‘Kitap bir uzvum gibi oldu’

‘Kitap bir uzvum gibi oldu’

Araştırmacı Yazar Melahat Ürkmez, “Her gece yatmadan önce 1-2 saat kitap okumadan uyuduğumu hatırlamıyorum. 12-13 yaşından sonra kitap yanımdan ayırmadığım...

A+A-

Araştırmacı Yazar Melahat Ürkmez, “Her gece yatmadan önce 1-2 saat kitap okumadan uyuduğumu hatırlamıyorum. 12-13 yaşından sonra kitap yanımdan ayırmadığım bir uzvum gibi oldu” dedi

Hacettepe Üniversitesi’ni kazanmasına rağmen 12 Eylül öncesi okullardaki anarşi ve can güvenliğinin olmaması sebebiyle gitmeyip banka memureliğine başlayan, ‘üç aylık eğitimle’ öğretmen olma şansı varken ‘üç ayda ne öğreneceğim de öğretmen olacağım’ deyip kayıt yaptırmayan… Sonra aynı okulu 4 yılda bitirip Türkçe Öğretmenliğine geçiş yapan, bununla da yetinmeyip İletişim Fakültesi okuyan her yönüyle müstesna bir şahsiyet. Yıllar süren araştırmalarıyla Hz. Mevlana’dan Hz. Hadimi’ye kadar kıymetli eserlere imza atan, gönülleri fetheden tiyatro oyunlarına hayat veren ve bunca kariyerine rağmen şimdi de İstanbul Üniversitesi AUZEF Felsefe Bölümüne kaydolan Araştırmacı Yazar Melahat Ürkmez ile eserlerini, seyahatlerini; kısaca hayat öyküsünü konuştuk.

M.GÜDEN: Hayata hangi tarihte, nerede başlamışsınız? M.ÜRKMEZ: Konya’nın Hadim kazasında, 1959 yılında dünyaya gelmişim.

M.GÜDEN: Tahsil hayatınızın akışına dair bilgiler verir misiniz?

M.ÜRKMEZ: Bizim zamanımızda ilkokula 7 yaşında başlanır, 5 yıl sürer sonra isteyen ortaokula giderdi. Benim ilkokula başlamam biraz farklı oldu. Beş-beş buçuk yaşlarındaydım. Oturduğumuz lojman ilkokula çok yakındı. Annem sadece okulun bahçesine gitmeme ses çıkarmazdı. Zira amcam ilkokulda, bir diğer amcam da ilkokul ile aynı alan içinde bulunan Halk Eğitim Merkezi binasında müdürdü. Okulun açık olduğu her gün teneffüse çıkan çocuklarla oynamak için ilkokulun bahçesine giderdim, ders zili çalınca öğrenciler derse girer, ben de okulun bahçesine oturur onların çıkmalarını beklerdim. Bir gün yine okulun bahçesinde öğrencilerin teneffüse çıkmalarını bekliyordum. Halk Eğitim Merkezi müdürü olan amcam beni gördü, neden beklediğimi sordu. Söyledim. Hiç unutmam elimden tutup okulun içine götürdü. Bir kapıyı çalıp içeriye girdi(k). Amcam, “Hocam, benim yeğenim Melahat, bundan sonra öğrenciniz olacak, yaramazlık yaparsa bana haber verin!” dedi ve gitti. Halis öğretmen bana bir yer gösterdi. Kısa zamanda okumayı yazmayı öğrendim. Bunu Halis öğretmen fark etti, “Babana söyle gelsin kaydını yaptırsın, annen de sana bir önlük diksin” dedi. Ve ben okullu oldum. Sonra ortaokul ve liseyi de Hadim’de bitirdim. Tahsil hayatım boyunca Türkçe, edebiyat derslerinde sınıfın en iyisi oldum. Neden? Çünkü okumayı öğrendiğim andan itibaren seviyeme göre kitaplar elimden düşmedi. Bir şansım da Hadim’e, I.Mahmud’un emriyle, Beşir Ağa tarafından yaptırılan ve çok sayıda kitap vakfedilen zengin bir halk kütüphanesinin olmasıydı. Türk ve dünya edebiyatının klasikleşmiş eserleri de mevcuttu. Her hafta en az iki üç tane kitap alır okurdum. Hoş son on yıl içinde kütüphanenin içindeki kitaplar boşaltılmış. Minderler döşenmiş, sohbet yapılıyormuş. Hadimliler bu kitapların elden kaymasına neden göz yumdu, bunu da anlamış değilim... Neyse konumuz bu değil. Netice olarak hiç sınıfta kalmadım. Sonra üniversite… 2 üniversite mezuniyetim var. Bu yıl da üçüncü üniversitem olan İstanbul Üniversitesi AUZEF Felsefe Bölümüne kaydoldum. Yani halen öğrenciyim.

M.GÜDEN: Yani öğrenmeye devam ediyorsunuz, hayat sizce öğrenmek mi?

M.ÜRKMEZ: Hani derler ya “Ya öğrenen, ya öğreten ol!”  Dolayısıyla öğretmenlik de çok severek yaptığım bir meslekti. Öğrenmek ise bambaşka… Öğrenmek insanın, özellikle kendisi için hayat boyu sürmeli. Bir hocam bana, “Melahat, beynin aç kurt gibi” demişti, düşününce hak veriyorum. Cidden beynim öğrenmediği zaman acıkıyor sanki… Romanlarımın çoğu araştırmaya dayanıyor. Bıkmadan usanmadan kütüphane köşelerinde veya evde saatlerce araştırma yapıyorum, yeni yeni şeyler öğrenince beynimin doyduğunu hissediyorum. Keşke şimdiki imkânlar bizim gençliğimizde de olsaydı da bu açlığı tamamen bilime kanalize edebilseydim.

Sorunuza gelince… Bu yaşta diploma almak hiçbir işime yaramayacağı halde neden felsefe okumaya başladım? Çünkü üniversitede sistematik bir bilgi silsilesi öğreniyorsunuz. Temel kavramlardan, ilk Çağ’dan başlıyor, bütün detaylara uğrayarak yaşadığınız yüzyıla kadar bilginin künhüne iniyorsunuz. Şöyle ki pek çok felsefi kitap okursunuz, hatta üniversitelerdeki kaynakları alıp okursunuz, bir oradan bir buradan… Ve öğrendiğinizi sanırsınız. Öğrenemezsiniz, özümseyemezsiniz, tam anlamıyla muhakemesini yapamazsınız. Sadece felsefe değil her alanda aynıdır. Mesela bütün tıp kitaplarını okuyun, isterseniz hepsini hatmedin, ameliyat yapabilir misiniz? İlaç yazabilir misiniz? İlla ki o sıralara oturup dirsek çürüteceksiniz. Onun gibi…

Belki şöyle düşünebilirsiniz, “Tv’de, internette neler neler var, sesli kitaplar, sessiz kitaplar, diziler, edebi sözler, veciz sözler vs vs vs. Say say bitmez… Oralardan da çok şey öğrenilir, güzel vakit geçirilebilir. Tarih, felsefe, mantık, sosyoloji kitapları arasında kaybolmaktan, kütüphanelerde ömür tüketmekten çok daha zevkli” diyebilirsiniz. Tabi bu herkesin kendi tercihi.

 Şu anda 1045’li yılları araştırıp yazıyorum. Hangi dizi, hangi sinema linki, hangi video linki (tezleri tenzih ederim) bana ne kadar bilgi sunabilir veya sunsa bile bilimselliği ne kadardır? Tabii bunlar sadece benim düşüncelerim veya yaşama şeklim. Benimki doğrudur diye bir iddiam yok. Herkesin görüşüne saygım sonsuzdur.

HACETTEPE’Yİ KAZANDIM AMA GİTMEDİM

M.GÜDEN: Önce banka memuresi oldunuz ama sonra öğretmenlik ve gazeteciliği tercih ettiniz. Bunun için de yüksek öğreniminizi üçlemiş oldunuz. Bu süreç nasıl gelişti?

M.ÜRKMEZ: 1975 yılında üniversite sınavına girdim, Hacettepe’yi kazandığım halde malumunuz 12 Eylül öncesinin o kanlı dönemleri yaşanıyordu o yüzden babam Ankara’ya göndermedi. Konya’da ise o zamanlar üniversite yoktu, sadece üç yıllık Eğitim Enstitüsü ve Mimarlık Akademisi vardı. Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümüne kaydoldum ama sağ sol olaylarından dolayı devam etmek mümkün değildi.

ÜÇ AYDA ÖĞRETMENLİĞİ REDDEDİP

DÖRT SENE YÜKSEKOKULA GİTTİM Diğer yandan ülkede öğretmen ihtiyacı da vardı. O yıl bir sefere mahsus, üç ayda öğretmenlik diploması veriliyordu. İdealistlik yaptım kendimce o haktan yararlanmadım… “Üç ayda ne öğrenebileceğim sona öğrencilerime ne öğretebileceğim” dedim ve o diplomayı almadım. Aradan yıllar geçtikten sonra 3 yıllık okul 4 yıllık bir fakülteye çevrildi. Yani bir okulu 3 ay okuyup mezun olup hemen atanmak yerine; sonra fakülte olan ve 4 yıla çıkarılan okulu; 3 ay yerine, dört yıl sıralara oturarak bitirip öğretmen oldum.

TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ’NİN ÜZERİNE

BİR DE HALKLA İLİŞKİLER OKUDUM

Bir de sevdiğim meslek olarak “Gazetecilik” vardı. Halkla İlişkiler Fakültesini de bitirerek 13-14 yıl gazetecilik yaptım. Gazetenin her biriminde çalıştım. Ayrıca bir o kadar yıl da Kontv, Kanal42 ve Suntv’de de program yapıp sundum.

Banka memureliğim ise babam üniversite okumam için Ankara’ya göndermeyince Türkiye Halk Bankasının yeni açılacak bir şubesi için iki bayan memur alacağını duydum. Müracaat edip beş yüz adayla birlikte sınavına girdim. İki kişi kazandık. Ama banka memureliğini sevmedim, üç yıl çalıştıktan sonra istifa ettim. Zaten o arada evlendim. Çocuklarım biraz büyüyünce söylediğim gibi aftan yararlanıp Türkçe Öğretmenliği Bölümünü bitirdim, ayrıca tekrar üniversite sınavına girip Halkla ilişkileri de bitirmiştim.

‘Kitap bir uzvum gibi oldu’

ROMAN YAZMAYA JAPON

ARKADAŞIM TEŞVİK ETTİ

M.GÜDEN: İlk roman çalışmanız ne zaman ve nasıl başladı. Hazırlık ve yayımlanma öyküsünü paylaşır mısınız?

M.GÜDEN: İlk roman çalışmanız ne zaman ve nasıl başladı. Hazırlık ve yayımlanma öyküsünü paylaşır mısınız?

M.ÜRKMEZ: İlk romanıma, 2001 yılında bir Japon arkadaşımın ısrarıyla başladım. “Acaba oluyor mu?” tereddüdü yaşıyordum. Çünkü yirmi yıl kadar elime kalem almamıştım. O yüzden araya bir hikâye sıkıştırarak Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması’na kendimi denemek için gönderdim. Dereceye girince romanıma devam ettim.

M.GÜDEN: Bugüne kadar hangi eserleriniz okurlarınızla buluştu?

M.ÜRKMEZ: Sırayla eserlerimi şöyle: 1-Sözcüklerin Nefesinde 2-Gönül Bahçesinde Mevlâna 3-Mevlâna’da Aşk Sırrı ve Nihai Bütünleşme 4-Şems-i Tebrizî 5-Diyar-ı Aşk 6-Aşkın Kâtibi 7-Ödlek Musa 8-Lâle Devri’nden Bir Âlim/Hadimi

SEYAHAT BENİM İÇİN BİR TUTKUDUR

M.GÜDEN: Seyahati seven bir kişiliğiniz var, bu özelliğiniz eserlerinize de yansıyor mu?

M.ÜRKMEZ: Evet, başat tutkum yurtiçi ve yurtdışı seyahat etmektir. Sekiz tane yayımlanmış eserim var. Mevcut eserlerimi, zihnimde bir taramadan geçirdim şimdi; “Aşkın Kâtibi” romanımın Şiraz-Konya arasında ve Urumiye’de geçen kısımlarına yansıdı. Bir de son romanım olan “Lâle Devri’nden Bir Âlim/Hadimi” romanımda bazı bölümler İstanbul, Halep, Şam vb yerlerde geçiyor, o kısımlara da yansıdı, diyebilirim. Ancak çok ilginç ülkeler, yaşantılar, olaylar gördüm. Not alarak gezdim. Onlar yazacağım kitap sırasında bekliyor.


UÇMAK DÜNYANIN DÖNÜŞÜNÜ

GÖKYÜZÜNDE CANLI İZLEMEKTİR

Gezmek görmek belki somut olarak eserlerime çok fazla yansımadı ama illa ki yansıdı. Zira ufuk ötesini taradığınız tesadüf anlar saatler oluyor… Hemen aklıma geliveren bir örnek verecek olursam; sıfırın altında eksilerde dolaşan bir havada Konya’dan uçağa binip iki gün sonra 28 derece olan Mexico City’e inmek, jetlag olayı… Uçsuz bucaksız Atlas Okyanusu üzerinden geçmek, Pasifik Okyanusu’na göz kırpmak… Enteresan ama asıl enteresan olan her ne kadar coğrafya derslerinde öğrenmiş olsak da dünyanın dönüşünü görerek müşahede etmek çok daha ilginç ve hayret verici… Şöyle ki Amsterdam’dan uçağa bindiğimde saat 17.30’du ve güneş batmak üzereydi. Binlerce feette, bilmem kaç bin km/h hızla uçan geniş gövdeli uçak ciddi ciddi güneşle yarışmaya başladı. Özellikle benim gibi uzay merakı olan birisi için yaşanabilecek fevkalâde ilginç bir olaydı… Neden sonra yorgun beynimi toparlayarak batıya doğru uçtuğumuzun ve dünyanın yuvarlaklığı ile güneşin batışı korelasyonunu kurabiliyordum(!) 3-4 saat geçmesine rağmen uçak hâlâ batmayan güneşi takip etmeye devam ediyordu. Saatlerce batmak bilmeyen güneş neler çağrıştırmıyor, neler kurgulatmıyordu ki muhayyilemde… Denizler, ülkeler, okyanuslar üzerinden batıya doğru biteviye uçuyorduk. Sanki yutuyorduk zamanı… Yarışıyorduk zamanla, zaman duruyordu sanki… Hiç mübalağa etmiyorum, Amsterdam’da batmak üzere olan güneş 9-10 saat geçmesine rağmen hâlâ batmak üzereydi. Sanki ciddi ciddi zaman donmuş kalmış, gün batımı sabitlenmiş gibiydi… Göz bebeklerime yapışan gurup vakti havsalamda gelmiş geçmiş en uzun terennümünü sergiliyordu… Ne zaman ki Mexico City’ye yaklaştık, güneş göz kırparak bütün haşmet ve ihtişamıyla bir mıknatıs edasında, ışıklarını eteklerine devşirmeye başladı… Ve ufukla vedalaşıp, yerini kızıllığa bırakarak süzülüp, battı ve kayboldu. Karanlık pusuda beklermiş gibi bir anda gök kubbeyi kapladı…

BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM

M.GÜDEN: Gördüğünüz ülkelerle Türkiye’yi ve şehirlerle Konya’yı hiç kıyasladınız mı?

M.ÜRKMEZ: Kıyaslamaz olur muyum hiç… İki boyutta kıyaslayacak olursam,

1)Gönül dünyamdaki kıyaslamam; Türkiye’yi yani memleketimi hiçbir ülke ile kıyaslayamam. Taşı, toprağı, tarihi, kültürü, havası, manzarası, insanı… Her yönüyle “Bir başkadır benim memleketim” Doğduğum, doyduğum, vücut bulduğum, kök saldığım, kendimi ait ve güvende hissettiğim vatanımı hiçbir ülke ile kıyaslayamam…

2)Bazı konularda objektif bakacak olursam; Batı bizden çok çok ilerde. Suriye (savaş öncesini kast ediyorum), İran gibi ülkeler de bizden en az 30 yıl geride…

ÖLDÜM DE CENNETE MİYİM ACABA DEDİRTEN YER

Doğal güzellik olarak mesela İtalya’nın Milano iline bağlı Lombardiya Bölgesindeki Como Gölü… Göl üzerinde tekneyle gezerken gözüme yansıyan güzellikler karşısında, bir an, “Öldüm de cennette miyim?” diye mırıldandım. İtalya’nın devrik diktatörü Benito Mussolini’nin yazlık sarayını görünce de şaşırdım. Bizim Meram’daki çoğu villalar ondan çok daha şaşalı…

Tarihi binalar genelde çok güzel muhafaza edilmiş. Gerek İtalya’da gerek Fransa’da… Mesela Eski Paris’te (Yeni Paris yeni binaların yapıldığı yerleşim yeri) Orta Çağ’dan kalma binalar aslından hiçbir şey kaybetmeden yapıldığı zamanki gibi duruyor ve hastane olarak, eczane olarak veya mağaza olarak vb işlevini sürdürüyor. Bir tek çivi çakılmaz, balkonuna bile izinsiz bir tek saksı konulmazmış. Öylesine kontrol altında tutmuşlar.

Biz ise tarihi eserlerimizi, yapılarımızı yıka yıka bitiremedik. Bunları görünce insan üzülüyor.

BATI KÜLTÜRÜ KONYA’YI TAM TESLİM ALAMADI

Bizim İstanbul’umuz ise dünyalara bedel. Bir de Eski Paris gibi itina gösterilseydi ve beton yığınına dönüştürülmeseydi!.. Bir yeni İstanbul yeri belirleyip, yeni binaları, gökdelenleri Eski İstanbul’un bir tık uzağına inşa etmiş olsalardı ne kadar güzel olurdu...

Bu konularda anlatacak çok şey var ama uzatmayayım. Türkiye’deki şehirler ve Konya kıyası sorunuza gelince, dediğim gibi herkesin memleketi kendisine güzel. Hayatımın, anılarımın üçte ikisi Konya’ya ait, can dostlarımın da üçte ikisi Konya’da... Genelleyecek olursak Konya hem büyükşehir havasını taşıyor; hem de küçük şehir rahatlığını veriyor. Kültür sanat etkinlikleri ciddi düzeyde… Batının o komşusunu tanımaz yaşantısı Konya’yı henüz tamamıyla esir alamadı.

15 GÜNDEN SONRA İLLE DE VATANIM DİYORUM

Öz ve özet olarak söyleyecek olursam, emekli olmadan önce yurtdışı veya yurt içi gezilerimin çoğu davet üzerine bir konferans vermek için veya bir sempozyumda bildiri sunmak içindi, malum sempozyumlarda iki gün sunum olur üçüncü günü o şehir gezdirilir… Şimdi kendi imkânlarımla merak ettiğim ülkeleri geziyorum. Ama yurtdışında 15 günden fazla kalmışsam eğer bütün cazibesi bitiyor, Türkiye’yi ve Konya’yı özlüyorum.

KİTAP ADETA BİR UZVUM OLDU

M.GÜDEN: Çocuk çağda okuma alışkanlığınızın gelişmesinde etkin sebepler, olaylar neydi?

M.ÜRKMEZ: Erken yaşlarda okumaya başlamamın asıl sebebi yakın çevremdeki kitap okuyan insan modelleriydi. İlkokuldayken babam katip mutemet olduğu için her ay dairenin jipiyle Karaman’a gider, Orman Müdürlüğünden, memurların maaşlarını alır gelir orman muhafaza memurlarına dağıtırdı. Dolayısıyla her ay Karaman’dan bana Ayşegül serisinden bir kitap getirirdi. Sınıf kitap dolabından da kitap okumamız mecburiydi. 5. sınıfta İl Halk Kütüphanesine kaydoldum. Ortaokulda tarih dersimize giren amcam çok kitap okurdu, okuduğu kitapları okumam için bana da verirdi. Okuma alışkanlığımı gören Türkçe ve edebiyat öğretmenlerim de kitap verirlerdi. Bunlardan ortaokulda Türkçe öğretmenim O. Melek Demiröz’ü rahmetle; lisede edebiyat öğretmenim Yahya Kale’yi minnetle anıyorum. Okuduklarım derslerime de yansıyınca kitap okuma hevesim daha da pekişti, işte o gün bugün her gece yatmadan önce 1-2 saat kitap okumadan uyuduğumu hatırlamıyorum. 12-13 yaşından sonra kitap yanımdan ayırmadığım bir uzvum gibi oldu.

DEVAM EDECEK

***************************************************
 

‘İğneyle kuyu kazmak gibi’

Mevlana, Şems, Hadimi Hazretleri gibi din âlimi, tasavvuf ehli şahsiyetler üzerine roman türü eserler üretmek için oldukça titiz çalıştığını belirten Araştırmacı Yazar Melahat Ürkmez, “Yıllarca iğneyle kuyu kazar gibi araştırmalar yaptım. Çok şükür, “Şurada yanlış yapmışsın” diyecek bir eleştiri almadım” dedi

Yıllar süren araştırmalarıyla Hz. Mevlana’dan Hz. Hadimi’ye kadar kıymetli eserlere imza atan, gönülleri fetheden tiyatro oyunlarına hayat veren ve bunca kariyerine rağmen şimdi de İstanbul Üniversitesi AUZEF Felsefe Bölümüne kaydolan Araştırmacı Yazar Melahat Ürkmez, çalışmalarını anlattı. İki binden fazla makalesinin yayımlandığını belirten Ürkmez, hikaye, tiyatro, roman gibi eserleri hakkında da detaylı bilgiler verdi. Mevlana, Şems, Hadimi Hazretleri gibi din âlimi, tasavvuf ehli şahsiyetler üzerine roman türü eserler üretmek için yıllarca araştırmalar yaptığını söyledi.

İKİ BİNDEN FAZLA MAKALEM YAYIMLANDI

M.GÜDEN: Dergi yazılarınızdan bahsedelim mi, size ne gibi duygular kazandırdı dergi yazarlığı?

M.ÜRKMEZ: Çoktandır ne dergi ne gazetelere yazı gönderemiyorum. Zira çoğu günler yetiştirmem gereken metinler oluyor, özellikle son bir yıldır; günde 10-15 saat araştırdığım, yazdığım günler oluyor. Odaklandığım konudaki kontrolümü başka metinlere bölünerek konsantremi kaybetmek istemiyorum. Belki yoğunluğum hafiflerse tekrar dergi ve gazetelere yazabilirim. Ama dergi ve gazetelere yazmış olduğum birkaç metinden bahsedebilirim. İki binin üzerinde köşe yazısı, şiir, deneme, gezi, makale ve hikâyem yayınlandı. Bunlardan bazıları: Uluslararası hakemli akademik bir dergi olan, “Türk-İslâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi”nin 2008 yılı, 6. sayısında, “Büyük Türk Mutasavvıfı Yûnus Emre” başlıklı makalem yer aldı. TYS Aalen-Antakya Kültür Derneği’nin düzenlediği, 3. Uluslararası Kültür Sanat ve Edebiyat Günleri’nde sunulan bildirilerin kitaplaştırıldığı Antiocheia Orontes isimli kitapta “Cemil Meriç’in Fikri Gelişim Süreci” başlıklı bildirim; Akşehir Belediyesi Tarık Buğra Hikâye Yarışması’nda ilk 40’a giren hikâyelerin kitaplaştırıldığı kitapta “Ahıskalı Korkut Ana” isimli hikâyem yer aldı. KTO Konya Kitabı Aralık 2013 özel sayısında, “Konya’da Âhîlik Teşkilatı ve Zâviye Evleri” adlı makalem yayımlandı. Konya Ansiklopedisi ve Karatay kitabında çeşitli maddelerim yer aldı. Çeşitli üniversitelerde ve bölümlerinde kitaplarım hakkında makaleler yayımlandı.

SINAMA HİKAYEMLE ÖDÜL ALDIM

M.GÜDEN: Buzkaşi adlı hikâyeniz size büyük bir onur yaşattı. Eserin oluşum sürecini ve ödüle giden süreci, diğer takdir ve ödüllerinizi anlatır mısınız?

M.ÜRKMEZ: Yazarlığa başladığım yılda, “Buzkaşi“ adlı ilk hikâyeme verilen ilk ödülümdür. Bu kendimi sınama hikâyemdi. Roman yazmaya başlamıştım, “Acaba oluyor mu, bir hikâye yazıp kendimi test edeyim” diye düşündüm, bir hikâye yazıp Kültür Bakanlığı ile Türk Edebiyatı Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması’na gönderdim ve ödül aldı. “Kurban” adıyla kitaplaştı. Ondan sonra romanımı bitirim. İlk Romanlar Yarışması’na gönderdim, o da “Okunabilir En İyi Roman” olarak gösterildi. Sonra “Gönül Bahçesinde Mevlana” adlı romanım, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne bastığı kitaplardan dolayı ödül verilen 6 kitap arasında yer aldı. Aynı romanım dünyada Japoncaya çevrilen Mevlâna konulu ilk roman olma özelliğini taşıdı. Bu vesileden dolayı, Japonya Büyükelçisi kendi imzasıyla teşekkür mektubu gönderdi. Aynı romanımın Japonca çevirisi 2008 yılında Hollanda UETD tarafından basılıp yayımlandı.

Tarihi romanlarıma, 26 Kasım 2015 tarihinde, Türkiye Yazarlar Birliği(TYB) Genel Merkezi tarafından, “Milletlerarası Tarihi Roman Büyük Ödülü Beratı” verildi.

Uluslararası ünlü besteci Can Atilla Şems-i Tebrizî adlı kitabımı, 2016 yılında baş kaynak olarak Şems-i Rumi adlı albüm yaptı. Plak ve CD’si yapıldı.

Araştırma-İnceleme dalında olan, “Mevlâna’da Aşk Sırrı ve Nihai Bütünleşme” adlı kitabım, Selçuk Üniversitesi’nde kaynak kitap olarak okutuldu.

Diyar-ı Aşk ve Gönül Bahçesinde Mevlana adlı romanlarım ve Ödlek Musa adlı hikâye kitabım, Necmettin Erbakan Üniversitesi’nce yürütülen ve KOP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nca desteklenen Şehit Öğretmen Şenay Aybüke Yalçın anısına kurulan UNİKOP Sesli Kütüphanesi projesi kapsamında seslendirildi.

Akademik Araştırmalar Ansiklopedisi, 30 Mart 2016, cilt.16, sayı.10 ve 06 Nisan 2016, cilt.16, sayı.11’de hakkımda 2 özel sayı yayımlayarak bu iki fasikülü ansiklopediye aldı.

‘Kitap bir uzvum gibi oldu’

KENDİ YAZDIĞIM TİYATROYU

GÖZYAŞLARI İÇİNDE İZLEDİM

M.GÜDEN: Yazdığınız bir tiyatro eseriniz yakın tarihte Gaziantep’te sahnelendi ve büyük ilgi gördü. Yazarken gözyaşı döktüğünüz eseri izlerken bir daha ağlamak nasıl bir duygu birikiminin tezahürüdür?

M.ÜRKMEZ: Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin yapımcılığını üstlendiği, Geleneksel Anadolu Kültür ve Sanat Atölyeleri Akademisi (GAKSA)’nin ve Başkanı Işın Fırat’ın sahneye koyduğu, Volkan Ateş Gürbüz’ün yönetmenliğini yaptığı, Can Atilla’nın müziklerini bestelediği, “Ya Şehit Olur Ya Gazi Anteplim” adlı belgesel müzikalin senaryo metnini yazdım. Bu senaryo metnim, 06 Şubat 2020 tarihinde Onat Kutlar Tiyatro Salonu’nda sahnelendi.

Yine senaryo metnini yazmış olduğum; Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin yapımcılığını üstlendiği, Geleneksel Anadolu Kültür ve Sanat Atölyeleri Akademisi (GAKSA)’nin ve Başkanı Işın Fırat’ın sahneye koyduğu, ”Emanet-i Mukaddese” adlı müzikal resital metnim, 26 Eylül 2019’da Onat Kutlar Tiyatro Salonu’nda sahnelendi.

KALEMİNİZE SAĞLIK

BİZİ ÇOK AĞLATTINIZ

“Ya Şehit Olur Ya Gazi Anteplim” adlı belgesel müzikalin metnini yazarken de izlerken de çoğu sahnelerde gözyaşlarım istem dışı hep aktı. Sadece ben değil izleyenler de hep ağladı. Hatta resitalin sonunda sahneye davet ettiler, bana çiçek takdimi için de Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’i sahneye davet ettiler. Fatma Şahin, çiçek takdim ederken, “Baştan sona hep ağladık. Bizi çok ağlattınız çok güzel yazmışsınız, kaleminize sağlık” diyerek tebrik etti. Aslında ağlatan ben değildim, belki kalemimin mürekkebi biraz hüzünlü ve şiirsel aktı ama asıl ağlatan kurtuluş yıllarında Antep’te yaşananlardı. Zaten kendisini Türk veya insan hisseden herkesin bu yaşananlardan duygulanıp ağlamaması mümkün değil…

“Yazarken gözyaşı döktüğünüz eseri izlerken bir daha ağlamak nasıl bir duygu birikiminin tezahürüdür?” diye soruyorsunuz ama bunu ifade etmeye çalışsam kelimeler kifayetsiz kalır, söz ölçeğine sığdıramam… Yalnız şunu söyleyebilirim. İzlerken, yanımdaki koltuklarda oturanların iç çekişleri, sessiz ağlama sesleri, burun çekişlerini duyarak sahneye odaklanmak ve sahnede kendi cümlelerimin ete kemiğe bürünerek canlanması anlatılmaz bir duygu. Bazen çok beğeniyorum, kendi kendime, “Bu cümleleri ben mi yazdım?” diyorum, bazen kendimi kaptırıyorum, sanki bir başkasının yazdıklarını izliyormuşum gibi dışardan bir seyirci gibi kendi yazdığımı unutarak izliyorum. Farklı bir halet-i ruhiye işte…

İĞNEYLE KUYU KAZAR GİBİ

ARAŞTIRIP ÖYLE YAZIYORUM

M.GÜDEN: Mevlana, Şems, Hadimi Hazretleri gibi din âlimi, tasavvuf ehli şahsiyetler üzerine roman türü eserler üretmek kurgu becerisinin ötesinde; birikim ve araştırma da gerektiriyor olmalı. Neler dersiniz?

M.ÜRKMEZ: Elbette. Hassas konular çünkü. Yıllarca iğneyle kuyu kazar gibi araştırmalar yaptım. Çok şükür, “Şurada yanlış yapmışsın” diyecek bir eleştiri almadım. Sanıyorum “Tarihi Roman Büyük Ödül Beratı”, TYB Genel Merkez gibi ciddi, köklü ve titiz bir yazarlar birliği tarafından şahsıma verilmesi bu titiz araştırmalarımdan dolayıdır. Zaten Mevlana ve Şems hazretleri üzerinde otuz beş, kırk yıla yakın sağlam kaynaklar üzerinde bir araştırma sürecim oldu. Hadimi Hazretleri hakkında da hakeza dört buçuk yıl araştırdım ve iki buçuk yıl yazma sürecim oldu. Asla “Kusursuzum” diye bir iddiam olamaz. Ancak bir vebale girmemek için çok emek verdim. Su-i zan gibi asla bir saptırmam da olamaz zaten. Tabi ki aslına halel getirmeden, tarihi araştırmalarıma edebi sanatları, söz sanatlarını, duygu derinliğimi de ekledim. Kuru akademik bir çalışma olsaydı, insanların gönlüne bu kadar dokunamazdım.

BAZEN KENDİ HAYATIMDAN

KESİTLERİ DE YAZIYORUM

M.GÜDEN: Eserlerinizde şahsi hayatınıza dair kesitlere de yer veriyor musunuz?

M.ÜRKMEZ: İlk romanım yirmili yaşlara kadarki hayat hikâyem zaten. Belki yüzde beşi kurgudur. Roman kahramanım yani kendimin ismini “Mine” olarak kullandım. Okuyanlar, “Mine’nin yirmi yaşı sonrasını da merak ediyoruz, yazmayacak mısınız?” diye soruyorlar. Yazmayı düşünmüyorum. Zira ne olursa olsun, birilerini incitmek veya zülfü yâre dokunmak istemiyorum.

Eserlerimde şahsi hayatıma dair kesitlere yer veriyor muyum? İlk romanım haricinde bazı denemelerimde öğrencilerime, çocukluk hatıralarıma yer verdim ama bunlar yedi sekiz tane deneme yazısını geçmez.

KONYA’DA HEM DESTEK VAR HEM DE KÖSTEK

M.GÜDEN: Konya coğrafyasında yazar olmanın artı ve eksi yönleri var mı?

M.ÜRKMEZ: Konya coğrafyasında destek olan, isimlerini buraya sığdıramayacağım, bilgisini paylaşmayı seven, gerek akademik camiadan, gerek haricinde, çok değerli büyüklerim var, onlara her daim müteşekkirim. Tabi az da olsa köstek olmaya çalışanlar da yok değil. Onları da öyle seviyoruz… Kimse kimsenin emeğini sıfırlayamaz… Aslında bu şahsi değil de evrensel düşünülürse yüzyıllar sonraya kalacak Konya adına verilmiş güzel bir emek sonucu ortaya çıkmış hizmetler, eserler… Bizler bu dünyadan göçüp gideceğiz. Eserlerimiz insanlara hizmet etmeye devam edecek.

HADİMLİLEER… CANLARIM BENİM

Hadimi kitabım içinse bütün Hadim halkına ferade ferade teşekkür ederim. Canlarım benim… İçten sevinç ve sevgilerini belli edip sahiplenmeleri bütün emek ve yorgunluğumu unutturuverdi. Hadimi soyundan Ankara, İstanbul’da yaşayan Hadimizâdeler bana bir şekilde ulaşarak, “Biz dedemizi birkaç menkıbe haricinde hiç bilmiyorduk. Sizin kitabınızdan öğrendik. Neslimize bırakacağımız en büyük mirası siz bize verdiniz” deme nezaketini göstermeleri bile beni çok mutlu etti.

Yurt dışından veya farklı şehirlerden hiç bilmediğim, tanımadığım insanların kitabımı okuyup bana ulaşıp, teşekkür etmeleri, beni daha çok yazmaya motive etti. Hepsine minnettarım.

KAYNANALIK YAPMAYA BİLE ZAMANIM YOK!

M.GÜDEN: Kültürel faaliyetlerle meşgul olmak, eserler ortaya çıkarmak günlük hayata ek olarak ekstra zaman ve enerji gerektiriyor olmalıdır. Zaman taksimini nasıl yapıyorsunuz?

M.ÜRKMEZ: Zamanınızın bir saatini bile boş geçirmezseniz ve günde çoğu zaman on beş, hatta yeri gelir on yedi saat çalışırsanız zamanı hepsine yetirirsiniz. Ömrüm ve imkanlarım elverdiğince 5 yıllık, 1 yıllık, 1 aylık, 1 haftalık, 1 günlük planlar yaparım. Ve kendime hedefler koyarım, o hedeflere odaklanırım. Bu araştırmalar, çalışmalar, yazmalar beni besliyor ve ben bunlardan yorulmuyorum aksine seviyorum. Hiçbir şey sevilmeden yapılmaz. Vay dedikoduymuş, didişmeymiş hiç duymam, uzak dururum. Hatta hakkımda söylenen bir şeyler olmuş olsa bile Allah’a havale ederim hiç takılıp kalmam. İşime odaklanırım. Bana bilgi katkısı olmayacak yerlerde zaman öldürmem. Mesela çaylı, pastalı günlere gitmem, çok mecbur kalmadıkça. Dolayısıyla gıybet ve dedikodulardan uzağım. İki tane gelinim var, ima ile bile olsa ne ben onları ne onlar beni kırdılar. Kaynanalık yapmaya bile zamanım yok. (Gülüyor)

Düsturum hep sevgidir. Hani Sait Faik der ya, “Sevmek! Bir insanı sevmekle başlar her şey” her şeyin özü ve anahtarının sevgi olduğuna inanıyorum. Yunus’layın, “Yaradılanı, Yaradan’dan ötürü” sevmeye çalışınca cümle sıkıntılar biter… Hayat çok kısa ve o kısa zamanı sağlığım elverdiğince boşa geçirmemeye çalışıyorum.

SENARYOLARA YOĞUNLAŞTIM

M.GÜDEN: Sıradaki eserlerinizden bahsetmek ister misiniz?

M.ÜRKMEZ: Başlamış olduğum iki tane romanım var. Birisi yine tarihi roman… Ama 2019 Temmuz’undan beri senaryo yazıyorum. İki tanesi sahnelendi, diğerleri de kuruldan geçti. Kısmetse onlar da sahnelenecek… Bu günlerde yine roman yazmaya odaklandım. Zaten eve kapanıyordum. Corona Virüs olayı sebebiyle kültürel faaliyetler de olmuyor, daha da eve kapandım, çalışıyorum.

KONYA’NIN KÜLTÜR FAALİYETLERİNE

YETİŞMEKTE BAZEN ZORLANIYORUZ


M.GÜDEN: Konya’nın kültürel atmosferi hakkında bir değerlendirme yapmak gerekirse neler söylenebilir?

M.ÜRKMEZ: Günümüz mevcut kültürel atmosferini soruyorsanız, başta benim de uzun yıllardır yönetim kurulunda olduğum TYB Konya Şubesi, Ankara, İstanbul şubeleri ile yarışacak kadar yılın on iki ay her hafta cumartesi çok güzel kültürel programlar düzenlemekte. Büyükşehir ve Selçuklu, Karatay, Meram Belediyeleri de hakeza kültüre önem veriyor. Onur Kurulu Üyesi olduğum Fikir ve Sanat Adamları Derneği… Daha birçok kültürel dernekler etkinlikler gerçekleştirilmekte… Sergiler, kitap fuarları, konserler, sempozyumlar… Bazen bir günde üç dört etkinlik birden olmakta hangisine gideceğinizi şaşırmaktasınız.

KONYA KİTAPLARA SIĞMAZ

M.GÜDEN: Konya bir yazar için malzeme ve donanım açısından nasıl bir coğrafyadır?

M.ÜRKMEZ: Konya, Tanpınar’ın deyişiyle, “Bir başkent her zaman başkenttir” Selçukluya başkentlik yapmış, dünyanın etkilenip akın akın geldiği Mevlânayı, Şems’i, Sadreddin Konevi’yi daha nicelerini bağrına almış… Tarihi geçmişi M.Ö. on binli yıllara kadar uzanmış, pek çok farklı kültürlere beşiklik etmiş… Sadece Konya değil ilçeleri de birer açık hava tarih müzesi gibi. Nice sultanlar, şehzadeler, vezirler, ad bırakanlar gelmiş geçmiş… Söylenecek sözler ne buraya ne kitaplara sığar. Bir yazar için malzeme, donanım ve kültürel açıdan istifade edilebilecek nadir şehirlerden birisidir.

M.GÜDEN: Fevkalade güzel söyleşiye ayırdığınız zaman ve içten cevaplarınız için teşekkür ederim.

M.ÜRKMEZ: Benimle bu röportajı yaptığınız için size ve sayfalarında yer verdiği için Yenigün Gazetesi’ne ben de çok teşekkür ederim.

‘Kitap bir uzvum gibi oldu’

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.