D. Mehmet DOĞAN

D. Mehmet DOĞAN

D. Mehmet Doğan: “Hayat”ımıza kim kastediyor?

A+A-

Sahih türkçe yazıları:

            Hayat ölmekle bitmiş olsa bir şey anlaşılmazdı

Mehmed Âkif

 

 

Türkiye’nin bazı kadrolu dilcilerinin ezberlerinden biri de dilin hayatın değişmesiyle değiştiği şeklindedir. Dil değişen hayata uyum sağlamak için değişmek zorundadır! Türkiye’de olan da budur!

Hayatın değişmesi, hayat tarzının değişmesi elbette dilin değişmesinde rol oynar. Türkiye’de dil gerçekten hayatın değişmesine mi ayak uydurmaktadır? Bin yıllık kelimelerimiz o yüzden mi çöpe atılmakta, dilin tabiî kelimeleri yerine sentetik kelimeler konulmaktadır?

Hayat/hayatımız ne yönde değişiyor?

Teknoloji daha fazla hayatımıza giriyor. Yeni icatlar, ihtiralar yapılıyor. Sanat akımları, fikir cereyanları ortaya çıkıyor.

İşte hayatımızın gereceği: Geniş kitleleri ilgilendiren yeni teknolojiler, günlük hayatımıza karışan makinalar ve cihazlar… 

Biz doğduğumuzda Türkiye’de hepi topu 2.000 (iki bin) civarında traktör varmış. Eğer köylü isek, kırk küsur bin köy ahalisinden kahir ekseriyetinin traktör görmeden büyüdüğünden şüphe edilmez. Hayatımıza traktör kelimesi girmediği gibi, onunla ilgili kelimeler de girmez.

Gelelim yakına: 2020’de toplam traktör sayısını bir yana bırakalım, Türkiye’de 50.417 traktör imal edilmiş! Hadi işi daha umumileştirelim. Trafiğe kayıtlı toplam taşıt sayısı 2020 Ekim ayı sonu itibarıyla 23 milyon 965 bin 229 olmuş. 1950 yılında 32.564 olan motorlu kara nakil aracı sayısı 1960'ta 114.208'e yükselmiş. 1986’da 1 milyon 087 bin 234 olmuş.

Ne demeli? Baş döndürücü bir gelişme.

Son rakamlara göre, ülkemizde motorlu vasıta ile tanışmayan kimse yok; şöyle dense yanlış olmaz: Her ailenin arabası var! Kullananlar nüfusun mühim bir kısmını teşkil ediyor. Elbette dilimize bu cihazlarla ilgili kelimeler girdi. Direksiyondur, tampondur, egsozdur… Hayatımızı değiştiren teknoloji dilimizi de değiştirdi. Böylece bizde olmayan teknolojiyi transfer ettiğimiz batı dillerinden kelimeler dilimize geçti. Bunun yanında, bazı bize ait kelimeler de bu sahada kullanılır oldu. Araba, koltuk, tekerlek, silecek, cam, ayna…Ya “dikiz aynası”na ne buyrulur? İngilizcesi: Rear wiev miror, kelime be kelime tercümesi: Geri görüş aynası. Biz ne aslını kullanmışız, ne tercümesini; kendi ifademizi yansıtmışız. Hep önüne bakması gereken şoförün, bu aynaya bakışını pek de hoş karşılamamışız!

20. yüzyılın hayatımızı değiştiren icatlarından birisi bugün bilgisayar dediğimiz computer. Kompüter ilk olarak 1945 senesinde imal edilmiş. Türkiye’nin kompüterle tanışması için 1960 yılını beklemek gerekmiş. Karayolları Genel Müdürlüğü, yol inşaatı hesaplamalarını daha hızlı yapabilmek için kompüter kullanmaya başlamış. Computur’e önce kompüter demişiz. Sonra kim bulduysa “elektronik beyin” denildi. Ve nihayet “bilgisayar” yerleşti. Bu adlandırmayı Dil Kurumu mu yaptı? Hayır! 1969 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde çalışan elektronik mühendisi Aydın Köksal, ihale şartnamesine bu kelimeyi yazmış, yazış o yazış! Artık bilgisayara başka bir şey demememiz mümkün değil, meğerki büyük bir başkalaşım geçirmesin!

Bilgisayar hayatımıza öylesine girdi ki, bu alanla ilgili kelimeler de hücum etti. Bunların bir kısmı türkçeleşti, bir kısmı ingilizceden aktarıldı. Bu konuda düzenleyici bir otorite yok, Dil Kurumu’ndan beklenir ama onlarına bu hususta behresi yok!

İlk cep telefonu 1973’de icad edilmiş. Yaygınlaşması için 1990’ları beklemek gerekmiş. Türkiye’de ilk cep telefonu 1994’te kullanılmış. İngilizce “mobile phone”, “mobil fon” yine halk tarafından, “cep telefonu” olarak türkçeleştirilmiş. Eğer birebir çevrilse idi, seyyar telefon, gezici telefon veya taşınabilir telefon… denilebilirdi. Böyle bir seçim için kafamızdaki örnek “cep saati” olmalı. Sonra cep telefonlarının akıllısı çıktı. Ve artık günlük hayatımızda cep telefonu yoluyla bir hayli kelime girdi, yine aynı şekilde.

“Akıllı telefon”a “smart fon” demedik ama Dil Kurumu’nun akıl yerine canlandırmak istediği arkaik kelimemizi de kullanmadık. Yani “uslu telefon” demedik.

Hani telefonun akıllılığı tartışılır da uslu olmadığı kesin!

Hayatımıza kim kastediyor?

Teknoloji hayatımızı değiştirdi, değiştirmeye devam ediyor. Bu değişme dilimize de yansıyor. Peki bin yıllık köklü kelimelerimizin değişmesiyle bu değişmenin doğrudan bir münasebeti var mı? Biz “hayat”a traktör kullandığımız için mi “yaşam” demeye başladık? Yok otomobil kullandığımız için! Hayır bilgisayardan ötürü! O değilse cep telefonu buna sebep oldu!

Bu kelimenin Dil Kurumu sözlüğüne girişi, 1969’da. Kim uydurdu, meçhul. Hem hayata hem de ömre karşılık. Bir taşla iki kuş! Sözlüğü küçültelim, anlamı buharlaştıralım!

“Hayat”ın karşılığını arasak bu “dirim” olabilir. “Ölüm dirim” deyiminden hatırlayalım. Yahut da dirlik, dirilik. Çünkü “hay” canlı, diri demektir. Yûnus Emre’ye kulak vermek yeter:

Senünle birligüm senden ırılmaz

Hayat senünledür sensüz dirilmez

Andan ayru diriligüm dirlik degül durur benüm

Kadîm odur görür beni ben ölüyem görimezem

Ne cânum var ne diriyem bir dem sensüz olurısam

“Hayat”ımıza kim ve neden kastediyor?

Önce “yaşantı” deniliyor; çok hafif kalıyor. Şimdilerde hem hayatın yerine hem ömrün yerine “yaşam” tutturulmaya çalışılıyor.

Hadi Tanpınar’ın şu cümlesini arıdile çevirin: “Mümtaz, ömrünü ve hayatını ona hediye ettikçe, o tıpkı eski ve cömert Abbasi halifeleri gibi hepsini birden kabul ediyor, sonra yine ona iade ediyordu.”

Köklü bir kelimeyi dilden ihraç etmek, o dilin büyük şair ve yazarlarına yapılacak en büyük saygısızlıktır.

Yedi asır öteden Yûnus’un çığlığı:

Ben aşksuzın olımazam aşk olıcak ben ölmezem

Aşkdur hayatum hâsılı aşkdan gayrısın bilmezem

Beş asırlık Fuzulî’nin feryadı:

Vaslın mana (bana) hayat verür fürkatün memat

Sübhane hâlikî halek'al-mevti ve'l-hayat

(Kavuşman bana hayat verir, ayrılığın öldürür. Ölümü ve hayatı yaratan hâlikim her türlü noksandan münezzehtir.)

Yûnus Emre’den bu yana sayısız şairimiz, yazarımız, mütefekkirimiz… “Hayat”ı dillerinden düşürmedi. Eğer bu kelime unutturulursa, onların eserlerini anlama konusunda çocuklarımızın dil binasından bir tuğla daha düşecek. Hayat bir kelime, buna benzer nice kelimeler var. Koca Yûnus’un şiirinden bir kelimeyi söküyor, yerine başka bir kelime koyuyorsunuz. Aşkı bir yana bırakıyorum onu değiştirmek mümkün değil; hâsıl, gayrı ne olacak? İki satırda üç bilinmeyen kelime! Çocuğun okumaktan cayması için kâfi sebep!

Kelimelere düşmanlık ne uğruna yapılıyor? Öz türkçecilik aşkına mı? Öztürkçecilik yaparkan Anadolu’da türkçe edebiyatın büyük öncüsü Yûnus Emre’yi anlaşılmaz kılmak neyin nesi?

Hayat türkçe değilse, hangi kelime türkçedir?

Bir kimseye “hayatım” demek, söylenecek sözlerin en güzeliyle hitab etmektir. O hitabın sıcaklığını, samimiyetini, his yükünü, yerine konulmak istenen kelimede bulmak mümkün mü? Hadi deneyin!

Sözlükte hayat kelimesinin 13 anlamı var…Bu anlamları onun yerine geçmek üzere kullandığınız kelimeye olduğu gibi aktarmak mümkün mü? Bir anlam, iki anlam, bilemedin üç…

Bir de hayatla yapılmış deyimler, kalıplaşmış sözler var. Onları ne yapacağız.

Hadi çevirmeye başlayın bakalım:

Hayat adamı, hayat ağacı, hayat almak, hayat arkadaşı, hayat bilgisi, hayat bulmak, hayat felsefesi, hayat geçirmek, hayat hamlesi, hayat kadını, hayat mektebi (okulu), hayat memat, hayat mücadelesi, hayat pahalılığı, hayat sigortası, hayat sürmek, hayat tarzı, hayat vermek, hayata atılmak, hayata geçirmek, hayata gözlerini yummak (kapamak), hayata küsmek, hayatı kaymak, hayatım, hayatın baharı, hayatına girmek, hayatını borçlu olmak, hayatını yaşamak, hayatta, hayatta olmak…

Ölüm bütün canlılar için olduğu gibi insan için mukadder bir sondur, fakat iş ifade etmeye gelince, müşkilat var.

Ölmek diyoruz nedir bu tâbir,
Cânân mı ede bu hâli tefsir?... (Abdülhak Hâmid)

Tanınmış bir şahıs dünyasını değiştirmiştir, bu yakınları, sevenleri için üzüntü konusudur. O üzüntüye duyulan saygıdan ötürü “öldü” diyerek doğrudan söylememek için farklı ifade şekilleri aranır. Dilin bir de psikolojisi vardır. Odun her zaman odun değildir, bazen kereste olur, bazen tahta olur, bazen da ahşap!

Ölülerimize “vefat etti” deriz. Vefat, “vefa” ile aynı kökten, böylece yumuşak bir ifade yoluna başvuruluyor. “Vazifesini yaptı, sözünü tuttu” gibi bir şey. Ölüm bütün canlılar için kullanıldığı halde, vefat yalnız insanlar için kullanılır.

Daha zarif ifadeler de var: “Hayata gözlerini yumdu (kapadı)”, “Hayata veda etti”, “Emaneti teslim etti”, “irtihal etti”, “rıhlet etti” (göçtü) gibi.

Yüceltici cümleler de kurulur: “Hakka yürüdü”, “hakkın rahmetine kavuştu”, “uçmağa vardı”…

Gazetelerimizden biri “filan yaşamını kaybetti” başlığını atmış, diğeri “yaşamını yitirdi” diyor. “Hayatını kaybetti” diyen de var. Sonra anlaşılıyor ki, haberi ilk yayan ajans “hayatını kaybetti” diye servis etmiş.

Dil neden ayrışma konusu oluyor? Üzüntümüz bile neden farklılaşıyor? En önemlisi: Neden sürekli olarak kendi dilimizi tercüme ediyoruz?

Memlekette bir kelime ayıklama merkezi var, devamlı olarak hayatı “yaşam” yapıyor!

Bir hayat sona eriyor, bir ömür bitiyor ve onunla ilgili cümle kurmakta bile birleşemiyoruz. Ölenin neyi kaybettiği ayrı bahis. Aslında vefat edeni kaybedenler geride kalanlardır. Eskiden “elim zıya”, şimdilerde “acı kaybımız” ilanları bu mealdedir.

Bu vesile ile biz de “hayat” kelimesini kaybediyoruz!

Basınımızdaki gizli tercüme merkezinin marifeti çok. Sürekli kelimeleri, cümleleri, hatta isimleri… değiştiriyor. Askerin elindeki âletin resmî adı “millî piyade tüfeği”; bakıyorsunuz, “ulusal piyade tüfeği” yapılmış. “Azerbaycan Millî Ordusu”, hemen “ulusal ordu”ya tahvil ediliyor. Bir zamanlar Suriye Milli Ordusu vardı, o da sürekli “ulusal ordu” yapılırdı.

Bu “gizli” merkezin devamlı yaptığı değiştirmelerden biri de “tedbir”i “önlem”e çevirmek.

Tedbir “önlem” de “tedbirli” ne, “tedbirsiz” ne, “tedbirsizlik” ne?

Böylece türkçeye hizmet edilmiş mi oluyor?

Necip Fâzıl’ın deyimiyle, “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu!”

Bu sakilliğe, bu nobranlığa, nâdanlığa Nureddin Topçu gibi isyan etmemeli miyiz?

“Bizim hareketimiz, mesuliyet hareketidir; dâvamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır. Bizi Allah’a doğru götürecek olan irademizin iktidarı, isyan hâlinde ifadesini bulucudur: Hayatımızın içinde hayat yokluğuna, ruhumuzda aşkın yokluğuna, vicdanlarımızda mesuliyetin yokluğuna isyan…”


mih_200-001.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.