YAZILACAK ÇOK ŞEY VAR! SİVAS DİVRİĞİ
YAZILACAK ÇOK ŞEY VAR! SİVAS DİVRİĞİ
Söz Başı
-Sivas Orta Anadolu’nun kuzey doğusunda yer alır. Bu yüzden biraz Orta Anadolu Bozkırları, biraz Doğu Anadolu Yaylaları biraz Karadeniz esintilerini barındırır. Cumhuriyetin temelinin atıldığı bir şehir, Anadolu Selçuklu merkezlerinden biri. Buradaki dağlar, doğusunda Fırat su yollarına, batısında Kızılırmak’ın kollarına hayat verir. Divriği madenciliğimizde, Divriği kültürümüze kaynaklık eder. Dağlar arasında unutulmuş şimdi. Unutmak bize yakışmazdı; gitmek görmek, yazmak lazım. Gördük ve yazılacak çok şey varmış, yazmaya çalıştım, hatamız olmuşsa af fola!
“Yazılacak Çok Şey Var” Projesi
-Türkiye Yazarlar Birliği, Konya Şubesi’nin belli bir şehrimizi ve kültürel değerimizi görmek, tanımak ve tanıtmak amaçlı “Yazılacak Çok Şey Var!” projesinin 4-5-6 Temmuz tarihlerinde, kendini okumaya, yazmaya, tanımaya ve tanıtmaya adamış edebiyatçılardan tarihçilere, sanat tarihçilerden gazetecilere, iş adamından bürokratına farklı meslek, farklı yaş gruplarından, erkek kadın demeden, yaş ve cinsiyet ayrımı gözetmeden, aynı amaca yönelmiş ayrı kişiliklerden oluşan, 28 kişinin oluşturduğu bir gezi ekibi Konya’dan Aksaray’a, Aksaray’dan Sivas’a, Sivas’tan Divriğine uzanan yaklaşık 650 km’lik gezi programını başarılı bir şekilde gerçekleştirdi.
Yazarlar Birliği Konya Şubesinin değerli Başkanı Ahmet Köseoğlu’nun belirtiğine göre, bu gezi, Şube’nin Yirmi Dördüncü gezisi idi. Projeyi geç öğrendiğimden, benim Üçüncü katılımım oldu. Daha önce, ilkinde eşimle katıldığımız, 2022 yılında gerçekleştirilen, “Yazılacak Çok Şey Var; Hatay” gezisi oldukça verimli geçti.
Hatay Gezisi
2022 yılı yaz ayında gerçekleştirdiğimiz bu gezimizde, Hatay’ın doğal, tarihi, sosyal-kültürel değerlerini gördük, yaşadık, yazdık, damağımızda büyük tat bıraktı. Yeni gezileri bekler olduk. Biz bu hazzı yaşarken; gazete köşelerinde, kitapların ve dergilerin bilimsel sayfalarında Hatay’ımızı yazıp çizerken, 6 Şubat 2023 tarihinde sabaha karşı ülke tarihimizin en büyük acılarını yaşadık. Büyük bir depremle sarsıldık, yıkıldık.
Kahramanmaraş Depremi olarak tarihe geçen bu deprem; 7.9 Pazarcık ve 7.8 Elbistan merkezliydi, ancak Kahramanmaraş’la birlikte kuzeyinde Malatya ve Elazığ; güneyinde Hatay, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa; doğusunda Adıyaman, Diyarbakır; batısında Kayseri, Niğde olmak üzere birçok ilimiz etkilendiler. Tarih boyunca birçok deprem yaşamış
olan Hatay ilimiz bu depremde en fazla zarar gören illerimizden biri oldu. Yerle bir olan Hatay’ımızın, deprem öncesi gidip gören son tanıkları gibiydik. Ekibimizde yer alıp da Hatay’a gidenlerimiz, “Gördüklerimizden hiçbir şey kalmamış!” diye üzüntülerini dile getirdiler. Farklı rakamlar verilse de bu depremde kimine göre 50 bin, kimine göre 100 bin insanımızı kaybettik. Ateş düştüğü yeri yakarmış, deseler de mahşeri vicdan bu acı günü unutmayacaktır. Allah kimseye bir daha vermesin. Unutmayacağız; ölenlere rahmet ve kalanlara şifa ve sabır dileriz. Hatay gezimiz bize öğretti ki; “- İnsan bugün var, yarın yok”. Hatay gezimizde olanlardan da aramızdan ayrılanlar oldu. Gezgin Yürek Zeki Oğuz abimiz bu gezideydi. Toroslardaki Yörük Kızları Öksüz Kaldı. Rahmetle anıyoruz. Kim bilir bir dahaki sefere hangimizin yeri garanti!.
O halde, ölmeden değerlerimizi, bize ait olanları görmek gerekir. Belki bu yüzden Divriği”de şu söz ilke söz haline gelmiş; “Ölmeden Divriği’ni Görünüz”. Acıları paylaşmak gerekir, Yazarlar Birliği olarak deprem sonrası Hatay’a bir gezi düzenlense ne anlamlı olur. Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin katılmış olduğum Hatay gezisinden sonraki gezim geçen yıl Kıbrıs’a yaptığımız gezi oldu.
Kıbrıs’a Kültür Kervanı;
Yavru Vatan Kıbrıs’a Mehmetçiğimizin 24 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 50. Yılını Anma Programları çerçevesinde olmuştu. Şubemiz, 17- 22 Temmuz tarihleri arasında, 17-22Temmuz 2024 tarihlerinde, “ Tarihin İzinde, Kıbrıs Barış Harekatının 50.Yılında Konya’dan Kuzey Kıbrıs’a Kültür Kervanı” mottosu ile yürütülen gezi ve ziyaret programı Konya’da başlamış, Karaman, Taşucu, Girne, Lefkoşe’de devam etmiştir. İlk gün Konya’da Kıbrıs Gazileri ile buluşma ve Kıbrıs barış harekatı ile ilgili bilimsel bildiriler, İkinci gün Karaman’da Kıbrıs Gazileri ile buluşma ve bilimsel bildiriler; bu bildirilerde Kıbrıs’ın Osmanlı dönemindeki fethi ve 1974 Harekatından sonra Karaman Eyaletinden Kıbrıs’a göçler, Girne ve Boğaz Şehitliği ziyaretleri ve Barış Harekatı’nın 50.yılını anma töreni; bu törene Türkiye Cumhuriyeti muhalefeti ve iktidarı ile başta Cumhurbaşkanı olmak üzere en büyük devlet erkanından en küçüğüne katılım sağlamıştır.
Kervanımız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı’nda verdiği resepsiyonuna katılmış, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la görüşmeleri olmuştur. Sayın Tatar, sonraki gün ASBÜ Atatürk Kültür Merkezindeki Kıbrıslı gezi ve şairlerle buluşmamıza katılıp, samimi konuşmaları olmuştur. Kıbrıs’taki programımızın bir diğer ayağını da Lefkoşe’deki Kıbrıslı mücahitlerimizin mücadele alanları siperleri, tarihleri ve kültürel değerlerini görmek için şehir gezimiz olmuştur. ASBÜ rektör yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Zeki Akçam’ın rehberliğinde şehitlikler, tarihi camiler, Mevlevihane, Barış Harekatı Müzesi gibi çok yönlü bir gezi gerçekleştiriyoruz. 23 Temmuz’da vedalaşmak üzere, Girne Alsancak Deniz Müzesindeki kazaen batırdığımız çıkartma gemimiz Kocatepe’nin emsalini ziyaret ediyoruz. İlk çıkartma yaptığımız Yavuz rıhtımındaki başta Albay Halil İbrahim Karaoğlanoğlu ve şehitlerimizi ziyaret ediyoruz. Girne liman gezimiz ardından Girne’den Anamur’a 2.5 saatlik bir deniz otobüsü yolculuğu ile dönüyoruz.
Konya-Aksaray-Sivas Yolu:
Kimi doğa kimi tarih kokan bu gezilerimizin edebi yönü daha çok otobüsümüzde yansıyor. Kimi şiirlerini kimi düz yazılarını paylaşıyor. Bir bakıma kendimizi keşfediyoruz. İşimiz gereği üniversitemizdeki büromuz, sınıflarımızda ya da dağlarda ovalardaki alan çalışmalarımızda kopup gittiğimiz dünyayı burada keşfediyorum. Sokakta fark etmediğimiz, birbirimize
selamlaşmada çekindiğimiz ne dünyalar var bilseniz! Onlardaki dil zenginliğini görünce çoğu uluslararası konferanslarımda duymadığım heyecanı duyduğumu, konuşurken dilimin dolaştığını söyleyebilirim.
Sonuncu gezimiz Divriği’ne gelince; başkanımız Konya’dan kalkışımız 11.00 demiş olmasına rağmen, 11.00’e 10 kala yola çıkıyoruz. Bu iyiye işaret demek ki, dakik bir topluluğumuz var. Daha Konya Ovasını çıkmadan, Akbaş Yokuşu’na varmadan, başkan tarafından çağrılan herkes kendisini otobüsün mikrofonunda tanıtmıştı. Ben de kısacık yolumuzdaki Eski Konya Gölü’nden söz ettim; fazla derinlere gitmek istemiyorum; zira ders vermediğim günlerde tarih aşkım depreşir ve sözlerim sonu gelmez konferanslara dönüşebilir. Son 15 yıldır yurt içi ve yurt dışı gezilerimde yanımda yer alan sevgili eşim iyi ki bu konuşmalarımın en iyi eleştirmenimdir; uzattığımda ya da farklı mecralara sürüklendiğimde uyarıları bana yol gösterir. Bu nedenle gezilerde kısa öz konuşmak sadece bana değil, diğer yol arkadaşlarım yoldaşlar için de gereklidir. Başarı ölçüdedir. Neyse ki, gezilerimizde ölçüsünü bilen, hatta siyasi, ideolojik ve dünya görüşleri farklı olanların, mikrofonu aldığında diğerlerini incitmeme çabası da güzel!
Şubemizin tertip ettiği, katılmış olduğum üç gezide de heterojenlik içinde homojenlik vardı. Bunda, Başkan Köseoğlu’nun yönetim anlayışının etkisi olabilir. Zira, uyarılarını tatlı şakalar şeklinde enjekte ediyor. Uyarılanın yanında diğerleri de “Kızım sana diyorum, gelinim sen anla” misali alacaklarını alıyorlar. Ast üst unvan yok bu gezilerde. Kimse profesörmüş önemli değil! Sanayici olan da, İlk okul diplomalı olan da aydınlar var!
Yol arkadaşlarımın bir diğer iyi yönü de uzmanlardan oluşması. Bu gezimizde de kimi sanat tarihi uzmanı kimi fotoğraf uzmanı. Bir eseri nasıl tanıyacağız, bir esere nasıl bakacağız anlatıyorlar. Neyse ki konumuz Eskiçağ olmadığı için bendenize pek iş kalmadı, ama gözüm hep yol boyundaki höyüklere, Tümülüslere takılı kaldı.
Konya Ovasını çıkışta Akbaş Yokuşu’nu tırmanıyoruz; sağımızda yıllar önce Alman coğrafyacı Prof. Dr. W.Dieter Hütteroth’la konuşmalarımı hatırlıyorum; -Hasan, bu yamaçtaki izler eski Konya Gölü’ne ait, öğrenci iken hocamız bizi bura getirmişti 50’lerde, ben de 60’larda getirdim öğrencilerimi, hocamın kitabında burasının resmi var, diyor. Ben de geleneğe uyup çevremdekilere anlatmaya çalışıyorum; kıyı izlerini Zekeriya Beye gösterip anlatıyorum. Otobüsteki yol arkadaşlarımın ilgisini belki daha çok çeker diye Bozdağlarını gösterip, koruma altındaki yaban koyunlarından söz ediyorum. Çatalhöyük buradaki koyunları dokuz bin yıl önce evcilleştirmiş diyorum. Biraz da yolcuların geçmişe olan ilgilerini tartıyor gibiyim, fazla geçmişe gömülmekten mahcup geri çekiliyorum. Lafı yoldaki Sultan Han’a getiriyorum, 40-
50 km sonra sağımızda kalacak, başkanımız, “Cuma’yı Aksaray Ulucami’de kılacağız yetişemeyiz” deyince, doğru söylüyor diye düşünüyorum; saat 13.00’de Ulu Cami’de olmalıyız, solumuzda kalan Obruk (Kızören) Han’dan, sağımızdaki Sawatra(Yağlıbayat) antik kentinden. Tam da bu sırada Strabon iki bin yıl öncesinden yolumuza çıkıyor, anlatmak istiyor.
Romalı coğrafyacı Amasyalı hemşehrimiz Strabon Efes’ten başlayıp doğuda Melitene(Malatya)’ya uzanan oradan Tomisa(Kömürhan) Geçidinden geçerek Kafkaslara giden Romanın Doğu Askeri yolunu detaylı bir şekilde anlatır(Geographika, XI.2.6).
Geçtiğimiz yerde, Laodikea Katakukumene(Sarayönü Ladik)’den doğuya dönen yol Suwarık (Altınekin), Obruk, Sawatra, Garsaura(Aksaray), Caiseria Mazaka(Kayseri), Melitene’ye ulaşmasından söz edilir. Strabon’a göre buradaki halk geçimini koyunlardan ve kuyulardan sağlar. Bu suyu az olan coğrafyada koyunların dokumaya iyi gelmeyen sert yünleri vardır;
halk, yolcuların ulaşamadığı derinlikte olan kuyulardan sağladığı suyu satmaktadır. Araştırmalarımızda bu kuyuların halen kullanılabilir olduğunu gördük. 17. Yüzyılda İzmir’den İran’a kadar Anadolu’yu kat eden Parisli seyyah Jean-Baptiste Tavernier (1605-1689) Anadolu’daki halkın kışları sarnıçları yazları geçen yolcuların içebilsin diye kar ve yağmur suları ile doldurduklarını, ücretsiz olan bu sular sebildir.
Bu düşünceler içinde sağımızda Sultan Han’ı alarak Aksaray’a yol alıyoruz. Yakınımda bulunan gazeteci Mustafa Balkan ve Zekeriya Şimşir’e Keykubad Kültür Rotasından söz ediyorum. 2005’lerden itibaren bazı Sempozyumlar ve Panellerde dile getirdiğim Keykubad Kültür Rotasının ilk aşaması olan 410 km’lik Konya-Alanya hattı yürüyüşe açıldı(AA), devamında ikinci etabı Aksaray Sultan Hanı ve Kayseri Sultan Hanı içine almalı ve daha sonra da Kıbrıs’tan Kırım’daki Suğdak’a kadar uzanarak, “Akdeniz’den Karadeniz’e Keykubat Kültür Rotası” olmalıdır. Aracımız bu konuşmalar arasında Aksaray’a giriyor. Bir süre aracımıza park arıyoruz. Biraz da zoraki Ulu Cami’nin karşısındaki caddeye aracımızı park ediyoruz. Bu kural dışı, cadde boyu parkımızdan polisler hoşnut olmasa da camiye yöneliyoruz. Parkımızın eğreti olması, namaz sonrası bizim yola çıkışımızı hızlandıracağını düşünüyorum. Kimimiz abdest tazeleyip, camiye vardığımızda, kapı önünde cemaatin arasına sıvışıyoruz, gözümüz kapı üstündeki mukarnasa takılıyor; tarihe yolculuk başladı. Camiyi Karamanoğlu Mehmet Bey mimar Firuz Beye 1408-1409’da yaptırmış. Günümüze kadar birçok onarım geçirmiş, bugünkü minaresi de 1925’te yapılmış. Bir yandan namazdaki cemaatin kalabalığı, bir yandan yola çıkmanın telaşı caminin iç mekanını pek göremiyorum. Buna karşın yakındaki sütunların her birinin onarımlarda yenilendiği anlaşılıyor. Yenilenmiş bir cami görüntüsü var! Bu arada camii önünde bir kalabalık, aşure ve tatlı dağıtılıyor. Kalabalık beni de içine çekmeye çalışıyor. Neden insan böyle bir psikoloji içindedir? Her iki kalabalıktan da iş çıkaramıyorum, elim boş en tatlı alabildim ne de aşure! Olsun ekibimizde gözü pekler var! Birer ikişer almışlar, eşimle benim de payı bir tane düştü. Bir kase ikimize de yeter. Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünden ikrammış aşure. Ekip başkanımız teşekkür için müdürü arıyor.. Yola revan oluyoruz, Kapadokya’nın peri bacalı, taş oymalı evlerini solumuza alarak ilerliyoruz. Sağımızda solumuzda rastladığımız hanlar antik yol ağında olduğumuzu gösteriyor. Bir zamanlar Asur Tüccarlarının geçtiği, çivi yazılı tabletlerle tarihi bize getiren tüccar yolları, Hititlerin atlı araba yolları, Perslerin Kral Yolu, İskitlerin Süvarileri, İskender’in piyadeleri, Romanın lejyonları, Selçuklu atlıları, Yavuz’un toplarının geçtiği bu yollardan kimler geçmemiştir? Neler yüklerde taşınmamıştır ki, Çinin ipeği, Anadolu’nun, İran’ın ve Türkistan’ın halısı, kilimi, zilisi.. Tarihle birlikte akıyoruz, genelde tarihin batıya doğru aktı söylenir. Biz doğuya akıyoruz, tarihi karşımıza alıyoruz. Akıntının içinde fark edememekten korkuyor olabilir miyiz? Aslında akıntıya kürek çekmek kolay! Ama yüzleşmenin yolu bu olsa gerek!. Karşı karşıya durmak! Bu gün bizimki de öyle, tarihimizi karşımıza aldık.. Bakışıyoruz.. Sivas’ta göz göze geldik..
Sivas’ta Çifte Minare, Kale Camii, Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi, Şifahiye Medresesi, Ulu Camii, Buruciye Medresesi, Sivas Kalesi, Gök Medrese, Subaşı Hanı, Behrampaşa Hanı, Şemsettin Sivasi Türbesi ve Sivas Arkeoloji Müzesi gibi yapılar bir bir gezildi. Ziyaret edilen bu mekânlar, hem mimari özellikleri hem de taşıdıkları tarihsel anlamla katılımcılar üzerinde derin bir iz bıraktı.
Otelimize yerleştikten sonra şehri görebilmek için bir süre yürüdük. Yolun yarısını taksi tuttuk. Taksicilerle konuşmayı severim şehre gelip gidenleri köy hayatını onlar çok daha iyi bilir. Birkaç kelime ile düşündüğüm gibi şehrin son 10 yılını özetleyivermişti. Öğrenciler yurtlara
halk TOKİ evlerine taşınarak şehri boşaltmışlardı. Bizim de fark ettiğimiz gibi, oteller lokantalar neredeyse boş. Otelimizde bizden başka bir müşteri yok. Otel giderini düğünlerle karşılamaya çalışıyor. İki günde bir sünnet düğünü oldu. Şehirde kaldığımız iki gün boyunca bizden başka turist yok. Yabancı hiç görmedik. Gök Medrese’de yine bizim gibi Konyalı bir aile. Altınekin’li bir askerimizin ziyaretçisi anne ile babası.
Taksiden şehir meydanına inince arkamıza Halil Rifat Paşa’nın yaptırdığı, şimdi müze olan beski valilik binasını alıyoruz. 200-300 metre sonra Buruciye Medresesine varıyoruz, gecenin de saklaması ile iyi restore edilmiş görünüyor. Tahminimizden hava soğuk geçiyor. Medresedeki kafede üşüdüğümüzden oturamıyoruz. Çifte Minareye yöneliyoruz. Orada Şifahanede de bir kafe var, oraya giriyoruz. Burası biraz daha sıcak olduğundan olacak ekibimizin tamamı orada. Bir saate kadar oturup dinleniyoruz, çay çok pahalı ama dinlenmemize sayıyoruz. Böyle giderse medrese kafeler müşteri bulamaz!!
Buruciye Medresesi:
Buruciye ya da Hacı Mes’ud medresesi adını 1271 yılında III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Hamedan yakınlarındaki Burucird’den gelen Muzafferiddün Burucirdi’den adını almıştır. Girişin solunda mavi ve siyah çinilerle süslü türbede medrese binasını yaptıran Burucerdioğlu Muzaffer Beyin (Hacı Mes'ud) ve çocuklarının kabirleri yer alır. 1965-66 yıllarında onarılan medrese kafeterya olarak hizmet vermektedir. Kuşkusuz kullanılmayan eserler, korunamadığı için tahrip olmaktadır. Ama afaki çay ve içecek fiyatları, bu tür yerlerin yeniden terk edilmesine yol açacaktır. Bu gibi yapılar asli fonksiyonu olan eğitim faaliyetleri, konferanslar ve sergiler için kullanılmalıdır.
Yıpranmış, bazen kapısız hanlarla medreselerle karşılaşıyoruz. Bir bayrak asılmış Huruciye Medresesine! Her yere zamanlı zamansız bayrak asılmaz ki! İç eyvanı görmek istiyoruz, bayrakla örtülmüş..
Dârülhadis Medresesi; Çifte Minareye geçiyoruz, kapısı sonradan eklenmiş, restorasyon işi.. Endülüs medeniyetini yok eden eşime “Sevilla’daki, Kurtuba’daki Elhamra’daki kapıları hatırlıyor musun?” diyorum. Hani Endülüs Medeniyetini yok eden Batı! Yok ettiği medeniyetin mimarisine sahip çıkmaya başlamış, kapıları dev pirinçten Sevilla Ulu Cami’nin “ La Galibe Allah” yazıları halen kazınmış duruyor, kapı aynaları, duvarların revaklarında. Sadece, girişteki taç kapısından içeri girince yerde orijinal yapıdan iki mimari sütun parçası, kabartmalı tezyinatı “Selçukluyum” diyor, ancak restorasyon ekibi onların yerine daha yenisini koymuş, taşlar resim çekinmek için çıaknların basamak taşı olmuş. Basamak olarak kullananların görgü tanığı olduk istemeden! Çifte Minarenin pencerelerinden birini göstererek Z. Şimşir Hoca “ Konya’daki İnce Minarenin Taç Kapısının benzer” diyor, gerçekten de onun küçük bir modeli. Tarihi eserler de insanlar gibi, babalar ve oğullar, analar ve çocuklar.. Çifte Minareyi, İlhanlı Veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni 1271/1272 tarihlerinde yaptırmış. Belli ki Moğollar Anadolu’ya egemen olsalar da Selçuklu medeniyetine boyun eğmişler.
Medresenin tam karşısında, Şehrin merkezinde (Çifte Minareli Medrese) karşısında yer alan yapının Selçuklu sülüsüyle yazılmış kapı kitabesinde H. 614 (M. 1217) yılında I. İzzeddin Keykâvus tarafından inşa ettirildiği öğrenilmektedir. Vakfiyesine göre dârüşşifânın (dârü’s- sıhha) Sivas’ta yetmiş, Ereğli’de otuz dükkân ve birçok köyü bulunmaktaydı.
Sivas’ın en önemli değerlerinden biri Sivas Kalesi’nin güney doğusunda bulunan Gök Medresedir. Adını gök mavisi turkuaz çinilerinden alan yapı tam anlamıyla Selçuklu
şaheserlerinden biridir. Batı cephesindeki giriş kapısının yer aldığı ana büyük kapı üzerindeki kitabesinde 1271 yılında Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından Mimar Kaluyan(Kaluyan el- Konevi)’a yaptırdığı yazılıdır. Açık avlulu dört eyvanlı, iki katlı olduğu varsayılan bir medresedir. Girişte sağda küçük bir mescidi vardır, ahşap mihrabının bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Ahşap minberi sonradan yapılmıştır. Çini ile kaplı olup üzerinde Ayet-ül Kürsi yazılıdır. Üçgenlerle kubbe geçişinin sağlandığı mescidin kubbesi çinilerle süslenmiştir.
Girişin solundaki kare planlı kubbeli oda Dar-ül Hadis bölümüdür. İç avlunun ortasında bir havuz olmalıydı, zira bu havuza ait mermerleri burada yer almaktadır. Anadolu’daki en büyük Selçuklu havuzu olduğu belirtilmektedir.
Sivas’ta kaldığımız ikinci gün içinde eski valilik binası olan Şehir Müzesini gezdik. Şehir müzesinde daha çok yakın dönemimize ışık tutan yeme, içme, giyim, kuşam ve eğitim faaliyetlerini ele alan etnografik eserler yer almaktaydı. Eserlerin çokluğu, mekanların darlığı nedeniyle modern müze anlaşıyışından çok amatör köy müzelerini andırıyordu. Müzede binanın banisi ve burada uzun yıllar görev yapan Halil Rifat Paşa’nın mankeni dikkat çekicidir. Yıllar önce mesleğime ilk başladığımda antik yollarla ilgili bir sunumumda severek kullandığım Halil Rifat Paşa’ya ait “Gidemediğin Yer Senin Değildir” sözü aslında Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda Bir Köy Var Uzakta, O Köy Bizim Köyümüzdür, Gezmesek de tozmasak da, O köy bizim köyümüzdür..” şiirinden yıllar önce söylemişti. Ben de öğrencilerime vatanı sevmek için görmek lazım, görmeden vatan aşkı, ütopiktir. Vatanı sevmek için toprağına dokunmalı, suyundan içmeli, havasını koklamalı, kısacası görüp yaşamalıyız. Kahve köşelerinde, makam masalarında vatan sevilmez. Söylense de inandırıcı olmaz.
Biz de " Gidemediğin Yer Senin Değildir" deyip Halil Rifat Paşa’nın kapısını çalışıyoruz. Onun yaptırdığı valilik binasındayız. O sırada Hall Rifat Paşa sayesinde Sivas’a kadar gidebiliyorduk. Bu nedenle o bir çığır açıcı, çığ aşıcıdır. O devlet kademelerinin en alt birimlerinden üst birimlerine adım adım yükselmiş ve ölümüne kadar da makamını korumuştur. 1827’de Selanik’teki Lika Köyünde doğmuş, Sibyan Mektebi mezunu, 16 yaşında tahrirat katibi, posta, mutasarrıflık ve dahiliye nazırlığı ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuştur.
Sivas’ta bir kişilik daha var; Nuri Demirağ. O, Halil Rifat Paşa karayolu yapımında ne ise Demirağ da demiryolu yapımında odur. Onun faaliyetleri, daha sonra Divriği’de de göreceğimiz Nuri Demirağ’ın hayatı ile ilgili resimler ve sahneler, Sivas yemek Kültürü ve tarımsal araç ve gereçler, geleneksel dokumaları, kadın kıyafetleri dikkat çekicidir.
Sivas’ denilince en önemli konulardan biri de Cumhuriyetimiz akla gelir. Türkiye Cumhuriyetinin temelleri burada atılmıştır denilebilir. 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen Sivas Kongresinde milletin bağımsızlık ve bütünlüğü konusunda önemli kararlar alınmış, Erzurum Kongresinde (23 Temmuz-7 Ağustos 1919 alınan kararlar burada genişletilmiş, bölgesel hüviyetten ulusal hüviyete geçilmesi sağlanmıştır. Gezi ekibimiz Sivas’taki Kongre binasını ziyaret edip, tarihi mekanda geçmişi yad etmiştir.
Şehirdeki son ziyaretlerimiz şehirdeki Arkeoloji ve Aşık Veysel Müzeleri olmuştur. Sivas çevresi fosil yatakları bakımından oldukça zengindir. Ülkemizdeki az sayıdaki antropoloji bölümlerinden birisinin Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde olması tesadüfi değildir. Arkeoloji müzesinde bizi ilk karşılayan bölgede bulunan fosil örnekleridir. Sivas-Ankara karayolu üzerinde Sıcak Çermik-Köklüce-Sarıhasan köyü arasında geniş bir alana yayılan fosil yatakları 9-10 milyon yıllıktır. Fosiller arasında fil ayağı, gergedan, domuz, keçi gibi hayvanlara ait bulgular elde edilmiştir.
Müzenin tarihöncesi insan yaşamı Paleolotik Çağa kadar uzanır. Bölgedeki ilktarihöncesi araştırmaları bakımından İ.Kılıç Kökten’i anmadan geçmemek lazım.
Ankara’nın başkent oluşu, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Türk Bilim insanları Ankara çevresinde ilk araştırmalarını başlatırlar. 1930’lu yıllarda yabancı bilim heyetleri ile başlayan çalışmalar 1930’ların ortalarından itibaren bağımsız bir hal almaya başlar. Önce Anlara Ayaş, Güdül, Mogan, Eymir gibi daha yakın bölgelerde yapılan araştırmalar 1940’larda Sivas, Samsun, Eskişehir ve Konya gibi yakın illerde yürütülür. Remzi Oğuz Arık’ın 1941 yılında Konya Alaeddin Tepesi Kazıları ve Orta Anadolu Yüzey Araştırmaları bunlardan biridir. İşte bu dönemde ülkemizi karış karış gezecek olan İ.K.Kökten çalışmalarını Sivas Suşehri, Kangal ve doğuya doğru kaydıracak Malatya, Elazığ, Muş, Erzurum, Kars, Ardahan, Kelkit Havzası ve sonra da güneyde Akdeniz kıyılarında Mersin-Tarsus, Antalya- Karain, Beldibi, Alanya- Kadıini, batıda İstanbul Yarımburgaz, kuzeyde Samsun Tekkeköy, Dündartepe yurdumuzun köşesinde araştırmalar yapacaktır. Kökten, Ankara çevresi araştırmalarından sonra ikinci ve en büyük kısmı olarak gördüğü araştırmalarını Şarkışla, Uzunyayla, Malatya, Elazığ ve Muş hattı olarak görmektedir. 1941 yılında Gemerek istasyonunda çakıllar arasında sileksten yapılmış iki adet Musteriyen teknikle yapılmış alet bulur. Bu Doğu Anadolu’da bulunan ilk taş alettir.
Kökten, 1927-1929 yılları arasında Von der Osten’in Sivas ve Kangal çevresindeki yaptığı araştırmaların da önemine işaret etmektedir. Bu araştırmalar sayesinde Hafik Kalesi, Sivas, Kangal ve kısmen Şarkışla çevresi höyükleri öğrenilmiştir. Ancak Uzunyayla ile ilgili bilgilerine öncülük edecek hiçbir bilgi yoktur. Bu dönemle ilgili Osten’in notlarından kendisinin Maraş Elbistan Karahöyük çevresinde araştırmalar yaparken aracının bozulmasından, Ankara’dan yedek parça istediğini ancak 10 gün boyunca haber alamadığını, zira Uzun yayla çevresindeki etnik ayaklanmalardan dolayı telgraf tellerinin kesildiğinden söz etmektedir. Sözü edilen Şeyh Sait ayaklanması olmalıdır, bu nedenle bölgede bu dönemde araştırmalar yapılması oldukça güçtür.
Doğu Anadolu’daki Türk araştırmacıların çalışmaları 1930’larından sonra başlamıştır. İ.K. Kökten Ord.Prof.Şevket Aziz Kansu’nun 1938’de Adıyaman’daki Pirun’da Prof. Pittard’la yaptıkları araştırmanın önemini vurgular. Ayrıca Kökten kendisinden önce ilçeye( o zaman Adıyaman ilçe olmalı) gelen araştırmacılar ve çalışmaları hakkında kendisine bilgi veren öğretmen Zeki Adıyaman’a müteşekkir olduğunu belirtir. İ.K.Kökten’in araştırmaları ile aynı tarihlerde 1941 Erzurum Karaz’da Hamit Zübeyr Koşay ve Kemal Turfan(1959), Tahsin Özgüç’ün(1963) 1959’daki Erzincan Altıntepe Kazıları, Afif Erzen ve E.Bilgiç’in(1962) Van Toprak Kale Kazıları bölgedeki bilimsel konusunda öncülerimizdir.
Sivas’ın Kalkolitik Çağı
Prof. Dr. Tuğba Ökse’nin(2005) 1992 -2000 yıllarında bölgede yaptığı yüzey araştırmalarında Kalkolitik Çağ’dan Demir Çağa kadar önemli yerleşmeler tespit edilmiştir. Kalkolitik Çağda bölgede 75 yerleşim tespit edilmiştir. Bu araştırmalarda bölgede 75 Kalkolitik çağ merkezi keşfedilmiştir. Batıda Kızılırmak ve doğuda Fırat’ın kaynaklarının doğduğu bölgede iki kültü karşımıza çıkar. Kızılırmak kültürleri Orta Anadolu ile Fırat’ın Çaltı gibi kolları ise Fırat havzası Mezopotamya ve Doğu Anadolu kültürleri ilişkileri sağlamıştır. Hayvancılığın yoğun olarak görüldüğü bu dönemde yayla kültürleri baskındır. Şarkışla’da bulunan bazı keramik parçaları Konya Ovası ve Göller bölgesi ile ilişkilendirilmiştir. Yukarı Fırat havzası ile ilişki olanlar içinde Geç Obeyd dönemi Mezopotamya ilişkilerinden söz edilmiştir.
Kalkolitik Çağda yağışlı bir iklim görülürken, Tunç Çağlarına geçişte iklimdeki kuraklığın etkisi ile yerleşim yerlerinin yerlerinde değişimler yaşanmıştır. MÖ. 3200-2900 yılalrı arasında Mezopotamya’da bir kuraklık tespit edilmiştir. Bunun nehirlerin seviyelerinde düşüşlere yol açtığından söz edilmektedir.
Erken Tunç Çağında bölgede 154 yerleşme tespit edilmiştir. Kalkolitik çağdaki yerleşmelere yenileri eklenmiştir. Yerleşmeler arasında daha önce 500-500 metrelik mesafeler bu dönemde
1.5 km ila 10 km arasında değişmektedir. Bu da daha fazla otlaklara ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Hayvancılıkla geçinen toplumların yanında ovalarda tarımla geçinenlerin de yer aldığı bir dönemdir. Bu belki de yaylacılıkla tarımı birlikte götüren yaylak-kışlak tarzı yerleşimler de olabilir.
Erken Tunç Çağından Orta Tunç Çağına geçişte yerleşimlerde görülen değişikler Kafkasya’dan yeni halkların geldiği şeklinde yorumlanmıştır. Zira bu dönemde görülen kurgan tarzı mezar gelenekleri çoban bir kültürü de beraberinde getirmiştir. Bu Doğu Anadolu’da da görülen genel bir durumdur.
Sivas çevresinde Erken Tunç Çağındaki yerleşimlerden 40 tanesinde yerleşim sürdürülmüştür. Erken Tunç Çağındaki yerleşmeler bu dönemde üçte bir oranına düşmüştür. Orta Tunç Çağında tarıma dayalı yerleşmelerin artığı düşünülüyor. Bu dönemde yerleşmelerin azalmasının bir nedeni de güvenlik endişesi ile insanların daha güvenli merkezlerde toplanıp, güvenlikli surlarla kendilerini korumaya aldıkları kentler oluşturmalarıdır. Nitekim, bu dönemde dağların ovalara uzanan, daha stratejik hakim noktaları yerleşim için tercih edilmiştir. Bu dönemdeki yerleşmelerde Orta Anadolu’da görülen Asur Ticaret kolonileri kapları ile benzerlik gösterir. Bu bölgede, çivi yazılı belgelerinde adından söz edilip de yeri belirlenemeyen kentlerin varlığını düşündürmektedir.
Bölgedeki araştırmalar sonuç olarak, bölgenin Orta Anadolu ile Doğu Anadolu arasında bir geçiş sergilediğini göstermiştir. Kalkolitik Çağdan daha erkene giden yerleşimlere rastlanılmamıştır. Burada 1940’lı yıllarda İ.K.Kökten’in çalışmalarında bulunan Orta Paleolitik taş aletlerin varlığı düşünülürse bu yönde araştırmaların yoğunlaştırılması gerektiğini düşündürmektedir.
Geç Tunç Çağında bölge Hititlerin doğudaki Hurrilerle mücadele haline dönüşmüştür. Zaman zaman Hurri kökenli Işuwalılar bu bölgeden Tegarama(Darende) ve Timilkia(Gürün) topraklarından saldırıya geçmektedirler. Şuppiluliuma’nın onlara karşı yaptığı bir seferle bölgedeki hareketlenmeye son verdiği biliniyor.
Şamuha
Hititler döneminde Şamuha şehri önemli bir merkezdi. Şamuha, Sivas’ın 47 km kuzey batısında Yıldızeli ilçesindeki Kayalıpınar’dadır.
2004 yılında Andreas Karper-Müller tarafından başlatılan kazılar, onun ölümü ile bir süre eşi Doç.Dr. Vuslat Müller-Karpe tarafından yürütülmüştür. Daha sonra 2021 yılından itibaren Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çiğdem Maner yürütmektedir.
Günümüzde Kayalıpınar’da yer alan yerleşme Sivas’ın 50 km uzaklığındadır. Daha önce Asur Ticaret Kolonileri Çağında da adından söz edilen kent Hitilerin idari ve dinsel bir merkezi idi. Hitit kralı II. Tuthalia MÖ. 14. Yüzyılın ortalarında burada hüküm sürmüş ve ölmüştü. Sivas Arkeoloji Müzesinde bu döneme ait buluntular sergilenmektedir. Burada bulunan büyük bir taş
blok; 1.2 m yükseklik, 1 m genişliğindedir, başında yarım konik bir başlık, elinde içki kabı bulunan, taburede oturan bir tanrı betimlenmiştir. MÖ. 13. Yüzyıl başlarına ait olduğu düşünülmektedir(Müller-Karpe 2006).
Sivas çevresinde Hitit döneminde önemli bir yerleşme de Şarişşa(Kuşaklı)’dır.
Šarišša
Sivas’ın 60 km güneyinde, Altınyayla ilçesinin, Başören Köyünün batısındadır. Bir sistemine sahip olan Sarissa döneminde büyük bir kentti. Halkın Kuşaklı olarak adlandırması buradaki sur sisteminden kaynaklanmıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan C Binası, 76 m uzunluğunda bir tapınak binasıdır. MÖ. 1525 yılına tarihlenmiştir. Hitit mitolojisinde Fırtına tanrınsı Teşup’a ait Hurri ve Keşşi adı veriklen tanrıların topraktan heykelcikleri bulunmuştur. Sivas arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Kazılarda kil tabletlerde fal metinleri, bayram metni ve dinsel içerikli metinler bulunmuştur. Krallığa bağlı yerel krallıklar bulunmaktaydı. Buradaki kralın Mazitima ya da Mimazati olduğu mühürlerden öğrenilmiştir.
Bu gezimizde de Sanat Tarihçi öğretim üyelerinden ziyadesi ile faydalandık. Arkeoloji Müzesinde, müzenin rehberi şahsıma fazla iş bırakmadı. Müze gezimizden sonra eşlerimizle birlikte Nuri Şimşekler Hoca ile ayrılıyoruz. Bir süre Müze karşısındaki yerel atölyeleri geziyoruz. Müze kenarda olduğu için bu atölyeler pek ilgi görmüyor. Zaten Sivas’ta fazla bir nüfus yoğunluğu yok, 600 bin nüfusa sahip olan şehir, son 10 yılda 400 bine düşmüş. Sosyologlar bunu incelemeye almalı. Atölyelerde uzun yıllar madencilik ve atçılık üzerine çalıştığım için demirci ile at takımları yapan atölye ilgimi çekti. Bir at hamutu yaparken selam verdiğim usta (sonra adının Celal Karagöz) ile bir süre mesleğinin geçmişi ve geleceği ile sohbet ettik. Büyük Ada’da imiş orada payton taşımacılığı yasaklanınca buraya gelmiş. Sivas’ta ilgi var mı atçılığa diye soruyorum; olduğunu söylüyor, uzun uzadıya anlatıyor, daha çok Batı Anadolu’da Balıkesir ve Bursa civarında çokmuş. O konuşurken Bursa Karacabey Harası aklıma geliyor. Bu sohbetimizden sonra akşamüzeri Cemil Paslı ile konuşuyoruz, şehirdeki atçılık müzesine gitmiş. Anlata anlata bitiremiyor, çok etkilenmiş. Demek ki Sivas’ta atçılığın geçmişi iyi, bu gidişle nüfusu göç etmezse, atçılık da var olacak.
Gezimizin üçüncü ve son günü Sivas’ın 160 km doğusunda bulunan Divriği’ne saat 08.30’da otelimizden hareket ediyoruz. Kıvrımlı uzun yolarda Konya’nın eski İl Kültür Müdürü uzun uzadıya Anadolu Selçuklu Sultanlarının türbelerindeki ceset tespitlerini, kefenleme sürecini anlatıyor. 13 Sultana ait ceset tespiti yapılmış, devlet töreni ile cenaze merasimlerinin yapılmasını temenni ediyor. Duygulu anlar, Moğolistan’daki 2001 yılındaki Bilge Kağan’ın anıt mezar külliyesindeki çalışmalarımızı hatırlıyorum. Çalışmalarda mutlaka karşınıza bir engel her zaman çıkarılıyor. Kendisini tebrik ediyorum. Ata kültür bakiyelerini tespit etmemiz millet olmamızın bir şiarıdır.
Divriği’ne yaklaşıyoruz, solumuzda Çaltı Çayı, sağımızda demir maden ocakları. Onları incelerken Divriği Kalesi karşımızda duruyor. Heyecan içindeyiz. Cammi de az sonra görüyoruz. Hiç beklemeksizin camiye yöneliyoruz. Otobüsün kapısına kadar gittiğini sonra öğreniyoruz ama biz heyecanla aşağıdan şehirden basamakları tırmanıyoruz. Henüz insanların gelmediği sabah serinliğinde ziyarete başlıyoruz. Bu arada öğrencim Nihat Çelik’i arıyorum; “- Hocam rehberlik yapan Mustafa Yıldırım beyi size göndereyim diyor. Aslında ekibimizde sanat tarihçi hocalarımız da var; Zekeriya bey ve Şeyda hanım bize gereken bilgileri veriyor. Yerel rehberleri de dinlemek ayrı bir heyecan. Destansı bir anlatımları oluyor. Sosyal platformda bir
paylaşımımda bir yorumcu arkadaşım Doğan Kuban’ı hatırlatıyor. Aşağıda kaynakta verdiğim gibi Kuban Hoca Divriği Ulu Caminin çok anlamlı bir kitabını yazıyor(2010). Daha önceleri Selçuk Üniversitemizin değerli hocalarından Yılmaz Önge’nin de akademik bir yayını var(1978).
Yolculuğumda yol arkadaşlarıma, derslerimde öğrencilerime söylediğim bir sözle Divriği Ulucamii ve Şifahanesini tanımlamak isterim: Türklerin hiçbir eseri olmasa da yalnız Divriği Ulucami olsa dünyaya medeni bir millet olmamızı belgelemeye yeter. Bu söze bir söz daha eklemek istiyorum; Mimarlık Fakültesi, Güzel sanatlar Fakültesi ve Sanat Tarihi öğrencilerine burayı ziyaret etmeden diploma vermemeli; ziyaret etmeliler ki özgüvenleri olsun. Türkün gururu olsunlar!
Anlatmak için kelimelerin yetersiz kaldığı bir yapı. History Kanal’da Gizemli yapılarla ilgili programlar yapılıyor. Onları davet etsek bakalım neler düşünürler. Uzaylılar yapmış olmalı diyeceklerdir.
Ulu Camii’nin mimarisi, tezyinatı içinde kaybolup gidiyoruz. Birkaç saat rehberimizi ve meslekten hocalarımızı dinledik, resimler çekindik, namazlar eda ettik. Ayrılmak vakti, fotografçılarımız ayrılmak istemiyor, başkanımız onlara başka zaman gelebilmeleri için araçlarına yakıt sözü veriyor.
Gelmişken göreceğimiz Divriği’nde Nuri Demirağ’ın Evi kalıyor. Orada bir çay molası düşünüyoruz.
Nuri Demirağ: Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi yazar ve şairleri ile Divriği Ulu Camii ziyaretimizden sonra molamızı bir başka başarı mı başarısızlık mı tarif edemeyeceğim Nuri Demirağ’ın evinde verdik! Divriği’li öğrencim öğretmen Nihat Çelik’e “Ulucamii’den sonra ekimizin görmesi gereken neresi?, diye soruyorum, “Nuri Demirağ’ın Evi” diyor, şube başkanımız Ahmet Köseoğlu ile istişare ediyoruz, o da kabul ediyor, ekibimizin diğer üyeleri de istekli, daracık yollardan eski Divriği evlerinin Cumbalı sokaklarından kıvrıla kıvrıla Nuri Demirağı’n evini buluyoruz. Yol boyu kimi zaman yola sarkan dut dalların dut yiyoruz kimi zaman rehberimiz Mustafa Yıldırım’ın ve Nihat Çelik öğrencimi dinliyoruz. Safranbolu’daki evler gibi Divriği’de 400 ev varmış, 167 tanesi sadece tescilli, gerisi unutulmuş adeta. -Toki insanları evlerinden koparıp götürdü, diye hayıflanıyor, rehberimiz Yıldırım. Anlaşılan o ki TOKİ Evleri bütün Anadolu kentlerinde olduğu gibi bizi geleneksel mahallemizden koparmış, bahçeli cumbalı evler birer birer yıkılmaya yüz tutmuş, dıt ağaçları, kayısı ağaçları, kapı çiçekleri, zilleri mahzun misafir bekler.
Bu duygularla Nuri Demirağı’n evine vardığımızda Mustafa Yıldırım kapıda bizi bekler; Buyurun hocam’ diyerek ev sahipliği nezaketi gösteriyor, daha avluya girer girmez sal taşları işe döşenmiş sofayı, sağda atların zamanında bekletildiği alanı anlatıyor. Gözümüz avlu içinde diğer konuklara takılıyor; doğa, köy ve kültür tutkunları çoktan burayı keşfetmiş, Divriği pilavını kaşıklıyorlar. Onlara da rahatsızlık vermemek için üst kata Nuri Demirağ’ın yaşadığı; yatak odası, günlük odalarına çıkıyoruz. Bizi en çok çalışma odası ve duvarlardaki resimlerde yer alan hayat hikayesi içine alıyor. Ne hayat ama! Başarı ve başarısızlıklarla dolu. Başarı onun aklı, dehası ve sabrında saklı ama başarısızlığı?! O da bizim bazı devlet adamlarımızın marifetinde olmalı, kıskançlık mı dışa bağımlılık mı? ben Nuri Demirağ’ın başardıklarına odaklanıp mutlu olmak, gurur duymak istiyorum. Mengücekli Ahmet’in camisindeki hazzı almak istiyorum.
Buradaki başarıların genetiğini merak ediyorum. Divriği dağlarında çıkan demire bakıyorum, halitalarda eriyen çeliğine, Ulucami’nin nakış nakış motiflerine, onlar alıp götürsün beni, köküme kökenime. Orhun’un kaynağından eğilip bir su içeyim, Türkistan çöllerinden geçip, Yesevi Ocağında bir köz olup Ahlat’ta, Divriği’de, Hacı Bektaş’ta, Konya’da vb nice ocaklarda birer dal olayım.. Anadolu toprağında boy atıp dünyada var olayım. Dalıp giderken masa başındaki Demirağ’la göz göze geliyoruz; “-Bu kadar yeter, kalk çalış, çalış…daha çok yolumuz var” vedalaşıyoruz. Onunla bir selfi yapıyorum, elimdeki telefona takılıyor sanki bizim teknolojimiz gibi..” Hadi bir selfi yapalım üstadım, üzülme ama bu adetimiz de telefonumuz da yabancı, hoşçakal, saygılar” diyorum. Bir yandan rehberimiz Nuri Demirağ’ı anlatıyor;..neler ömrüne sığdırmamış ki! değerlerimizi yok etmede ne denli başarılıyız, gördük ve üzüldük, 1930-1940’lı yıllar ülkemizin kalkınması için ne mücadele vermiş? O mücadelesi Türk çocuklarına öğretilmeli.
Fabrikalar, demir yolları, Boğaz Köprüne demiryolu olan bir köprü projesi, yolu olmayan Divriği’ne demir yolu ve havaalanı, dağları delip tümeller açıyor, kervan geçmez denilen yere havaalanı yapıyor, “Fırsat verin ülkeme çağ atlatayım” diyor, ama nafile! Milli Kalkınma Partisi kuruyor kapatılıyor…Yılmıyor, ama olmuyor…Divriği’li rehber Mustafa Yıldırım anlatıyor, anlatıyor bitmiyor.. Divriği’nden ayrılıyorken solumuzda bir havaalanı ve pistin kenarında bir uçak; hep bir ağızdan Nuri Demirağ’ın uçağı, onun havaalanı, diyoruz. Biz gidip gördük, yetmedi bir daha düşünüyoruz; Divriği Ulucami, Nuri Demirağ görülmeli!
Sonuç olarak Konya’dan doğuya uzanan yolların kavşağındaki Sivas ilimize bir yolculuk yaptık. Bu coğrafyaya ilk kez gidenlerimiz yeni şeylerle karşılaşmıştır. Benim gibi tekrar tekrar gidenler ise yeni bilgiler eklemişlerdir. Kırk beş yıllık Doğu Anadolu araştırmalarıma yeni bilgiler eklediğime inanıyorum. Zira Divriği arada kalmıştı! Neden geç gittim hayıflanıyorum ama zaten uzun yıllar restorasyon için kapalı kalmış, görme imkanımız da yoktu. Bu kadar beklemeye değmiş, ülkemizdeki restorasyon felaketini burada görmedik. Olabildiğince iyi olmuş. Yeni yerler yeni yol arkadaşları tanıdık, programı yapanlara, emekleri olanlara teşekkürler.
Kaynakça
AA- Konya-Antalya arasındaki 405 kilometrelik tarihi kervan yolu turizme kazandırılıyor Konya ile Antalya’nın Alanya ilçe https://www.aa.com.tr/tr/yasam/konya-antalya-arasindaki- 405-kilometrelik-tarihi-kervan-yolu-turizme-kazandiriliyor/3494200
Bahar, H.(2019) Alanya-Çatalhöyük-Kapadokya “Keykubat Doğa ve Kültür Yolu” 2. Uluslararası Mersin Sempozyumu 2. International Mersin Symposium, Users/hasba/Downloads/Scientific_Meetings_004.pdf
Erzen, A., Öğün, B., Bilgiç, E., Boysal, Y. (1962). Toprakkale ve Çavuştepe Kazıları Raporu 1962. Türk Arkeoloji Dergisi(18), 19-20.
Koşay, H. Z., & Turfan, K. (1959). Erzurum - Karaz Kazısı Raporu. BELLETEN, 23(91), 349-
414. https://doi.org/10.37879/ttkbelleten.1264242
Kuban,D.(2010).Cennetin Kapıları: Divriği Ulucamisi ve Şifahanesi’nde Hürremşah’ın Yontu Sanatı, Gates of Paradise: The Sculpture of Hürremşah at Divriği Ulucami and Şifahane, Yem Yayınları, İstanbul, 2010, 173 s., 63 illüstrasyon, 1 harita.
Kökten, İ. K. (1944). Orta, Doğu ve Kuzey Anadolu’da Yapılan Tarih Öncesi Araştırmaları. BELLETEN, 8(32), 659-680. https://doi.org/10.37879/ttkbelleten.1372303
Müller-Karpe, A.(2006). “Untersuchungen in Kayalıpınar 2005,” MDOG 138, 2006: 216–21.
Önge, Y.,(1978). Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Haz. İ.Ateş-S.Bayram, Vakıflar Genel Müdürlüğü yayınları.
Ökse, T.(2005). Sivas’da Hitit Çağı Öncesi Yerleşim Sistemlerinde Devamlılık ve Değişim, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 2005 / Cilt: 22 Sayı: 1 / ss. 63-72
Özgüç, T. (1961). Excavations at Altıntepe. BELLETEN, 25(98), 269-290. https://doi.org/10.37879/ttkbelleten.1259223
Sarissa Antik Kenti, Kaynak: Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/sivas/gezilecekyer/sarssa(09.07.2025)