HZ. MEVLANA'DA İLAHİ AŞK

HZ. MEVLANA'DA İLAHİ AŞK

"İLAHİ AŞK" aslında kulun; Allah'a olan sevgisidir. Bu, Mesnevi'de Ney mecazında neyin, nasıl ve niçin inlediğinin hayretler içinde anlatılmasıdır....

A+A-

"İLAHİ AŞK" aslında kulun; Allah'a olan sevgisidir. Bu, Mesnevi'de Ney mecazında neyin, nasıl ve niçin inlediğinin hayretler içinde anlatılmasıdır. Gerçek kul, Allah'tan ayrılığın özlemini çekmekte, O'na karşı görevlerini yerine getirebilmek için bütün olumsuzluklara karşı çığlık atmakta, inlemektedir. Bu, ruhlar yaratıldığı zaman Allah'a verilen bir misakın sonucudur. Hz. Adem'den başlayan ve dünya durdukça devam edecek olan bu inilti, en mükemmel şeklini, peygamberler, veliler ve Allah dostlarında bulmuştur.

İlahi aşk'ı; "Âşıkın, Maşuka yani Allah'a, yaratana karşı aşırı sevgisi şeklinde ele almak doğrudur. Bir çeşit Hicrandan vuslata şeklinde cereyan eden hayat serüveninin, daha doğrusu yaratılış mantığının bir olmazsa olmazıdır. Her insan sever ve âşık olur. Bu, ister inansın, ister inanmasın. Ama en değerli ve geçerli aşk, Allah'a duyulan aşktır. Bunun için Mevlana; ölümü; "şeb-i arus" yani düğün gecesi olarak benimser. Sevgiliye kavuşma anı. Ve bu anlayışı Mesnevide dile getirir. Mesnevi'nin ilk on sekiz beyti; Allah'ın nezdinden ayrılışın ve dünya gibi sıkıntılı bir yere düşmenin çığlığını atar. Ve bunu ney metaforuyla anlatır. Bu açıdan Mesnevi, aşk çığlığının coştuğu, şiirlerle, hikayelerle yaratılış serüveninin anlatıldığı ve âlimlerin; "mesnevi, Kur'anın Farsça Tefsiridir" dedikleri bir hayat kitabıdır.

İLAHİ AŞK anlayışını Mevlana, mesnevi'nin ilk on sekiz beyti içinde ele alır. Bunda; âşıkın, maşuka hasreti vardır, bezm-i elest şuuru içinde hareket edememe vardır. Hz. Musa'nın; "bana kendini göster sana bakayım" deyince Allah'ın; "beni göremeyeceksin" cevabı yer alır.

İlahi aşk'ın sembolü, mesnevide ney ile ortaya konur. Ney aynı zamanda kâmil insandır. Bu sebepten, kitapta; mesnevi'nin ilk on sekiz beyti ele alınacak, insan-ı kâmil ve özellikleri işlenecek, elest bezmine atıfta bulunulup, Hz. Âdem'in yaratılış serüvenine ait bilgiler verilecektir.

Ney, çeşitli yorum ve anlayışlara göre; kimi zaman Hz. Âdem, kimi zaman Hz. Muhammed (SAV), kimi zaman ve en mükemmel biçimde; insan-ı kâmil olarak değerlendirilmektedir.

Mesnevî-i Şerif, bişnev kelimesi ile başlar, yani dinle. O yanık sesli "Ney'i" dinle, "Bişnev în ney çün şikayet mîküned, ayrılıklardan hikayet mîküned" veya orijinal metniyle "ez cüdâyihâ hikâyet mîküned." Dinle, neyin nasıl şikayet ettiğini, ayrılıkları nasıl dile getirdiğini dinle.

Önsöz veya takdim yazısında, bizzat Hz. Mevlânâ tarafından "bu Mesnevi kitabı Allah'ın sırlarının ve ona ulaşma yollarının öğretilmesi hakkında, sırların açıklayıcısının açıklayıcısı ve dinin aslının aslından bahseder, Allah'ın fıkh-ı ekberi, şer'-i ezharı, yani büyük bir anlayış ve parlak delilidir." diye tarif edilir. Mesnevî-i Şerif yukarda arz ettiğim gibi, "bişnev" ile başlar; dinle kelimesi ile... Bişnev, "b" harfi ile başlar dolayısıyla Mesnevî'nin başlangıcı "b" harfi iledir.

B harfi, eski yazımızda bildiğiniz gibi, altında noktası olan yatay bir yay şeklindedir.

Denir ki, kâinat Kur'ân'da, Kur'ân Fâtiha'da, Fatiha besmelede, besmele b'de, b ise noktadadır. İşte onun içindir ki, bizzat Hz. Peygamber tarafından, ilim şehrinin kapısı olarak vasıflandırılan Hz. Ali (RA), "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı" buyuruyor. Hep o

noktayı anlatmak için, asırlardır ilmi çalışmalar yapılmış ve bütün kitaplarda o noktayı anlatmak için yazılmıştır. O nokta ki ismini söylemek çok kolay "tevhit noktası" dır. Ama o noktaya gelebilmek için, evvela Mesnevi-i Şerifin emri veya tavsiyesinde olduğu gibi dinlemeyi bilmek lazımdır. Çünkü "olma"nın yolu, "bilme" den geçer "bilme" ise dinleme ile başlar. Dinleme yerine okumak olsa idi: o ellerinden öpülesi, başımıza taç edilesi öğretmenlerimizin asli fonksiyonları kalmazdı. Herkes kitap okur, öğretmenlerinden bir şey öğrenmesine hacet kalmaz, okuduğu kitaplardan yeterince ilim öğrenirdi. Ama okuma ile değil, dinleme ile öğrenilir.

İşte Hz. Mevlana Mesnevî'sine "b" harfiyle başlayarak, daha ilk söz bile değil, ses, "b" sesinden itibaren bazı şeylere işaret buyurmuş oluyor. Malum, besmele bütün İslam kitaplarının başlangıç cümlesidir. Kur'ân'ı Kerim ve diğer bütün semâvi kitaplar da öyle başlar. Kur'ân'ı Kerim'de besmelesiz başlayan bir sure tevbe suresidir ki o da "berâetün" kelimesi ile yani "b" ile başlar.

Besmelenin "b" si, Sure-i Tevbe'nin ilk kelimesi olan "berâetün" kelimesinin b'sinin noktasında gizlidir. İşte Hz. Mevlana böyle bir ince nükteye de işaret etmiş oluyor. Tabi bu işaretler, ancak ehline malumdur. Ve böylece Hz. Mevlana kendine mahsus çok özel bir tarzda besmele çekmiş oluyor. Çünkü bilinir ki, besmelesiz başlayan işin akıbeti hayır getirmez.

Evet, dinlemek dedik, tasavvufun veya tasavvuf yolunda ilerlemenin en önemli birbirinden ayrılmayacak kadar yan yana iki şartı vardır: Hizmet ve sohbet. Hatta biraz ileri gidersek, hizmet dahi sohbetin feyzine erebilmenin bir yoludur. Sohbet ise, dinlemeyle olur, sohbetin dinlenebilmesi için, az konuşmak lazımdır. Bu da tasavvufun bir diğer tavsiyesidir. Az yiyin, az konuşun, az uyuyun; çünkü israfla geçirilecek zaman, doyduktan sonra israf edilecek gıda ve layık olmayan tarzda söylenecek sözlerin israf edilmesi, genel hüküm olan "israf haramdır" kaidesince haramdır. Hüner, söylemek değil dinlemektir. Dinlemeyenler öğrenemezler, öğrenmeyenler bilemezler, bilemeyenler ise "olamazlar." Tıp, matematik, hukuk, coğrafya, ekonomi, mühendislik ve daha sayabileceğimiz bütün müspet ilimlerin tahsilinde de bu kaide aynen geçerlidir. Bununla birlikte kendilerinin dinlemeden öğrendiklerini zannedenler ise "Gör zahidi kim sahib-i irşad olayım der" beytinde anlatılan manaya düşerler.

Kur'ân'-ı Kerîm, bütün kitapların, bütün ilimlerin doğuş yeridir ve kaynağıdır. Meselâ, Tâ-hâ suresinin 13. ayetinde, Hz. Musa'ya hitap ederken Cenab-ı Hakk, "Sana vahy olunacak şeyleri dinle" diye emretmiştir. Mesela, Nuh tufanının anlatıldığı Nuh suresinde, 7. ayette, Hz. Nuh'un davetlere icabet etmemek, yani hak olan davetine icabet etmemek için, bazı insanların, elleri ve parmakları ile kulaklarını tıkadıklarını; bunu Hz. Nuh'u işitmemek, duymamak, dinlememek için yaptıklarını ve tufanda da, işte o parmaklarıyla kulaklarını tıkayanların, helak olduklarını anlatır. Kur'ân'ı Kerîm'de A'râf suresinin 204. ayetinde, bir kat'î emirle şöyle buyrulmaktadır:

"Kur'ân okunduğu zaman" "festemiû" dinleyiniz "ve ensitû" ve "sükût ediniz, susunuz" "leallekum turhamûn" "böylelikle rahmete erenlerden olursunuz." Yani rahmete ermek için, Kur'ân'ı ve hepsi Kur'ân'ın birer îzâhı olan bütün ilmî kitapları okurken ve bundan bahseden kişileri dinlerken "susunuz" emri var. Susunuz ki, iyi dinleyebilesiniz. Çünkü dinleyen dinlenir, dinlemeyen dinlenmez. Tabii dinlemek için iyi bir kulağa ve anlayacak bir kalbe sahip olmak lazımdır. Biz anlamayı başka yerlere ve başka huzurlara yüklemeye çalışırken, Allah bunun böyle olmadığını, anlamanın kalp ile olacağını beyan buyuruyor. Bir âyet-i kerîmede, "Onlar ki, kulakları vardır işitmezler, gözleri vardır görmezler, kalpleri vardır anlamazlar. İşte onlar belki hayvan, belki hayvandan daha aşağıdırlar" buyrularak anlamının, idrak etmenin kalp ile olacağı beyan edilmiştir.

KAZIM ÖZTÜRK



Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.