Yusuf Alparslan Özdemir- Kendine gel şaşkın(!)

Yusuf Alparslan Özdemir- Kendine gel şaşkın(!)

Yusuf Alparslan Özdemir- Kendine gel şaşkın(!)

A+A-

 

 

 

Dünkü yazımda TYB Konya Şubesinin cumartesi söyleşilerinde ‘Edebiyatımızda Yabancı Dil’ konulu bir söyleşiden bahsetmiş, konunun ana hatlarını çizmiş, akademi boyutuyla değerlendirmiş fakat katılan hocalarımızın anlattıklarına dair pek bir şey yazamamıştım.
Doğu Dillerinden (Mustafa Hoca), Batı Dillerinden (Eda Hanım) ve Türk Edebiyatından Sena Küçük hocamızın Ahmet Kâzım Ürün moderatörlüğünde gerçekleştirdikleri söyleşide anlattıkları ve verdikleri örnekler oldukça ilginç, dikkat çekici, hasılı önemli. Sadece söyleşiden konuşulanların, anlatılanların önemli olması değil, yeni konulara ve tartışmalara imkân vermesinden dolayı da tek yazıyla geçiştirilecek bir durum değil, Türkçemiz ve yabancı dillerin etkisi. Bu nedenle hocalarımızın konuşmalarını geniş bir şekilde aktarmayı, öte yandan kendi değerlendirmelerimi de eklemeyi; birkaç gün bu konuya odaklanmayı doğru ve yaralı gördüm. Mukaddes Türkçemiz her şeye değer.
Mustafa hocamızın Banarlı’nın Türkçenin Sırları, Yakup Yılmaz’ın Türkçede Dil Yanlışları ve Yavuz Bülend Bakiler’in iki ciltlik Sözün Doğrusu gibi kitaplardan faydalanarak ortaya koyduğu metni doğrusu bölmeye, araya girmeye kıyamadım; hakikaten üzerinde önemle durulması, konuşulması ve tartışılması gereken özlü, bütünlüklü bir metinle karşı karşıyayız. Hocamızın kıymetli metnine geçmeden önce birkaç söz söylemek isterim…
Doğu Dilleri, yani Arapça konusunda yetkin ve uzman olan hocamızın dilin diğer dillerle etkileşim içine girmesi normalken, özellikle Arapçaya karşı düşmanca tutum içine girilmesine üzüldüğü haklı bir gerçek. Asırlarca ilişki içinde olduğumuz, karşılıklı kelime alıp verdiğimiz Arapça ile etkileşime karşı tavır geliştirip, itiraz ederken, özellikle Batı dillerine karşı kompleksle hareket etmek, ahmaklıktan başka bir şey değil bence. Kaldı ki şöyle bir durum da var; Tüm diller etkileşim içinde. Toplumun da benimsediği ve başka dillerden kelimeleri, Türkçeleştirerek zaten dil hazinemize katmışız. Bu bir zenginlikken, çemkirmek de neyin nesi Allah aşkına! Toplum kabul etmese, kullanmasa hiçbir kelime zaten yaşamaz.
Nasıl bir akıl, sahip olduğu zenginliği ‘bunlar benim değil, istemiyorum’ diyerek çöpe atmaya kalkar? Bu yüzden okuyun lütfen; başta D. Mehmet Doğan hocamızın ‘Türkçenin Cenaze Töreni’ olmak üzere hemen her kitabını; Teoman Duralı, Oktay Sinanoğlu gibi kıymetlerimizin metinlerini vd. okuyabilirsiniz. Zaten D. Mehmet Doğan hocamız ve ismini örnek olması babından verdiğimiz diğer ediplerimiz size yeni kitapların kapılarını açacaktır.
Bizim Batıyla yanlış istikamette seyreden ve şekli şemali ayarlan(a)mamış Modernleşme serencamımızda geldiğimiz aşağılık kompleksinin nedeni başımıza neyin geldiğini fark edememek ve ‘biz kimiz?’ sorusunun cevabını unutmamızdır. Bu nedenledir ki özellikle Arapça’dan gelen kelimelere karşı bir düşmanlık söz konusu; gel de Yusuf Kaplan’dan mülhem ‘celladına aşık tasmalı çekirgeler’i getirme aklına!..
Yazı da söz de hakikaten çok uzadı. Ben kendi adıma şimdilik bu kadarla iktifa edeyim. Yarın Sena hocamızın konuyu şiir odaklı ele alan ve bolca örnek aktardığı konuşması ile devam edelim ve sözü Mustafa İsmail Dönmez hocama bırakayım artık...
&&&
“Bazı diller yalnız bir vatanda değil, birçok vatanda devlet kurmuş büyük milletlerin dilidir. Bu diller hâkim oldukları milletlerden vergi alır gibi kelime de alırlar. Bunları millileştirerek kendi kelimelerini yaparlar. Fethedilmiş ülkeler gibi bunlar da fethedilmiş kelimelerdir. Bu diller ulaştıkları milletlere kendi kelimelerini de verirler Türkçe, Arapça, Latince ve İngilizce böyle dillerdir. Bu tür diller öz dil değildir. Bugün Osmanlı Devleti’nin ulaştığı Arap ülkelerinde ve Balkanlarda çok fazla Türkçe kelime kullanılmaktadır. Türkçeden Arapçaya geçen kelimelere dair akademik çalışmalar yapılmış ve kitaplar yayımlanmıştır. Türk dili milliyetçisi, Kamus-ı Türkî müellifi Şemsettin Sami Türkçe için “Osmanlıca” ya da “Osmanlı Dili” ifadelerinin kullanılmasını doğru bulmaz. “Lisan ve Edebiyatımız” adlı makalesinde yaygın bir şekilde kullanılan Osmanlı Lisanı üç dilden mürekkeptir ifadesinin hatalı olduğunu izah eder. Her dil bir dildir ve bizim dilimizin de Türk Dili olduğunu belirtir. Türkçeye en çok Arapça ve Farsça kelimelerin girdiğini ama bunların dilin esasını değiştirmediğini söyler. İngilizcede yarı yarıya Fransızca kelimeler olduğu halde yabancı dil sayıldığını dile getirir. Fransızca ve İngilizcede 90.000 kelime imla ve manada müşterektir. Her ikisi de bu kelimelerin çoğunu Latinceden almıştır ama kendilerine mâl ederek millileştirmiştirler.
Türkçeyi “büyük dil” olarak yaşatmak için onu kısırlaştırmamalıdır. Türkçenin “büyük bir dil” olduğunu Arif Nihat Asya’nın şu dizelerinde görüyoruz:
“Ben ki, ateşle konuşurdum, selle konuşurdum/ Tuna’yla, İtil’le, Nil’le konuşurdum/ Sangaryos’u Sakarya yapan/ İkonyum’u Konya yapan/ Dille konuşurdum.”
Kelimeler kökenlerine bakılarak “yabancı” diye damgalanmamalıdır. Başka dillerden dilimize geçen kelimeler köylerde bile tarafından kullanılıyor, halk edebiyatı ürünlerinde, deyimlerde ve atasözlerinde geçiyorsa artık dilimize mâl olmuştur. Millet dili birinin yerine diğeri konulacak kelime ve tabirler yığını değildir. Asırlar boyunca nesillerin hafızasında yoğrulan bir mana ve histir. Türkçede Yunanca, İtalyanca, Arapça, Farsça, Ermenice ve diğer dillerden geçen 15.000 kelime vardır. Arif Nihat Asya’nın şiirinde belirttiği gibi Türkçe bu kelimelere kendi nefesini vermiştir. Meselâ Arapçadan Hevâ kelimesini almış hava demiş, Farsçadan âteşi almış ateş, Yunancadan külbeyi almış kulübe demiştir. -.
Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp, Genç Kalemler dergisinde Türkçenin sadeleştirilmesini savunmuştur. Ancak, bunlar dilimize girip yerleşen kelimelerin milliyetine bakmadan onları Türkçe kabul ettiler. İstanbul’da konuşulan Türkçenin dikkate alınmasını, yabancı dillere ait terkiplerin terk edilmesini, yabancı kaynaklı olmalarına rağmen dilimize yerleşen, herkes tarafından bilinen ve Türkçeleşen kelimelerin Türkçe kabul edilmesi gerektiği görüşünü kabul ettiler.
Bu durum Türkçeyi en güzel kullanan şairlerimizden Yahya Kemal’in şiirlerinde de böyledir. Yaşayan Türkçeye girmiş Arap, Acem ve Frenk kelimelerini, onlara Türklerin verdiği ses ve mana içinde Türkçe addetmiştir. Şiirde yaşayan Türkçeye girmemiş hiçbir Arap, Acem ve Frenk kelimesini kullanmamaktadır.
Halid Ziya Uşaklıgil “Ben eski Babıali katiplerinden işittiğim süslü dili sevdiğim gibi, Aksaray’da karpuz sergisinde müşteri ayartmak için çığırtkanlık eden Türk delikanlısının türlü zarafetlerle dolu Türkçesini de sevdim,” der.
Ziya Gökalp bir dizesinde şöyle der:
“Türkçeleşmiş, Türkçedir/ Eski köke tapmayız.”
Fuad Köprülü, Hüseyin Cahid, Yahya Kemal, Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar gibi önemli isimler öz Türkçecilik hareketini onaylamamıştır. Fuad Köprülü 1942’de hükümete Moğolcadan eklerle kelime uydurulmasına, halkın bildiği kelimeler yerine yeni kelimeler uydurmaya, Fransızca, Moğolca kalıplarında ya da Arapçadan çeviriyle kelime türetmenin “dilin ahengini, şivesini bozduğunu ifade eder. Asırlarca işlene işlene Arapça ve Acemceyi geride bırakan çok güzel zengin bir Avrupa dili ilim ve edebiyat dili haline gelen dili bırakıp öz Türkçeye girişmeyi çok acı bulur.
Falih Rıfkı Atay: “Ne demek “bölgesel” niçin “duygusal” diyerek Arap nispet “î “si yerine uydurma kalıbın alınmasını eleştirir. “sel” ve “sal” ekleri Fransızca eklerden uydurulmuştur. Ziyaeddin Fındıkoğlu: “Türkçemizi “sal”a bindirdiler “sel”e verdiler,” demiştir. Necip Fazıl Kısakürek de “sel” ve “sal” eklerini şöyle eleştirir:
“Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim/ Ya bunlar Türkçe değil yahut ben Türk değilim.”
Yahya Kemal “Türkçe ağzımızda anamızın sütü gibi helal ve güzel olmalı” demiştir. Cemil Meriç de “Kamusumuza uzanan el namusumuza uzanmış demektir” der. Bu yazarlarımız yaşayan Türkçeye sahip çıkmıştır. Bunlardan biri olan Tarık Buğra “Biz de biliyoruz “şehir” yerine “kent” dersek kıyamet kopmaz hatta bir köy evinden bir sıva parçası bile dökülmez. Ama “şehir” kelimesini bir kere gömdük mü Tanpınar’ın bir büyük eseri yani Türk Kültürünün o eşsiz eseri ‘Beş Şehir’i Varto yıkıntılarının altında kaybolup gitmişe döner.”
Yeni nesil, Tanzimat sonrası ve Cumhuriyetin ilk elli yılındaki dilden nerdeyse kopmuş durumda. Sadeleştirme adı altında bu dönem eserleri yazarın üslubunu ne kadar yansıttığı tartışılır bir şekilde yeniden yayımlanıyor.
Yabancı kelimeler bir takım dil yanlışlarına yol açar: Dilin geçmişinin bilinmemesi. Sesli kitap uygulamalarındaki kötü telaffuzlar dilimizin geçmişini ne kadar az bildiğimizin en bariz işaretidir. Zengin bir söz varlığına sahip olmamak yanlış kullanımlara yol açıyor. Delalet, dalalet, cirim, cürüm gibi kelimeler karıştırılabiliyor. Kendini bilgili göstermek ya da özenti de yabancı kelimelerin yanlış yere kullanılmasına yol açıyor. Bundan yüz küsur yıl önce Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanındaki Bihruz Bey karakteri nasıl o dönem yaygın olduğu üzere sürekli Türkçe içinde Fransızca kelime ve ifadeler kullanıyorsa bugün de İngilizce başta olmak üzere Batı dillerine özentiyi görebiliyoruz. Arapça kökenli kelimler kullanmamak için Türkçe yerine başka dillerden kelimeler kullanılıyor. Arapça “mesela” yerine Ermenice “Örneğin”, Arapça “hudut” yerine Rumca “sınır” kelimesini kullanmak gibi. Gereksiz yere Arapça ya da Farsça kelimelerle birlikte Türkçe kelimeler kullanmak. Fakir, yoksul; değer, kıymet gibi. Yaşayan Türkçemizdeki kelimeleri kullanmamak onları öldürüyor, kelime fakirliğine yol açıyor. “Şeref, haysiyet, kibir, gurur, itibar” gibi farklı durumları karşılayan kelimeler yerine Fransızcadan alınan “onur” kelimesini kullanmak gibi. Böylelikle kelimelerin taşıdığı incelikler kayboluyor.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.