Urfalı Gözüyle:KONYA

Urfalı Gözüyle:KONYA

(Şehirler İçinde Bir Şehir) Mehmet Kurtoğlu "Öyle ki kırgın çocuk gibi KonyalıBayramlara hep bayram ertesi çağrılmışKonyalı bir çocuk...

A+A-

(Şehirler İçinde Bir Şehir)

Mehmet Kurtoğlu

"Öyle ki kırgın çocuk gibi Konyalı
Bayramlara hep bayram ertesi çağrılmış
Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir
Ergen gibi Konyalı bir adam
Konyalı bir kocamış kırda
Kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış"
Turgut Uyar

İnsan bazen okuduğu bir kitap dolayısıyla o şehri görüp tanımak ister bazen de bir türkü sözünden hareketle... Şahsen Konya'yı sık sık dinlediğim : "Yaylalar içinde Erzurum yayla/ Şehirler içinde Konya'dır Konya" türküsünün sözlerinden dolayı merak etmiştim. Yıllar sonra Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir" kitabını okuyunca bu merakım daha da artmıştı.
Konya'ya girerken işte bu heyecan ve merakla girdim. Akşam karanlığında girdiğim şehir, büyüklüğü ve bir çarşaf gibi yayılışı içimde o metropol şehirlere mahsus bir korku ve merak uyandırmıştı. Aslında şehrin büyüklüğü, diğer yandan benim açımdan iyi olmuştu, çünkü "Bir şehirde kaybolmadan o şehri tanıyamazsınız" gerçeği doğrultusunda, bu kayboluşun aynı zamanda bir buluş olacağını biliyordum...
Konya, Alâeddin Tepesi'ni merkez alarak bir çarşaf gibi dümdüz ovaya serilmiş bir şehir. Alâeddin Tepesi şehrin gövdesi, Mevlâna beyni ve kalbi... Şehir, sema yapan bir semazenin uçuşan tennuresi gibi, tepenin etrafına yayılmış... Tarihte Selçuklulara başkentlik yapmış olan bu şehir, başkentlik yaptığı devletin tarihi eserlerini değişime kurban vermiş olmalı ki, dağınık şekilde ayakta duran Selçuklunun cami, medrese ve türbeleri dışında Selçuklu tarihi ve mimari eserlerini tek karede verecek fotoğrafı kaybetmiş... Buna rağmen şehir, sosyal ve kültürel yapısıyla Selçuklunun izlerini ruhunda saklıyor... Konya'nın ruhunu çözmek için ancak Selçukludan yola çıkmanız gerekir...
Alâeddin Tepesinde bütün ihtişamıyla duran Alâeddin'in sarayı değil, yaptırdığı camidir. Saray diye korumaya alınan tuğlalardan oluşmuş yıkık bir duvar... Selçukluyu, iktidar ve yönetim anlamında hatırlatacak bir şey kalmamış camiler ve mescitler dışında... Konya'da Selçukluların ve başkentliliğin izini ancak camilerinde ve Mevlâna'nın dergâhında bulabilirsiniz. Bazen bir şehri bir insan kurtarabiliyor. Bu anlamda geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olan, hatta büyük kıyım ve yıkımlara rağmen geçmişi bütün özellikleriyle şahsında gösteren Mevlâna, Konya'nın ruh mimarı olduğu kadar, tek başına bir tarihi fısıldayan insandır da... Konya, kendini o denli Mevlâna ile özdeşleştirmiştir ki, koca bir şehir sanki bu isimden ibaret kalmış gibidir. Mütevazı ve mütedeyyin Konyalılar, bu durumdan öylesine memnun olmalılar ki, Mevlâna haricinde başka bir isme, başka bir sıfata gerek duymuyorlar sanki... Alâeddin Camii, büyüklüğü, mimarisi ve bulunduğu konumuyla güçlü bir iktidarın eseri olduğunu bütün ihtişamıyla gösteriyor. Caminin kubbesini ayakta tutan farklı başlıklı yuvarlak ve köşeli sütunlar, bu coğrafyadan gelmiş geçmiş farklı medeniyetlerin camiye birer yadigârı adeta...
Gezdiğim şehirler içinde, kadim bir geleneği temsil etmesine ve kendine mahsus bir refleksi olmasına rağmen, Konya kadar mütevazı bir şehir görmedim. Bizim halim selim diye niteleyebileceğimiz insanların bir araya toplandığı şehir Konya! Bu Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Konya bozkırın tam çocuğudur" dediği kırda yaşamanın getirdiği bir sadelik mi, yoksa şehri yüzyıllardır derinden besleyen İslami dinamikler mi bilemiyorum. Her iki halükarda da Konya kelimenin tam anlamıyla masum ve güzel Anadolu çocuklarının yaşadığı bir bozkırdır...
Şehir dünden bugüne birkaç işaret taşı bırakmış o kadar. Bu işaret taşlarından koca bir Selçuklu şehrini tahayyül etmek mümkün değil. Bu anlamda Konya, bugünkü haliyle geleneksel bir şehir olmaktan daha çok, modern bir şehir olarak karşımıza çıkıyor. Şehir, geniş cadde ve sokakları, tamamlanmış alt yapısı ve genel görünümü ile modern, yerlisiyle geleneksel kalıyor. Şehir merkezinin nüfusu yedi yüz bin, geneli iki buçuk milyona dayanmış ama şehre ayak bastığınızda nüfus yoğunluğunu göremiyorsunuz. Bu şehrin büyük bir alana yayılmış olmasından kaynaklanıyor: Şehir, mevcut yapısıyla bunun birkaç katı nüfusu daha barındıracak özelliğe sahip. Konya, geniş-düzgün cadde ve sokaklarıyla nizami bir şehir. İnsanı hiç yormayan bir özelliği var. Şehri ilk girişimde hissettiğim korkunun yerini bir huzur alıyor. Hayretim ise beni şehrin işaret taşlarının peşinden sürüklüyor. Sahip Ata Medresesi, müthiş çinileri, güzelim kapı süslemesiyle İslam sanatının bütün ihtişamını dışa vuruyor... Medresesinin çinilerinin restorasyonda kırılarak yerinden sökülmesi ise tam bir trajedi... Sonra şehrin ruh mimarlarından Sadreddin Konevî hazretlerinin türbesinin bulunduğu makam... Konevî hazretleri İbn Arabî'nin üvey oğlu... Büyük bir kütüphaneye sahip ve aynı zamanda İbn Arabî'yi en iyi anlayan âlimlerin başında geliyor... Mağrip'in Anadolu ile buluşmasının adıdır Arabî ve Konevi...
Burada yedisinden yetmişine herkes bisiklet kullanıyor. Urfa'da orta yaş ve üstündekilerin bisiklete binmesi ayıp sayılırken, Konya'da aksakallı dedeler ne güzel bisiklet kullanıyor. Bisikletli insanlar şehri Konya. Ayrıca, rampası olmayan yegâne şehir de diyebiliriz... Konya'yı anlamak için Konya'da uzun süre kalmaya gerek yok. Şehir, kendini bütün çıplaklığıyla ele veriyor. Sade görünümü, örtülü kadınları, cami ve mescitleri ile dindar bir şehir. Şehir kendini hep bu yönüyle öne çıkarıyor. Büyük şehirlerin olmazsa olmazı olan çıplaklık ve kadınların sokaktaki varlığı burada pek görülmüyor.
Şehrin kalbi durumundaki Mevlâna Müzesi, şehrin en canlı yeri. Şehre giren çıkan insan sayısı Mevlâna'dan hareketle belirleniyor. Mevlâna'yı bu kadar önemli ve bu denli çekim merkezi yapan şey, onun diğer klasik evliya ve âlimlerimizden farklı bir misyonu olması. Mevlâna, aşk ve feyz adamı. İlmi aşıp, onun ötesindeki âleme varmış bir sevgi ve hoşgörü insanı. Seyyid Burhaneddin'in onu kucaklayıp: "Bütün ilimlerde eşi benzeri olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdiği bir kişi olmuşsun... Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülmeyecek bir rahmete boğ; bu suret âleminin ölülerini kendi mana ve aşkınla dirilt" diyerek nasihatte bulunması boşuna değildir. O bunu Mevlâna'da gördüğü için söylemiş ve hakikat tecelli etmiştir...
Konya'da ilgimi çeken iki büyük cami oldu. Birisi Selçuklu Dönemine ait olan Alâeddin Camii, diğeri Osmanlı Dönemine ait olan Aziziye camii... Alâeddin Camii, Alâeddin Tepesi üzerine oturtulmuş bir cami olarak, başkentlik günlerinden kalma bir havası var. İktidarını kaptırdığı Osmanlı'ya tepeden bakıyor adeta... Aziziye Camii ise, küçük esnafın oluşturduğu çarşılar içinde sanki sığıntı olarak duruyor. Alâeddin Camii, şehri yukardan keserken, Tanpınar'ın "Bir başkent daima başkenttir, ne kadar susturulsa susturulsun, yine konuşur" sözünün gerçekliğini gösteriyor... Aziziye Camii'nin doğu batı senteziyle yapılan mimarisi, oldukça ilgi çekici... Geleneksel Osmanlı ve Barok tarzı üslubun birleşiminden oluşan mimari süsleme oldukça zenginlik katmış... Aziziye Camii'nin belki de en büyük özelliği, güzelliği ve farklılığı bu sentezde yatmaktadır... Caminin yan tarafında evcil güvercinlerin cami ile bütünleşen uçuşları Aziziye'ye bambaşka bir anlam katıyor... Dış süsleme de en az iç süsleme kadar zengin ve çarpıcı... Kendine mahsus çift minaresi, bana Halep-Şam ve Kahire'deki camileri hatırlatıyor... Güzelliğinin farkında olan ama bunu ifşa etmek istemeyen bir kadın gibi, çarşı içine saklanmış bir cami... Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın maddi katkılarıyla 1874 yılında yaptırılmış...
Konya'yı ilk defa gören insan, şehrin sadeliği karşısında bu şehrin yalnızca görünen yüzünden ibaret, mutaassıp ve kapalı bir şehir olduğunu sanır. Öyle ki, Konya'nın bu sade ve güzelim görüntüsü, şehrin zevk ve eğlenceden uzak hissi uyandırır insanda... Şehrin ruhuna sirayet etmedikçe de bu kanaatiniz değişmez... Bunu Ahmet Hamdi Tanpınar daha iyi görmüş. Şöyle yazıyor: "Konya insanı ya sıtma gibi yakalar, kendi âlemine taşır yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız. Meram Bağlarının tadını alabilmek için ona yerli hayatın için gitmek lazımdır. Konya tıpkı Mevlevilik gibi bir nevi initiation ister." Şehirlerin aziz ve berduş yüzleri vardır... Aziz yüzlerinde dinî ve mistik yanlarını, berduş yüzlerinde ise zevk ve eğlence yönlerini görürsünüz... Özellikle dinî şehirler bu yüzlerini kolay kolay dışa yansıtmazlar... Mesela Urfa'ya ilk adımı atan kimse şehrin, güçlü dinî ve mistik havası karşısında kendini kaybeder. Hiçbir yerde görmediği dinsellikle karşılaşır. Bu ilk görüşteki sarhoşluk, şehirde uzun süre kalındığında yavaş yavaş kaybolur. Şehrin dini ve mistik havasının ötesinde bir başka yüzünün de olduğu ortaya çıkar. Şehir artık sizi başka bir yüzle karşılar... Konya'nın da böylesine bir yüzü olduğunu Meram bağlarının eğlence yüzünde görmek mümkündür... Bu, şehrin kendini daha çok tanımlamak istediği kimliğiyle alakalı bir durumdur. Konyalı bunun farkında olduğundan Meram'daki eğlence âlemleriyle değil de, Mevlâna ile kendini tanımlıyor. Özellikle İslam şehirleri, insanlar gibi mahremiyetlerine dikkat ederler. Ve bu yüzden bir öne çıkan kimlikleri vardır bir de geride kalan... Urfa, Konya gibi şehirler, bu tür hassasiyeti olan şehirlerdir...
Konya, sanayileşmiş bir şehir. Mevlâna civarında halen küçük esnaf iş yapıyorsa da, şehrin girişindeki fabrikalar, büyük iş merkezleri şehrin havasını değiştirmiş. Koca Selçukludan geriye kala kala birkaç parça çini, birkaç mescit ve cami kalmış. Bu yüzden Konya'da gelenek belli bir yerde kesintiye uğramış. Geçmişten gelen birkaç tarihî mekânı, bu yüzden hassasiyetle koruyorlar. Alâeddin Tepesi'nin hemen aşağısında bulunan Karatay Müzesi bu anlamda güzel bir örnektir. Karatay Medresesi, Sultan İzzettin Keykavus II. Devrinde, Emir Celaleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmış. 19. yüzyılın sonlarına kadar kullanılan medrese daha sonra yalnızlığa terk edilmiş... Bugün müze olarak kullanılan ve içinde Selçuklu dönemine ait çinilerin sergilendiği medrese, farklı kubbesi ve çini süslemeleriyle Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyor. Kubbedeki ışıklandırma takalarıyla ve ortasındaki havuz zamanın teknik bilgileriyle inşa edilmiş. Güneşin medreseye düşüşüyle zaman işleyişi gösterilmiştir. Mardin'deki Kasımiye Medresesi'nin ortasında böyle bir havuz mevcuttu. Kasımiye Medresesi'ndeki havuzun sembolik anlamı, insanın anne karnından dünyaya gelişini, oradan da ahirete doğru gidişini anlatıyor. Anlaşılan her ikisi de zaman eksenli... Hem de güneş, su ve mekân eksenli bir üçleme... Karatay Medresesi'nde çini süslemelerde kitap inmiş dört peygamber ve İslam'ın dört halifesinin ismi yer almakta... Karatay Medresesi'nin ihtişamı çinilerinin güzelliğinde yatıyor. Ama ne yazık ki, bu çini süslemelerinin bile büyük bir kısmı tahrip olmuş...
Konya kültürel olarak çok zengin bir şehir. Bir şehrin kültürel canlılığını o şehirde yayımlanan kitap, dergi ve gazete sayısıyla anlamak mümkün. Konya bu anlamda büyük bir birikime sahip. Şehirde yedi veya sekiz tane yerel gazete mevcut. Gazeteler yayın kalitesi ve içeriği ile göz dolduruyor. Tıpkı ulusal gazetelerde olduğu gibi yazarlarına telif ödüyorlar. Köşe yazarları Konya çevresinde turlar düzenleyerek bunları gezi notu şeklinde ele alıyorlar. Okuduğum köşe yazıları ve dizi yazılarda şehrin kimliği üzerinde duruluyor. Yazarları, "şehirlilik" bilincinin farkında ve bunu daha da canlı tutmak için de çaba harcıyorlar. Şahsen bir şehirde kitapçılar çarşısı varsa eğer, o şehir kültürel birikimi farklı yerlere ve zamanlara taşıyabilir diye düşünüyorum. Konya'da kitapçılar çarşısıyla bunu fazlasıyla gösteriyor. Yine İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün seksenin üzerinde yayımladığı kitap, aynı şekilde Belediye Başkanlığının kırkın üzerinde yayımladığı kitap ve Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin yaptığı kültürel faaliyetler ve yayınlar bunun en güçlü göstergesidir...
İtalo Calvino'nun söylediği gibi her zaman bir şehirden başlayarak başka şehirleri anlatmak gerekir. Hiç kuşkusuz başka bir şehri anlatmaya Urfa'dan başlarım. Kubilay Han, Marco Polo'ya gezdiği şehirleri anlatmasını ister. Marco Polo da başlar Venedik'i anlatmaya. Kubilay Han, 'Ben sana gezdiğin şehirleri anlatmanı bekliyordum' dediğinde, Marco Polo: "Ben sana şimdiye kadar sana neyi anlatıyorum?" diye sorar. Çünkü Maco Pola'ya göre Venedik'i anlatmak bütün şehirleri anlatmaktır. Yani bütün şehirler birbirine benzer demek ister... Konya söz konusu olunca ben de Urfa'dan bahsetmeden edemedim. Çünkü Urfa Konya'yı, Konya Urfa'yı hatırlatır...
Bu anlamda Urfa'dan Konya'ya baktığımda, tarihi kimliğini kaybetmemiş Urfa'nın yanında Konya'nın fazla bir tarihsel dokusu kalmamış ama kültürel birikimiyle birçok şehri geride bırakmıştır. Urfa'daki kültür ve sanat ortamının canlılığına ve büyük birikimine rağmen özgünlüğe ulaşamamasının nedeni, Konya gibi büyük bir hafıza kaybına uğramamasıdır. Konya'da Selçuklunun izlerini silmek için sanki bir silindirle şehir yerle bir edilmiştir. Bu gelen iktidarın öncekini yok etme silme kaygısından kaynaklanmış olabilir. Ama Urfa'da hüküm süren devlet ve medeniyetler uzun süre şehirde kalamadıklarından bu kısa dönemler içinde her biri diğerini bir şeyler ekleyerek çoğulcu bir kimlik miras bırakmışlardır. Yalnızca başkentlik yapmış olan Harran'ın bugün eski ihtişamının yerinde yeller esmesinin nedeni Moğol istilasıdır ve şehir ilelebet dirilmemek üzere yok edilmiş... Konya kaybettiklerinin farkında olan bir şehir olduğundan şehirlilik kimliğini fazlasıyla önemsiyor ve üzerinde duruyor. Ayrıca büyümesine ve göç almasına rağmen, belli bir duyarlılık oluşturduğundan gelen göçü kendi içinde eritmiş, şehrin yerli kimliğini muhafaza etmiştir...
Konya büyük şehir, ama büyük şehirlere mahsus olan koşuşturma ve telaştan eser yok. Şehrin akışı da sakın insanı da... Sorduğumuzda, adresi tarif etmek yerine, bize mihmandarlık edip yol gösteriyorlar. Böylesine yabancıya karşı saygılı. Türk geleneksel misafirperverliğinin en canlı örneğini Konya'da görmek mümkün... Şehirlerin ruh mimarları vardır ve bu ruh mimarları zaman içersinde şehri kendilerine benzetirler. Hatta ölümlerinden sonra bile bu tasarrufları devam eder. Mevla'nın da Konya üzerinde böylesine güçlü bir tasarrufu olduğunu düşünüyorum. Şehrin yerlisine sirayet etmiş olan sevgi ve hoşgörü, işte bu büyük mütefekkir ve ermiş Mevlâna'dan kaynaklanıyor olsa gerek... Çünkü Konyalı, Mevlâna'yı o denli içselleştirmiş ki, hangi mekâna girerseniz girin onun ismiyle, onun sözüyle onun resmiyle karşılaşıyorsunuz... Popülizmin her gün bir yüz her gün bir çehre sunduğu günümüzde, yüzyıllar ötesinden seslenen ve düşünceleriyle insanları etkileyen Mevlâna'nın, zamanın unutkanlığına karşı halen hatırlanıp ve canlılığını koruması üzerinde durulmaya ve düşünülmeye değerdir... Bu anlamda Konya, Mevlâna'dan müteşekkil bir ruh, bir kalıptır. Bu şehre girenler o ruhtan fazlasıyla feyz alabilir...
El yazma eserlerin bulunduğu kütüphanesi ise kelimenin tam anlamıyla büyük bir hazine. Türkiye'nin birçok vilayetinden toplanan yazma eserler burada korunuyor. Eserlerin tümü muhafaza altına alınmış ve CD'lere yüklenmiş. Konya bu iş için biçilmiş kaftan...
Konya mimarisi, tuğla ve çiniden müteşekkildir. Nerede bir tuğla ve çiniye dayalı bir yapı varsa orada hiç kuşkusuz Selçuklu vardır. Öyle ki, bu tarz mimarisiyle şehirlerde silinmez mührünü basmıştır Selçuklu... Çünkü Selçuklu nerede hüküm sürmüşse orada aynı tarz ve sitilde tuğla ve çiniden eser bırakmıştır... Selçuklunun Konya'da ve benzer yerlerdeki izlerinin bir anda silinmesi, ondan sonra gelen güçlü Osmanlı İmparatorluğundan kaynaklanmıştır. Ayrıca Konya, Timur istilasından korunmuş istisna bir şehirdir. Mimarisi tuğla ve çini gibi yumuşak ve zarif bir özellik arz etmesinden dolayı, zamana direnme anlamında çok güçlü değildir... Eğer Selçuklar da yaptığı mimari eserlerde Diyarbakır'a hâkim olan bazalt taşı Urfa'ya hâkim olan beyaz kesme taşları kullanmış olsaydı hiç kuşkusuz bugün Selçuklu Dönemine ait mimari eserlerin daha fazlasını görme imkânını yakalayabilirdik. Ama Selçuklular, tıpkı Mevlâna'nın fikirlerinde olduğu gibi çoğulcu, zarif, yumuşak ama daha derin anlamları olan bir mimari bırakmıştır... Fiziksel olarak varlıkları görülmese de şehrin derinlerinde onların ruhlarını fısıldayan bir iz, bir işaret görmek mümkündür. Kal (söz) ile ifadede aciz kaldığımız duygu ve düşüncelerimizi en güzel hâl (eylem) diliyle ortaya koyan Mevlâna'nın fikirleri gibi Konya'da kendini daha çok hal diliyle ortaya koyan bir şehirdir. Konya'yı okuyarak ve dinleyerek değil, ancak yaşayarak tanıya ve anlayabilirsiniz...
Konya'nın yalnızca bende yarattığı çağrışımlarıyla değil, sımsıcak güzel insanlarıyla da cezp etti. Konya'nın büyüklüğüne ve makineleşmesine rağmen, özündeki kadim ruhu ve insani özelliklerini muhafaza etmesi gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir olaydır. Bu anlamda insana yabancılaşan, insanı yalnızlaştıran büyük şehirlerimizin Konya'dan alacağı çok şey olduğunu düşünüyorum. Özelliklede her şeye rağmen bozulmama ve özünü koruma anlamında...

Faruk Kazancı

Şiirsel bir birliktelikle bir araya gelen Urfa-Konya-Bursa yazarlar birliği, Konya Yazarlar Birliği şubesinin ev sahipliğinde, 20-21 Haziran cumartesi ve Pazar günü şiir şöleni ekseninde Konya'da buluştu. Bu buluşmaya Yazarlar Birliği'nin Şanlıurfa şubesinin misafiri olarak Gapgündemi gazetemizi temsilen ben de iştirak ettim.

19 Haziran Cuma günü yatsı vaktinden sonra, Şanlıurfa Yazarlar Birliği'nin çok değerli başkan ve üyelerinden oluşan güzide bir gurup ile başlayan yolculuğumuz, neşeli, zevkli ve tatlı sohbetler eşliğinde sabah vaktinde Konya'da son buldu. Bizi karşılayan Konya Yazarlar Birliği üyelerinden görevli arkadaşlar rehberliğinde kalacağımız otele yerleştirildik.

Bursa Yazarlar Birliği'nden gelen misafirlerle birlikte kısa bir dinlenme neticesinde, belirlenen saatte otelimizin önünde, Konya Karatay Belediyesi tarafından bize tahsis edilen vasıtaya hep beraber bindik. Konya şehir merkezindeki tarihi eserleri gezmek üzere yola çıktık. Alaeddin Cami ve külliyesini, Karatay Medresesini, İnce Minareli Medrese ve Sahip Ata Cami ile Sırçalı Medrese'yi bize mihmandarlık yapan sanat tarihçisi bir arkadaşımızın tanıtım konuşmaları eşliğinde gezdik. Bu tarihi eserler tek tek burada anlatmakla bitirilemeyecek olduğundan ve isteyen herkesin internet kanalıyla bunlar hakkında her türlü bilgiye sahip olabileceğinden dolayı, ben sadece bu eserler karşısındaki duygu ve düşüncelerimi size aktarmak istiyorum. İnanın bu eserleri gördükçe atalarımızın ilme, bilim'e , sanat'a ve estetiğe ne denli önem verdiğini, her ayrıntıyı atlamadan orada eğitim süresi içerisinde gereken her türlü ihtiyaca cevap verecek imkanlar sergilediğine şahit oluyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz? Taa o zamanlarda bile içme ve kullanma suyu temini için medreselere yer altı şebekeler ve havuzlar inşa edilmiş. Ayrıca çini işlemelerin Selçuklu döneminde kullanılmaya başlandığı, Osmanlılar döneminde ise bu çini işlemeciliğinin zirvesine ulaşıldığı anlaşılıyor. Ayrıca medreselerin açık avlulu ve kapalı avlulu olmak üzere iki türlü inşası görülüyor. Önemli bir husus ta şu: Yakın bir tarihte, Alaeddin Camisi'nin tavan ve kolonları çelik konstrüksiyonlarla güçlendirilmiş. Buradan şunu anlayabiliyoruz; demek ki bu tür yapılarda böyle bir güçlendirme tarihi yapıların orijinalini koruyarak yapılabiliyor.

Öğlen yemeği ve birtakım genel ihtiyaçlarımızı gidermek üzere nezih bir mekanda ağırlanıyoruz. Şimdi bu noktada özellikle dile getirmek istediğim bir hususu belirteyim. Tüm bu gezi ve şiir şöleninin sponsorluğunu Konya Karatay Belediyesi yapmıştır. Tek kelimeyle eksiksiz ve mükemmel bir ağırlama ile karşılandık. Tabi burada Konya Yazarlar Birliğini değerli başkanları Ahmet KÖSEOĞLU şahsında tebrik ediyoruz. Tarihin bir çok döneminde sanat ve sanatçıya önem veren kurumlar başarılarını perçinlemiştir. Umarım Karatay Belediyesi bu organizasyona sağladığı katkılarla ve sanat camiasından alacağı güç sayesinde başarılarından ülke çapında söz ettirir.

Öğleden sonraki program dahilinde Meram, Aydınçavuş Seyir Terası'ndan Konya şehrinin yukarıdan görünüşünü seyrediyoruz. Konya, düzlük bir alan içerisinde dizayn edilmiş irili ufaklı yapıların yer aldığı bir şehir görünümünde. Sonraki etkinlikte ise"Şehirlerin kardeşliği" konulu, Urfa-Konya-Bursa şehirlerinden farklı görüntülerin yer aldığı TYB Konya Evindeki fotoğraf sergisinin açılışına ve daha sonra da Prof.Dr.Bilal KEMİKLİ'nin Konya Ulu Camii'nin hatları adlı gösterili sunumuna iştirak ediyoruz. Tabi her şehir şunu iddia ediyor "En büyük Ulu Cami bizim Ulu Cami."

Dolu dolu ilk bir günümüz akşam yemeği ve dinlenme şeklinde sona eriyor. Derler ya: Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gördüğünüzden bahsedin." Ben de ikinci gün gezip gördüklerimizi yazımın, ikinci bölümünde anlatmak üzere size veda ediyorum.

Muhabbetle...

Faruk Kazancı 2

Bir önceki yazımda Konya Karatay Belediyesi ve TYB Konya şubesinin ev sahipliğinde, Urfa-Konya-Bursa Yazarlar Birliği'nin katılımlarıyla Konya'da 20-21.Haziran.2009 tarihlerinde gerçekleştirilen yazar, şair ve sanatçıların buluşmalarının bir kısmını anlatmıştım. Kaldığımız yerden devam edelim.

Konya'ya gittiğimiz günün akşamında, dillere destan ve devasa bir şekilde inşa edilmiş olan "Konya Mevlana Kültür Merkezi" gösteri salonunda her cumartesi akşamı icra edilen Sema gösterisini izledik. Mevlevilerin beyaz tennureleri içerisinde seramonik bir şekildeki sahne alışları ve birbirlerini selamlamalarından sorna sema başladı. Binlerce kişiyi alabilecek büyük bir salon ve muhteşem bir ses , ışık düzeni eşliğinde Mevlevilerin saf, nurlu, ilahi dönüşlerini seyrediyorum. Sema yapılırken her hareketin ilahi bir anlamı mevcut Allah'tan gelip Allah'a gidişimizi temsil eden el hareketleriyle o zarif dönüşleri insanın kalbini, ruhunu ve maneviyatını her türlü kötülüklerden arındırıp paklıyor. Ölüm gününü Hakka vuslat; "Düğün Günü" sayan büyük Mevlana, insanlara ölüme her an hazır olmayı işaret ediyor aslında. Çünkü, ancak ölüme hazırlıklı olanlar ölümden korkmazlar.Anlatılacak değil yaşanılacak bir duygu bence. Ayrıca böyle muhteşem bir Kültür Merkezini sanırım Urfa'mız da çoktan hak etmiştir. Siyasilerin kulağı çınlasın. Ne diyelim?

İkinci günümüzün sabahında, Konya "Sille" mahallesini( Eskiden köy statüsündeymiş) geziyoruz. Sille, 1925 yılına kadar yoğun olarak Rumların yaşadığı tarihi bir mekan. 1925 yılında yapılan "Mübadele anlaşması" ile buradaki Rumlar gönderilmiş. Hatta buraları ağlayarak terk ettikleri anlatılıyor. Sille ismi Frigya'lılardan kalma bir isim imiş. Burada halen halı, kilim ve toprak çömlek yapımının az sayıdaki atölyelerde devam ettirildiğini gördük. Ayrıca Hıristiyanlığın ilk çağlarından kalma harap bir şeklindeki "Aya Eleni Kilise"sini ve kaya oyma mezarları dolaşırken enkaz halindeki bu görüntüler tarih adına içimizi acıtıyor. Buradaki Sille taş evlerinin tamamı sit alanı ilan edilmiş. Yalnız şu hususu göz önünde bulundurmak gerekiyor: Kültür Bakanlığımız kısıtlı imkanlarıyla, her köşesinden tarih fışkıran ülkemizde tüm bu eserlerin korunmasına ve restoresine güç yettiremez.

Sille'de özel mülkiyette bulunan tarihi bir hamamı bir işadamının satın alarak Kültür Bakanlığı denetiminde restore ettireceğini öğrendik. Bu tür girişimlerin ülkemizde bulunan tüm tarihi eserler için örnek teşkil etmesini temenni ediyorum. Ha unutmadan, yine burada bulunan ayrı bir hamamın restore edilmiş halini görünce Urfa'mızdaki "Eski Arasa Hamamı" aklıma geliyor. Orası da bu şekilde restore edilip turistik bir mekan haline getirilemez mi? Göbek taşı, locaları, kurnaları, giyinip - soyunma yerleri turistlerin gezebileceği şekilde yenilense hem Urfa'mıza yeni bir turistik mekan kazandırılmış hem de şehrin ortasındaki o çirkin görüntü ortadan kalkmış olmaz mı? Sille'de tarihi bir konak restore edilerek yazar, şair ve diğer sanatçıların belli zamanlarda gelip sohbetlerde bulundukları bir kültür evi haline dönüştürülmüş. Umarım Urfa'da Rızvaniye Camii külliyesi içerisinde TYB Şanlıurfa şubesine tahsis edilen mekanlar da en kısa zamanda bu şekilde düzenlenir. Öğlen arası yemek ve dinlenme gibi ihtiyaçlarımızı Sille'deki bu evde gideriyoruz.

Öğleden sonraki programda ise İstiklal Harbi Şehitliği ile Mevlana türbe ve müzesinin gezilmesi yer alıyor. Bu dolu dolu geçen programda yorulmadık desem yalan olur. Ancak fazlasıyla bu yorgunluğa değdiğini de belirteyim. Burada Karatay belediyesi ile TYB Konya şubesinin uyum içerisinde hazırladıkları bu organizasyonu görünce, işte sivil toplum örgütleri ile Belediye dayanışması herhalde bu olsa gerek diye düşünüyorum.

TYB Konya şubesinin düzenlediği Urfa-Konya-Bursa şubelerinin 20-21. Haziran. 2009 tarihlerindeki Konya buluşmalarının ikinci ve son gününde ise "İstiklal Harbi Şehitliği Müzesi" ne gidiyoruz. Bu müze geniş bir avlu ve kapalı uzun bir salondan müteşekkil. Avlu duvarlarında İstiklal Harbi Şehitlerinin isimleri yer alıyor. Ayrıca sembolik birkaç tane eski savaş topu konulmuş. En ilginç olanı şey, kapalı mekanda bulunuyor. İstiklal Harbi başlangıcından sonuna kadar cereyan eden olaylar, canlı cansız öğelere ait minyatürlerle ve maketlerle , dağ bayır ve köy şeklinde dizayn edilmiş bir zemin üzerinde canlandırılmış. Savaş, çatışma, yaralanma ve ölümler ile Anadolu'da süren yaşam biçimi her yönüyle anlatılmış. Nihayet zafer ve kutlamalar çok güzel bir şekilde sunulmuş. Tüm bunları gıpta ile seyrederken kendi kendime soruyorum: Acaba bizim"Urfa Kurtuluş Müze"mizde de böyle bir çalışma gerçekleştirilemez mi?

İkindi vakti Mevlana türbe ve müzesine doğru yöneliyoruz. Türbenin de içerisinde yer aldığı müze'ye ayaklarımıza galoş takarak giriyoruz. Müze müdür yardımcısı Naci BAKIRCI rehberliğinde ziyaretimize başlıyoruz. Tabi en başta Mevlana Hazretleri ile oraya defnedilenlere Fatihalarımızı okuyoruz. Mevlana'nın "Türbemizi yüksek yapsınlar ki; kim uzaktan görüp, bize inanıp, güvenirse yüce Allah onu rahmete eriştirsin" vasiyeti gereği yüksek bir türbe yaptırılmış. Müze kısmında ise namaz kıldığı seccadeden giymiş olduğu hırkaya kadar Mevlana Hazretlerinin şahsi eşyaları ve değişik baskılı kuran-ı kerimler, kitaplar yer alıyor. Ayrıca dönemin hükümdarlarının gönderdiği değerli hediyeler de sergilenmiş. Ben, özellikle Mevlana Hazretlerinin üzerinde namaz kıldığı seccade önünde çok etkilendim. Sanki onu namaz kılarken görüyor gibi hayal ettim. Müthiş büyüleyici bir mekan kısaca. Ayrıca bu müzenin Türkiye'de Topkapı müzesinden sonra en çok ziyaret edilen müze olduğunu öğreniyoruz.

Mevlana türbe ve müzesinin hemen yanında yer alan ve cephesi buraya dönük "Gülbahçe" isimli güzel bir mekanda akşam yemeği yenildikten sonra müzenin avlusunda tertip edilen şiir şölenine iştirak ediyoruz. Bu iki günlük gezi ve buluşmaların esas nirengi noktası ve sebebi bu şiir şöleni. Konya Karatay belediyesi ve TYB Konya şubesi en ince ayrıntısını düşünerek bu şiir şölenini organize etmiş. Öyle ki, yağmur yağması ihtimaline karşı Karatay Belediyesi'ne ait kamyonlar da brandalar bile hazırlanmış vaziyette. Şiir dostu seyircilere meyve suyu ikramı bile düşünülmüş. Biraz uzun sayılacak açılış konuşmalarından sonra, katılımcı şairler teker teker kendi şiirlerini seslendiriyorlar.

Hasetsen Sayın Ahmet EFE isimli şair dostumuzun okuduğu "Hüma Kasidesi" nden etkilenmemek imkânsız. Şahsi görüşüm; şiir yazmakla şiir okumak yani yorumlamak apayrı bir olay. TYB Şanlıurfa şubesi üyesi şair arkadaşlardan özellikle Sayın M.Faruk HABİBOĞLU, Necdet KARASEVDA ve Eyüp AZLAL arkadaşlarımız şiirlerini çok güzel yorumladılar. Bu güzel şiir şöleni plaket sunumlarıyla son buldu.

Evet, rüya gibi iki güzel günü dolu dolu geçirmemize vesile olan herkese, özel olarak Konya Karatay Belediye Başkanı Ömer GÜL'e, Bld. Bşk. Vekili Memiş KÜTÜKÇÜ'ye TYB Konya Şube Başkanı Ahmet KÖSEOĞLU'na ve buraya katılımımıza katkıda bulunan Vali Vekili Sayın Yıldıray MALGAÇ'ın şahsında tüm Şurkav yöneticileri ile TYB Şanlıurfa Şubesinin yeni yönetimine teşekkürlerimizi sunuyorum.

Muhabbetle kalın...

Eyyüp Azlal

Türkiye Yazarlar Birliği öncülüğünde güzel şeyler yapmaya devam ediyoruz. Geçen yıl ki TYB Şanlıurfa şubesinin öncülüğünde yapılan Balıklıgöl Şiir Akşamlarına TYB Konya şubesi de katılmış ve çok güzel bir etkinlik meydana gelmişti.

Bu yıl da TYB Konya şubesi bizleri ağırlıyor. Bizimle beraber TYB Bursa şubesi de etkinliğe katılıyor. İki gün süren programa ilk gününde yoktum. Bizlere büyük emekleri geçen sayın valimiz Yusuf Yavaşcan beyin Cumartesi günü ayrılması ve kütüphanemizin banisi Abdülkadir Karahan hocamızın kızı Doç. Dr. Zeynep Karahan hocamızın Urfa'ya geliyor olmasından dolayı Urfa'da kaldım.

Akşam altı gibi Cesur Otobüs firmasına yetiştim. Yol uzun, biz uyuyoruz mecburen. İkinci gün sabah dört sularında Konya'ya varıyoruz. Artık şükür diyarı Konya'dayız. Sabır diyarından şükür diyarına göç etmek. Avşar illerini de arkamıza alarak, Toroslar'ı da arkamızda bırakarak. Yalnız bizim göçümüz Dadaloğlu'nun kavgası gibi değil. Biz sevgiyi paylaşmak için evrensel insani değerleri paylaşmak için göç eyledik. Biz aşk niyetine aşık niyetine göç eyledik. Ne Arap atı vardı altımızda ne de belimizde Kirmanî. Yolların ve yılların vazgeçilmez otobüsleri bize yakın eyledi Konya'yı.

Şehir içine gidecek otobüsleri beklerken sıcakkanlı tavırlarıyla ilgimi çeken bir zatla tebessümle beraber selam verdim. Kendisi Konyalı ama gurbeti yaşamış. Hele gurbeti sabır diyarı Urfa'da çekmesi hasret pınarlarımızı bir kez daha buluşturdu. Ben o zatta Konya'yı o ise bende Urfa'yı gördü. Ben, Hz. Mevlana'yı o ise bana Hz. İbrahim'i, Hz. Eyyub'u sordu. Az sonra otobüs geldiydi. Otobüse bindiğimizde kartımız olmadığından dolayı kendi kartını geçirdi.Ücreti kendisine vermek isteyişime çok kızdı. İlk göreve başlarken Urfa'nın Viranşehir ilçesinde bir zatın kendisine sahip çıktığını. Sofrasında çok yemek yediğini söyleyip günün birinde nerde bir Urfalı görünce gönül borcunu ödemek istediğini söyledi. Adı Mehmet olan bu Konyalı hemşerimiz dile kolay tam yirmi altı yıl gurbeti Urfa'nın Ceylanpınar Devlet Çiftliğinde geçirmiş.. Son iki yıldır Polatlı Devlet üretme çiftliğine tayini çıkmış.

Konyalı dostumuz Mehmet Bey otobüste bir hatırasını anlatmaya devam etti. "Ceylanpınar'a Mardin otobüsleri ile gidilir. Viranşehir'de inilir. Biz de öyle yaptık. Viranşehir'de Dörtyol dediğimiz mevkide otobüsten inip Ceylanpınar arabasını beklemeye koyuldum. Biraz yaşlıca bir amca yabancı biri olduğumu anlayınca yanıma yaklaşıp selam verdi." Adam kendisine sabahleyin bir çorba ikram etmiş. Sonra beraber Ceylanpınar'a gitmişler. Günün birinde çiftlikte Mehmet beyin arkadaşları bir hacı ziyaretine gidelim demişler. Mehmet Bey de onlarla beraber gitmiş. Bir de ne görsün ilk gün kendisine çorba ikram eden dostu Hacdan gelmiş. Kaderin böylesi de olurmuş meğer kendi kendine söylenivermiş.

Mehmet beyi dinlerken kalacağım yere yaklaşmış idim. Kendisiyle vedalaşıp durakta indim. Vedalaşmadan önce bana kalacağım otele nasıl gideceğimi tarif etmişti. Kalacağımız otel Baykara oteline gittim. Orada hemen uyudum sabah sekizde arkadaşlar beni uyandırdılar. Kahvaltıya gittiğimde Bursa'dan Cevat Akkanat ağabeyimiz gelmişti. Daha sonra diğer arkadaşlarla. Talat Akay ailesiyle Ankara'dan gelmişti. Çok acıkmıştım. Açık menü olan kahvaltı salonunda kısmetimiz olan nevaleyi aldık, kahvaltımızı yaptık. Az sonra bir telefon... Konya Dosteli derneğinden Yusuf Duru Bey beni arıyor. Dün akşam gelmeden onunla görüşmüştüm. Meğer kendisi beni otogardan alacak idi. Yol yorgunluğu hafızayı da yormuş. Çünkü yola çıkarken kendilerini aramıştım. Kendisine otelde olduğumu söyledim. Kahvaltıyı başka yerde yapacak idik.

Programı yapan arkadaşlar Konya'nın tarihi bölgesi Sille'ye gideceklerini söyledi. Orada gezi ve inceleme yapacaklardı. Ben o programdan azatlık isteyip sabah vaktini Yusuf Duru beyle geçireceğim. Yola çıktık. Adana yolu üzerinde bir yere gittik, tekrar bir kahvaltı yapıyoruz. Ben yolda Yusuf Duru beyin sadece Dosteli derneğinin medya sorumlusu olmadığını ülkemizde yaşayan beş meddahtan biri olduğunu öğreniyorum.Bunu hem kendisinden hem de sonradan bakacağım www.yusufduru.com sitesinden öğreniyorum. Hayali Nedim beyden icazet almış Yusuf Duru. Ustanın şaka şukası ben de diyor. Ama ustam icazet verebilirsin demedi.

Daha Yusuf Bey sonra beni bir Konya evine götürüyor. Klasik bir Osmanlı Selçuklu havası var evde. Yeni bir yapı olmasına rağmen evin bölmeleri bize Osmanlı havası veriyor. Önce mabeyn sonra sofa ve daha sonra selamlığa doğru ilerliyoruz. Evin alt katı da güzel bir şekilde döşenmiş. Bir yandan rahmetli babasının tamirhanesi diğer yandan yeğenleri için ders çalışma odası, küpler çeşit çeşit. Ama içinde su yok. Kış için hazırlan yiyecekler var. Ve en önemlisi yakacak yeri odunluk...

Burada Yusuf beyin ağabeyi ve iki annesi yaşıyor. Bizim Urfa'da çok eşlilik yaygınmış. Meğer Konya'da da varmış. Yusuf beyle beraber Dosteli derneğini ziyaret ettikten sonra guruba katılmak üzre Sille'ye doğru yol alıyoruz. Yolda Yanık Camii'yi görüyorum. Hemen fotoğrafını çekiyorum. Sille'ye devam.

Eski bir Roma kenti Sille. Oraya vardığımızda Sille Kültür Merkezinde yemek vakti gelmişti. Arkadaşlar, dostlar benim gıyabımda epey konuşmuşlar. Ben vardığımda herkes konuşmuş. Mikrofon adeta beni bekliyormuş. Konya şube başkanımız Ahmet Köseoğlu ağabeyimizin iltifatlarına mazhar oldum. Dilimiz döndüğü kadar Konya'yı, döndüğü kadar Urfa'yı anlattım. Sille kültür evinde Bursa'dan da yazar ve şairler var idi. Konya ve Urfalı şairlerle beraber memleketlerimizi konuştuk. Edebiyatı konuştuk, kaynaştık. Biz akşamleyin şiir okuyacaktık. Kendi şiirlerimizi yani. Çoğumuz genç idik. Orada aramızda olan bir ağabeyimizi gençlerin tanımadığını fark ettim. Bir de kendisin 20 yıl önce çalıştığı gazetede Cevat Akkanat ağabeyimiz de tanımıyordu. Söz söze gelince sordum kendisine Sayın Cuma Ağaç'ın İsmet Özel ile bir hatırası var. Eminim şair veya şairliğe namzed dostlarımızın bilmesinde fayda var dedim. Ahmet Köseoğlu Bey de ısrar edince Cuma Bey anlatmak zorunda kaldı hatırasını. Bu hatıra yaklaşık 70 kişi olan cemaata ilginç gelmiş olmalı ki Cuma Bey tekrar anlatmak zorunda kaldı. Bence bu hatırayı Cuma beyin kaleme alması lazım. Çünkü biz onun üslubuyla anlatamıyoruz. Bu yüzden çeşnisi bozuk bir tat alıyor anlatımımız. Bu hatıra üzerine arkadaşlardan bir itiraf duydum. Biz buraya şiir okumaya geldik ama Cuma Bey adeta meydan okudu.

Sille'den sonra Mevlana türbesi ve Sadrettin Konevi hazretlerinin makamını ziyaret ettik. Bu makamları ziyaret etmek ve duygularımızı paylaşmak adına kelime bulamıyorum.

Akşam yemeğinde Sayın Ahmet Köseoğlu Cuma beye hatırasını Eski tarım bakanımız Sayın Sami Güçlü'ye aktarmış. Sami Bey de Cuma Bey varsa ben de gelirim demiş.

Sözün sonunda şunları söylemek lazım olur. Urfa'dan Konya'ya bir sevgi köprüsü, şiir köprüsü kurduk. Oradan Bursa'ya selam gönderdik. Şiire başlarken şu sözü söyledim. Şaire unuttuğu mısrayı bir gözyaşı hatırlatır. Ya pirim, Ya Hz. Mevlana biz seni unutmadık. Sabır yüklü bulutları devşiren Hz. Eyyub'un selamıyla, cömertlik deryasında yüzen Hz. İbrahim'in selamıyla geldik. Geldik sevginden almaya, geldik putları kırmaya... Gecede şiirini beğendiğim İhsan Deniz ve Ahmet Efe ağabeylerimize şiir dolu günler diliyorum. Allah şiirde bizlere de onlar gibi imgeler ve manalar bulmamızı nasip eylesin.


Not: Bu programa katılmamızı sağlayan proje ortağımız ŞURKAV'a ve yönetim kurulu adına vali vekilimiz sayın Yıldıray Malğaç beye, konaklama ve her türlü misafirperverliği eksik etmeyen Karatay belediye başkanı sayın Mehmet Hançerli beye, gönül dostlarım TYB Konya şubesi başkanı Ahmet Köseoğlu ve arkadaşlarına, katılım sağlayan TYB Bursa ekibine, TYB Urfa şubesi başkanı İbrahim Emiroğlu ve ekibine teşekkürlerimi iletiyorum.

Mahmut Kaya

Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir.
Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir.
Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
Mevlana

Geçen hafta sonu Konya Yazarlar Birliğinin davetlisi olarak Şanlıurfalı yazar ve şair arkadaşlarımızla birlikte Konya'daki Mevlana Şiir Akşamı şölenine katıldık. Şanlıurfa Yazarlar Birliği ve Şurkav'ın destekleri ile yaptığımız bu seyahat her açıdan anlamlı ve dolu dolu geçti."Gez dünyayı gör Konyayı" sözü gerçekten anlamını vuku buldu. Mevlana ile özdeşleşen kentin her alanında Mevlana öğretisinin iz düşümlerini görmek mümkün. İki buçuk milyon nüfusa sahip olmasına rağmen kent adeta bir mevlevi dervişi gibi ağır başlı, dingin, vakur, huzur dolu. Karmaşa, trafik kargaşası, gürültü, kalabalık v.b şeyler bu şehirde yok gibi. Şehir kutsal bir ibadet seansını andırıyor sanki etraftaki her şey bu kutsal ana saygısından ürkerek yaşıyor.


Geçmişte Selçukluların başkenti olan Konya'nın her köşesinden tarih fışkırıyor. Konya Yazarlar Birliğinin daveti üzerine gelen akademiysen rehberlerimiz sayesinde Konya'nın birçok tarihi yerini gezme imkanımız oldu. Öğreniyoruz; Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin başta olmak üzere Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi gibi bilginler, Muhyiddin Arabî gibi gibi mutasavvıflar Konya'da yerleşmişler, verdikleri eserlerle şehri bir ilim,kültür merkezi haline getirmişler. Hanlar, hamamlar, camiler, müzeler, vakfiyeler ve belki de en önemlisi kutsal bir tılsım gibi etrafını büyüleyen Mevlana türbesi bu şehrin ruhunu oluşturan unsurlar.


Şehrin mayasında geçmişten gelen kadim bir dayanışma ve muhabbet olunca bunun yansımalarını şehirdeki resmi ve sivil kurumlarda görmek mümkün. Mevlana Şiir Akşamı şöleninin tertipleyicileri ve destekleyicilerine bakıldığında bunu daha net görebiliyoruz. Şiir programının paydaşlarından biri Karatay Belediyesi idi. Gelen şair ve yazarların ağırlanması, yeme içme, ulaşım, gezi v.b hizmet ve ikramların tamamında Karatay Belediyesinin yanı sıra birçok sivil toplum örgütünün katkısının olduğunu Konya Yazarlar Birliği şube başkanı Ahmet Köseoğlu'ndan öğreniyoruz.


Karatay Belediyesi, Ticaret Sanayi Odası, Müze müdürlükleri, Aydınlar Ocağı, Kültür Müdürlüğü, bazı özel sektör temsilcilerinin bu organizasyondaki emek ve katkılarını gördükçe doğrusu hem sevindim hem de üzüldüm. Konya adına çok sevindim Urfamız adına üzüldüm. Çünkü Urfa'da sanata, sanatçıya ve bu tür sanatsal faaliyetlere verilen kıymet maalesef yüzümüzü ağartmıyor, bizi üzüyor. Halbuki Konya'daki resmi yetkililer şehrin gelişmesi ve tanıtımında sanatın, şair ve yazarların önemini ziyadesi ile kavramış. Dolayısıyla onlara gereken değeri de onlara destek olarak ziyadesi ile veriyor.


Karatay belediyesinin tanıtım broşürünü okuduğumda önemli bir ayrıntıyı da fark ettim. Genelde belediyeler okullar için yer temin ederler ama kendilerinin okul yaptırdığına şahit olmamıştık. Tanıtım broşüründen anlıyoruz ki Türkiye'de ilk defa Karatay belediyesi kendi bütçesinden okul yaptırmış hem de birkaç tane. Ayrıca emekliler için de belediye bir bina tahsis etmiş tıpkı yazarlarına tahsis ettiği gibi. İşte geçmişine ve geleceğine, aydınına sahip çıkmak bu. Ne mutlu onlara.Darısı bizimkilerin başına..


Bir organizasyona katıldığımda işin ciddiyet ve disiplin kısmını hep dikkatle gözlemlerim. Mevlana Şiir Akşamındaki işbölümü, disiplin ve ciddiyet doğrusu beni ve beraberimdeki tüm dostlarımı fazlası ile memnun etti. ilk günden son ana kadar her şey çok güzel planlanmıştı. Hani her etkinlikte misafirler iyi ağırlanır ama bunda var olan herkese, insana hizmet esas alınmıştı. Şiir şölenine katılan seyircilere ikram edilen meyve suyu, kek ve su gözümden kaçmayan önemli bir ayrıntı olarak bu iddiayı ispatlıyordu.


Bu geziden çok şeyler öğrendik, çok dostlar edindik, çok muhabbetlere gark olduk. Başta Konya Yazarlar Birliği şube başkanı Ahmet Köseoğlu ve onun şahsında tüm üyeler, Karatay belediye başkanlığı, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin bey, Prof. Dr. Haşim Karpuz ve Hacer Kara, Mevlâna Müzesi Müdür Yardımcısı Naci Bakırcı bey ve adını burada sayamadığımız tüm dostlara şükranlarımı sunuyorum.
Yüreğinize sağlık sevgili dostlar.
Kim seviyorsa, bil ki seviliyordur.(Mevlana)

Seyyid Ahmet KAYA

Konya'ya ilk gidişimde, Mevlana'yı görme fırsatım olmamıştı, ne yazık ki... Fakat Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ve Karatay Belediyesi'nin organizasyonu ile gerçekleşen "Mevlana Şiir Akşamı" vesilesiyle davet edildiğim Konya'yı gezme-görme fırsatım oldu. Hakikaten Mevlana'nın Konya için ne anlama geldiğini, nasıl geliştirerek değiştirdiğini bu gezi sırasında daha iyi müşahede ettim.

Mevlana, Konya'yı iki yönüyle etkilemiş.. Fiziki ve Manevi açıdan Konya, her yönüyle Mevlana'nın mesajını iyi algılamış, Mesnevi'nin daha doğrusu Mesnevi'nin damarlarını oluşturan asıl "Kaynağı" bütün yönleri ile içselleştirmiş...

Konya'yı şekillendiren ana etkenlerden biri de şüphesiz Selçuklu ve onun dayandığı estetik anlayış yani İslam... Sihirli bir değnek gibi değdiği her yeri değiştiren bu anlayış, günümüze kadar tevarüs etmiştir. Bu bağlamda Mevlana ve Selçuklu, Konya'nın temel dayanağı, Gerçek Hafızası olarak, Konya'nın estetik anlayışını oluşturmakla birlikte bir bakıma klasik mimariyi ve düşüncesini de günümüzde yaşatmaya devam ediyor.

Konya'nın hafızasını oluşturan bu iki temel değer, var oldukça ve insanlar bu değerlerin etrafında toplanarak kendilerine yeni açılımlar sağladıkları müddetçe, Konya'nın hafızası da kaybolmayacak, körelmeyecek, bilakis genç kalmaya devam edecektir. Selçuklu her ne kadar Konya (aslında Anadolu) için önemli bir durak ise de, asıl önemli durak Mevlana Celaleddin'dir. Çünkü Mevlana, Konya'nın 'makamı'dır. Çünkü Makam, şehrin en önemli hafızası olarak, bir yönüyle o şehrin kolu-kanadı mesabesindedir.

Sadece bazı şehirlerin makamı vardır. Mekke, Medine, İstanbul, Konya, Urfa... gibi. Urfa'nın Makamı Hz. İbrahim (as)'dır. Ki O'ndan başkası da bu makamı dolduramaz. Çünkü aradan binyıllar geçmiş olmasına rağmen, Urfa ile Hazreti İbrahim arasında sarsılmaz bir bağ olduğu yönünde genel bir kabul oluşmuşsa eğer, bu, tamamen İbrahim'in ruhaniyetinin bir tezahürüdür. Her gün güçlenerek artan bu durum, Urfa'yı şekillendirmeye devam ediyor.

Şüphesiz Konya'nın makamı da Hz. Mevlana'dır. O'ndan başkası da zaten bu makamı dolduracak seviyede değildir. O, öyle bir makamdır ki, aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, Konya'yı uçsuz bucaksız İç Anadolu bozkırında ilgi odağı haline getirmeye devam ediyor, şehrin hafızasının genç kalmasına vesile oluyor...

Anadolu'nun İslamlaşması sürecinde Konya, her ne kadar başkentlik vazifesini siyasi-bürokratik anlamda yerine getirmişse de, manevi anlamda da Mevlana (O'nun şahsında Hac-ı Bektaşi Veli, Yunus Emre... ) yerine getirmiştir. İç Anadolu'yu bütün boyutları ile İslam'ın içselleştirilmesine hazır hale getirerek, bir bakıma Selçuklu Zihniyetinin Bozkırda meşrulaştırılmasına zemin hazırlamıştır. Bundan dolayıdır ki Anadolu hatta Osmanlı, Selçuklu Zihniyetini kabul noktasında itirazı olmamıştır. Böyle olmakla birlikte Osmanlı, Selçukluyu "ata" olarak görmüş, Konya'nın dışa dönük yüzünü kendi mimari eserleri ile süslemek yerine, Konya'nın "ata diyarı" olarak kalmasını ve izlerinin silinmemesini ataya bir saygı olarak görmüştür.

Konya'yı gezdiğimiz iki gün boyunca, Osmanlı'ya ait pek eser bulamadık. Gerek şehrin içinde, gerekse şehrin dışında Osmanlı eserlerinin göze görünecek kadar öne çıkmayışını yukarıdaki paragrafta söz edilen "ataya saygı" nedenine bağlamak gerekir. Zira Konya'da Osmanlı eserlerinin (bir iki tane dışında) olmayışı, Osmanlı'nın Konya'ya ilgisizliği gibi yorumlanmaması; aksine Osmanlı'nın Selçukluya saygısı olarak telakki etmek gerekir. Mevlana'nın Bozkır'a ektiği tohum (İslam), "ata"ya saygıyı gerektiriyor. Ki, aynı gelenekten gelen Osmanlı'nın bu geleneğin dışına çıkarak, Konya'yı değiştirmesi, Selçuklunun izlerini silerek, kendi mimari anlayışını ortaya koyacak eserleri dikmesi düşünülemez? Osmanlı böyle bir saygısızlığı yapmaz...

Zira bu davranış biçimi, her iki medeniyetin de dayandığı temel dinamiklere aykırı olurdu.

Mevlana ve Konya, et ve tırnak gibi birbirinin içine girmiştir adeta.. Hem fiziki anlamda hem de manevi anlamda Konya, Şehrin Makamı Mevlana'yı içselleştirmiş, ahlaki örgüsünü Mesnevi'den almış, ruh dünyasını O'nun değerleriyle oluşturmuştur. Bir bakıma Konya, kendini dış dünyaya Mesnevi formatı ile tanıtmıştır.

"Cihan bir dağdır, yapıp ettiklerimiz ise bir ses.

Dünyaya nasıl seslenirseniz, size yankısı da o nispette olur."

Mevlana'nın bu çağrısına uyan Konyalı, şehri tanzim ederken en güzel huylarını Konya'nın sokaklarına, caddelerine, parklarına, mimari eserlerine yansıtmışlardır. Çünkü Konyalı biliyor ki, eğer insan en güzel huylarını şehre yansıtırsa, şehir de en güzel huylarını insana geri verecektir. Ayna ve nesnede ki gibi. Nesne aynaya nasıl görünürse, ayna da vefasızlık etmeyecek nesneyi göründüğü gibi yansıtacaktır. Konya'yı dolaşırken, gözümüze çarpan görüntüler, bir bakıma bu tabloyu doğruluyordu. Kalabalık olarak düşündüğüm Konya, düşündüğümün tam tersine son derece sakin, saygılı, bir o kadar da erdemli davranışlar sergiliyordu. Bu görüntü, aynı zamanda Mesnevi'nin halet-i ruhiyesini dışarı yansıtmakla, bir bakıma bu etkilenişi en güzel biçimiyle gösteriyor denebilir.

Konya Mevlana'yı yaşadıkça, Mevlana'nın da içini Konya'ya açacağından kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü O, insanları dergâhına çağırırken kimseden bir karşılık beklemiyor. Siyahı-beyaz, yaşlı-genç, inanmış-inanmamış, kadın-erkek ayırdına varmadan çağrıyı duyan herkese kapısının açık olduğunu, kimsenin bu kapıdan eli boş dönmeyeceğini taahhüt ediyor. İşte bu minval üzre Konya, bu çağrıya uyduğu müddetçe sırat-i müstakim üzerinde olacaktır.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.