KARAPINAR GEZİ YAZILARI

KARAPINAR GEZİ YAZILARI

KARAPINAR GEZİSİ Prof. Dr. Haşim KARPUZTürkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinin düzenlediği geziye Kız Lisesi önünden biraz gecikmeli olarak başladık....

A+A-

KARAPINAR GEZİSİ
Prof. Dr. Haşim KARPUZ

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinin düzenlediği geziye Kız Lisesi önünden biraz gecikmeli olarak başladık. Yolda Karapınarlı gazeteci arkadaşımız Mustafa Azılıoğlu Bey bize börek ikram etti ve ilçe hakkında kısa bilgiler verdi. Yol boyunca Yüksek lisans öğrencim İnayet Aydın'la Dr. Mehmet Önder Bey hakkında kısa bir yazı hazırladık: "Hatıralarla Dr. Mehmet Önder Bey" Geziler bilgilerimizin artmasına, derinleşmesine yol açar. Bu geziden de çok önemli bilgiler öğrendim.
Önce Karapınar'a adını veren pınarın başında kurulan Mevlânâ Hoşgörü Parkında oturup çay içtik. Burada gezi rehberimiz Prof.Dr. Yusuf Küçükdağ, Karapınar tarihi Sultan Selim Külliyesi, külliyenin bölümleri üzerinde bilgi verdi. Bunu Mustafa Azılıoğlu ve Musa Ceyhan Beylerin Karapınar folklor ve etnografyası, yemek kültürü hakkında verdiği bilgiler izledi. Volkanik bir arazide yarı çöl olan bu yerleşmede yaşamak hep zor olmuş. Osmanlı döneminde buraya yerleştirilen aşiretler bırakıp kaçıyormuş. Bu sebeple Hac yolu üzerindeki bu menzile çok büyük bir külliye yapılarak burası şenlendirilmiş. İçme suyu sağlıksız ve yetersiz olduğu için de 31 km. uzaklıkta Karacadağ'dan pişmiş toprak künklerle kasabaya ve külliyeye su getirilmiş, çeşmelere, şadırvana, hamama su verilmiş. İlginç bir rastlantı Mustafa Beyin dedesi bu su yolunun bakımcısı bir suyolcu imiş. Bundan sonra da Karapınar'ın adı Sultaniye olmuş 1937'de tekrar eskisine dönülmüş.
Külliye: Karapınar Sultan Selim Külliyesi Kanuni Sultan Süleyman zamanında Şehzade II. Selim'in Konya Valiliği sırasında onun adına izafeten 1563 yılında tamamlanmıştır. Külliye, başta cami, cami avlusunu U şeklinde kuşatan zaviye-tabhaneler, şadırvan, arasta, kervansaray, hamam ve bir anıtsal çeşmeden meydana gelmektedir. Tabhaneler çok harap olup yıkılmak üzeredirler. Bir iki yıl daha beklenirse bazı hücreler çöker.
Önce camiyi gezdik. Tabhane (fakirlerin, yolcuların kaldığı bölüm) hücrelerinin önünden geçerek kervansaraya girdik. Yılmaz Önge-O.Nuri Dülgerler projesi biraz tatil edilerek uygulanmış, bitmek üzere. Çağdaş malzeme kullanımdan dolayı dükkanlar, merdivenler epeyi sırıtıyor. Ahmet Köseoğlu'nun 9 yaşındaki kızı Ayşe Tuğba bile beğenmedi. "Aslını bulamazlarsa da ona benzetebilirlerdi, olmamış." dedi çıktı. İçimden "Buna da şükür" dedim. Hamam kapalı olduğu için kapısından baktık. Aydınlık fenerinin üzerindeki leylek yuvası Karapınar'ın sembolü olmuş.
Ali Tepesi: Külliyeden sonra Ali Tepesi'ne geldik. Bu tepe Karapınar'ın seyir yeri. Su depoları ve verici-aktarıcıların olduğu yer. Aslında bir Tunç-Frig çağı höyüğü. Buradan şehri seyredip fotoğraf çektirdik. Karapınar'ın tarihi Ali Tepesi'nin tarihi ile başlamış. Dönüşte Çetmi Çeşmesinin resmini çektim.
Sultan Selim Külliyesi: Karapınar Sultan Selim Külliyesi Anadolu Türk Mimarisi ve Sinan yapıları içinde çok önemli. Bu yapı hakkında ilk etraflı çalışmayı Semavi Eyice yapmıştır. Projelerini ise Ali Saim Ülgen çizmiştir. Karapınar Tarihi yazarı İbrahim Bey de Her Yönüyle Karapınar kitabında Külliyeye geniş yer vermiştir. Külliyenin ayrıntılı rölö ve restorasyon projeleri Yılmaz Önge ve arkadaşları tarafından çizilmiştir. Hem külliyenin hem de Karapınar'ın ayrıntılı tarihini Yusuf Küçükdağ hazırlayıp yayınlamıştır.
Acıgöl: Otobüse binip Külliyeden ayrılırken Mustafa Azılıoğlu Bey Konyalı ünlü araştırmacı Afif Evren'in yol aşırı bir kırtasiye dükkanı (Okur kırtasiye) üzerindeki kaldığı oteli gösteriyor. O'nu da içinden rahmetle anıyorum. Daha sonra Karapınar'ın doğal güzelliklerinin önemli bir örneği olan Acıgöl'e geliyoruz. Ereğli Yolu'nun 10. km.de bir krater gölü. Sülfatlı suya ayağımızı sokup serinliyoruz. Sonrada gölün girişindeki Arı tesislerinde yemek yiyoruz. Burada iken Belediye Başkanı Mehmet Mugayyitoğlu gelip bize hoş geldiniz diyor. Mütevazı bir inşaat mühendisi, kısa bir teşekkür konuşması yapıyor.
Meke gölüne giderken Gelin Kayalar efsanesi anlatılıyor.. Hızır İlyas yaşlı bir erkek olarak buraya geliyor. Kimse yüzüne bakmıyor. Tek bir gelin kendisine ekmek veriyor. Geline diyor ki, kızım burayı ben helâk edeceğim. Hiç arkana bakmadan git. Tam bugünkü Gelin Kayası'na geldiğinde merakına yenilip geriye dönüp bakıyor ki köyü yok olmuş. O anda kendisi de taş kesiliyor.
Meke Gölü: Meke Gölü dünyanın sayılı doğal varlıklarından birisi. Yaklaşık 10 bin yıl önce volkanik patlamalarla oluşmuş. Sanırım Karaca Dağ, Hasan Dağ da bu patlamalarda ortaya çıkmıştır. Çatalhöyük duvar resimlerinde görülen ve Hasan Dağın püskürmesi olarak tanımlanan freskler bu zamana ait olmalı. Gölün batı terasından bu oluşumu izliyoruz. Büyük bir çukurluk göl, içerisinde semer gibi ortasında, bir volkanik çanak olan adacık.
Erozyon Bölgesi: Daha sonra Erozyon önleme bölgesine gittik. Burası Ahmet Beyin babaannesinin oturduğu Kındam yaylası imiş. Evlerin sadece kerpiç duvarları ve temelleri kalmış. 1940'lı yıllarda rüzgâr erozyonu artınca burası yaşanmaz olmuş ve terk edilmiş. TEMA temsilcisi gönül ve çevre adamı Musa Ceyhan "okulunun yolunu bulamayan çocuklar ağlar, koyunlar kuzularını emziremezmiş.." dedi. Karayolunda trafik dururmuş kum fırtınaları çıkınca. Erozyonla topyekün mücadele edilmiş ve başarılmış. Hendekler, hasır tahta paravanalar, fidanlar. Bu bölgede çam ormanları oluşmuş. Bu büyük mücadelede iki kaymakam hiç unutulmuyor. Ali Naci Ekşioğlu ve Sadrettin Sürbahan. Sürbahan Yeni Konya'da bu konuda çok sayıda makale yazmış. Karapınar'ın toprağına sahip çıkmış.
Karapınar'dan ayrılmadan önce ilçe için hayati değer taşıyan su arıtma tesislerine gittik. Bu tesiste çok sert olan kuyu suları arıtılıp içilecek hale getiriliyor. Ali Talip Özdemir'in girişimleriyle kurulmuş, şimdi yenileştiriliyor. Tepeden şehir güzel görünüyor. Bizim için erzak torbaları hazırlandığını gördüm. Dönüşte hepimize birer tane verildi. Burada eskiden ayıya benzer bir mahlûk yaşarmış. Mezarlardan ölü cesetlerini çıkarırmış. Mustafa ve Musa Beyler anlattılar Andık'ın yaptıklarını.
En sonunda "Gumsügrü"ye gidip kum fırtınası oluşan bir tepeye yalınayak tırmandık. Ayağımızı Karapınar kumuna da sokmuş olduk. Ama tepeden tırnağa kum dolduk. Dönüşte otobüste Karapınar'ı, Külliyeyi, Ali Tepesi'ni, Acı ve Meke Göllerini, Erozyonla Mücadele Sahasını yakından tanıma fırsatı bulduğumuzu düşündüm. Keşke öğrencilerimizi herkesi buraya getirebilsek, kültür ve doğal varlıklarımızı, bu toprakları daha çok sevmesini öğretebilsek.
30 Ağustos 2004



KUMPINAR

Ahmet KÖSEOĞLU

Kasdım budur şehre vuram,
Feryâd ü figan koparam

Yunus Emre

Bir şehre vardığımda önce adı üzerine zihin cimnastiği yaparım. İlk ip ucunu isminden çıkarmaya çalışırım. Ondandır ki hangi dönemlerde olursa olsun, hangi medeniyete çağrışım yaparsa yapsın ilk ismi ( bilinen son isim) devam edegelen yerler hep sıcak gelir bana.
Sille, Detse, Botsa, Zıvarık, Ladik, Sızma gibi yerlerin adlarını duyduğumuzda yaklaşık hangi dönemlere (b)eşiklik yaptığı noktasında tahminler yürütmek zor olmuyor.
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesiyle "Yazılacak çok şeyimiz var" isimli çevre gezilerimizin bir yenisinde yolumuz Karapınar'a düştü.
1934 yılına kadar Sultaniye adıyla biline gelen bu küçük Osmanlı şehrinin adından gelen imtiyazı, nahoş ikliminin hep çok gerilerinde kalmış sonunda yüzyıllardır devam eden makus talihine uyan Karapınar ismine de yeniden kavuşmuş.
Tarihçi Yusuf Küçükdağ Hocanın belirttiği gibi Kanuni Sultan Süleyman'ın hükmüyle Karapınar yada Kırkpınar adıyla maruf köye imkanlar tahsis ve tesis edilerek büyük yerleşim yeri oluşturulmasına salık verilmişti.
Konya Valisi Şehzade II. Selim'de dönemin önemli bağlantı yolunun geçtiği bölgenin güvenliğini sağlamak ve cazibesini artırmak amacıyla konar-göçerleri iskana teşvik etmiş, vergilerden muaf tutmuş, şehrin sosyalitesine katkısı olacak Sultan Selim Külliyesinin hızlıca bitirilmesini sağlamış.
Bir taraftan yeni aşiret ve esnaf getirilirken diğer yandan önceki yerleşenler elde tutulmaya çalışmış ise de bir bölümü kaçıp gitmişler.
Görülen o ki böyle arazide, bu çöl iklim şartlarının, yeşilsizliğin, susuzluğun kader olduğu yerleşim yerine ne ferman ne sultan eli, baskısı (teşviği) kâr etmemiş.
Merakım o dur ki Osmanlı Devleti zamanında iklim ve coğrafyası namüsait olupta sadece eşkıyalar yol kesmesin diye zoraki şehir yapılmaya çalışılmış başka Kara (pınar) talihli Sultaniye varmı dır? Osmaniye, Orhaniye, Muradiye, Kemaliye, Aziziye hep münbit topraklar üzerine kurulmuş suyun, havanın ve yeşilin ahenkle coştuğu, renklerin bin bir tonunun raksettiği, bağın-bahçenin, ekinin harmanın cümbüş ettiği yerler olduğunu biliyoruz.
Yıllardır süregelen kum fırtınaları, şehrin ve insanın ruhi yapısını fiziki görüntüsünü nasıl da etkilediğini biraz dikkatlice bakarak gözlemleyebiliyoruz. Rüzgar karası yüzlerinin kırışıklıkları gözlerinin kısıklığıyla bütünleşiyor. Ama bu donuk yüzün altındaki sıcaklığın dışa vuruş noktası gözlerini yine de gözlüklerle kapatmıyorlar. Kısık gözle, gözlüksüz atmışlı yıllardan bu yana erozyonla mücadele çalışmaları yapıyor, fidan dikiyorlar. Çalışkan Karapınar insanı çıplak tepeleri giydirmenin (maki-ağaç) ehemmiyetini biliyor. Erozyon mücadelesinde neler yaptıklarını da heyecanla yerinde anlatıyorlar.
Karapınar'da her evlenen çift Yarenler Parkı'na fidan dikiyormuş. Bu güzel geleneğe evlilik yıldönümlerinde ve çocukları olduğunda da fidan dikmeyi ilave ederlerse hedefe daha çabuk varılacağından kimsenin şüphesi olmasa gerek.
Ali Tepe höyüğünden şehri kuşbakışı seyretmeye çalışıyoruz. Şehrin üstünde bir toz bulutu. Toz şehre rengini vermiş, Karapınar gri şehir olmuş. Kuzeyde kalan eski yerleşim alanıyla güneyde kalan yeni yerleşkeyi ayırt edebilmek zor. Her iki tarafın binalarında boz-gri renk hâkim. Yirmibin nüfusun çoğu yaylalarda, şehirliler sanki yasta. Çarşıda, pazarda canlılığı hareketi renkliliği pek hissedemedik. Yüzyıllar boyu verilen mücadelenin sanki ağırlığını ve yorgunluğunu bünyesinde taşıyor Karapınar insanı.
Atmışlı yılların güçlü (!) belediye başkanı Ali Tepe'deki iki yel değirmenine savaş açarak iki yılda zar-zor yıkabildiğini her halde torunlarına öğünerek anlatmıştır. Şimdi o çıplak tepede televizyon-radyo antenleri şehre tepeden bakıyorlar.
Karapınar adının verildiği yere geldiğimizde kara kaya yığınını görebildik ama arasından aktığı söylenen (bazen akarmış) pınarı göremedik. Kurupınar yada zorunlu baş tacı kumundan dolayı Kumpınar yakıştırmaları da espiri olarak denk düştü orada.
Karapınar erozyonuyla Türkiye'nin meşhur ilçesi olmasının yanında, volkanik göller olan Acıgöl ve Meke Gölüyle hatta sadece orada yaşayan Meke Kuşuyla, Sultan Selim Külliyesiyle de ciddi bir tanıtım yapacak argümana sahip olduğu söylenebilir.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Sultaniye'nin şehir olabilmesi-kalabilmesi için gerekeni yaptığını mihmandarımızdan dinlerken günümüzde beldeye gereken teşvik, tesis ve çalışma yapılıyor mu sorusunun cevabının da şimdilik olumsuz olduğunu gezerek müşahede ettik.
Dörtyüz elli yıldır direnç abidesine dönen Karapınar(lılar)a ihtimamla proje hazırlamanın, kuzey batıdan esen daimi misafire hoş geldin safa geldin senden bana artık zarar yerine fayda geliyor dedirtecek çalışmaları yapılabilmenin zamanı gelmedi mi?

KARAPINAR'IN TARİHÇESİ

Prof.Dr.Yusuf KÜÇÜKDAĞ

Karapınar,İç Anadolu bölgesinde Konya ovasının güneydoğusunda kurulmuş, Konya iline bağlı bir ilçe merkezidir. Eski yerleşim alanının hemen kenarındaki Alitepesi höyüğünden toplanan seramikler üzerindeki incelemeler, burada şehirciliğin İlkçağ sonlarına kadar indiğini gösterir. Buna göre kasabanın eski adı Barata veya Hyde olduğu ileri sürülün antik bir yerleşme yeri kenarında kurulduğu söylenir.Zamanla iskan sahası genişleyince Alitepesi kasabanın içinde kalmıştır.Bir kasaba halini aldığı Osmanlı döneminde II. Selim'in burada yaptırdığı külliyeden dolayı Sultaniye adıyla da anılmış ,ancak halk arasında yakınındaki pınardan gelen Karapınar adı unutulmamıştır. Sultaniye adı 1934'te alınan bir kararla Karapınar'a çevrilmiştir.
Karapınar, muhtemelen çetin tabiat şartları ve su problemi yüzünden antik dönem sonrasında uzun bir süre iskan sahası olarak kullanılmadı.Bir yerleşim birimi şeklinde ortaya çıkması, Osmanlı döneminde XVI. yüzyıl başlarındadır .Bunda Konya ovasının Konya -Ereğli arasında en kısa yol üzerinde bulunması rol oynamış olmalıdır.Nitekim Yavuz Sultan Selim'in surla çevrili "derbend" özelliğine sahip Karapınar köyünü inşa etmesinden sonra (1514) buraya bazı Türkmen aşiretleri yerleştilmiştir.Fakat Karapınar köyünde iskan edilenler, burayı kısa bir süre sonra terketmişlerdir. 14 Mayıs 1560 tarihli bir Mühimme kaydına göre Karapınar denilen mahalde artık "bir harap karye yeri" bulunmaktadır (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, MD,nr.3.hk.).
993. Külliye bina edilmeden önce bu yer tehlikeli ve korkulu,şenlenmesi gereken derbend köyü idi (Başbakanlık Osmanlı Arşivi.TD,nr.615,s.2).
Yavuz Sultan Selim'den sonra Karapınar'ın tekrar ihyası çalışmaları, Kanuni Sultan Süleyman dönemimde Şehzade Selim'in Konya valiliği sırasında başladı.Karapınar Sultan Selim Külliyesi'nin inşası sürerken Şehzade Selim,çevrede bulunan konar göçer Türkmen aşiretlerini Karapınar'a yerleşmeleri için teşvik etti.Burada oturmayı kabul edenlerin bir kısmının vergilerden muaf tutulacağını bildirdi.Bu maksatla babasına yolladığı mektupta Karapınar'a gidip yerleşenlerin "avarızdan ve tekalifden muaf" olmaları için hüküm istedi.Bunun üzerine 20 Nisan 1560 ve 14 Mayıs 1560 tarihli iki hükümle Karapınar'a gelip yerleşen 120 hanenin söz konusu vergilerden muaf olması kabul edildi.
Karapınar'a iskanı teşvik etmek amacıyla Kanuni'nin sağlığında verilen sınırlı mimtiyaz, onun ölümünden sonra daha da genişletildi,buraya yerleşeceklere kolaylık sağlandı.Alınan önlemler sonucu bazı Türkmen aşiretleri kendi istekleriyle Karapınar'a yerleşmek için Divan-ı Hümeyuna başvuruda bulundular.Ömer Lütfü Barkan'ın tespit ettiği Eylül 1572 tarihli bir hükme göre ,hem avarız türü vergilerden hemde Kıbrıs'a sürgünden muaf olmaları karşılığı Kuyumcu cemaatiyle göçebe Atçekenlerden yirmi dokuz ,Kocalar ve Hacı Sinan cemaatleriyle Develer köyünden kırk üç, İlyaslar ve Kul Hamza cemaatleriyle Karakışla,Osmancık ve Karaviran köylerinden otuz sekiz hane Karapınar'a yerleşmek istediklerini bildirmişlerdi.Karapınar'la ilgili Evkaf Defterleri'ne kaydedilmiş mahalle adlarının bir çoğunun bu çevrede bulunan göçebe Atçeken ve diğer Türkmen cemaatlerinden birine dayanmakta olması başvuruda bulunan aşiretlerin hemen tamamının buraya yerleştirildiğini düşündürmektedir.
Karapınar'a iskan, III.Murad döneminde de sürdü.Daha önce iskan ettirilenlerden farklı olarak bir şehir için gerekli birtakım hizmetlerin yürütülmesi,zaruri ihtiyaçların karşılanması ve ticari hayatın teşviki için çevredeki kentlerde oturan şehirli halktan da buraya sürgün edilenler oldu. 2 Ekim 1579 tarihli bir hükümle,Niğde ve Aksaray kadılarından Sultan Selim'in cami , imaret, hamam ve dükkanlar inşa ettirdiği Karapınar'a görev yaptıkları şehirlerde ihtiyaç fazlası olan nalbant,kasap,bakkal,ekmekçi,terzi ve paçacı gibi esnafın iskan ettirilerek buranın "mamur ve abadan" edilmesi istenmiştir.Bu emrin kadılarca yerine getirildiği, Niğde ve Aksaray'dan değişik esnaf gruplarının aileleriyle birlikte Karapınar'a göç ettirilip yerleştirildiği,bu kasabada Niğde ve Aksaray adlı mahallerin bulunmasından anlaşılmaktadır.
Osmanlı döneminde iskan faaliyetleri istendiği gibi gerçekleştirilememiş bazı problemlerle de karşılaşılmıştır.Yeni kurulmakta olan Karapınar kasabasındaki olumsuz şartların ağırlığı karşısında bir kısım halk burayı terketmiştir. Karapınar'daki Sultan Selim İmareti evkafı müfettişinin kasabayı terkedenlerle ilgili arzından "muaf üzere etraf ve cevanibden getirilip temekkün ettirdirilen reayanın firar etten iği" ve çevre kazalarda dağınık halde bulundukları bildirilmiş, bunun üzerine1579 tarihli bir hükümle kaçanların tekrar Karapınar'a geri gönderilmeleri ,inat edenlerin zorla eski yerlerine sürülmeleri ilgili kazaların kadılarından istenmiştir.Bu emrin ne ölçüde yerine getirildiği ve kaçanların geriye dönüp dönmediği bilinmemekle birlikte yeniden zorunlu iskanın uygulanması sonucu kasabada bir canlanma olduğu devrin kroniklerine de yansımıştır.Nitekim Seyyid Lokman "Nice bin hane mamur olup Sultaniye nam bir şerh-i hürrem olmuştur" demektedir.
Alınan tüm önlemlerle rağmen XVI. yüzyıl sonlarına doğru bile Karapınar'ın iskan problemi çözüme kavuşturulamamıştır.Muafiyetler sağlanarak şehre yerleştirilenlerin bir kısmı, yapılan teftişten sonra Karapınar'ı terkedip çevredeki köylere veya yaylalara gitmiş, herhangi bir teftiş olduğunda geçici olarak şehre gelip sonra tekrar yaylalara ve köylere dönmüştür.22 Aralık 1573 tarihli bir hükümle Karapınar'da oturanlardan kasabayı terketmemeleri istenmiş, yaylaya gitmeleri yasaklanmıştır.1584 tarihli bir hükümde ise muafiyetten yararlanan Karapınar halkının teftişten sonra burayı terkedip köylere döndüğü,bu sebeple kasabanın boşalıp dükkanların atıl vaziyette kaldığı ,yoldan gelip geçenlerin sıkıntıya düştüğü ,diğer taraftan boş kalan evlerin eşkıyanın meskeni haline geldiği ,birçok istenmeyen olayın çıkmasına yol açtığı belirtilmektedir.Bunu önlemek için muafiyetnamesi olanların köylerle ilişkilerinin kesileceği,kasabada sürekli oturmayanların muafiyetnamelerinin iptal edileceği,ayrıca bunlardan şimdiye kadar muafiyetten istifade ile vermedikleri eski yıllara ait vergilerin de alınacağı bildirilmiştir.Alınan kararların etkili bir şekilde uygulandığı ve zamanla kasabanın tam anlamıyla sabit bir nüfusa kavuştuğu anlaşılmaktadır. Nitekim XVI. yüzyıl sonlarına ait tahrir kayıtlarına göre burada yirmi kadar mahallenin mevcut olduğu tespit edilmiştir.
Karapınar XVII ve XVIII. yüzyıllarda daha istikrarlı bir yapıya kavuştu.Ancak çok fazla bir gelişme de gösterilemedi.Her ne kadar Evliya Çelebi burayı "ab u havası latif ,bağ ve bahçeleri latif bir kasaba" olarak gösteriyorsa da XVII. yüzyıl ortalarında kaleme alınmış bazı eserlerde belirtildiğine bakılırsa burası herhalde bir köy manzarası arzediyordu. XIX. yüzyılın ilk yarılarında da 400 kadar evi ihtiva eden küçük bir kasaba durumunda idi.Bela Horvath'a göre Karapınar XX. yüzyıl başlarında çevresinde yeşil dikili alanlar bulunmayan bir mevkide kurulmuş olup yaz aylarında devlet memurları dışındakiler yaylaya taşındıkları için adeta bir "hayalet kasaba" görünümündeydi.Seyyah, bu sessizliği tren hattının buradan geçmemesi yüzünden meydana gelen göçe de bağlamaktadır.XIX. yüzyıl sonlarında (1894) şehir merkezindeki nüfusun hala XVI. yüzyıldaki gibi 400 kadar olması bu görüşü doğrulamaktadır.Cumhuriyet döneminde 1950'li yıllara kadar adeta bir köy görünümünde olan Karapınar,1950'den sonra yavaş yavaş gelişmeye başladı.Nüfusu küçük iniş ve çıkışlar göstermekle beraber 1950'ye kadar Osmanlı dönemindeki ile hemen hemen aynı olmuştur. sonradır.İdari bakımdan Karapınar,kasabanın çekirdeğini oluşturan Sultan Selim Külliyesi'nin inşasından (1560-1563) itibaren 1855 yılına kadar Eski-il kazasına bağlı iken 1855'te kaza merkezi haline getirilmiştir. 1868'de Ereğli kazasına bağlı bucak merkezi ,1873'ten sonra tekrar kaza merkezi olmuştur.Karapınar ,Cumhuriyet döneminde de ilçe merkezi olarak kalmıştır.
Karapınar'ın en eski tarihi binası Sultan Selim Külliyesi'dir. Bunun dışında Osmanlı dönemi yapısı yedi mescidin inşa tarihi eski değildir.Bunlardan Hamidiye Camii'ni II.Abdülhamit ,Reşadiye Camii'ni de Sultan Mehmed Reşad inşa ettirdi.Karapınar'da 1870'lerde üç medrese,yedi sıbyan mektebi,bir rüşdiye bulunuyordu.II.Abdülhamit iki dershaneli ve yirmi üç hücreli bir medrese daha yaptırmıştır.1890'lı yıllarda genellikle cami imamlarının hocalık yaptığı eski usuldeki mekteplerden ayrı olarak "usul-ı cedid üzere" bir ilkokul açılmıştır.1900'de çağdaş eğitim veren ilkokul sayısı yediye çıkmıştı.Kurtuluş Savaşı yıllarında medreseler metruk durumdaydı.
Sonuç olarak Karapınar, 1514'ten kısa bir süre sonra derbent köyü olarak kurulmuş;ancak zorunlu olarak iskan ettirilenler burayı terk edince harap hale gelmiştir.Konya ile Ereğli arasındaki en kısa yolun işlerlik kazanması için 1559-1562 yılları arasında Konya valisi şehzade II.Selim buraya bir külliye yaptırınca günümüze kadar varlığını muhafaza eden Karapınar kasabası,bu külliyenin çevresinde kurulmuştur. Çetin tabiat şartları yüzünden ekonomik yönden zayıf kalan Karapınar'da şehircilik günümüzde de yavaş yürümektedir. İstanbul ve Akdeniz kenarındaki liman kentlerine bağlayan yolun üzerinde bulunma avantajı kullanılarak birtakım sanayi kolları kurulmalı, Karapınar'ın makûs tarihi yenilmelidir.

ÇÖLLEŞME, KARAPINAR, RABİA
Hüzeyme Yeşim KOÇAK

İnleyen, feryat eden yeşil; sarının hakimiyet sevdası, boz bulanıklığın saltanatı, şaha kalkmış kumlar, tozun iflâh olmaz, inatçı atakları; masum gözüken rüzgârın, tabiata vurduğu şamarın acı izleri göze çarpıyordu.
Ama gönül, ferman dinlemiyordu. O sürekli; çılgın, neşeli renklerin buluşup, dans ettiği peyzajlar; ecdadın öngördüğü, yüzyıllar öncesinden düşünü gördüğü ama bir türlü nasip olup düşüremediği; medenî, gelişmiş, geleceğinden emin bir kentin panoramasını çiziyordu.
Fakat Karapınar'ın sevecen, değerlerine bağlı, çalışkan, idealist insanlarıyla karşılaşınca da, meşum bir yazgının ilânihaye taşınamayacağını; eninde sonunda yeşille barışık, yüze gülen bir şehrin ortaya çıkacağına, mutlak surette inanılıyordu.
...
Esasen "Çölleşme" sadece Karapınar'da değil, bütün ülkede hüküm sürüyordu. Sırf Osmanlı'ya hışmından, "Karapınar" ismini bile "Sultaniye" adına tercih eden, redd-i miras eden bir zihniyet; hiç kuşkusuz daha beter bir "çölleşmeyi" simgeliyordu.
Atalarımızın büyüklüğü, "imparatorluk azameti", ufku yanında; torunu "Küçük Amerika'nın" zihnî ve ruhî kabızlığı; debdebeli, katmanlı geriliği ne hazindi.
Karapınar'ı ilk gördüğümde; bizi çoraklıktan, aşınmadan, "çölleşmeden" koruyacak; gölgesinde güveni, sulhu, sükûnu, huzuru bulacağımız; meyveleriyle gıdalanacağımız (maddî-manevî) ağaçların önemini bir kez daha kavradım.
Karapınar'ın gölleri, sihirli atmosferiyle dikkat çekiyordu belki... Ama, "denizlerle" irtibatını kesmiş; nehirler gibi deli coşkun akmayan; çıkışsız, varışsız, bağlantısız ve "aşksız" "durgun" sular; herhalde zamanla acı'laşıyor, "aslî niteliklerini", "derinliklerini" yitiriyor; ağır ağır buharlaşıp gidiyor.. sadece silik bir şekil, hapsolmuş sönük bir çizgi; cansız, dilsiz bir hayal olarak, "tartışmalı varlıklarını" sürüyor/sürdürüyordu.
...

Devasa "Arıtma Tesisleri"; süzülmüş, temize çıkmış, saflaşmış suyu işaret ediyordu.
Hamlığını, cehaletini çeşitli işlemden geçirip; kendini "arıtma yollarını" unutmuş insanoğlu; o özgür, berrak, "arı su" yanında ne kadar biçareydi.
Aslında "Sevgili"ye doğru yürüyen, gözeneklerinden ter, gözlerinden tek bir damlasına tutunacağımız "ebediyet incileri" olarak akan.. Bizzat O'nun tarafından serinletilen, dinlendirilen, galeyana getirilen; köpüren, devinen, sevinçten deliren.. O'nun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı âlemle sevişen.. dünya lâbirentlerinde inen, çıkan, didişen.. cûşuhuruş eden; yalnızca "Sevgili"yi sarıp sarmalama hasretiyle, tutuşup kavrulan bir su zerreciği olmayı kim istemezdi.
O "arıtılmış", ağırlıklarını, fazlalıklarını atıp, hafiflemiş, "pak suyu" kıskandım doğrusu...
...

"Kum tepelerinde", çıplak ayakla yürümek zahmetli, ders verici ve zevkliydi.. Söylendiğine göre "Rabia" filmi bu bölgede çekilmişti.
"Rabia" ismiyle beraber; benzerlerinin de imgesi gönlüme doluverdi. Yücelerin kutsal yürüyüşleri, zirveye tırmanışları beni şevklendirdi..
Çölleri, kara delikleri, gayyâ kuyularını aşan Rabia'ların varlığı, "çölleşmeyi" de engelliyordu.
Şimdi çöller, apayrı bir aydınlıkla parlıyor, nurânîleşmiş; bambaşka, farklı dünyaların kapısını aralıyor; neşveyle, "ötelerin cazibesiyle" tüm varlığa göz kırpıyordu.
Rabia, kumlara bata çıka ilerliyor, saf ışıktan başörtüsü, ruhanî bir remiz gibi dalgalanıyor; kâh bize doğru "inerek", kâh gökyüzüne karışıp, kaybolarak ama varlığını hep duyurarak, dolu dolu hissettirerek ve nazenin elleriyle aşk tohumları serperek, önümüzde yürüyordu.
Aşk, "çölleşmenin" önünü kesiyordu.
Karapınar, dünya ve dünyalarımız birden yeşilleniyordu.

YAZARLAR BİRLİĞİ İLE KARA PINAR GEZİSİ
İsmail DETSELİ

Bakın siyah kumdan fışkıran doğaya tarihe
Bu güzellikler bize haktan hediye
İşte benim anadolum budur bu diye
Gezilmeye değersin sen kara pınar

Yazarlarımızın çok yazacak şeyi var
Bu günki yazacağımız yer kara pınar
Meke gölü acı göl dünyaca ünü var
Adım adım obruksun sen kara pınar

Şu anda yoldayız saat on u geçiyor
Tarihe yolculuğumuz devam ediyor
Mustafa azılı oğlu ilçeden bilgi veriyor
Merakındasın yazarın sen kara pınar

Sana bizi ulaştıracak yollar biraz dar
Yolun kıyılarında pancar mısır var
Ana dolum buram buram hep tarih kokar
Yazmaya değersin sen kara pınar

Ali hüyüğü ortada yükselen hüyük
İlçelerin içinde yerin çok büyük
Anadolumun insanları türkmenle yörük
Yeşermeye adaysın sen karapınar

Saat onbir sularında indik kara pınara
Oturduk mevlana hoş görü parkına
Kulak verdik yusuf küçükdağ hocama
Hakkında bilgi alıyoruz duy karapınar

Osmanlı tatarlarının geçit yolunda
Ferman ulaştırılırdı bağdat basraya
Vergisiz bağışlanmış buralar atalarınıza
Belgelerle kayıtlısın bil kara pınar

Tarihi selimiye külliyesi camii hamamı
Dünyaya tanıtır doğasıyla kara pınarı
Eski ipek yolunun ilk can damarı
İç ana dolumun göbeğinde sen kara pınar

Acı gölün suyu ağzımı buruyor
Halk çorap çıkardı suya dalıyor
Mantara egzamaya şifa arıyor
Göllerinle ünlüsün sen kara pınar

Göl kıyısında verildi yemek molası
Mercimek çorbası ve bol kavurması
Dağ başında halil ibrahim çorbası
Mukayyit oğlu başkandan sunuldu kara pınar

Sayın başkan mehmet mukayyit oğlu
Beldeniz çok eski bir ipek yolu
Yazmaya geliyor yazarlar bir otobüs dolu
Başkan dededen tecrübeli bil kara pınar

Çoğunluklu iktidardan bir başkansın sen
Karapınarlılar için büyük şanssın sen
Doku şu ilçemizi ör desen desen
Başkanına sahip çık ey kara pınar

Kararan bir çölden yeşillik doğsun
Kara pınarımız bol yeşile doysun
Başkanım evlenen çiftlere fidan şart koşsun
Yeşermeye layıksın sen kara pınar

Sultan süleyman buraya çok değer vermiş
600 yüz önce rodostan usta getirtmiş
yel değirmeni kurdumuş un öğütülmüş
belge belge tarihsin sen karapınar

meke gölünüz büyülüyor insanı
içersinde yüzer filamingo kuşları
gölün ortasındaki koca dağı adayı
göllerinle güzelsin sen kara pınar

KINDAM YAYLASI
İlçeye çok yakın kındam yaylası
Yere gömmüş yaylayı kum fırtınası
Evleri yıkılmış çökmüş tavlası
Kum tipisiyle dertlisin sen kara pınar

Bu yayladan insanlar kum tipisinden kaçmış
Araçları mahzur kalmış malları ölmüş
Kumuyla adam boğan bir azgın çölmüş
Yeşile ağaca çok önem ver kara pınar

İşte ağacın kıymeti burada çok bellidir
Bir tutam ot bile pek kıymetlidir
Kumu bitki yere hapsetmelidir
Yeşilden elbiseler giy kara pınar

Tipi kumları yerden alır savurur
Çıplak ayaklarımı yakar kavurur
Elbisemi bedenden yırtar ayırır
Gelin kayasında yel kara pınar

İşler bitti dönüş yolu başladı
Tüm yazarlar notlarını topladı
Başkanımız olmayanı yokladı
Allaha emanet ol kara pınar

AHMET KÖSEOĞLU'NA
Otobüsümüz sabah biraz geç geldi
Köseoğlu başkan kaptanı överken yerdi
İnceden inceye bir mesajda verdi
Yolculuk başladı kara pınara

Aman başkan kaptanı rencide etme
Her şeyde hayır vardır üstüne gitme
Ne geldiyse kabul de aman reddetme
Hoş başladı yolculuk kara pınara

Mustafa azılıoğlu da ev sahipliği ediyor
Yengenin yaptığı börekler bol bol yeniyor
Bu bonkerliği ona ALLAH veriyor
Güle oynaya gidiyoruz kara pınara

Mustafa elinde çörekleri ikramla tutar
Otobüsün içinde börekkk diye bağırıp tur atar
Maşallah çuval dolusu bedava satar
Neşe içinde gidiyoruz kara pınara


Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.