AÇILIYOR KAPILARI CEHENNEMİN

AÇILIYOR KAPILARI CEHENNEMİN

Yıllardır edebiyat dergilerinde şiirlerini görüp okuduğumuz M. Ali Köseoğlu'nun geçtiğimiz şubat ayında ilk şiir kitabı Her Ayrılık Bir Aşk yayınladı....

A+A-

Yıllardır edebiyat dergilerinde şiirlerini görüp okuduğumuz M. Ali Köseoğlu'nun geçtiğimiz şubat ayında ilk şiir kitabı Her Ayrılık Bir Aşk yayınladı. Şairle bu kitabı çerçevesinde yazı serüvenini konuştuk.

"ben konuşunca açılıyor kapıları cehennemin
susunca sesini duyuyorum ağıtlanan zebanilerin
...
gizleyemiyor ayıplarımı içinde kaybolduğum şehir
bana doğru gelişin her seferinde rüya oluyor
her seferinde cehennemi bir aleve dokunuyor kelimelerim"

Bu dizelerden yola çıkarak söyleştik M. Ali Köseoğlu ile. O konuştukça ne cehennemin kapıları açıldı, ne de zebaniler ağıt yaktı.

Abdullah Harmancı -Nereden başlasak? Şiir kitabını konuşmadan önce birazcık "nostalji" yapalım istiyorum. Biz galiba ilk olarak Aşiyan, Çerağ senelerinde karşılaştık. Ama ondan da öncesine gidelim. Senin edebiyatla, yazmayla, okumayla, şiirle tanışman nasıl oldu? İlk olarak neler okudun, neler yazdın?
—Büyük odalarda doğmadım; hani öyle beni büyüleyecek bir kütüphanesi bir yana dedemin bir kitaplığı bile yoktu. Böyle ilgi çekici bir hikâyesi olmalı insanın ama benim yok. Babam ilkokul mezunu (aslında 3. sınıftan bırakıp sonradan diplomaya bir şekilde erişmiş) olmasına rağmen bazı yayınları takip ederdi... Tercüman gazetesi gelirdi evimize, sonra Türkiye gazetesinin de geldiğini biliyorum. Türkiye Çocuk dergisi, Oku dergisi... Evimizde küçük bir kitaplık da vardı. Ablam Huzur Sokağı'nı, Bir Annenin Feryadı'nı, Bize Nasıl Kıydınız'ı defalarca okurdu... Kitaplıkta bir de şiir kitabı olduğunu biliyorum ama şimdi onun kime ait olduğunu hatırlayamadım. Sonra babamın da bir şiir defteri vardı... İslam dergisinde İsmail Kıllıoğlu öykü-şiir eleştirileri yapardı. Gönderdiğim şiire yaptığı yorum güzeldi; şiirimi de yayımlamıştı. Buna ilk demek mümkün mü? Bunlar senin soruna cevap şeyler değil; edebiyatla, okumayla, şiirle gerçek manada tanışmam çok geç oldu. Belki ilkokuldan beri bir şekilde yazmaya çabalayan kişi olmakla, yazının, şiirin anlamını; benim için ne demek olduğunu ve ne yolda olduğumu bilerek ilerlemek arasında fark var. Liseden sonra Necip Fazıl, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Tevfik Fikret gibi lise edebiyat kitaplarında olan ya da bir şekilde bütün liselilerin tanıdığı dünyanın dışında bir dünyadan haberim oldu. Ahmet Efe ve İbrahim Demirci Konya'daydı mesela. Hasan Kuvvet'le şiirler okuyorduk, bu iki ağabeye sık sık ziyaretler gerçekleştiriyorduk. İbrahim Demirci'nin Yanıklar'ını mesela o zaman okudum. Nurettin Durman, Mustafa Özçelik, Hasan Ali Kasır, Sedat Umran, Süleyman Çobanoğlu, Osman Sarı şiirlerini sonradan fark ettiklerim arasında. İsmet Özel ve Sezai Karakoç gibi herkesin okuduğu şairleri özellikle zikretmiyorum. Rilke, Tagore, Neruda, Gustava Brant, Edgar Alan Poe; bunların da şiirlerini okumuşum.

Ümit S. Taşkesen -İlk şiirin ne zaman nerede yayımlandı? İstanbul'da ve Konya'da çıkan dergilerde yayımladıkların?
—Her Ayrılık Bir Aşk'a aldığım en eski şiir 'ninni yar' Çerağ'da yayımlandı. Ahmet Efe'ye şiirler götürüyordum; sürekli eleştiriyordu, 'ninni yar'ı iki kere okuttu bana; "çok güzel" dedi ve yayımladı. Çerağ'da şiirler yayımlarken, Hasan Kuvvet ve Ahmet Aka ile Eylül'ü çıkarmaya başladık. Rahmetli Hasan Ali Kasır, Erzurum radyosundaydı ve Eylül'e yazıyordu. Şiirlerini kitaplarından okuduğumuz çok değerli ağabeyler şiirlerini gönderiyorlardı Eylül'e... Eylül bizim dünyamızı genişletti. Sivas'ta Martı'yı çıkaran ekiple tanıştık mesela; Şimdi Tokat'ta Tasfiye'yi çıkaran Mustafa Uçurum'la olan dostluğumuzu başlattı. Konya'da Çerağ, Eylül, Aşiyan; Aşiyan'ın sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü de 15 sayıdan fazla yürüttüm Bülent Sönmez'in işaretiyle. Konya ve İstanbul dediğin için diğer illerde çıkan dergilere değinmeyeyim. Nurettin Durman'ın Düş Çınarı benim kıymet verdiğim bir dergidir. Nurettin abi ile uzun telefon sohbetlerimi, şiirlerim üzerine yaptığı yorumları hâlâ bir küpe gibi taşıyorum. Yediiklim'de de şiirim yayımlandı. Ben çocuk şiirleri ve masallar da yazmak istiyorum. Bunların sayısı çok olmadığı için yazıyorum diyemiyorum. Salih Zengin'in ve arkadaşlarının emek verdikleri Mavi Kuş dergisinde de şiirim yayımlandı.

Abdullah Harmancı -Kitaba girmeyen şiirler de var. Biraz bunlardan da bahseder misin?
—Şiir söylemekle bunları bir kitaba taşımak arasında fark olduğunu biliyorum şimdi. Kitap dosyasının hazır olduğu bir yıl öncesinden baskı öncesine kadar o kadar değişiklikler oldu ki; dosyaya koyduğum halde çıkardığım, dosyada olmadığı halde eklediğim, üzerinde değişiklikler yaptığım... Bu kitapta olmak bu şiirlerin kaderiymiş.
Abdullah Harmancı -Kitaptaki şiirler yazılış yılları itibariyle baştan sona kaç yıllık bir süreyi içine alıyor?
—Sanırım 10 yıldan daha fazla. Çoğu değil tabi, ama 'ninni yâr'ın Çerağ'da yayımlandığını hesap edersek böyle.

Ümit S. Taşkesen -Kendini hangi şairlere daha yakın buluyorsun? Türk şiirinin geçmişine baktığın zaman kendini nereye koyuyorsun? Hangi geleneklere daha yakın ya da uzaksın?
—Kitap yayımlandıktan sonra çok değerli telefonlar ve mesajlar aldım. Bunlardan biri Cumali Ünaldı'dandı... Takdirlerini ilettikten sonra geleneksel şiiri okumamız gerektiğini söylüyordu... Aslında yazarlık ve şairliğin bana kolay gelmeyen tarafları da var. Bir şey olduğunu ortaya koymak için birilerine yaslanman gerekiyor. Birileri senin şiirine saldırıyor ve senin tutunduğun birileri de senin ardında duruyor. Bu kargaşa beni ürkütüyor, içinde olmak istemiyorum böyle bir şeyin... Kendimi şairlere yakın bulmak değil de şiirlere yakın bulmayı tercih ederim. Şiirlerinin toplamını beğenmediğim birinin bir şiiri hoşuma gidebilir mesela. Toptan reddetmek doğru değil; belki toptan kabul de doğru değil. Şimdilik şiirimin yanında duruyorum. Melih Cevdet Anday, "Şiirimiz çok dallı bir çınar" diyor; ben de bir daldayım işte...

Abdullah Harmancı -Edebiyat dergileri satmıyor. Şiir kitapları hakeza... Gerçek olan, sahici olan sanat eserleri muhatap bulamıyor. Bu durum şiir yazan, şiir yayınlayan, şiirle meşgul olan kişilere, mesela M. Ali Köseoğlu'na nasıl tesir ediyor? Bir umutsuzluğa kapılıyor musun?
—Doğrusu şiirler yazıp söylerken bir kitaba yönelik kaygılar taşımıyorsun, ben taşımadım. Yani hiç kitabı olmayıp çok güzel şiirleri, öyküleri olan onlarca isim vardır bu coğrafyada. Dergilerde bile rastlayamayız belki bunlara. Kitap biraz daha -belki de ilk kitap- etraftakilerin 'oldun' demesiyle de alâkalı... Ama evet, edebiyat dergileri, şiir kitapları satmıyor. Şiir dosyaları bugüne kadar pek çok kitabı yayımlanmış şairlerin koltuk altlarında bekliyor. Yayımcılar istekli olmuyorlar şiir kitabı yayımlamaya. Yani kitabın satmasıyla alâkalı bencil bir umutsuzluk değil de kendi içimde sorguladığım şeyler olmuyor değil.

Abdullah Harmancı -Kitap yayımlamanın senin ve şiirinin üzerinde ne gibi bir etkisi oldu? Bu bir "ilk kitap"tı. Nasıl duygular yaşadın? Neler düşündün? Şiirinde kitap yayınladıktan sonra farkına vardığın neler var?
—Kitap yayımlamak üst elbiselerinden soyunmak gibi; herkesin dikkatini üzerine çekeceksin. Aslında böyle dikkat çekici şeyler yine benim çok hoşlandığım şeylerden değil. Ceplerimde ne varsa çıkardım ortaya, dostlarımı da heyecanlandırdım sanırım. Kitap yayımlandıktan sonra şiirlerimi daha iyi gördüğümü söylemeliyim. Çok başarılı bulduklarım var mesela, üzerinde tekrar kalem oynatmayacaklarım var. Bir de bu kadar fazla aşk teması üzerine şiirlerimin yoğunlaştığını bilmiyordum, bunu da gördüm.

Ümit S. Taşkesen -Abdullah Harmancı ile yaptığım ve Hakimiyet'te yayımlanan söyleşide Abdullah Harmancı Konya'nın edebi anlamda bir taşra olduğunu söylemişti. Sen ne düşünüyorsun?
—Konya edebi anlamda bir taşra ise Abdullah ve benim ürünlerimiz de taşradan ürünler. Oysa İstanbul'da yayımlanan dergilerde Abdullah da ben de ürünlerimizi yayımlayabiliyoruz. Fakat şunu kabul etmek gerekiyor; İstanbul'un yazar ve şairlere -belki tüm sanat dallarına- katkısı çok büyük. Bir şey İstanbul'dan Konya'ya gelinceye kadar epey vakit geçiyor. Yaygın basın İstanbul'da; televizyon kanalları, en güçlü futbol takımları İstanbul'da... Nurettin Durman, Beylerbeyi'nden şiirler söylüyor, Sezai Karakoç'u bulmak için Bab-ı Âli yokuşundan geçmek gerekiyor. İsmet Özel'i Konya'da görmek çok kolay değil, ama İstanbul'da en az birkaç programda bulunuyor... Taşrada daha büyük emeklerle bir şeyler yapmaya çalışıyor sanatçılar... Yaygın basına ulaşamıyorlar; bir İstanbul gerçeği varken Konya'nın edebi anlamda bir taşra olmadığını söyleyemem ben de. Ama taşrada İstanbul'u aratmayacak ürünler ortaya konuyor. Taşrada yaşamak ayıp değil ki.

Abdullah Harmancı -Günümüz şiirinin dili ve tekniği önceleyen, insanı ve hayatı sanki ıskalayan tutumuna karşılık senin şiirin bence daha samimi, daha sıcak, daha alçak gönüllü. Kendini muhatabından kıskanmayan bir şiir. Ne dersin?
—İşte bu sözlere heyecanlanmamak mümkün değil. Aslında senin bir öykücü olarak şiirim hakkında ne düşündüğünü bilmiyordum. Bu kitapla, okuyucunun şiirlerimle ilgili kanaatleri de net bir şekilde ortaya konmuş olacak. Senin dediklerinin üzerine bina edeceğim bir şey yok. Ben de merak ediyorum, bakalım kim ne diyecek... Mesela İbrahim Demirci ne diyecek, merak ediyorum.
Ümit S. Taşkesen -Kitabın başlığından içeriğine yoğun olarak işlenen temanın aşk olduğunu görüyoruz. "Aşk" popüler kültürde tüketilen bir tema. Sen "aşk"ı nasıl anlıyorsun?
—Bunu söyledim, şiirlerin toplamında böyle bir durumla karşılaşacağımı çok da bilmiyordum... Aşkı hayatın ta kendisi olarak görmemiz de mümkün. Bir aşka ulaşmak için yaratıldığımız şeklinde de açıklanabilir bu durum. Bir de aşk; sadece insana has bir meleke. Aşkın kirletilmiş anlamlarını bir kenara koyarak söylüyorum bunu. 'Aşık Yunus'un mısralarına bakarsanız; o günden bugüne nelerin yittiğini daha iyi kavrayabilirsiniz. Aşk, bir adım gelene koşarak gitmeyi gerektirmiyor mu? O halde şair de bir adım atmaktadır; ben de bir adım atıyorum. Aşkın girdiği bir ten/can/kalp nasıl tomurcuklanmışsa, aşk ile örülen şiir de o kadar canlı durur. Tarihe bakın; aşkla örülmüş pek çok şiir hala hayattadır. Hayatı ve ölümü yaşanılar kılan şeyin aşk olduğunu biliyorum. Bir de ben âşık ölmek istiyorum.

Ümit S. Taşkesen -Şiirinde geleneksel motiflere de rastlıyoruz sıkça "derviş, tennure, pervane" gibi... Bunun yanında beden de bir imge olarak ortaya çıkıyor "kirpik, saç, dudak, ten, yanak" gibi. Bunların sizdeki anlamını biraz daha açsak diyorum.
—'Bırak dağınık kalsın' diye bir fıkra var ya. Açmasak daha iyi. Çünkü şiiri açmak zor... İbrahim Demirci, Sezai Karakoç'un 'Yoktur gölgesi Türkiye'de' şiirini annesine yazdığını söylemişti. Oysa bunu bir sevgiliye söylemek de mümkün gibi duruyor, hatta İbrahim Hoca buna işaret etmese Karakoç'un annesi aklımıza gelmeyecek: /.../ İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye'de / Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu / Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi / Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır / Bir geyik olur sizi arar melul ve bakir / Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi

Abdullah Harmancı -İmgelerden yola çıkmışken Aşk Ayrılık şiirinde benim dikkatimi çeken bir mısra var. "boyanmış bir şiir / ellerimden akan". Evet, elden akan boyanmış şiiri açalım biraz...
—Ellerimden akan gözyaşı değil, kanım da değil. Bir şekle soktuğum şiir... Ama her şeyi açmak doğru değil ki, şiir yazıyorsun... Açık açık konuşmak istesen konuşursun. Ya da bir öyküye sığınırsın. Söylediklerim anlaşılmasın diye demiyorum bunu; anlaşılsın. Ama bunu anlatmak zorunda olmayayım.

Abdullah Harmancı -Günümüz edebiyat ortamında 'uzun şiir' neredeyse bir 'moda' oldu. Oysa senin şiirine baktığımız zaman bu 'moda'nın dışında kaldığını görüyoruz. Bu eğilimi nasıl değerlendiriyorsun?
—Bunlar kaygılanmakla mı alâkalı bilmiyorum. Yani 'bu şiir uzun olsun' diye başlamıyordur herhalde kimse. Yalnız, şiir şölenlerinde kısa bir şiir okumak sanki iyi olmuyor, uzun uzun kürsüde kalamıyorsunuz, şiiriniz uzun değilse. Kürsüde uzun kalmak gibi bir derdim yok. Söyleyeceğimi kısaca söyleyebiliyorum, uzun boylu laflar edemiyorum belki de. Belki başarı belki de başarısızlık. Uzayan işler de hoşuma gitmiyor. Bir de ben hikâye ya da roman yazmıyorsam bununla alakası olmalı.
Ümit S. Taşkesen -Ayrılık, aşk, sitem, ölüm ve hüzün şiirdeki diğer temalar. Yaşamı bunlar arasından mı algılıyor/aralıyorsun?
—Kitabı çok iyi gözlemlediğiniz ortada. Bunları neden bana soruyorsunuz bilmem ki.

Ümit S. Taşkesen -Hâkimiyet gazetesinin yazı işleri müdürlüğü görevini de yürütüyorsun. Gazetecilik şiirine ne katıyor veya şiirinden neler kaybettiriyor?
—Gazeteci olarak yaşlanıyorum, şair olarak yaşıyorum. Çok iddialı olmasın istiyorum sözlerim, ama sanırım böyle... Haberler, fotoğraflar; gazetecilik yoğun bir iş. Şairliğiniz kimsenin umurunda değil, içinde yaşadığınız şehre açık seçik sözler etmeniz gerekiyor. Trafik kazalarını, belediyelerin diktikleri fidanları haber etmeniz gerekiyor. Gazetecilik şairi yoran bir meslek... Ama hayatı böyle devam ettiriyorsun; evde Süheyl ekmek bekliyor, şiir karın doyurmuyor. Doyurmalı anlamında değil tabi, doyurmuyor...

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.