş yeri olan ve büyükçe bir dağıtım salonu olan yere bizim oralarda seyrangah ve seldiren, havadar olduğu için çardak denir. Buradan yatak ve oturma odaları ve ekmek evine geçilir, ekmek evi denen yer hem mutfak hem de ekmek ocağı bulunan ve ekmek yapılan yer olduğu için bizler mutfağa ekmek evi deriz. İşte bu çardağın genelde güneşe bakan tarafına camekânlı bir çıkartma yapılır. Binadan iki metre kadar ileride ve geniş bir oturma yeri olan bu çıkartmaya çelen deriz. Onun uzanan yerine, alt duvardan payandalar üzerinde duran tahta döşenmiş altı boş olup soğan patates gibi kışlık yiyecekler konan, üstü oturmalı boşluğuna da tahta boş derdiz. Kitapta bunları okuyunca eski deyimler aklıma geldi. Sen çok yaşa sen Saim hocam, Allah razı olsun, bana böyle bir yazı fırsatı yarattığın için. Kitabın içeriğinde daha çok bilgiler vardı; bunlar da bizim yeni yetişmekte olduğumuz 1950'li yılların Aşık Keremleri, Aşık Garipleri, Karaca oğlanları, Yusuf ile Züleyhaları, Tahir ile Zührelerini aklıma getirirken, bir deyimle daha aklıma Şah İsmailleri geldi eskilerden. Bize bunları anlatan atalarımız sonunda "ya guzularım işte,
Dertli Kerem gibi yanan olmadı.
Aşık Garip gibi gülen olmadı.
Karaca oğlan gibi gezen olmadı derlerdi. İşte şimdi bu kitaptaki Karaca oğlan'dan Erzurumlu Zikri'den daha nice aşıklardan bahisler vardı. Ama beni en çok ilgilendiren küçüklüğümde çok okuduğum hatta dağlarda ağıt olarak söylediğim Karaca oğlan'ın deyişleri ve hikayeleri idi.
Bunlara bir hikaye de ben katayım duyduklarımdan.
Bir bahçede yatıp uykuya dalan Karaca oğlan'ı gören üç kız birbirlerine "acaba kim ola ki bu" derler. Biri bilmem derken diğeri "işte Karaca oğlan dedikleri yiğit bu" deyince, bir diğeri "ana omu kızzzz hakkaten de çok garaymış abam valla" der. Sözleri uyanıp duyan Karaca oğlan sazı alır bakalım neler der.
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi?
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi?
Hintten ve yemenden gelir
Altın değmende çekilir
Türlü taam a ekilir
Biberde kara değil mi?
Hitten yemenden çekerler.
Altın değmene dökerler
Ağalar beyler içerler
Kahvede kara değil mi?
Beni kara diye yerme
Mevlam yaratmış hor görme
Ela göze siyah sürme
Çekilir kara değil mi?
Karaca oğlan der inşallah
Görenler desin Maşallah
Kara donludur beytullah
Örtüsü kara değil mi?
Yazıya konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki arap beyinin
Çadırı kara değil mi?
Der ve kızları hem güldürür hem de biraz utandırır. Buna benzer halk âşıklarının daha çok efsaneleri ve deyişleri var. İşte bizim kuşak böyle şeyleri dinleyerek okuyarak büyüdü. Keşke o günler geri geliverse deyip eski deyimlere devam edelim bakalım.
Daha neler vardı? Ayranı yok içmeye tahtırevanla gider s..çmaya (veya 'feraceyle'... Bu da kadınların başına edindiği kıymetli işlemeli bir yaşmak) gider. Cebinde parası yok ama hep yüksekten uçar veya pahalı alış veriş yapar. Tazı bizim ama çulu değişik. Bu da bir yere gidip çalışıp üzerine başına yeni elbise alıp giyen bir adamın tanımında kullanılan mecazi bir deyim. "Şu gelen kim yahu? Vallaha bilemedim aslında tazı bizim tazı ama çulu değişik" derlerdi. Evinde işinde pek titiz olamayan, işleri alel usül görüp hemen kadınlar ile dedikodu yapan kadınlar için de şu deyim kullanılırdı: Kediyi nallamış. Tazıyı çullamış, işe bile yollamış. Çalışmayı sevmeyen ama çok bilgiç geçinen zengin tipli konuşanlara da, Şuna da bak yahu göyneğinin (gömlek) astarı yok hökalalığı (ukalalık) elden bırakmaz.
Bir iş yaparken bir başkası ile sohbet eden, işine dikkat etmeyenlere ise, Eli hamur ovalar gözü gırık govalar, derlerdi. Yine bir işe gidileceği zaman veya bir yere oturmaya gidileceği zaman veya mühim bir işe kalkışılacağında ani gelen misafir için de şu kullanılırdı: Ayda yılda bir gırıklığa gidelim dedik ay akşamdan doğuverdi. Bir zararda tutulup da ihtiyar heyeti tarafından veya devlet tarafından para ile cezalandırılan ve bir daha o zararı yapmayan adamlar için de, Dirgeni yiyen sıpa bir daha gelmez sapa derlerdi.
Yeni çift sürmeye alıştırılan bir tosun eğer kaçar veya çifte gitmez ise. Evde baba ile oğlan kavga eder de oğlan evden kaçarsa şu deyim kullanılırdı: Tosun çifte gitmiyorsa goca öküzü döv embelle o göz ider (akıl verir) tosuna.
Ağaca çıkan keçinin dala çıkan oğlağı olur. Bu da bir aile reisinin yaşamı nasıl devam ediyorsa (misal ya haşarıdır ya da çok sakindir) çocuklarının da onun gibi olduğu/olacağı anlamına gelirdi. Ne olacak canım taşa çıkan keçinin dala çıkar oğlağı olur derlerdi. Bir de kötü huyluluk veya azgınlık ise yapılan. Ona da işte o.uruklu tazıdan arı enik mi doğacak, anasına bak kızını al, eteğine bak bezini al deyiverirlerdi. Yani hemen not verilirdi.
Bir başka deyim de ayranın ekşiliğiyle alakalı idi. O da biri bir hata yaptı da ona itiraz eti mi; Tabi canım hiç kimse ayranım ekşi demez derlerdi.
Bir başka deyim de keçinin yemediği ot başında bitermiş. Bu da bir kimsenin sevmediği hoşlanmadığı birisi ile ya mal komşusu ya da ev komşusu, harman komşusu, yayla komşusu olursa genelde bu deyim kullanılırdı. Bir başka deyim de, Ocak başının minderi öldüm dönderi dönderi idi. Bu deyim de evde çok iş buyurulan, akşama kadar dur durak bilmeyen evin büyük kızları için kullanılırdı çok çalıştıkları için.
Yine bir anlamlı deyim, eğri ocağa kahpe bucağa yakışmaz derlerdi. Ormandan gelmiş bir eğri odun ocakta durmaz sobaya girmez olursa veya bir evde ola ki hatalı bir gelin veya sonradan alınmış bir hanım evde huzursuzluk, soysuzluk çıkarırsa onun için de bu deyim kullanılırdı eskiler tarafından.
Yine eve sonradan gelen dul alınmış kadınlar için de kullanılan bir deyim vardı, Çam ağacından odun olmaz dulavrattan kadın olmaz (istisnaları da çok iyi olanlar var.) Çam odunu isli olur, bacaları çabuk doldurur ve isi yapışkan olur, evleri çabuk kirlendirir. Ekmek elden su gölden ne ala bir memleket ohhh ye memet ye. Bu deyim de çalışmayan haylaz, baba parası ile geçinen hazır yiyenler için kullanılırdı.
Bir başkasının üzerinden çalım satan aslında kendisinin yapılan işte hiç katkısı olmayanlar için de haydan gelmiş olan bir araba veya bir at ile gezenlere de, Ohh at benim nam senin sallan cici beğim sallan deyiverirlerdi.
Bunlar için başka bir deyim de vardı tabi. Bu da, sonradan atsız arabasızı kalınca, El atına binen tez iner derlerdi.
Ayrıca yaşına uygun olmayan akranı ile konuşmayanlar için de,
Emsaliyle konuşmayanın sesi semadan gelir diye bir deyim vardı. Bu da çok manalı bir söz idi, bu tür havada uçan ve böbürlenenlerin sonunu ifade eder.
Bir başka güzel deyim de şu idi: Öküzün önünü yeyip tananın yerine yatmak. Bu da şu anlamda bir deyim oluyordu; yerken öküzün yediği yemi yersin ama iş göreceğinde "ben tanayım küçüğüm" diye tananın yerine yatıveririsin.
Şimdi, köyümüzde kullanılan beddulara (ilenç) gelelim.
Bir talepte bulunurken ana ana diye birkaç defa tekrarladık mı anamız. Naha anamas dağının arkasında kal imi derdi.
Birine kızan kadın, naha yiğit arkan yerlere gelsin. Veya yiğitlerin ölümüne oğra derlerdi.
Bir başka naha körük gibi solu da ağzından ataşlar saç imi.
Naha siyidi vakana uğra imi. Onulmaz yara çıkarda fitil fitil işlesin imi.
Haksız yere birinin bir malı yenirse ona, Ağılar yede burnundan fitil fitil gelsin şöle imi denirdi. Naha ciğerine ataşlar düşsün de yan git imi. Evinizde baykuşlar ötsün inşallah. Evinize baykuşlar tünesin imi. Hay vurulasıca hay. Yağlı gurşunlara gelsin alnın imi.
Yuırdun yuvan yıkıla galsın işallah imi. Ölüsü dağlarda galıp da gurtlara yem olasıca.
Bunların yanısra tabi güzel övgüler de vardı: Oğlunla ordu kızınla gomşu ol guzum. Allah senden irazı olsun Allah ne muradın varsa versin imi. Boş keseye el atma işallah. Toprak diye avuçladığın altın olsun, kesen para ile dolsun. Evine buğdaylar yağsın. Birini yitir binini bul işallah. Ömrün bereketli olsun. Tulu ömr ile muammer ol guzum (Dedem merhum bana derdi.) Dünyalar durdukça dur emi. Hacılara git işallah emi. Yine çok yaşa anlamında söylenen, Sakalı ağarasıca denmesi vardı. Bir güzel hayırlı iş karşılığında büyüklerden Allah anana atana vatana bağışlasın, sofrası meydanda ol emi derlerdi. Yeni ev yapana Allah içinde gönendirsin derlerdi. Ayrıca itinizle de atınızla da zengin olun işallah. Bir büyüğün elini öpünce, el öpenlerin çok olsun imi derlerdi.
Bunlar Anadolu coğrafyasının insanlarının bilhassa İç Anadolu'da ve Konya, Karaman, Niğde, Nevşehir, Ankara gibi illerde çok kullanılan sözler idi.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.