Mehmet Akif Sarıkaya

Mehmet Akif Sarıkaya

HİKAYE BEN

A+A-

Dostlarım, yazdığım bir hikayeyi paylaşıyorum. Benim hikayem... Veya sizin de olabilir... Yaşanmış, yaşanıyor ve yaşanma ihtimali olan bir hikaye...


Önce susmak vardı. Sonra… Sonrası tam aklımda değil. Senden başka öğrenci yok mu, diyerek tokatla yere kapaklanan bir ilkokul öğrencisi kalmış aklımda. Bir de kızmalar… Bundan mıdır kendimi ifade etmek için yazıyı kullanmak istemem? Yoksa farklı bir şey mi var? Bilmiyorum.
Yoldayım. Tek başıma amaçsız bir yürüyüş… Kendimi dinlemeye, sorgulamaya yarıyor en çok bu yürüyüşler. İyi, yollar boş sayılır. Yürümeye devam ediyorum.
Yazıyorum. Çünkü yazabiliyorum… Fakat şunun farkındayım; yazdıkça rahatlıyorum. Kısılan sesim, tepki vermeyişlerim, karşımdaki öküzü cesaretlendiren katlanışlarım… Hepsi olmasa da çoğu yazıda karşılık buluyor. Bir cümlede kral, bir diğerinde kralın soytarısı olabiliyorum. Sınırsızım. Dalga geçişlerim, hicvedişlerim, küfür edişim, hep yaşanmışlıkların karşılığıdır yazılarımda. Bugüne kadar yazdıklarıma bakıyorum. Hiç sevdiğim kişiler yok yazılarımda. Hakikaten yoklar. Neden? Onlarla rahat konuşuyor olabilmem galiba… Samimiyetimin ve samimiyetlerinin ölçülmesine gerek duymadığım için olabilir belki de.
Düşüncelerim derinleştikçe adımlarım mı sıklaştı ne? Terledim… Adımları yavaşlatmalıyım…
Ya katlan, ya da kaç gibi iki şıklı oldu farkında olmadan ömrüm. Halbuki daha farklı yaklaşımlar da varmış. Şimdi şimdi öğreniyorum. Öğrendikçe katlandıklarım azalır her halde? Azalır değil mi? Azalmaz mı yoksa? Artan öküz endeksi… N’oluyoruz? Girmemek lazım bu konuya… Çıktım konudan. Öküzleri serbest bıraktım. Ah, omzum! Oha! Serbestin ‘s’sini duydular ya… Oha, bişşşş! Sakin ulan öküzler, sakin!
Biraz dinlensem mi? Ter var. Üşütebilirim. Yola devam…
İçimde biriktirdiklerim. Bir türlü dışarıya çıkartamadıklarım. Böyle mi oluyor herkese? Yoksa bende mi sadece? İlgi çekmek acınmak istenen biri olmak mı? Yine hata mı yaptım? Sorgulamayı kendi üstüme bindirdim galiba. Nasıl olacak bilmiyorum ki. Biraz ben, biraz onlar mı?
Güven, hem kendime hem çevreme… Onarılmak ruhen… Nasıl olacak? Yaş gidiyor. Karışık kafa… Huzursuz bir ruh… Hala mı? Yoksa böyle mi oluyor insan? Dünden bugüne aldığım yol… Bu yol yarına giden yol aslında. Gitmez mi? Olmadı; buradan da bir şey çıkmayacak. Allah’ım affet. Allah’ım sabır...
***

Henüz tanımıyordum O’nu. Ancak ismini duymuş, tanışmayı arzuluyordum. Vesile kılmak için çok uğraştım fakat bir türlü tam bir tanışma olmamıştı. Sadece karşılaştıkça selamlaşıp yolumuza devam ediyorduk. ..
Gecede bulamadığın gündüzde
gündüzde bulamadığın gecede vardır.
Maksat, sırra malik olmak değildir,
sırrın kendisi olmaktır.
Ta ki;
her şeyi gözler önüne serene kavuşana dek.
Bu şiirime gelen cevap ile başladı yazışmamız… Sonra sorgularım\ sorunlarım…

-Bilge, toplumun vicdanıdır, halkın ıstırabını anlar. Kendimi buna motive etmiştim yıllar yılı. Ne bilge oldum, ne vicdan muhasebesi yaptım, ne de ıstırap paylaştım. Aslında öyle olduğumu sanıyordum. Bilge olmasam da olmak için çalıştığımı sanıyordum, yanılmışım. Sadece kendimi kandırmışım. Vicdan, bu da bir avunmaymış. Toplumun ıstırabını hissetme, o da bir gubuzluk göstergesiymiş bende.
Ruhum ve duygularım güvensizlik istilası altında. Bu da beni değersizleştiriyor zannındayım. Giderek yalnızlaşıyorum. Can dostum diyebileceğim arkadaşlarım var, üstelik sürekli beraberiz de. Ama kendimi anlatamıyorum. Anlatsam da anlamıyorlar veya dinlemiyorlar. Çünkü onların da dinleyecek birilerine ihtiyacı var veya bana öyle geliyor.
Giderek suskunlaşıyorum. Konuşmaya ihtiyacım var. Fakat dilimi kendi elimle bağlamış gibiyim, ne hayır söyleyebiliyorum ne de zıttını. Söylediğimde de keşke sussaydım diye pişmanlık duyuyorum. Bazen haklı olsam da karşımdaki ile tartışmaktansa, özür dileyip konuyu kapatmak istiyorum. Çok iyi bildiğim konularda bile, karşımdakinin yanlış bilgisini düzeltmek yerine susmayı tercih ediyorum, sırf tartışmamak adına. Yaptığımın farkında olmama rağmen, bunları içimde biriktirip patlatıyorum. Artık canım acıyor. Haykırma zamanım gelmedi mi? Artık konuşabilir miyim veya konuşmalı mıyım? Veya ne olabilir? Dur bakalım n’olacak mı demeliyim?
Beynim ile dilim arasında uçurum var. Söylemek için kurguladıklarımla ağzımdan çıkanlar çok farklı oluyor. Bunun farkına vardığımda yine susuyorum.
Artık okuyamıyorum demiştim ya! Okuyamamaktan çok, okuduğum birkaç sayfadan sonra her ne kadar gözüm okusa da beynim farklı dünyalarda dolaşıyor. Okuyorum, amma anlamıyorum. Dostlar alışverişte görsün kabilinde bir şey oluyor. Şimdilik bu mesajı burada keseyim, yoksa sonunu getiremeyeceğim. Bu ifadeden de başka mana çıkabilir. Belki, kendimi daha fazla ele vermekten korktuğum için kesmek istemiş olabilirim bu yazıyı.
N’oluyor anlamlandıramıyorum. İslami prensiplere bağlı entelektüellik ve kültürel devrime inanırdım. Dım diyorum çünkü zembereğim boşaldı. Belki hala inanıyorumdur da… Kafam çok karışık vesselam...
İşimi gücümü bıraktım size yazıyorum. Anlaşılır gibi değil.
Artık görüntü dondu, kayıtsızım olup bitene. Böyle olmadığımı kanıtlamak içindir belki, bazı aktivitelerim olsa da, ben beni biliyorum, bilinçaltım öyle demiyor. Evet, kayıtsızım ben. Biliyorum.
N’olur ‘İslamı yaşamamaktan kaynaklanıyor bütün bunlar.’ esprisini yapmayın. Daha doğrusu yazdıklarımla ilgili hiç espri yapmayın.

-ELMADAKİ KURT
Ağacı sallıyordu çocuk. Yetişebildiğince. Olmadı uzun bir sırık buldu. Onunla dallara vurmaya başladı. Birkaç elma düştü yere. Birisini kendisi aldı. Birisini de yanındakine verdi. Kardeşi galiba diye düşündüm. Benziyorlardı birbirlerine. Fakat yemediler. Kurt var dedi diğeri. Benimkinde yok dedi düşüren. Tam ısıracaktı. O da vazgeçti. Bu kez elmalarla oynamaya başladılar. Birbirlerine yuvarladılar. Oturduğum yerden seyre dalmışım. Kılavuzum elindeki asasıyla dürtünce irkildim.
Yüzümü ona döndüm. Gözleri derindi. Bakınca içine dalar, başka her şeyden uzaklaşırdım. Tatlı bir sarhoşluktu bu; beş duyuyla algılanandan başka bir hal... Konuşmaya başladı:
Göklerle yeri bir elma farz et... Tanrının kudret ağacından bitmiş!
Sen, bu elmanın içindeki bir kurda benzersin; ağaçtan da haberin yok, bahçıvandan da!
Elmada bir kurt daha var; fakat onun canı dış âlemin de bayrak sahibi!
Onun hareketi elmayı yarar... elma onun hareketine karşı koyamaz!
Hareketi, perdeleri yırtar... sureti kurt ama hakikatte o, bir ejderha!
( 4/1869-1873.Mesnevi)
Hayatın anlamı nedir?
Bitmez tükenmez bir soru. Bıkıp usanılmaz. Soran bitmez. Sorulan usanır.
Varoluşcu psikoterapinin de cevap bulunması gereken ilk sorusu.
Niçin yaşıyorum? Sonum mu hiçlik, yoksa başlangıç mı?
Bu anlamı sorgulatan ne?
Genellikle tıkanma. Duvara toslama. Mağlubiyet. Yorgunluk. Hayal kırıklığı. Hedefsizlik. Tatminsizlik. Doyuma ulaşma. Depresyon. Bunaltı. Akıllıca sorgulamayı ayrı tutuyorum; ancak bu da aslında yukarıdakilerden sonra gelir bir bakıma. İstisnaları bir kenara bırakırsak…
Son günlerde çok sayıda insana rastladım değer sorgulaması yapan. Ben değersizim, yetersizim diye bunaltıyla gelip karşımdaki koltuğa oturan. Her kes parası olana, mevki sahibine değer veriyor deyip bir yandan da buna ulaşanlara öfke duyan. O zaman en iyi çözüm depresyon. Gelsin antidepresanlar… Depresyonun kolaycılık olduğuna olan inancım giderek artmaya başladı. Rabbimizin içimize sakladığı İsm-i Azamı bulma çabasıdır yaşam. Bunu bir kitapta okudum yakınlarda. Kitabın bir başka yerinde yaşamın nedeni, ya Allah demek ya da Allah dedirtmek deniliyordu. Para ya da mevki değil kendi başına. Onlar da buna ulaşmayı sağlıyorsa amaca uygun hale geliyor ve işe yarıyordu. Yoksa para ya da mevki kelin başını örten şapkadan başka bir şey değildi. Ve bir rüzgarlık ömrü vardı. Takke düşünce kel görünürdü.
Bir elmanın içindeki kurtlarız biz. Başlangıçta aynıyız. Bazılarımız devinimi reddedip hazırdan beslenmeyi tercih ediyor. Diğerleri ise deviniyor, hareket ediyor elmanın dışına doğru. İçerde kalanlar depresyona giriyor. Görmedikleri bilmedikleri elmanın dışına ulaşmaya çalışmak yerine büyütmedikleri akıllarıyla yorumlar yapıyor. Devinmiyor. Şikayet ediyor. Devinenlere de haset besliyor. Onların doğuştan şanslı olduğunu savunuyor. İyi niyetle devinene yardım da ediliyor. Hayatın amacı devinim. Aslında kalp sürekli her atımında bize bunu anlatıyor. Elmanın dışında ağaç var. Bağ var. Bahçıvan var. Elçiler kafesten kurtulun diye dışarı çağırıyor. Kulak tıkamak bağı bahçeyi bahçıvanı yok yapmaz. Bize de bir elmaya razı olmak yakışmaz.
Elmanın içindeki kurtlar!
Biz hangisiyiz?

- Hoşuma gitmeyen davranışlar karşısında insanlara içimden küserim. Bu beni kocatıyor. Yanlışı söylediğimde ise insanların ruh hali beni çok etkiliyor. Bu sebepten, tatmin olamıyorum. Ortayı bulmakta zorlanıyorum. Duyguları hep dorukta yaşıyorum. Ya çok üzülüyorum, ya da çok sevinip şımarıklaşıyorum. Günlük birkaç depresyona girip çıkıyorum. Daha doğrusu depresyona giriyorum muyum, girince çıkıyor muyum bilemiyorum. Bazen çok konuşmak istiyorum, konuşamıyorum. Konuşmak istemediğimde ise ağzımı bıçak açmıyorcasına susuyorum. İnsanlardan öğrenmekten çok kitaplardan öğrenmeyi tercih ediyorum. Bu da beni insanlardan soğutuyor, iletişimsiz yapıyor. İdeal ben ile mevcut ben bir birine uymuyor. Uyduramıyorum. Kısaca, hayata dair ilgisizim. Artık somut şeyler bekler oldum. Hayallerim kurudu; düşleyemiyorum, düşünemiyorum, okuyamıyorum, yazamıyorum. Bunları karşına geçsem söyleyemem belki. Hakkımda ne düşünür korkusu, yüzüne söyletmez bunları bana.
- Bunları yazmana sevindim. İnciniyorsun. Bu, alıngan olduğunu gösteriyor. Bunu çözmek gerekiyor.
Bu bir kendine güven meselesi, eleştiriye dayanamıyorsun demek ki. Ya da keyfin yerindeyse tahammül toleransın geniş oluyor. Depresyona girip çıkmak anormal değil. Kolaycı olduğunu düşünüyorum. Bu bir tercih; zora talip olmak gerekiyor. İlişkilerde istediğin düzeye ulaşmak tahammül kapasitesiyle ilgili. Sorunların önemli bir kısmının da önyargıdan kaynaklandığı kanaatindeyim. Daha ayrıntılı yazmanı istiyorum zira yazdıkça kendini tanıman da artacak
Şöyle düşünelim:
Bir çocuk varsayalım; sürekli ilgi üzerinde, babası veya annesi tarafından kollanıyor, bu duruma alışıyor, kendini geliştirmekten vazgeçiyor. Gün geliyor babanın meşgalesi artıyor ya da baba gölgesi kalkıyor, bilek gücünün geçtiği birey olma zamanı geliyor. Çocuk aynı ilgiyi dışardan da bekliyor ancak olmuyor, ya da baba eski ilgisinden uzaklaşıyor. Çocuk şaşırıyor, anlamıyor bu durumu. Bu çocuk ne yapacak? Artık kimse beni sevmiyor. Ben artık işe yaramıyorum. Değersizim, önemsizim böylemi desin? Yoksa şartlar değişti şimdi neler yapabilirim? Etrafımı anlamaya çalışacağım. Potansiyelimi kontrol edeyim. Güçlü yanlarım zayıf yanlarım ne? Ne üretebilirim?..
Herkes baban ya da annen gibi davranmak zorunda değil... Başka başaranlar nasıl başarıyor? Hangisini tercih etmeli ya da bu çocuk neyi tercih etmeli? Hangi yol kolay, hangisi zor?
Başkalarının sana değer verip vermediğiyle ilgilenmiyorsun. Çünkü başkaları hiç önemli değil nazarında. Neden şu andan başlayarak diğerlerini önemseyip onları tanımaya ve onlarla ilgilenmeye başlayarak bilgeliğe adım atmıyorsun? Buradan başla. Derviş gönülsüz gerek demiş Yunus. Bu sözü önemse. Çok yüceltilmiş bir egoyla karşı karşıyayız. Ve bunun değerle hiçbir ilgisi yok. Peygamberimiz (sav), senin yaşadıklarının yüzlerce mislisi yok sayıldı. Görmezden gelindi ve hiç değersiz olmadı. Bunun değerle hiçbir ilgisi yok. İnsanca yaşamak denen şey bu zaten. Daha değerli olmak için bir fırsat bu.
Sıkıntı nimettir der Mevlana.
Kendinle kavga etmek yerine kendinle uzlaşmayı dene. Yaşadığımız her şey O’nun izniyle oluyor. Ve bunlar senin için gerekli. İnsanlara bir şey anlatmak şart değil. Peygamber (sav) bile anlatamadı bazılarına… Anlatılması gerektiği zaman gelir ve anlatılır. Ve büyük hakikatler fısıltıyla yayılır der, Cemil Meriç. Belki de bu anda öğrenmen gereken şey tahammüldür. Gönül almaktır. İnsanları yargılamayıp onları olduğu gibi görüp kabullenmek ve sınıflara ayırmamaktır. Çünkü yargılama görevi sadece Allah’a aittir. Kendini de yargılayıp durma. Kendini de olduğu gibi kabullenip bağışla. Şimdiye dek yaptıklarını doğru diye yaptın. Beğenmiyorsan değiştirirsin. Yargılamak, yok etmek ve kavga etmek zorunda değilsin. Hayat sadece siyah ve beyaz değil. Bir sürü grisi var. Hepimizin orijinal hali Allah’ın yanındaki halimizdir. Ne bilelim! Belki de en değerlimiz sensin. Bunu kim bilebilir? İbrahim ya da Ahmet değer vermemiş ne önemi var?..
Bulutlar ağlamadıkça yer yeşil olmaz. Gözyaşıyla yıkayarak neden dua edip gönlünü yeşertmiyorsun? En iyi bilgelik çalışması budur. Bu ülkenin başkanı geçmişte hapisteydi… Ve bir sürü başka örnek...
İnsan acı çekerek bilge olur. Hem bilge olmak isteyip hem acıya hayır dersen bu dürüstçe olmaz. Ya ondan vazgeç ya bundan. Kendine inan. Bırak acı içini temizlesin. İçindeki ejderha biraz başını eğsin.

- Ben kendimi tanıyamaz, tanımlayamazken veya karışık kafa ile başkası için ne yapabilirim. Önce kendimi onarmalıyım. İnsanlara zaten saygım var, o kadar. Ötesini kimse beklemesin benden. Hatta siz bile. Yardımlarınızdan dolayı size minnet duymayacağım. Ancak saygı duyacağımı bilmenizi isterim. Dünyanın ortasına kendimi oturtmuş gibi bir halim yok. Acziyetimin farkındayım. Derdim bunu anlatamamak. Egosantrik biri değilim, hiç olmadım da. Kafasını eğdireceğim ejderhada yok içimde. Prensiplerim gidiyor, hayallerim gidiyor diyorum. Belirgin sınırlarım vardı; kayboluyor diyorum. Ben samimiyetimin sorgulamasını yapmıyorum. Samimiyetsizliklerimi sorguluyorum. Tahammülü öğrenmem gerektiğini salık veriyorsunuz. Ben zaten aşırı tahammüllü oluşumdan şikâyetçiyim. Veya tahammül ile tahammülsüzlük arsındaki dengesizlikten şikâyetçiyim. Ne zaman tahammül etmeliyim, ne zaman tepki vermeliyim, dengeleyemiyorum. Olumsuzluklarla karşılaştığımda tahammül müdür katlanmadır yaptığım onu da bilmiyorum. Kendim için ağlamayı unutalı yıllar oldu. Tekrar ağlayabilir miyim, bilmiyorum. Ama deneyeceğim.
- Zaten o prensiplerin şu anda işine yaramıyor. Bırak gitsinler. Yeni ve daha iyi prensipler edinirsin. Ve en önemlisi üretmek, sürekli üretmeye odakla zihnini. İnsanlara bu kadar kızmanı anlamakta zorlanıyorum doğrusu. Kimse zaten senden bir şey istemiyor. Vermek senin yararınadır. İlle de kendine acımak istiyorsan bu senin seçimin
-Tuhaftır, her türlü sıkıntıda kendime hep inandım, güvendim. Hala öyleyim. Ancak altı boş gibi geliyor. Tavsiyelerinin hepsi zaten bilgi dağarcığımda olan şeyler. Ben yalnızım diyorum, iletişim kuramıyorum diyorum. Bu sorunumu nasıl gidereceğim?
Sizin ben ile ilgilenmeniz hoşuma gidiyor. Veya benden bahsedilmesi hoşuma gidiyor da olabilir, bilemiyorum. Ama iyi oluyor.

-Farkındalığa ulaşan birisinin yüksek ahlaka da ulaşması gerekiyor. Buna bilgiye ulaşan da denilebilir. Ya da sırra... Ne demişti Mevlana; Sırrı verdiklerinin ağızlarını da mühürlerler. İnsanların bir kılavuza, rehbere gitmeyişlerinin ya da gidemeyişlerinin temel nedeni, cesaret eksikliğidir der bir bilge. Çünkü bir insanın örttüğü ve maskelediği kendi gerçeğini bir başkasına açması gerçekten de cesaret ister. Onu da bu cesareti göstermeye itecek olan temel saik güven olacaktır. Birisine nasıl güvenirsiniz? Zamanla der çoğu insan. Bunun için zamana ihtiyacım var. Sonra araştırmaya.. Güven duyulabilirliğini başkalarına ve onu tanıyanlara sorarak araştırır insan.
Birçok işte hatta yaşamın her alanında güven duyulacak insanlara ihtiyaç vardır. Birine güven duymak sadece onun sır tutmasıyla mı ilgilidir? Hayır. Yalan söylememeli mesela derler insanlar. O zaman yalan ne? Olmamış olan. Gerçek dışı hayal ürünü… Ve yalandan nefret ederim diye de eklerler. Ama korkuları vardır. Korku nedir? Aslında olmayan, olması muhtemel olan belki; fakat şu an yok. Düş gücüyle uydurulan. Sanki gerçekten olmuş ya da olacakmış gibi düşünülüp olmuş gibi hissedilen. Bir anlamda yalan. Evet, korku da bir yalan. Ve korkulardan kurtulmak da güven duymayı gerektirir. Peygamberimiz(sav): Her duyduğunu söylemek ve aktarmak insana yalan olarak yeter, buyurmuştur.
Dedikodu da bir anlamda yalandır. O yüzden tüm kutsal öğretiler az konuşmayı önerir.
Sokrates’e bir gün birisi gelir ve sana arkadaşından duyduğum bir şeyi aktaracağım der. Sokrates, dur der, dur. Önce bu söyleyeceklerini filtrelerden geçirelim. Birinci filtre; iyilik filtresi: Öncelikle bana söyleyeceğin bu şey iyi mi? İyi bir şey mi? Hayır, der adam.
Peki, o zaman ikinci filtre; faydalılık filtresi: Bana bu söyleyeceğin şey faydalı mı?
Hayır, der adam.
Devam edelim. Üçüncü filtre; gerçeklik filtresi: Bana bu söyleyeceğin şey gerçek mi?
Bilmiyorum, der adam.
Ondan duydum. İyi değil. Faydalı değil. Gerçek olup olmadığını da bilmiyorsun. Söyleme be adam,
der.
Söyleme. Ya hayır söyle ya sus demişti, Peygamberimiz(sav) de.
Enformasyon, bilgi adına ne denirse size ulaşan her şey sorumluluk ta getiriyor. Özellikle içerden elde edilen bilgi ki farkındalık demiştik. Onun getirdiği sorumluluk hepsinden ağır. Tam bir karışım. Duygularla, hislerle, ihtiyaçlarla, düşüncelerle, hasetle ve daha bir çok faktörle karışıp gelen o iç bilginin de filtrelerden geçmeye ihtiyacı var. Size ulaşan her bilgiyi sorumsuzca ifade edemezsiniz. Bu sizin ve onu duyacakların hayrına mı? Bunu bilmeden kişinin her hissettiğini faş etmesi de yalandır. Test ve filtreden geçmesi gerekir. İşte kutsal metinler ve vahiy bu yüzden gereklidir. Bilgiyi aktarmak için önce güvenilir olmaya ihtiyacınız var. Hangi tür bilgi olursa olsun. Özellikle de insanları yönlendirme iddiası içindeyseniz. Peygamberimiz (sav), Peygamberliğini ilan etmeden önceki en temel sıfatı emindi. Muhammedülemin denilirdi ona. Ve hiç kimse hayatında onun bir kez bile yalan söylediğine tanık olmamıştı. Bir gün Ebu Kubeys Tepesine çıktı ve insanlara: Ey insanlar! Size şu dağın ardında bir ordu var, buraya doğru geliyor desem bana inanır mısınız, dedi.
Evet, dediler. Çünkü sen yalan söylemezsin ve bugüne dek hiç senden gerçek dışı bir söz işitmedik. O zaman, dedi ki dinleyin. Sıfatları belli olan tekbir Allah var. Ve ben de onun elçisiyim. Bir kısmı onayladı. Bir kısmı ise reddetti.
Reddedenlerin olması onun yalan söylediğine işaret etmedi.
Hayatında hiç yalan söylememiş olan O elçinin söylediklerinden oluşan, mizana uymayan farkındalıklarınızın berraklığını kontrol etmenizi öneririm. Ki zaten bu söylediklerim iyi niyetle gerçeği arayanlara. Ve diğerleri; gerçeği ve bilgiyi kimden aldığınıza dikkat edin. Ve Hz Ali’nin dediği gibi test edin. Gerçeği adamdan alma; önce kitaptan öğren. Sonra kimin doğru söylediğini anlarsın.
İyi niyetli olmayanlara gelince: Böyle yaparak, ilahî kelâmın bir kısmına inanıyor, diğer kısmını inkar mı ediyorsunuz? Öyleyse bilin ki, içinizden böyle yapanların karşılığı, bu dünya hayatında zilletten ve Kıyamet Günü en acıklı azaba uğratılmaktan başka bir şey olmayacaktır. Zira Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. Ahiret hayatı karşılığında bu dünya hayatını satın alanlar var ya, işte böylelerinin azabı hafifletilmeyecek ve onlara yardım edilmeyecektir. Biz Musa'ya ilahî kelâmı bahşettik ve birbiri ardınca O'nu izleyen elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da hakikatin tüm kanıtlarını vahyettik ve o'nu kutsal ilham ile güçlendirdik. [Ama] ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir şey getirdiyse küstahlıkta haddi aşarak bir kısmını öldürdüğünüz ve diğerlerini yalanladığınız doğru değil mi? Ama onlar: Kalplerimiz zaten bilgi ile dolu, derler. Hayır, bilakis Allah, onları hakikati kabullenmeyi reddettikleri için gözden çıkarmıştır. Zira onlar, sadece basmakalıp birkaç şeye inanırlar. Ve ne zaman Allah katından onlara, halen sahip oldukları hakikati tasdik eden bir [yeni] vahiy geldiyse, daha önce, hakikati inkara şartlanmış olanlara karşı üstün gelmek için yalvarıp yakardıklarını çarçabuk unutarak, daha önce tanıdıkları [hakikati] bu defa inkara kalkıştılar. Ve Allah'ın lâneti, hakikati inkar eden herkesin üzerinedir. Allah'ın lütfunu dilediği kuluna bahşetmesini kıskanarak Allah'ın indirdiği hakikati inkar etmeleri ve böylece kendilerini kaptırdıkları şu [boş gurur] ne kötü! Onlar böylece Allah'ın gazabını tekrar tekrar hak ettiler. Ve o hakikati inkar edenler için hazırlanmış utanç verici bir azap vardır. (Bakara suresi 85,86,87,88,89,90)
O zaman: Allah'a ve Elçisi'ne tâbi olun ki rahmete nail olabilesiniz. Rabbinizin affına mazhar olmak ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyanlar için hazırlanmış gökler ile yer kadar geniş bir cennete ulaşmak için birbirinizle yarışın; onlar ki hem bolluk hem de darlık zamanında [Allah yolunda] harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar. Ve insanları affederler, çünkü Allah iyilik yapanları sever. Ve onlar, utanç verici bir iş yaptıkları veya kendi kendilerine başka türlü bir zulüm işledikleri zaman, Allah'ı anar ve günahlarının affı için yalvarırlar. Zaten Allah'tan başka kim günahları affedebilir? Ve her ne zulüm işlemişlerse onda bilerek ısrar etmezler.(Al-i İmran Suresi 132, 133, 134, 135)

- Kendi içimdeki potansiyelin farkındayım. Benim de istediğim potansiyelimi ortaya çıkarmak, ama nasıl? Bana çocuk muamelesi yapma, hele bu işleri bilmiyor muhabbeti hiç yapma. Evet, farkındayım, bu son ifadem ukalalıktı ancak tutamadım kendimi. Pardon yani…
-¬ O zaman büyük biri gibi davran. Çocukluktan çık. Yazılana bak…
- Acıttığımı hissettim seni. Üzmek için ne yaptımsa… anla işte.
Beni okumaktan vazgeç. Sana hatırlattıklarımı da unut. Samimiyetime halel getirmedim, getirmem de inşallah. Aynı hassasiyetlerle yüklüyüz. Eksiklerim vardır, kabul ederim. Kapatmakta dostlara düşer. Kapatmaktan kasıt örtmek değil, çözmektir. Ancak bu hükmedici değil paylaşımcı olmalıdır. Hatta yeri geldiğinde yüklenici olmalıdır. Bu hamallık değil, gerekliliktir. Kelimelere takılıp gitmek yerine bütüne hakim olmak lazım. Pencere azaltmak yerine artırmak lazım. Kaç pencerem daha oldu biliyor musunuz?..

Elektronik medya üzerinden yazışmalarımız devam etti. Zaman içerisinde bazen kılavuzluk bazen abilik etti…
E, sonra?..
Sonrası paylaşmak…
Faydalı olmak…

YAZAN: Mehmet Akif Sarıkaya

Önceki ve Sonraki Yazılar