"İlimiz Dilimiz Türkçe" Paneli Karaman'da Gerçekleştirildi

"İlimiz Dilimiz Türkçe" Paneli Karaman'da Gerçekleştirildi

"İlimiz Dilimiz Türkçe" Paneli Karaman'da Gerçekleştirildi

A+A-

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesi’nin katkılarıyla Karaman Valiliği tarafından düzenlenen 748. Türk Dil Bayramı etkinlikleri kapsamında "İlimiz Dilimiz Türkçe" başlıklı panel düzenlendi. Gazi Mustafa Kemal İlkokulu Müzesi Kültür Sanat Merkezi bünyesinde faaliyet gösteren Yunus Emre Kütüphanesi’nde gerçekleşen programın sunuculuğunu Himmet Çetin üstlenirken, panelin yöneticiliğini Prof. Dr. Mehmet Mercan yaptı.

Panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Ali Can ve Dr. İbrahim Demirci katılarak Türkçenin geçmişten günümüze serüveni, karşılaştığı tehditler ve korunması gereken değerleri üzerine önemli değerlendirmelerde bulundular. Gazi Kültür Sanat Merkezi Kurucusu Ali Yağcı’nın öncülüğünde gerçekleşen program, Karaman halkının yoğun ilgisine sahne oldu. Program sonunda konuşmacılara katılım belgeleri ve TYB Konya Şubesi yayınlarını TYB Konya Şube Başkanı Ahmet Köseoğlu takdim etti.

 

 

"Dil, insanı insan yapan temel özelliktir"

Programda konuşan Prof. Dr. Ali Can, dilin sadece iletişim aracı değil, insanı tanımlayan ve toplumu inşa eden temel bir unsur olduğunu vurguladı. Can, “Dil demek insan demektir aslında. Dil demek yaşam demektir.” sözleriyle bu yaklaşımını özetledi.

Yabancı dil eğitiminin temelinde ana dili bilmenin yattığını belirten Prof. Dr. Can, şöyle konuştu:

“İnsan ana dili kadar yabancı dil bilir. Yabancı dil öğrenemiyorsak demek ki ana dilimizi bilmiyoruz.”

Bu durumun yalnızca bireylerin değil, akademisyenlerin de özgün cümle kuramamasıyla kendini gösterdiğini belirten Can, bunun düşünsel bir yoksunluğa işaret ettiğini ifade etti.

“Dil, toplumun zihniyetini ve kimliğini inşa eder”

Dil eksenli düşüncenin kültür, kimlik ve benlik gibi kavramlarla doğrudan ilişkili olduğunu ifade eden Can, “Dilin toplumsal zihniyetin oluşumunda ve toplum inşasındaki temel özelliği nedir?” sorusu etrafında konuşmasını şekillendirdi. Can, insanın çevresiyle kurduğu ilişkiyi dil yoluyla anlamlandırdığını ve bu anlamlandırma sürecinin düşünceyi inşa ettiğini vurguladı.

“Çevremizde ne kadar varlık, olay ve olgu varsa hepsine bir işaret veriyor, hepsini işaretliyoruz.”

 

“Hayat ve tarih değişerek devam eder”

Dr. İbrahim Demirci, konuşmasının başında hayatın ve tarihin durağan değil, dönüşüm içinde bir süreklilik gösterdiğini vurguladı:

“Hayat, tarih, dünya değişerek devam eder, devam ederek değişir. Tekrar ediyorum: Hayat (tabii olan şeyler, doğa dediğimiz ve bizim müdahalemizin dışında olan şeyler; dağlar, denizler, ırmaklar, depremler vesaire) ve tarih (uygarlık dediğimiz, bilim dediğimiz, teknoloji dediğimiz, sanat dediğimiz ve onlarca bilgiye kaynaklık eden araştırmalarımızın hepsi; yani ikincil bir kültür, sanat, hayat). Bunlar değişerek devam eder, devam ederek değişir. Dolayısıyla öyle sabit bir şey yok.”

Bu anlayışı desteklemek üzere Yunus Emre’den de bir dizeyle örnek verdi:

“Her gün yeni doğarız, bizden kim usanası?”

Köktürk Yazıtları ve Türkçedeki Süreklilik

Demirci, Erzurum’da üniversiteye başladığı dönemde Efrasiyat Yemas’tan öğrendiği bir cümleyi hayatının dönüm noktalarından biri olarak aktardı. Bu cümle, Bilge Kağan Anıtı’ndan alınmıştı:

“Üze kök tengri asra yağız yer kılındukta, ekin ara kişi oğlı kılınmış.”
(Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış.)

Bu örnekle, Türkçenin yüzyıllar boyunca dil yapısını büyük ölçüde koruduğunu şu sözlerle vurguladı:

“Türkçenin bugün de aynı cümle yapısını koruduğunu görüyoruz. Yani dilde devamlılığın çok önemli bir göstergesi bu.”

“Tanrı” kelimesinin tarihî gelişimine ayıran Demirci, Göktürk metinlerinde geçen “kök tengri”nin o dönem “mavi gök” anlamında olduğunu, fakat zamanla “yaratıcı” anlamı kazandığını belirtti:

“Kök Tengri, Kök Tengri... Sonraki yıllarda nasıl olmuşsa Göktanrı inancı diye bir şeyden bahsediliyor. Halbuki 7-8. yüzyılda bu kelime mavi gök anlamına geliyor. Oradaki ‘kök’ sıfatı (mavi), bugün gökyüzü olmuş. O zaman ‘tengri’ (veya ‘gök tengri’) diye bilinen kelime bugün ‘Tanrı’ olmuş. Tanrı kavramı, Türk topluluğunun hayatında o yüzyılda (eski dönem) ‘yaratıcılık’ anlamındayken, sonra yaratıcı, halife (veya ilahlık atfedilen) varlık anlamını kazanmış. Demek ki bir zamanlar ‘tengri’ (veya ‘gök’) diye bilinen kelime bugün ‘Tanrı’ oldu.”

Bu bağlamda "Tanrı" kelimesine yönelik önyargılara karşı da şunları söyledi:

“Hocam, ‘Tanrı demeyelim’, ‘Allah çarpar’ demeyin lütfen. Çünkü Tanrı ‘ilah’ demektir, Arapçası ‘ilah’.”

Tarihsel Dönemlerdeki Dili Anlama Sorunları

Demirci, Osmanlı dönemi şairlerinden Tahirü'l-Mevlevi'nin bir örneğiyle, halk ve yönetici arasındaki dil farklarına dikkat çekti. Bu farkların yalnızca dilde değil, aynı zamanda kültürel bağlamda da önemli bir ayrım oluşturduğuna işaret etti:

“Germiyanoğulları Beyliği Beyi’ne bir gün bir halk şairi ‘Abinin, devletli sultanım, akıbetin hayır olsun, yediğin bal kaymak gezindiğin çayır olsun’ diye bir şiir söylüyor. Bey ağzına sağlık diyor, ‘Ya ne güzel söylüyorsun, ne söylediğini anladım. Bizim Şeyhi diye bir şairimiz var, geliyor bize birtakım kasideler okuyor. Övüyor mu sövüyor mu anlamıyoruz.’”

Demirci, Fars edebiyatı etkisinde şekillenen Divan şiirinin halk tarafından anlaşılmayan yönlerine de değindi:

“Divan şiiri biliyorsunuz... Fars edebiyatı başta olmak üzere, Arap Fars edebiyatı, özellikle Fars edebiyatı etkisinde oluşmuş bir edebiyattır.”

Dilin İktidarla İlişkisi: Roma İmparatorluğu Örneği

Dr. Demirci, dilin iktidarla ilişkisini, Roma İmparatorluğu örneği üzerinden açıkladı. Roma'da resmi dilin Latince olduğu ve halkların kendi yerel dillerini kullandığına dikkat çekti:

“Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri, belki birincisi Roma İmparatorluğu... Latince diye bir dil üretildi. Latince bütün devlette resmi dildir, yazışmaların yürütüldüğü dildir. Aşağıdaki halklar, İtalyanlar, İspanyollar , Fransızlar, Portekizliler vesaire nispeten yerli diller konuşuyorlardı. Oysa Latince devam ediyordu. Hatta Luther’miş galiba, Almancanın ulusal dil olarak geliştirilmesi için tezlerini savunduğu kitabı Latince yazmış, düşünebiliyor musunuz? Bu örnek, dilin toplumsal yapıyı ve gücü nasıl etkilediğini gösteriyor.”

Ulus Devlet ve Mevlânâ ’dan Bir Örnek

Demirci, ulus devletin gelişiminin ve bunun toplumsal düşünüş biçimlerindeki etkisinin, tarihsel süreçler sonucu ortaya çıktığını belirtti:

“Rönesans’tan sonra yavaş yavaş oluşmuş bir şeydir. Ve şu anda biz büyük ölçüde milli, milliyetçi, ulus devlet formlarıyla düşünmeye alıştırılmış durumdayız. Böyle bir alışkanlığımız var. Bu alışkanlığı aşmamız gerektiğini düşünüyorum.”

Ayrıca, Mevlânâ  Celaleddin’in Mesnevi’sindeki bir hikaye ile, dil farklılıklarının ve kelimelerin insanlar arasındaki anlayış eksikliğine nasıl yol açtığını gösterdi:

“Dört arkadaş var, ellerinde işte bir dinar mı, bir dirhem mi para var ve o parayla ne alacaklarını tartışıyorlar. Biri kendi diliyle işte ‘üzüm’ diyor, biri ‘engür’ diyor, biri ‘istafilya’ diyor, birisi Türkçe ‘üzüm’ diyor. Ve bu dört dili bilen birisi kavgayı kolayca yatıştırıyor ve diyor: ‘Hepinizin istediği üzüm, aynı şeyi istiyorlar ama farklı şeyler, farklı kelimeler kullanıyorlar.’”

Çeviri ve Dil Farklılıkları Üzerine Düşünceler

Demirci, çevirinin zorluklarına ve dil farklılıklarının etkisine değindi. Özellikle, kelimelerin tam anlamıyla karşılanamayacağına dikkat çekti:

“Her ne kadar hocam işte '%100 karşılar' dense de, %100 hiçbir şey hiçbir şeyi karşılamaz. ‘Ana’ kelimesiyle ‘anne’ kelimesinin aynı şey olduğunu söylemek doğru değildir. Aynı şey gibi olup göründüğü olur ama hiçbir zaman ‘siyah’ kelimesi ve ‘kara’ kelimesi %100 aynı şeyi ifade etmez.”

Yunus Emre’nin Mesajı ve Temel Kaynak

Demirci, Yunus Emre’nin “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” dizelerinden alıntı yaptı. Yunus Emre'nin bu çağrısının, temel olarak Kur'an-ı Kerim'e dayandığını vurguladı:

“Yunus Emre’nin ‘Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım’ derken hareket noktası, temel aldığı şey Kur'an-ı Kerim’dir. Bu dizeler, toplumlar arasındaki iletişimde anlayış ve hoşgörünün ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.”

Babil Efsanesi ve Dil Farklılıkları

Dr. Demirci, Batı uygarlığının temellerinin Babil Efsanesi'ne dayandığını ve bu efsanede dil farklılıklarının Tanrı tarafından bir ceza olarak gösterildiğini belirtti:

“Babil Efsanesi'nin batı uygarlıklarına ve kültürlerine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Ve orada (Babil Efsanesi'nde) dil farklılaşması, dil çeşitliliği, insanların (bu) farklılık yüzünden birbirlerini anlayamaması ve düşman hale gelmeleri Tanrı'nın verdiği bir ceza olarak görülüyor, gösteriliyor Halbuki Kur'an-ı Kerim kavimlerin, kabilelerin, dillerin, şubelerin ayrı ayrı oluşunu tek bir gerekçeye bağlıyor: ‘Li ta'arafu’ , ‘birbirinizle tanışasınız diye’.”

Halk ve Seçkin Sınıflar Arasındaki Dil Farklılıkları

Dr. Demirci, yönetenler ile halk arasında dil farklılıklarının her toplumda var olduğunu ve bu durumun Osmanlı'da da geçerli olduğunu belirtti. Bu dil farkları, halk şiiri ile divan şiiri arasında görülebilir. Cemal Kurnaz Hoca’nın “Divan Şiiri ve Halk Şiiri Müşterekleri” adlı kitabına da atıfta bulundu:

“Evet, yönetenle yönetilenin ya da seçkin sınıfla amele sınıfının, maraba, reaya, neyse artık halk tabakalarının dilleri arasındaki farklılık hemen her yerde bir şekilde olmuştur. Türkiye'de de var. Osmanlı döneminde efendim divan şiiri bir taraftan geçerken halk şiiri (ondan) epeyce farklıdır.”

 

Dil Devrimi ve Ulusal Kimlik İnşası

Dr. İbrahim Demirci, Türk dilindeki dönüşümün yalnızca bir dil reformu değil, aynı zamanda ulusal bir kimlik inşasının parçası olduğunu vurguladı. Osmanlı döneminde, sarayda çalışan medrese mezunu ya da yüksek kesimlerin kullandığı Türkçe ile halkın dili arasında büyük bir mesafe vardı. Ancak, 19. yüzyılın sonlarından itibaren uluslaşma süreciyle birlikte bu farklılıklar kapanmaya başladı. Demirci, "Uluslaşma sürecinin temel taşlarından biri, halkla daha anlaşılır bir dil kurma çabasıydı" diyerek, bu dönüşümün kültürel ve toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini anlatıyor.

 

Milli Edebiyat Hareketi ve "Yeni Lisan"

Milli Edebiyat hareketi, 1911’de yayınlanan "Genç Kalemler" dergisi ve Ömer Seyfettin’in "Yeni Lisan" adlı makalesiyle başladığı dönemde önemli bir dönüm noktasıydı. Dr. İbrahim Demirci, bu hareketin özellikle dilde sadeleşme yönündeki etkilerine değinerek, "Türkçeleşmiş Türkçedir, başka söze tapmayın" diyerek dilin halkla bütünleşmesini amaçladıklarını belirtti. Gökalp’in de bu harekette yer aldığını belirten Demirci, Ziya Gökalp’in "Bir Lisan" şiirinin önemli bir dil ve kültür manifestosu olduğunu vurguladı.

 

Dil Reformunun Toplumdaki Etkileri: "Yanıt" Örneği

Dr. İbrahim Demirci, dildeki devrimci değişikliklerin toplumda nasıl karşılık bulduğuna dair örnekler veriyor. "Yanıt" kelimesinin tartışılması ve bu yeni kelimenin halk arasında benimsenmemesi, dildeki devrimin pratikte nasıl zorluklarla karşılaştığını gösteriyor. "Yanıt" kelimesi, aslında günlük dilde kullanılan "cevap" kelimesinin yerini almak istese de, halk bu değişikliğe direndi. Demirci, "Yanıt Türkçe, cevap Arapçadır" diyerek, dildeki bu dönüşümün halkın zihninde nasıl bir yer edindiğini açıklıyor. Dil devrimi sırasında ortaya çıkan fantastik yakıştırmalar ve Güneş Dil Teorisi de önemli bir yer tutuyor. Dr. Demirci, bu teoriyi ve teoriyi savunanların dile getirdiği "Türkçeden türemiş diller" anlayışını ele alırken, "Niagara Türkçedir, Amazon Türkçedir" gibi iddiaların ne kadar gerçek dışı olduğunu belirtiyor. Ancak, dildeki köken tartışmaları, bu tür fantastik yaklaşımlarla da harmanlanmış ve bir süre daha tartışılmaya devam etmiştir.

Fransızca ve İngilizcenin Dil Üzerindeki Etkisi

Dr. İbrahim Demirci, Arapçanın ve Farsçanın Türkçeye olan etkilerinin önemli olduğunu kabul etmekle birlikte, son yüzyıllarda Fransızca ve İngilizce’nin dil üzerindeki etkilerinin çok daha belirgin hale geldiğini belirtiyor. 1800’lerden itibaren Türkçeye giren Fransızca kelimelerle birlikte, 1950’lerden sonra, NATO’ya katılmamızla birlikte İngilizce kelimeler de hızla dilimize yerleşti. Demirci, "Fransızca ve İngilizce'nin Türkçeye nüfuzu, Arapçanın ve Farsçanın gerisinde değil, daha ileridedir," diyerek bu değişimin etkilerini vurguluyor.

 

Cuma: Dinin Getirdiği Ortak Kelime

Cuma kelimesinin Arapçadan geldiğini belirten Dr. Demirci, bu kelimenin tüm İslam toplumları tarafından ortak olarak kullanıldığını anlatıyor. Arapların, önceden kullandıkları kelimelerin yerini, dinin etkisiyle "Cuma" kelimesinin aldığını ifade eden Demirci, dildeki dini kelimelerin kültürel ve dini bağlamda nasıl şekillendiğini açıklıyor.

8b57898b-4478-4c27-b567-bb2c28c68e7d.jpg8fab2d47-9c8f-4b2f-9857-9493fd9e4da9.jpg9e02b87e-bcc2-4d2e-a070-5e619c394940.jpg18a56b32-23be-4dab-bd64-c4829c5413de.jpg43d16769-1d01-4856-9b92-d2fa825727dd.jpg639537f2-1fe8-46a3-b764-f8b22cdc0ddc.jpgb27d1a8e-b2bf-4046-b9d8-692030400958.jpgb61db0d3-2322-46ee-a277-1c978c584865.jpgc24b8130-76b1-4676-98b2-306bd651028b.jpgd22c8a65-b730-4cd8-807a-c4abe047338b.jpge469417e-7874-4c23-8d0c-2e497648f1a2.jpgf426e484-eb69-48cf-b6cd-da45a1b15e64.jpgfb45dd0d-1f45-4f4d-bb8e-679ca1ce4737.jpgscreen-shot-2025-05-12-at-12-49-29-53-pm.pngscreen-shot-2025-05-12-at-12-49-44-464-pm.pngscreen-shot-2025-05-12-at-12-50-03-698-pm.png

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.