Fahri Tuna - Güzel İnsanları Kadar Vardır, Şehirler

Fahri Tuna - Güzel İnsanları Kadar Vardır, Şehirler

‘Şehirler kültürleri kadardır’ demişti ustamız Selahaddin Şimşek. Buradan yola çıkarak ‘şehirler edebiyatçıları kadardır’ı da söylemek mümkündür.

A+A-

Öncelikle bir şeyin altını çizmek istiyorum; edebiyat festivali denildiğinde, senelerdir, hep İstanbul akla gelirdi. Bu etkinlikten sonra Ankara da akla gelecek. Dün başlayan ve beş gün sürecek bu festivalle Ankara, öksüzlüğünü bayağı bir emzirdi diyebiliriz. Bu vesileyle, Ankara Edebiyat Festivali bağlamında, emeği geçen başta şube başkanı değerli dostum Mehmet Sait Uluçay ve arkadaşlarına, Mamak Belediye Başkanı ve ekibine, aksakalımız, pirimiz, Türk Dünyasının Kültüre bakanı D. Mehmet Doğan ağabeyime, sevgili genel başkanımız Musa Kazım Hoca ve tüm emeği geçenlere hassaten ve kâmilen teşekkür ediyorum. Ankara’ya çok da yakıştı bu festival. Tekrarlansın senelerce, onuncusunu yirmincisini de görelim inşallah.

  

Şehirler kültürleri kadardır’ demişti ustamız Selahaddin Şimşek. Buradan yola çıkarak şehirler edebiyatçıları kadardır’ı da söylemek mümkündür.

Tarihçi Emirson’un bir görüşü var, biliyorsunuz: Tarih, büyük adamların hayat hikâyelerinden ibarettir’ diyordu üstat. Ben de ‘şehir dediğin, onda yaşamış veya yaşamakta olan şair yazar ve sanatçılardan ibarettir’ diyorum. Tam da böyledir aslında.

İzninizle açayım, açıklayayım efendim:

Küçük bir oyun oynayalım isterim, değerli hazirun. Yıllar içerisinde benim geliştirdiğim bir ankettir bu. Gelin birlikte oynayalım: Türkiye’de kaç il var? 81. Birini esas alalım. Mesela Adana’yı. Sıfır bir ya. Adana denilince, akla, yaşayan veya ölmüş, kim geliyor mesela? Sayalım mı? Futbolun imparatoru Fatih Terim, bir. Sanayinin imparatoru Sakıp Sabancı, iki. Arabesk müziğin imparatoru Ferdi Tayfur, üç. Şarkıcı Murat Kekilli, dört. Türk edebiyatının büyük romancısı Yaşar Kemal, beş. Uzlaştık mı? uzlaştık. Gelin hep birlikte üçe düşürelim: Fatih Terim, Sakıp Sabancı, Yaşar Kemal. İkiye düşürelim: Fatih Terim, Yaşar Kemal. Teke düşürelim: Yaşar Kemal.

Evet; ne futbolun imparatoru kaldı geriye, ne sanayinin imparatoru kaldı, ne arabeskin. Kim kaldı? Bir romancı, bir yazar.

 

Bu oyunu Tokat için oynayın, Cahit Külebi kalır geriye, Kastamonu için oynayın Rıfat Ilgaz kalır, Adapazarı’nda Sait Faik, Edirne’de Hasan Sezai veya Ahmet Neşati Dede, Van’da Ruhi Su, Sivas’ta Âşık Veysel, Kırşehir’de Neşet Ertaş kalır. (Maraş’ı işin içine katmıyorum, orada sokaktan herhangi on kişiyi yakalasanız, birisi kesin kalabilir geriye. Konya’yı da katmıyorum; iki düzine isim saymam gerekir zira.)

Ankara Hacı Bayram’dır, Kırşehir Ahi Evran veya Hacı Bektaş’tır, Bilecik Şeyh Edebalı, Eskişehir Yunus Emre, Üsküp Yahya Kemal’dir, Prizren Suzi Çelebi’dir, Urfa Şair Nabi’dir, Bağdat Fuzulî’dir mesela.

Şehirlerini temsilen, yüz yılları aşıp gelen isimler; ya şairdir, ya hikâyeci veya romancıdır, ya ozandır, ya müzisyendir, ya da ressam veya bestekâr.   

Demek ki neymiş? Şehirler aslında şair yazar ve sanatçılarından ibaretmiş; o kadar… Diğer bir ifade ile bir şehrin özgül ağırlığı, nüfusunun çokluğu, fabrika sayısı,  fert başına düşen milli gelirin yok şu kadar bin fazlalığı ile değil, yetiştirdiği şair yazar sanatçı kadarmış

 

Fahri Tuna, iyi hoş söylüyorsun da; bu saydığın isimlerin tamamı toprağın altındaki isimler. Ölmüş gitmiş, toprak olmuşlar. Şehirlerin sahibi olmak için illa toprak olmak mı lâzım? Yaşayan iyiler yok mu hiç? Şehirler kurumuz, çöle mi dönmüş? Dediğinizi duyar gibiyim. Elhak, haklısınız. Hem de çok.

Tezimiz odur ki, Şehirlerin altı kadar üstü de zengin; müsterih olun. İzin verin, ispatlayayım, hem de Van’dan Edirne’ye kadar, Kosova’dan Kırgızistan’a kadar.

Müştehir Karakaya’yı çekin alın, ne kalır Van’dan geriye? Göl, inci-kefal, bir de iki ayrı renkli gözlü Van kedisi. 40 kişilik TYB Otobüsünü Edirne otobanı çıkışında davul zurna ile karşılayıp içimizi şenlendiren kalbi selim adam Doç. Dr. Mustafa Hatipler’i alın, Edirne’den geriye cami ve ciğerden başka ne kalır.  

Konevistan diye bir ülke var Türkiye’de. Bir eyalet diyelim biz ona, hadi. Otuz yıldır orada, bir eyalet valisi Ahmet Köseoğlu var mesela. Üç beş arkadaşıyla Selçuklu başkentini çekip çeviriyor, büyük bir başarıyla. Alın Ahmet’i ve arkadaşlarını. Ne kalır geriye, ne gelir elden? Etli ekmek, bıçak arası, fırın kebap bir de Mevlana şekeri. Lillahi tealal Fatiha.

Koca bir Kırgızistan, bizler için şair Altınbek İsmailov, İsmailoğlu demek değil mi? Bir ülke bir isimden ibaret değil mi? Makedonya demek Leyla Şerif Emin ve Mehmed Arif demek değil mi? Kosova demek Zeynel Beksaç ve Taner Güçlütürk demek değil mi?

 

Makedonya dedik de, - hatırlayın lütfen -; sene 2018. TYB’nin 40. Kuruluş yıldönümü. Pirimiz                   D. Mehmet Doğan öncülüğünde, 40 TYBli şair yazar, Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı adıyla, on gün yollardayız. Edirne, Kırcaali, Filibe, Gümülcine, Selanik, Manastır, Resne, Üsküp, Priştina, Prizren, İşkodra, Bar, Budva, Kotor, Mostar, Saraybosna… Her sabah D. Mehmet Doğan’ın, kendi tabiriyle - sabah vaazımızı dinleyerek - yola koyuluyoruz; o şehir senin, bu şehir benim; devam ediyoruz. Harika bir yolculuk. Hepsi özbeöz bizim, kendi şehirlerimiz zaten.

Manastır’dan çıkarken, yolumuzun üzerindeki Resne’de yaşayan şair kızımız Emel Hamza Şerif’e mesaj attım, yirmi beş dakika sonra Resne’den geçeceğiz diye. Neyse, Resne’ye, Niyazi Bey’in sarayının önüne geldik. Emel Hamza kızımız karşıladı bizi. Ve tam tamına 40 kişiyi, ki onun en az bir maaşına tekabül ediyordu fiyatı, büyük bir ısrarla yemeğe davet etmiş, gözlerimizi yaşartmıştı. Kabul edememiştik, o başka.

İki gün sonrası; nefis bir Prizren sabahı. O Prizren ki sokakları camileri sofraları gönülleri gül kokulu bir Türk şehirdir. Emekli öğretmen karı koca, Şükran Abla ile Seza Enişte, sofralarını bize açmış, Şar Dağı peyniri, reçeli, pideykasıyla enfes bir kahvaltı ikram etmişlerdi ekibimize. Müthiş lezzetli yemeklerinden daha güzel olan aslında, gözlerindeki sevinç ve misafirperverlikti.

Ya Mardinli Bağ-Kur emeklisi Şeyhmus Usta’ya ne demeli. Bir kuruş para almadan, günlerce yerin altında, çökmüş su kanallarını açıp 45 çeşmeyi akıtan, şehrine 55 bin ağaç diken, her sabah - kendi kurduğu damlama sistemiyle, devlete bir kuruş masraf getirmeden - onları sulayıp büyüten Allah dostu Şeyhmus Erginoğlu’na ne buyurulur?

 

Demek ki neymiş; İyilikte iyililer de ölmemiş. Ölmeyecek te kıyamete kadar.

Ankara’dayız. Ankara ile de bitirelim sözü:

Ankara’nın sahibi kim? Peki. Hacı Bayram Veli. Eyvallah. Da, günümüzde, yaşayanlardan kim, kimler? Sözü uzatmadan söyleyeyim: D. Mehmet Doğan ve ehibbayı kiramı. İbrahim Ulvi Yavuz, Bekir Soysal’ı, Musa Kazım Hoca ve iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki güzel insanlar. Hadi dört elin olsun. Mehmet Abi, postnişinimiz bizim, Ahmet Köseoğlu, bir Gonyalı olarak ‘ne oluyoruz’ diye kıskanmasın da.

Buna bir de Hüseyin Su’yu ekleyin. Necip Tosun’u ekleyin, Arif Ay’ı ekleyin. Sadık Yalsızuçanlar’ı ekleyin. Beş on şairi yazarı daha.

Ankara budur, buncadır, bundan ibarettir.

Ankara dedik de; bu Garafililerden şikayetçiyiz biz. Veysel ve Adem Karafilik kardeşlerden. Ne zaman Ankara’ya yolumuz düşse, işini gücünü bırakır Veyselciğim, şehrin İstanbul çıkışında karşılar bizi, müthiş bir planlama ile aldığı randevularımıza tek tek götürür, işlerimizi gördürür, üstüne üstlük bir de ziyafet çeker, Hacı bayram Hazretlerini ziyarette ettirir, İstanbul yoluna çıkarıp uğurlar. 21. Yüzyılda eşine az rastlanır müthiş bir iyilik güzellik vefa abidesidir kardeşim.

Dün akşam da yine öyle oldu. Şair kardeşi Adem ile birlikte; Ahmet Köseoğlu’yla ikimizi aldı, devasa gökdelenlerin olduğu - bilmediğimiz bir şehre - götürdü bizi, Liman Kitap Kahve diye harika bir ortamda ağırladılar. Muhabbetin bini bir para. Hakkını ödeyemeyiz bu Veysel Karafilik’in biz. Adem kardeşimizin de öyle. Her şehre bir Veysel ve Adem Karafilik lâzım, diyeyim size. Eyvallah üstadım. Çıtağım, engürülüm, epbabım. Neşet Ertaş severim.

 

Sözün özü: Şehirler yaşayanları ile güzel. Şehirler iyi insanları ile güzel. Ve şehirlerin sahipleri, o iyi kalpli güzel insanlar hâlâ yaşıyor.

Şehirleri onlar yaşıyor, yaşatıyor. O güzel insanlar varsa şehirler ayakta. Yoksa taş yığınından ibaret kalacak şehirlerimiz. Veya içi boş, ruhsuz, mütekebbir gökdelenlerden.  Kıyamete kadar da yaşayacak şehirlerimiz. Çünkü içinde iyiler var, ihsan var, edebiyat var.

Son söz: Yaşasın edebiyat, yaşasın şehirlerimiz.

Hepinizi hürmetle ve muhabbetle selamlıyorum efendim.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.