HİNDUTVA TEHLİKESİNDEN HABERDAR MIYIZ?

HİNDUTVA TEHLİKESİNDEN HABERDAR MIYIZ?

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinde konuşan Doç. Dr. Selim Argun Dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu sorunları anlattı.

A+A-

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinde konuşan Doç. Dr. Selim Argun Dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu sorunları anlattı:

HİNDUTVA TEHLİKESİNDEN HABERDAR MIYIZ?

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin düzenlediği konferansta, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selim Argun Dünya Müslümanlarının Sorunlarını anlattı. Doç. Dr. Ahmet Akman yönetiminde Meram Belediyesi Tantavi Kültür Merkezi’nde icra edilen programa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ercan Uslu, 24. Dönem Konya Milletvekili Kızılay Başkanı Hüseyin Üzülmez, Selçuk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş’ta katıldı.

KÖSEOĞLU: KÜLTÜREL HAYAT KESİNTİYE UĞRAMAMALI

Programın açılış konuşmasını yapan TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu kültürel hayatın kesintiye uğramaması gerektiğine inandıklarını belirterek “Bu düşüncemizden hareketle, 15 yılı aşkın zamandır yaz aylarında da faaliyetlerimizi ısrarla yapıyoruz. Kültürel hayatın, sosyal ve içtimai hayatın kesintiye uğramaması gerektiğini düşünüyoruz” dedi.

İL MÜFTÜSÜ ÖGE: TYB’Yİ TEBRİK EDİYORUM

Konya İl Müftüsü Doç. Dr. Ali Öge ise TYB Konya Şubesi’nin sene boyunca güzel faaliyetlerini devam ettirdiğine vurgu yaparak “TYB programlarında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bu programlar sadece Konya kültürüne ve ilmine bir değer katmakla kalmıyor; bugünkü programın başlığında da anlaşılacağı üzere Dünya Müslümanlarına, Dünya insanlığına, Dünyanın tamamına katkı sunan bir etki alanına sahip oluyor” şeklinde konuştu. Açılış konuşmalarının ardından Ali Tos Hoca Aşr-ı Şerif Tilavet etti.

ARGUN: TYB KONYA KÜLTÜR VE MAARİF DÜNYAMIZA GÜZEL KATKILAR SUNUYOR

Doç. Dr. Selim Argun sözlerine TYB Konya Şubesi’nin organizasyon kabiliyetini överek başladı ve şunları söyledi:

İki hususta teşekkür ederek başlamak istiyorum. Birincisi; böylesine önemli bir konuyu, ulus devlet kalıplarıyla düşünmeye başladığımız bir zaman diliminde yeniden bir ümmet vizyonuyla hasbihal etmek üzere gündemlerine aldıkları için TYB Konya Şubesi’ne teşekkür ediyorum. İkincisi de; organizasyon işini çok sıkı takip ederek profesyonelce yürüttükleri için de TYB yönetimine teşekkür ediyorum. Bizler görevimiz gereği yurt içinde yurt dışında konuşmalara davet ediliyoruz. Zaman zaman organizasyonlarda aksaklıklar yaşanabiliyor. Ancak TYB Konya Şubesi yaklaşık 7-8 ay öncesinden başlayıp periyodik aralıklarla programı hatırlattı, gerek lojistik anlamda olsun gerekse muhteva açısından olsun disiplinli bir şekilde programın sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak için gayret gösterdi. Tebrik ve teşekkürlerimi iletiyorum.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NIN FAALİYETLERİNDEN RAHATSIZ OLAN ÜLKELER VAR!

Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü biriminde mutat olarak yılda, çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden yüzlerce yabancı heyet ve delegasyon misafir ediyoruz.  Aynı şekilde biz de Diyanet hariciyesi olarak dünyanın birçok yerindeki toplantılara iştirak ediyoruz. Ortalama yılın 100-120 gününü yurt dışında geçirdiğimiz dönemler oldu. Dolayısıyla dünyanın dört bir köşesinde Müslümanlarla hemhal oluyor, onların dertleriyle hemdert oluyoruz.  Onlar da Türkiye’yi, buradaki dini kurumları ve yapılan yeni çalışmaları merak ediyor, “Acaba biz de sizin tecrübenizden nasıl istifade edebiliriz, kendi ülkelerimizde birlikte neler yapabiliriz?” sorusunu soruyorlar. Yabancı öğrencileri Türkiye’ye getiriyoruz, Uluslararası İmam Hatip liselerinde, İlahiyat fakültelerinde okutuyoruz. Avrupa'da doğmuş büyümüş liseyi bitirmiş millet varlığımızın çocuklarını da Türkiye'ye getirip “Uluslararası İlahiyat Programı” (UİP) çerçevesinde İlahiyat fakültelerinde okutuyoruz. Mezuniyetleri sonrasında bu kardeşlerimizi doğdukları ülkelere gönderip oralarda Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı cami ve eğitim kurumlarında istihdam ediyoruz. Yabancı ülkelerden gelen konuk öğrencileri de aynı şekilde eğitimlerinden sonra memleketlerine geri gönderiyoruz,  bu öğrencilerden bazıları ülkelerinde üst düzey görevlere geliyor. Bizim bu faaliyetlerimizden memnun olanlar olduğu kadar çok rahatsız olanlar da var. En son Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Macron’un “Türkiye'nin Arnavutluk'taki Müslümanları Diyanet İşleri Başkanlığı marifetiyle Türkleştirmesinden rahatsızız” şeklinde bir ifadesi basına yansıdı.

BİRİNCİ BÜYÜK TEHLİKE İSLÂM KARŞITLIĞI

Argun konuşmasında devamla günümüz Müslümanların karşı karşıya kaldığı sorunları ele aldı ve şunları ifade etti. Tarihte İslâm'ın varlığına kasteden büyük meydan okumalar olmuştur; Haçlı savaşları Moğol istilası, 19 yüzyıl sömürge dönemi gibi varoluşsal krizlerle karşıya kaldık. Bunların hepsine karşı İslâm medeniyeti bir duruş ortaya koyarak, ulemanın bu problemleri iyi okuyabilmesi neticesinde fiziki olarak İslâm medeniyetini ortadan kaldırmak isteyen saldırılara cevap verebilmiştir. Bugün de aynı şey geçerlidir. Günümüzde Müslümanların yaşadıkları meydan okumaları bir gözden geçirmek gerekirse öncelikli olarak bunları medeniyet içi meydan okumalar ve medeniyet dışı meydan okumalar olarak sınıflandırabiliriz. Yani bir kısmı hariçten gelen tehlikeler, bir kısmı da bizim kendi içimizdeki problemlerdir. Hiç şüphesiz en önemlisi tüm dünyada hızla yayılan ve artan İslâm karşıtlığı problemidir. Öncelikle şunu ifade edeyim ki, İslamofobi kelimesi tam olarak yaşanan İslâm karşıtlığını anlatmaya yetmiyor. Çünkü İslâmofobi ifadesi, karanlık gibi, yükseklik gibi bir insan açısından korkulması normalmiş gibi görünen fobilerden üretilmiş, oryantalist bir kavramdır.

İSLÂM KARŞITLIĞINDAN KİMLER BESLENİYOR?

Amerika Birleşik Devletleri’nde CAIR-America adlı bir düşünce kuruluşu var.  Bu kuruluş, geçen yıl Amerika'da bine yakın kuruluşun İslâm karşıtlığı faaliyeti yaptığını tespit etmiş. Bunların arasında düşünce kuruluşları, büyük medya grupları, sosyal medya şirketleri hatta bazı üniversiteler de var. Peki, bu kuruluşların bu işe ayırdıkları bütçe ne kadar? 100 milyon dolar. Sorulması gereken soru, bu fonu kim, neden İslâm aleyhine faaliyet yapmak üzere kullanıyor, bu işten kim istifade ediyor? (Qui Bono?)  Bu önemli bir sorudur. Bunların ürettikleri işlem hacmi de bir buçuk milyar dolar. Sadece Amerika'dan bahsediyorum.  İslam karşıtlığından kimlerin menfaatleri var?

İSLÂM ÜLKELERİNDE BİLE İSLÂM KARŞITLIĞI VAR

İslâm karşıtlığı maalesef bundan 20 yıl önce olduğu gibi Batı ülkelerine hasredilen bir kavram olmaktan çok öteye geçti. Sadece Batı Avrupa'da değil, İslâm karşıtlığı artık maalesef Müslüman ülkelerde de var. Bakın bu yakın tarihimizde daha önce bu şekilde müşahede etmediğimiz bir meydan okuma ve bir büyük problemdir. Avrupa'daki İslâm karşıtlığı ve islâmofobiyi ayrıca özel olarak ele almamız gerekiyor. Bu işten en çok zarar gören kurum da Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Avrupa’da bizim aleyhimize gece gündüz haberler yapılıyor. Sadece Alman medyasında bir haftada aleyhimize çıkan yüzlerce haber tespit ettik. Çok büyük bir sektörden söz ediyoruz; medya Diyanet aleyhine fonlanıyor. Türkiye aleyhine Türkiye'deki İslâm tasavvuru karşıtı yayınlar yapılıyor. Türkiye'deki İslâm anlayışından Avrupa'daki bir mahfil çok rahatsız.

TÜRKİYE’NİN DURUŞUNDAN RAHATSIZLAR

Fransa'da yaklaşık 10 milyona yakın Müslüman varlığından bahsediliyor. Diğer taraftan şiddeti referans olarak kabul eden terör örgütlerine Fransa’dan katılım oldukça yüksek. Bir taraftan da “Diyanet Avrupa'ya imam göndermesin” diye bize açık açık söylüyorlar. Oysa bizim sadece Almanya'da bin tane camimiz var. Bu camilere Türkiye'den imam göndermezsek buralarda kim imamlık yapacak? Farklı anlayış ve çizgideki insanlar gelecek, oradaki gençlerin aklına girecek; bunlardan bir kısmı Fransa'da olduğu gibi terör örgütlerine katılacak. Bu ise hem bizim toplumumuzun hem de Avrupa’nın iç güvenliğine halel getirecek. “Diyanetin Avrupa’daki varlığı sizin toplumsal güvenliğinizin bir sigortası, bunu neden görmek istemiyorsunuz?” diyoruz. “Biz bunu görüyoruz, ama sizin İslâm yorumunuz ve sizin siyasi duruşunuz bize göre daha tehlikeli” diyorlar. Kısaca Türkiye’nin iddia sahibi bir ülke olmasını istemiyorlar ve bundan rahatsızlık duyuyorlar.

İMAMLARIMIZI İSTEMİYORLAR

Son yıllarda Oryantalizmin literatüre iki yeni katkısı oldu, iki kavram ihdas ettiler. Birincisi “Konsüler İslâm”, yani Konsolosluk İslâm’ı. Bu şu demek: “Bir Müslüman ülkenin Maliye Bakanlığı bordrosunda ismi olan, maaş alan bir imam gelip bizim ülkemizdeki vatandaşlarımıza imamlık yapmasın” diyorlar. Nitekim Fransa 2023'ten sonra Türkiye'den imam almayacağını açıkladı ve bizim Fransa'da 256 tane camimiz var. Avusturya geçen sene iptal etti, Almanya ile görüşmelerimiz devam ediyor. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde bir ortak kararın olduğunu görüyoruz. Konsolosluk İslâmı temsilcileri olarak gördükleri din görevlilerimizin, bay ve bayan olmak üzere oralarda görev yapmalarını istemiyorlar.

Oryantalizimin geliştirdiği ikinci kavram da “Avrupa İslâm’ı” kavramı... Bundan kasıtları ne? “İslâm’ın farklı yorumları var. Bizim de bir İslâm yorumumuz var; Fransa İslâm'ı, Alman İslâm'ı, Avusturya, Belçika İslâm’ı” diye; İslâm'ın evrensel ruhuna ve özelliklerine taban tabana zıt bir İslâm anlayışını yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.

İSLÂM KARŞITLIĞINI FONLAYAN İSLÂM ÜLKELERİ VAR!

İslâm karşıtlığının Avrupa'daki tezahürlerinden bir tanesi de camilerimize yönelik saldırılar. Geçen yıl binin üzerinde vandalizm hadisesi yaşadık. Camilerimizin camları kırıyorlar, üzerine gamalı haç işareti yapıyorlar, çok affedersiniz ismini burada zikretmek istemediğimiz hayvanın başını kesip mihraba koyuyorlar, imamlarımızın arabalarına zarar veriyorlar. Avrupa'da, Amerika'daki Müslümanlar, özellikle hanım kardeşlerimiz artık kendi kimlikleriyle toplum içerisinde rahat bir şekilde yaşayamaz hale geliyorlar. Onların görünür olmasını istemiyorlar. Sadece imamlarımıza yönelik değil, imam yetiştiren kurumlarımızı da kapatmak istiyorlar. İslâm karşıtlığı sistematik hale geldi. CAIR-Amerika Başkanının söylediği acı bir şey var; “Hocam onlar görevlerini yapıyor, bunda bir şey yok. Bizi asıl üzen; bu 100 milyon doların bir kısmının bazı İslâm ülkeleri tarafından fonlanmasıdır” diyor.

Şunu ifade etmem gerekir ki, Dünya geneli için söylüyorum; İslâm karşıtlığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tek başına çözebileceği bir problem değildir. İslâm karşıtlığının doğduğu yer Avrupa'dır ve bununla mücadeleye de yine Avrupa'dan başlanmalıdır. İslam karşıtlığı ile mücadele sadedinde çok iyi yetişmiş kalifiye ve adanmış insan gücüne ve önemli bütçeli fonlara ihtiyaç var. Çünkü karşınıza çok büyük ve organize bir kitle var. Bunlar algıyı inşa ediyor ve buna karşı top yekün bir mücadele geliştirilmesi gerekiyor.

STK'lara düşen görevler de var ve bunların bir senkronizasyon içerisinde planlı ve programlı bir şekilde yapılması gerekiyor. Yazarlarımıza, şairlerimize, entelektüellerimize, hukukçularımıza, akademisyenlerimize, aktivistlerimize, iş dünyasına, diplomatlara, kamu kurum ve kuruluş temsilcilerine; herkese görevler düşüyor. Bu bir vebaldir.

Bu alanda asıl büyük tehlike ise İslâm karşıtlığının normalleştirilmesidir. Avrupa’da artık her düzlemde kullanılmakta, bazı siyasi partilerin programlarına bile konmaktadır. Bizim sesimizi sözümüzü yükseltmemiz lazım. Bana sorarsanız bu alanda gerçekten kâht-ı rical var. Bir Avrupalıya hitap edebilecek, entelektüel birikimi ile makul bir dini söylem geliştirebilecek ve yabancı dil ehliyetini haiz elemanlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.

KONFORMİZM BÜYÜK BİR HASTALIK

Çocuğumuz dil öğrensin, dış ticaret yapsın, daha çok para kazansın, daha konforlu bir hayat yaşasın diyen ebeveynlere sesleniyorum. Bizim en büyük problemimizden bir tanesi konformizm hastalığıdır. Rahatça çok alıştık; Konyalılar da çok alıştılar. Daha geniş ve lüks evler, daha rahat ve konforlu bir yaşam Hadiste geçen “vehn” hastalığını akla getiriyor. Vehn: “Dünyaya çok bağlanmak ve ölümden nefret etmektir”, Hz. Peygamber (sav) bir toplumda vehn hastalığı artarsa sayıları ne kadar çok olursa olsun o toplum üyelerinin sözünde tesir gücü kalamayacağını beyan ediyor. Bu Nebevi uyarıya çok geç olmadan hepimiz kulak verelim.

Diğer taraftan İslâm karşıtlığı bu gün maalesef bazı İslâm ülkelerinde de var. Hanımlar başörtüsü taktığı için fiili ve fiziki saldırıya uğrayabiliyorlar. Müslümanların kamusal alanda görünür olmasından rahatsızlığını pervasızca dile getiren çevreler var. Ellerine imkân ve fırsat verilirse daha fazlasını yapacaklarını ifade ediyorlar.

İKİNCİ BÜYÜK PROBLEM HİNDUTVA’DIR

Hindutva Hint alt kıta yarımadasında ortaya çıkan bir ideolojik akımdır ve bu akımın mensupları bu gün Hindistan'ı bir tanrı devleti haline getirmek istemektedirler. Şu anda Hindistan'da iktidardaki partinin savunduğu bir ideolojidir Hindutva. Kısaca Hindu nasyonalizmi de diyebiliriz. Hinduların içerisindeki bu grup, aynı Nazilerde olduğu gibi üstün bir ırka, aryan ırkına sahip olduklarına inanıyor ve buna inanmayan herkesi ötekileştiriyor ve adeta onlara yaşam hakkı tanımak istemiyorlar. Dünyadaki en büyük Müslüman azınlık biliyorsunuz Hindistan'dadır. 400 milyon kardeşimiz var orada. Hindistan aynı zamanda kendisini dünyanın en büyük demokrasisi olarak tanımlayan bir ülkedir. Bu bir yaman çelişkidir. Dünyanın en büyük Müslüman azınlığı olarak tarif ettiğimiz bu kardeşlerimizin çoğu Hanefi Maturidi ve Nakşi'dir. Şu anda varoluşsal bir tehdit ve tehlike altındadırlar. Bundan sonraki gençliğin gündeminde Hindistan Müslümanlarının dramı da olacaktır. Hindutva temsilcilerinin İsrail'in Filistin'de Filistinlilere yaptığına benzer bir zulüm ve sindirme faaliyeti sürdürdüğünü görmekteyiz. Ev yıkma, haksız yere hapis ve ölüm cezası, mali baskılar vb olmak üzere Hindistan hükümeti adeta İsrail’in zulümlerine benzer bir zulmü oradaki Müslüman kardeşlerimize reva görmektedir. Hindutvaların Nazilerle ve siyonizmle benzerliği ve ittifakı İslâm âleminin ikinci en büyük problemidir. Çok enteresandır Hidutvaların da logosu, Naziler gibi gamalı haçtır.

ÜÇÜNCÜ PROBLEM MİSYONERLİKTİR

Film sahnelerinde Afrika'da yerel kabilede bir beyaz doktorun, hemşirenin ya da bir beyaz rahibin görev yaptığını görürüz. Aslında onlar Dünya Kiliseler Birliği’nin desteğiyle Avrupa ve Amerika’dan Afrika’ya giden ve misyonerlik faaliyetleri yapan insanlardır.

Son yüzyılın nüfus istatistik oranlarını inceleyince, yüz yıl önce Afrika'nın birçok ülkesinde Müslümanların oranının yüzde 90-95 iken yüz yıl sonra bu oranın yüzde 40-45'lere düştüğünü görürüz. Yani sistematik Hıristiyanlaştırma faaliyetleri hâlâ devam etmekte ve misyonerlik günümüzde hala ciddiyetini korumaya devam eden problemlerden bir tanesidir. Katolik kilisesinin, yani Papalığın sadece Afrika'daki misyonerlik faaliyet bütçesinin 250 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Sadece Katolik kilisesinden bahsediyorum. Orada şöyle bir sistem kurmuşlar, hastaneler, kreşler, okullar, üniversiteler açmışlar, kurumlarından genellikle Hristiyanlar istifade edebiliyorlar ve yetiştirdikleri dindar Hristiyanları devlet kurumlarında istihdam ediyorlar, böyle bir döngü inşa edilmiş.

Çocuk kreşe gidiyor, zekâ durumuna,  ailesinin durumuna bakılıyor. Büyüyünce ilkokul ve ortaokulda Hıristiyan olması şartıyla o okullara alınıyor. Liseyi bitirdikten sonra eğer çocuk istikbâl vadediyorsa sömürgesi olduğu ülkeye gönderiliyor. Döndükten sonra da o ülkedeki yönetim kademelerinde üst düzey görevler veriliyor. Böylelikle misyonerlerin o ülkedeki faaliyetleri daha da yaygınlaşıyor, yeraltı yer üstü zenginlikleri o ülkedeki batılı şirketlere devrediliyor, sonra da adı Ayşe Fatma olan Katolik, “Fransa, İngiltere benim birinci vatanım diyen” Hıristiyan papazlar yetişiyor.

Oysa bildiğiniz gibi İslam Mekke'de doğmuş, sonra Medine'ye intikal etmiştir ama İslâm Medine'ye geçmeden önce Afrika'ya ulaşmıştır. Afrika İslâm'ın ilk anavatanıdır. Bizim kaynaklarımızda Afrika’dan “Müslüman kıta” diye bahsedilir. Mali'deki yazma eserler bin küsur yıldan daha fazla eskidir. Afrika Müslümandır ama çok ciddi bir Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik faaliyeti yapılmıştır ve hala da devam etmektedir.

AFİKALI DİN ADAMLARINI KONYA’DA MİSAFİR EDECEĞİZ

İslâm İşbirliği Teşkilatı, Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA ve Konya Büyükşehir Belediyesi ortaklığında güz döneminde bir önemli proje yapacağız inşaallah.  Afrika'daki din adamları buraya gelecek, bir süre Konya’nın misafiri olacak. Hem dini hem de mesleki formasyonlarını tamamlayacaklar ve ülkelerine dönecekler. Projeye verdiği destekten dolayı Konya Büyükşehir Belediye Başkanımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

DÖRDÜNCÜ TEHLİKE ÇİN’İN SÖMÜRGELEŞTİRME FAALİYETİ

Dördüncü problem olarak şu anda Çin'in “borçlandırarak sömürgeleştirme” faaliyetini zikretmeden geçemeyiz. Özellikle Afrika kıtasında büyük sanayi, bayındırlık ve altyapı projeleri için finansman sağlıyorlar. Kendi işçilerini getiriyor, oraya yerleşiyorlar. Stratejik liman, havaalanı gibi yerlerin yönetimini ele geçiriyorlar.

GÜNEY KORE VE JAPON ANİMELERİNE DİKKAT EDİN

İslâm âlemi olarak bir kültürel istila hamlesiyle karşı karşıyayız. K-pop ve Japon animeleri Türkiye'de çok yaygınlaşmaya başladı. Kore dizilerini takip eden ve Kore şarkıcılarına özenenler var. Bu problem konusunda da müteyakkız olmamız gerekiyor. Cinsiyetsizlik teması üzerine bir kültür inşa edilmeye çalışılıyor. Buna ilave olarak Türkiye'ye en fazla misyoner Güney Kore'den geliyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi Türkiye ile Güney Kore arasında, onların Kuzey Kore ile olan savaşına destek vermemizden ötürü iki ülke arasında tarihi bir yakınlık var. Bunu istismar edip Güney Koreli misyonerleri buraya gönderiyorlar. Güney Korece aynı Türkçe gibi eklemeli bir dil; mesela göz kökünü aldığımız zaman eklerle yeni birçok yeni yeni kelime üretiyorsunuz (göz+lük+çü+lük). Diller arasındaki benzerlikten dolayı bir Koreli iki-üç ay içerisinde Türkçe öğrenebiliyor. Bu görmezden gelebileceğimiz bir problem değil.

NOMOFOBİ BÜYÜYOR

Gençlerimizin problemlerinden bir tanesi, birçoğumuz için yeni bir kavram olabilir; nomofobi, problemidir. Açılımı “No Mobile Phobia” yani cep telefonsuzluk sendromudur. Nomofobi Avrupa'da intihar sebebi haline geldi. Ailesi tarafından cezalandırılıp telefonsuz bırakılan çocuk intihar edebiliyor, çünkü mavi ekran bağımlısı haline gelmiş. Dünya sağlık örgütüne göre şu anda 300 milyon oyun bağımlısı var dünyada. Dijital eroin dediğimiz bu duruma karşı bizim de medikal yardım almamız lazım. Sadece çocuklar değil anne babalar da bağımlı hale gelebiliyor. Herkes kendi ilgi alanına göre sosyal medya ortamlarında şurada burada ömür tüketiyor. Ömür hırsızı bunlar. Dijital bağımlılık, dijital eroine ya da başka bir şeye bağımlı hale gelen insanın medeniyet inşa etmesi mümkün olamaz. Bunun büyük bir Milli Güvenlik sorunu olduğunu fark etmemiz gerekiyor.

DİNDAR GÖRÜNEN AMA AHLAKİ ZAFİYETİ OLANLARA DİKAT EDİN

Maalesef “Ahlâksız dindarlık sendromu” önemli problemlerimizden biri haline geldi. Kişinin dini bilgiye sahip olması ahlaklı olmasını da beraberinde getirir mi sorusu eskiden beri hep sorula gelmiştir. Bugün bu makas açığının aralandığını görüyoruz. Yani dini bütün gibi görünen insanların ciddi manada ahlâki problemleri olduğuna şahit oluyoruz. Sözümüzün tesir gücünün olmaması bundan kaynaklanıyor. Ben Medine-i Münevvere’de bir gün rahmetli Tahir Hocamıza “Hocam etkili hitabetin sırrı nedir?” diye bir soru sormuştum. O da “Ağlayan göz, bitmeyen söz” demişti. İnsanın ağlayan bir göze sahip olabilmesi için kalp kıvamının iyi olması gerekir, masivadan yüz çevirmesi gerekir. Hocamızın sözün tesirini izah ederken ilk sıraya bu şartı koyması manidardır.  Dolayısıyla ahlaki açıdan zafiyeti olan insanların sözünde bir tesir olmaz. Müslümanların bugünkü temel problemlerinden birisinin de ahlâki problem olduğunu görüyoruz.

MEZHEP – MEŞREP TAASSUBU BÜYÜK PROBLEM

Dünya Müslümanlarının en büyük problemli alanlarından biri de mezhep ve meşrep taassubu ve bunun meydana getirdiği tefrika ve ayrılıktır. Buna bağlı olarak zuhur eden iktidar mücadeleleri, dini istismar hareketleri, iç savaşlar, zorunlu kitlesel göçler kanayan yaralarımızdır. Tekfirci anlayış ise asla müsamaha gösterilmemesi gereken bir diğer önemli sorundur. İlave olarak dinler arası diyalog faaliyetlerinin yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar var.

Netice olarak burada zikretmeye çalıştığımız medeniyet içi ve medeniyet dışı tüm meydan okumalar karşısında hepimiz, kamu ve sivil aktörler olarak müteyakkız olmamız gerekmektedir. Bütün bu problemlere karşı “yeni nesil mücadele yöntemleri” geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü dünyada yaşayan her dört insandan biri Müslüman, yani dünya nüfusunun dörtte birini Müslümanlar oluşturuyor. Dolayısıyla Müslümanların problemlerinin çözümü aynı zamanda tüm dünyayı etkileyecek bir husustur.

Program sonunda Kızılay Başkanı Hüseyin Üzülmez Doç. Dr. Selim Argun’a özel tasarlanmış Mevlevi destar minyatürü takdim ederken, TYB yayınlarını da Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ercan Uslu verdi. TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu da İl Müftüsü Doç. Dr. Ali Öge’ye TYB yayınlarını hediye etti.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.