ŞEHİT OLMAK, ŞEHİTLER ÜZERİNDEN NUTUK SÖYLEMEK

ŞEHİT OLMAK, ŞEHİTLER ÜZERİNDEN NUTUK SÖYLEMEK

Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik"İçinde birazcık vatan sevgisi, birazcık vefa hissi olan her insan, vatan topraklarının karış karış, yeniden, sil...

A+A-
Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik"

İçinde birazcık vatan sevgisi, birazcık vefa hissi olan her insan, vatan topraklarının karış karış, yeniden, sil baştan nasıl vatan olduğunu, ecdadının o toprakları düşmana kaptırmamak için birer birer nasıl şehit düştüğünü düşündükçe tarifsiz acılar çeker. O toprakları adım adım gezerken duygulanır, hüzünlenir, gözyaşı döker ve 'Fatiha'lar gönderir. O an için yapabileceği tek vefadır dua. Ancak...Böylesi bir duygu yoğunluğu yaşarken bir yandan da duygularınıza sitem, öfke, kızgınlık akın etmeye başlarsa... İşte!.. İşte!..İşte o zaman yanlış süregelen ve süren eksiklikler, yanlışlıklar, hıyanetler belki de vatan hainlikleri karışmıştır, o asil, kutsi duygulara... O noktada durup kafa yormanın zamanıdır. O noktada hayatın, insan olmanın, ikiyüzlülüğün, geçmişin, geleceğin muhasebesini çıkarmanın zamanıdır. Hem kendimiz için hem gelmiş geçmiş ve mevcutlar için...

8 Temmuz'da Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ve Büyükşehir Belediyesi işbirliğinde organize edilen Çanakkale gezisinde, daha önceki gittiklerimde olduğu gibi hatta daha fazla hüzünlendim, gözyaşı döktüm ve bu duygu seline sitem, öfke karıştı yine... Rehber eşliğinde 1915 Çanakkale ruhu adım adım yadedilirken öfke trendimin tavan yaptığı noktalar çok oldu. Hepsini yazmaya sayfalar kifayet etmese de birkaç tanesini paylaşabiliriz;

Çanakkale Harbi'nde, hastanenin bulunduğu tepedeki noktaya gelmiştik. Beni düşündüren, gıpta ettiren ve devamında "şimdi o ruh nereye gitti?" dedirten, varlığından şüphe ettiğimiz insanlığımıza vatanseverliğimize isyan ettim. Bu isyanıma sebep, o hastanede yaralıları tedavi eden Dr. Salih Gökbudak'ın davranışıydı... Ölmekte olan öz oğluna tanıdığı ayrıcalığın miktarıydı;

Cephe cehennem gibi kaynıyor. Düşman askeri donanımlı. Yiyecek, mühimmat tasası yok. Bizim askerlerimiz ise aç, askerlerimiz susuz, askerlerimizin mermisi bile sınırlı. Kullanacağı kurşunu dikkatli kullanmak zorunda, üç düşman askerini aynı hizaya dek getirerekharcama telaşında mermisini. Boşa atacak tek bir kurşunu bile yok. Yüzlerce yaralı, merdivenden bozma sedyelerle tepedeki hastaneye taşınıyor. Yarası hafif olan askerlere öncelik veriliyor. Tedavi edilip bir an önce çatışmaya geri gönderilme mecburiyetinde. Zaman kalırsa ağır yaralılara bakılacak. Ağır yaralılar acıdan inim inim. Ağaç gölgeleri yaralı dolmuş. Kalanlar güneşin altına uzatılmış. Kurşun yarası yakıyor, susuzluk yakıyor, üşüşen sinekler yakıyor, güneş yakıyor... Ağrı kesici, morfin bitmiş. Tahta parçaları keçeye sarılıp ağızlarına veriliyor. Ölür ölmez keçe sarılmış tahta parçası, ölen askerin ağzından çıkarılıp başka bir ağır yaralı askerin ağzına veriliyor. Askerler acının şiddetinden dişlerini sıkıyor öyle bir acı sıkması ki, dişler keçeye yapışmış kalmış. Keçe sarılı tahta parçası ölenin ağzından çıkarıldığı zaman üzerinde birkaç diş. Dr. Salih Gökbudak nefes almadan yaralı tedavi ediyor. Yine sedyeyle bir asker getiriyorlar. Yüzü gözü al kanlar içinde, bağırsakları karnından dışına dökülmüş. O şartlarda kurtuluşu ümitsiz. "Götürün" diyor Dr. Salih Gökbel. Yaralı asker son gücünü toplayarak, "Baba" diyor. Oğlunu sesinden tanıyor doktor, yüzündeki kanları mendiliyle silip bakıyor. Evet! 'Baba' diyen öz be öz kendi oğlu. "Götürün! Bir gölgeye bırakın!" diyor. Ölüme giden oğluna yaptığı tek ayrıcalık, tek torpil; bir ağaç gölgesi...

O doktor ve onun gibilerdeki ruh nereye gitti? Teröristler tarafından binlerce askerimiz vatan topraklarını beklerken, şehit düşerken... kendi oğullarını çürük çıkartan ya da bir buçuk ay güya askerlik yaptırıp Amerikalara, İngilterelere gönderenlerde Dr. Salih Gökbudak'ın ruhundan bir zerrecik de mi kalmadı?..

O askerlerimiz, komutanlarımız, yönetenlerimiz niçin canlarını ortaya koydular, feda ettiler ki? Feda etmeyebilirlerdi. Onlar da kendi bir ömürlük rahatları için, gelecek nesilleri düşünmeden düşmanla işbirliği yapıp topraklarımızı satamazlar mıydı? Nesiller sonrasını düşünmeden ceplerini dolduramazlar mıydı? Bilselerdi uğrunda canlarını feda ettikleri topraklar bozuk para harcar gibi harcanıp, çarçur ediliyor, edilmek isteniyor... Ölürler miydi hiç vatan için.Onlar bilmiyorlardı. Onlar Orta Doğu üzerinde oyunlar oynanacağını, göz diktikleri enerji kaynaklarımıza sahip olmak için cephede değil başka başka yollarla entrikalar çevrileceğini ve bazı vatan hainlerinin işbirliği içine gireceğini bilmiyorlardı, bilmeden vuruştular, şehit düştüler.Onlar vatanı savunmak için, onlar kendilerinden sonrakilerin de vatanı savunması için kınalanıp, davul zurna ile cepheye gönderildiler. Ana, baba, yar... Arkada bıraktılar. Dönüp de arkalarına bakmadılar, bile.

Seyit Onbaşı'nın o mermiyi kaldırdığı noktaya geldik. Niğdeli Ali'nin yardımıyla nasıl kaldırdığını, Orşin gemisini batırarak savaşın hatta tarihin yönünü nasıl değiştirdiğini anlatmayacağım. Eski TYB Başkanı Ahmet Köseoğlu'nun, Niğdeli Ali'nin oğlundan birebir dinlediği olayı, "İçimize sanki başka ruhlar girip güç verdi" dediğini anlatmayacağım. İsteyen gidip sorabilir.O iman, inanç ve vatan sevgisiyle kemikleri birbirine geçercesine, insanüstü bir güç göstererek o ağırlığı nasıl kaldırabildiğini anlatmayacağım.Ben o asil ruhtaki asaleti anlatacağım.

Bir anda savaşın yönünü değiştiren o top atışıyla ve düşman zıhlısını Çanakkale Boğazı'nın sularına gömen, Seyit Onbaşı'ya ne istediği sorulduğu zaman, "Ben vatanım için yaptım" diyor, hiçbir şey kabul etmiyor. Çok ısrar edilinceyse, bedeni iri olduğu için verilen tayinle doymadığını mümkünse bir ekmek fazla vermelerini istiyor ama verdikleri zaman yine vicdanı elvermiyor o ekmeği arkadaşlarıyla paylaşıyor.

Seyit Onbaşı'nın bu asil davranışı, günümüzde olan neler neleri akla getirmiyor ki?..Kıyaslama yapmadan edemiyor insan. Milletin vergileriyleastronomik maaşlar alıp, evlatlarımızı şehit edenlere vekillik yapanlar... Memura gıdım gıdım verip onuda başka bir vergi yükseltme yoluyla geri alan, kendi milletvekili maaşlarını iki haftada iki katına çıkarırken, memura verdiği komik zammı aylarca çıkaramayan Meclis'teki milletin vekillerini, Seyit Onbaşı'nın yaptığı inanılmaz başarıya rağmen bir tek tayin istemesi ve onu da arkadaşlarıyla bölüşmesi ve aradaki ruh farkı... Kıyaslamamak mümkün mü? Ve meydanlarda şehitlerimizi kullanarak nutuk çekenleri (bazılarını tenzih ederim)...

Cephe gerisinde ve hastanelerde canla başla çalışan kadınlarımız...Ve günümüz kadınlarıyla kıyaslaması...
Savaşı kazanan sadece erkekler değildi elbette. Yurdun dört bir yanından gelen kadınlardı cephe gerisinde destek veren. Savaş bittikten sonra bu kadınlara soruyorlar, "size ne verelim?" diye. Kadınlar ise, hiçbir şey istemediklerini, vatanları için çalıştıklarını söylüyor. Bakıyorlar kadınlar hiçbir şey kabul etmiyor, hurdaya çıkmış tüfek namlularını keserek yüzük yapıyorlar ve üzerine "cihadiye" yazıyorlar ve hatıra olarak birer tane veriyorlar.

O Türk kadınları ki, beş kuruş bile almadan cephe gerisinde hizmet veriyorlar. Tek amaçları, vatan kurtulsun, namusumuza el sürülmesin, ezanımız dinmesin, bayrağımız inmesin...O kadın ruhu ile günümüzde yerlere fuhuş kartvizitleri atarak paralı fuhuş peşinde olan kadınlarımızı düşündüm. O asil ruh nereye göç etti?

Anlatacak o kadar çok şey var ki, hangisini anlatacak olsam elimde kalıyor, yüreğim parça parça parçalanıyor.
Bir gün gelecek, Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda... ve günümüzde canlarını feda eden şehitlerimiz hepimizden hesap soracak. Zor bir vebal... Bu vebali düşünerek her birimiz üzerimize düşeni yapmalıyız.

Terörden nemalananlara, topraklarımıza göz dikenlere, şehitler üzerinden siyaset yapanlara, nutuk söyleyenlere ve masa başında topraklarımız üzerinden taviz veren vatan hainlerine lanet olsun.Unutulmamalıdır ki, bu vatanın topraklarını kurtarmak için savaşanlar arasında Türklerle birlikte Kürt, Laz, Çerkez, Alevi... de vardı. Birlikte kurtarıldı, birlikte yaşandı ve yaşanmalı. Birilerinin çıkar hesapları için parçalanmamalı, bölünmemeli. Bu parçalanmaya çanak tutanlar yüce divanda şehitlerin karşısına, çıkabilecek mi? Böyle bir imanla ölerek şehit olanların vebalini taşıyabilecekler mi? Dünya, mevki, makam, şöhret, mal, mülk üç günlük. Asıl olan ebedi alem ve hesap günü. Hesap gününde sadece mevcut yetmiş milyonun değil, şehitlerin vebalini, kul hakkını taşıyabilecekler mi, verebilecek mi?...

Büyükşehir ve diğer belediyeler sponsor olarak otobüs otobüs insanı Çanakkale'ye gönderiyor. Takdire şayan bir davranış, kendilerine ve Başkan M.Ali Köseoğlu'nun şahsında Türkiye Yazarlar Birliği'ne, bu uğurda o ruhu canlandırmak için emeği geçen her birime, kuruma teşekkürler ederiz.Şehitlerimizin mekânı cennet olsun!

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.