Konya’dan tarih fışkırıyor

Konya’dan tarih fışkırıyor

NEÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı ve Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırmalar Merkez Müdürü Prof. Dr. Ahmet Çaycı; “Konya şehrinde kazmayı...

A+A-

NEÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı ve Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırmalar Merkez Müdürü Prof. Dr. Ahmet Çaycı; “Konya şehrinde kazmayı nereye vurursanız tarih fışkırıyor dersem mübalağa etmemiş olurum. Bu da bizim tarihi ve kültürel zenginliğimizdir” dedi

Birbirinden değerli araştırma ve kitaplarıyla öne çıkan Prof. Dr. Ahmet Çaycı ile dünden bugüne derin sohbetimizde Konya’nın derin tarihi geçmişinden Ürdün’deki Osmanlı izlerine, batının oryantalizmi vesile kılarak neleri hedeflediğinden mitolojiye kadar pek çok sorumuza cevap bulduk. “Konya’da kazmayı nereye vursanız tarih fışkırıyor” diyen Çaycı daha neler anlattı neler:

Hangi tarihte nerede dünyaya geldiniz? İlk ve orta öğrenimi hangi okullarda tamamladınız?

1968 Konya-Derbent doğumluyum. İlk ve Orta eğitimi Konya-Derbent’te; liseyi Tekirdağ’da; Üniversiteyi ise Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde 1990 yılında tamamladım. 1992 senesinde Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslâm Sanatları Anabilim Dalı’nda Dr. Hasan Özönder’in yanında, araştırma görevlisi olarak akademik vazifeye başladım. 1993 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisansımı bitirdim. 1996 senesinde MEB bursuyla Ürdün Üniversitesi’nde Arapça Dil okuluna bir yıl süreyle devam ettim. 2000 senesinde Hacettepe Üniversitesi’nde doktoramı ikmal ettim. Başta Selçuklu Sanatı olmak üzere İslâm Sanatları, Oryantalizm, Sembolizm, Vakıf ve Sanat gibi konular üzerine araştırmalar yapmaktayım ve bu sahada çok sayıda kitap ve onlarca makale kaleme aldım.

Yükseköğrenim tercihinizin nasıl oluştuğunu anlatır mısınız?

Yükseköğrenim tercihinizin nasıl oluştuğunu anlatır mısınız? Yükseköğrenime gelmeden Ortaokul seviyesinde iken bazı sorunlar ve gelgitler yaşadığımı ifade etmek isterim. O dönem Konya’nın küçük bir kasabası olan Derbent’te ortaokula başlamış olmanın heyecanıyla birlikte ilk hafta kahvehanenin önünde oturma cezası olarak dönemin okul müdüründen yediğim dayak sonucu okulu bırakmaya karar vermiştim. Rahmetli babam o tarihte rızık temini için gurbette bulunduğundan rahmetli annemin ısrarı ile okula devam etmek zorunda kalmıştım. Annemin o ısrarı akademiye kadar uzanan yolculuğun önemli yapı taşlarından birini teşkil etmiştir. Liseyi Tekirdağ’da parasız yatılı olarak tamamladıktan sonra Konya’da okumanın da mümkün olabileceğini idrak edebilecek yaşa gelmiş idim ve Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Sanat Tarihi Bölümü’nü tercih etmiş ve bu bölümü de severek tamamlamıştım.

Lisans eğitimini tamamlamanızın akabinde Selçuk Üniversitesi’nde göreve başladınız. Bu dönemi anlatır mısınız?

Lisans yıllarında yaz tatillerini oldukça iyi değerlendirdiğimi söyleyebilirim. Klasik öğrenci alışkanlıklarının tamamen dışında Alanya’da turizm sektörüne çalışarak ve de özellikle yabancı dili konuşabilmek gayesiyle öğrencilik yıllarımın dolu dolu geçtiğini söyleyebilirim. Nitekim dört yıllık sürecin sonunda hem istediğim yabancı dil seviyesini yakalamış hem de geçinebileceğim parayı kazanmış durumdaydım. Yabancı dil konusundaki sürecin tamamlanmasından sonra Arkeoloji ve Sanat Tarihi sahasındaki tecrübelerimi artırmak gayesiyle Prof. Dr. Haşim Karpuz başkanlığındaki Konya Dokuzun Hanı Kazı ve Restorasyon ekibinde görev almaya başladım. Bir taraftan Yüksek lisans çalışmalarım devam ederken diğer taraftan saha çalışmalarının dâhilindeki gelişmeler sayesinde rahmetli Hasan Özönder’in riyasetinde Türk İslam Sanatları Kürsüsü’ne asistanlığımla yeni bir serüvene başlamış oluyordum.

Yüksek Lisans ve doktora sürecinize dair neler söylemek istersiniz?

Yüksek Lisansımı Prof. Dr. Ali Baş hocamın danışmanlığında “Eşrefoğlu Beyliği’nin Mimari Eserleri” başlığıyla tamamladım. Bu süreçte lisanstan beri hocam olan Prof. Dr. Yılmaz Önge Beyi rahmetle anmak isterim. Nitekim hem lisans hem de Yüksek Lisans düzeyinde bilgi ve görgüsüyle bizim hayatımızda derin izler bıraktığını söyleyebilirim. Hatta o dönemde, yazılı kaynağa ulaşmanın çok zor olduğu günlerde evindeki özel kütüphanesini bana tahsis etmişti. Benzer katkıyı Konya çelebisi A. Sefa Odabaşı beyefendiden de görmüştüm.

Lisans ve Yüksek Lisansı Konya’da tamamlamış olmanın verdiği bıkkınlık veya aynı mekânlarda bulunmanın getirdiği psikolojinin dışına çıkma zamanı geldiğini düşünerek doktora için Ankara’ya gittim. Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nin programlarını araştırdım. Şubat dönemi olması sebebiyle sadece Hacettepe Üniversitesi’nde program ilan edilmişti ve ben de oraya başvurumu yaptım, sınavları vererek doktora programına kayıt hakkı kazanmış oldum. Bu esnada Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı benim danışmanlığımı kabul etmişti ki bu benim için büyük bir onur vesilesiydi. Nitekim doktora süresince hem Beyhan Karamağaralı’dan hem de sahanın duayenlerinden Prof. Dr. Haluk Karamağaralı’nın rahlesinden geçme fırsatı edinmiştim. Konya’dan Ankara’ya gidip gelirken Ankara’nın kütüphaneleriyle birlikte Karamağaralı ailesinin zengin kütüphanesinden de faydalanma imkânı bulmuştum. Yine o süreçte Türkiye’nin önemli akademisyenleri A. Yaşar Ocak, Yıldız Ötüken, Filiz Yenişehirlioğlu, Günsel Renda, Oluş Arık ve Rüçhan Arık gibi isimlerden ders alma ve tartışma imkânları bulmuştum.

Akademik kariyer seyriniz ve müteakip yıllardaki görevlerinizi anlatır mısınız?

2000 yılında doktorayı tamamladıktan sonra SÜ. İlahiyat Fakültesinde ders vermeye başladım. 2002 yılında Yardımcı doçent, 2006’da doçent ve 2012 yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde profesör kadrosuna atandım. 2018-2021 yılları arasında NEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevinde bulundum. Halen NEÜ Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırmalar Merkezi Müdürlüğü görevim devam etmektedir. Yine şu anda NEÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı olarak da görev ifa etmekteyim.

İlmi değeri yüksek ve kaynak eser niteliğinde çok kitabınız kütüphanelerde kayda girdi. Eserlerinizden bahseder misiniz?

Burada kitaplarımın isimlerini zikredelim: 1- Anadolu Selçuklu Sanatında Gezegen ve Burç Tasvirleri, 2- Eşrefoğlu Beyliği Dönemi Mimari Eserleri, 3- Ürdün’de Osmanlı Mimarisi, 4- Selçuklularda Egemenlik Sembolleri, 5- Oryantalizm Oksidentalizm ve Sanat, 6- İslam Mimarisinde Anlam ve Sembol, 7- Türk-İslam Kültüründe Vakıf ve Sanat, 8- Hicaz Seyahatnamesi (Haz.), 9- Bursa’dan Konya’ya Seyahat-Konya Seyahati Hatıratından (Haz.), 10- Seyahatnamelerde Konya (Haz.), 11-Uzluk Ailesi Armağanı (Haz.), 12- Mevlana Ocağı (Haz.), 13- Hakikat Adamı Mehmet Akif’e Armağan, (Haz.), 14- I. Ulusal Sille Sempozyumu Bildiri Kitabı (Haz.), 15- Geçmişten Günümüze Sille Albümü (Haz.), 16- Mitoloji ve Din (Haz.), 17- Türk İslam Sanatları Tarihi (Haz.), 18- Aladağ’ın İncisi Derbent (Haz.), 19- I. Uluslararası Selçuklu Tarihi Coğrafyası Sempozyumu Bildiri Kitabı: Suriye, Irak, Filistin (Haz.),

Katıldığınız ulusal ve uluslararası konferans, seminer ve panellere dair, sunduğunuz tebliğ ve makalelerine dair neler söylemek istersiniz?

Yurt içi ve yurtdışında çok sayıda toplantıya katıldım. Bunlar Türkiye’nin doğusundan batısına kadar oldukça değişik platformlarda, dilimizin döndüğü kadarıyla, bildiklerimizi anlatmaya gayret sarf ettik. Sadece yurtiçi değil Amerika Birleşik Devletleri’nden Kazakistan’a; Rusya’dan Ürdün’e kadar farklı ülkelerde ülkemizi temsil etmeye çalıştık.

Ancak ilk bildirimi Ankara’da verdiğim zaman oldukça heyecanlandığımı, kürsüdeki suların tamamını tükettiğimi hatta beni dinleyen arkadaşların heyecandan düşüp bayılacağım anı beklediklerini asla unutamam!

Mitoloji ve Din üzerinde biraz durmak gerekirse… Yaratılan ilk insanın peygamber olduğu bir dünyada mitoloji başlığı altındaki tüm sunumları doğru kabul etmek mümkün mü?

Mitoloji konusunda da araştırmalarım olduğunu ifade etmeliyim. Mitoloji, destan, esatir, efsane ve kült bunların tamamının özünde “bir” olanın zaman içinde sözlü kültürle birlikte farklı söylemlerinden ibarettir. Daha açık söylemek gerekirse; “tevhid”i inanç sisteminin zamana bağlı olarak sözlü kültürdeki değişimini teşkil etmektedir. O değişimin içine beşer ve tabiat unsurları yerleştirilmek kaydıyla yeni inanç sistemleri teşekkül ettirilmiştir. Buralarda da insanın ve tabiatın merkeze alındığı motiflere müracaat edilmiştir. Zaten mitoloji kelimesinin etimolojisine bakarsak “söylenen söz” anlamına geldiği görülür ki bu bütün meseleyi izah için yeterlidir.

İnsanlık tarihinin en eski şehirlerinden Konya’nın gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen tarihine dair neler söylemek istersiniz?

Konya insanlık tarihinin erken iskân alanlarının başında gelmektedir. Çatalhöyük, Boncukluhöyük gibi Neolitik dönemin erken yerleşmelerine sahip nadir şehirlerden biridir. Yine Lystra, Gilistra, Zengibar, Kubadabad, Gevale gibi sınırlı sayıdaki mekânların mevcudiyeti dahi Konya’nın tarihteki kıymetini izah için yeterlidir. Tarihi sadece bu mekanlarla sınırlandırmadan mekanların sayısını artırmak mümkündür.

Özellikle Konya merkezdeki Alaaddin Tepesi bile insanlık tarihinin en önemli merkezlerinden biri olarak şehrin merkezinde durmaktadır. Orada daha evvel gerçekleştirilen bilimsel kazılar sayesinde höyüğün tarihi M.Ö 2500’lü yıllara kadar buluntular vermiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse Konya şehrinde kazmayı nereye vurursanız tarih fışkırıyor dersem mübalağa etmemiş olurum. Bu da bizim tarihi ve kültürel zenginliğimizdir.

Takkeli Dağ (Gevale Kalesi)da yaptığınız arkeolojik çalışmaları yakından takip etmekteyiz. Bu hususta bize bilgi verebilir misiniz?

Takkeli Dağ veya Gevale Kalesi’ndeki çalışmalarımızda sekiz yılı geride bıraktık. Selçuklu Belediyesi, Konya Müzeler Müdürlüğü ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü olarak işe başladık ve kurumlar arası işbirliğinin uyumunu sekiz yıllık beraberlikte ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu birliktelik Konya’daki diğer kurumlara örnek teşkil etmesini diliyorum. İşin idari boyutuyla birlikte bizi ilgilendiren teknik boyuta gelince Ortaçağ tarihinin önemli buluntularını bilimsel kazı yöntemlerini kullanarak tespit etmiş durumdayız. Buradan elde edilen buluntular ise Konya Müzelerinde teşhir edilmektedir.

Gevale Kalesi’ni tarihi kaynaklar, “Konya’nın kilidi” şeklinde tanımlamaktadırlar. Bu cümleden hareketle Gevale Kalesi’nin, Konya’nın güvenli mekânı olduğunu söyleyebiliriz. Bu kale normal bir iskân mekânı olmaktan öte yönetici kitlenin olağanüstü durumlardaki sığınma mekânı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta kalede Selçuklu sultanlarının sefirleri kabul ettiği ve de av mekânı haline getirdiğini bilmekteyiz. İşte bu denli önem arz eden kalede kazılarla bu bilgileri destekleyecek taşınmaz ve taşınabilir kültür varlıklarını tespit etmenin mutluluğunu yaşamaktayız.

DEVAMI.........................

 

Kalemlerimizi artırmalıyız

Ülkemizdeki milli şuur çalışmaları hakkında değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Ahmet Çaycı, “Oryantalizm’e itiraz doğal bir refleks olarak kendiliğinden teşekkül etmektedir. Bu sebeple Oksidentalizm’in karşı tez olarak sürekli canlı kalması gerekmektedir. Ancak bu sayede belli bir mesafe kat edilebilir dedi


NEÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı ve Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırmalar Merkez Müdürü Prof. Dr. Ahmet Çaycı’nın yaptığı önemli açıklamaların ikinci bölümü;

Konya demek Mevlâna demek mısrasında olduğu gibi, Sille’nin de köklü Konya tarihini günümüze yansıtan bir yanı var. Bu konuda neler anlatmak istersiniz?

“Müsebbibü’l-esbâb (sebeplerin gerçek sahibi) olan Allah, hoş bir lütufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilâyetine çekip getirdi” diyen Mevlâna Celaleddin-i Rumî’yi rahmetle anmak gerekir. İşte bu seyahat sonunda Konya, Mevlâna ile mülaki oldu. İyi ki de oldu ki bugün dahi Konya ismiyle müsemma bir şahsiyet olarak yerini almaya devam etmektedir.

Sille meselesine gelince, Sille Konya kadar eski tarihe sahiptir. İsminin kaynağı “su perileri” anlamına gelmektedir. Nitekim sadece Ortaçağ’ın değil, Eskiçağlara kadar uzanan somut kültür varlıkları bunu desteklemektedir. Mümbit bir vadide oluşuyla birlikte arazi ve toprak yapısının iskân ve yerleşime müsait oluşu buradaki yaşama zemin hazırlamıştır. Kaya oyma mekânlarla birlikte mimarinin eski ve güçlü örneklerini orada bulmak mümkün olmuştur. Daha da önemlisi günümüzde askeri cephanelik sınırlarında kalan Ak Manastır yapısı, Sille’nin en nadide kültür varlığını oluşturmaktadır. Selçuklu Belediyesi tarafından Sille, Gevale (Takkelidağ) ve Sarayköy bölgesindeki gerçekleştirilen kültürel çalışmalar ileriye dönük olumlu adımlar olarak dikkat çekmektedir.

Selçuklarla ilgili önemli çalışmalarınızdan biri de Gezegen ve Burçlar konusundaki araştırma olmalı. Bu çalışmanın gerekçeleri neye dayanmaktadır?

Efendim bu kitap benim doktora çalışmam olması ve yaklaşık yedi yıllık ürünün sonucu olması bakımından benim hayatımda önemli yere sahiptir. Sebebine gelince kozmoloji gibi bir konuyla hemhal olmanın zorluklarını, bir de Selçuklu dönemiyle sınırladığınız zaman işiniz daha da zorlaşacak demektir. Ama yurtiçi ve yurt dışındaki kaynak taramaları ve Arapçayı yeni öğrenmiş olmanın avantajlarıyla böyle bir konuyu tamamladığımı ifade etmek isterim. Özellikle Kozmos, Kozmogoni, Kozmoloji, Astronomi ve Astroloji gibi kavramların tanımlarıyla birlikte Türk Kozmolojisi, İslâmî Kozmoloji ile Büyük Selçuklu Kozmolojileri ele alınmıştır. Daha sonra A. Selçuklu Medeniyetinde yer alan kozmolojik unsurlar tespit edilerek tezyinata intikal aşamaları ortaya konulmuştur. Böylece tezyinatta yer alan, fakat mahiyetini bilmediğimiz kozmolojik unsurlar ifşa edilmiştir. İşte bu hususları tetkik etmekle sahasına yenilik getiren bilinmeyenlerin ortaya çıktığı nadir bir kitap kazandırmış olduk.

“Selçuklularda Egemenlik Sembolleri” başlıklı çalışmanız olduğunu biliyoruz. Bu hususu biraz açıklayabilir misiniz?

Doktora sonrası yaptığım çalışmalardan biri olarak ifade edebilirim. Nitekim Selçuklu kültürünün marjinal konularından biri olarak ortaya çıktı ve oldukça rağbet gördüğünü söyleyebilirim. Selçuklu yönetiminin sembolik dünyasının ifşası bakımından kıymetli bir eser olarak sahadaki yerini almıştır. Bu sembolik repertuar iletişim dünyasının sürekliliğinde etkin olmuştur. Biz bu meseleye sembol, iletişim ve sanatla olan irtibatı bağlamında yaklaşmaya çalıştık.

Ürdün de Osmanlı Mimarisi üzerine bir araştırmanız var ve Ürdün Kralı II. Abdullah’ın 2013 yılında Türkiye'yi ziyaretinde siz de dönemin Cumhurbaşkanı tarafından Çankaya Köşkü’ndeki yemeğe davet edildiniz. Ürdünlü devlet adamlarıyla bu kitabınızdan sonra nasıl bir münasebet yaşadınız?

Ürdün hikâyesinin gelişimini izah etmek isterim. Arkeoloji Sanat Tarihi mezuniyeti sonrası İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başlamakla birlikte bazı şeylerin eksikliğini hissetmeye başlamıştım. Onlardan biri de Arapça meselesiydi. Bu eksikliği bertaraf edebilmek gayesiyle MEB bursuyla Ürdün’e dil kursuna gittim. Oradaki yoğunlaştırılmış dil eğitimiyle birlikte bizim gibi yabancılara yönelik hafta sonu gezilerine dâhil olmak yoluyla civardaki tarihi bakiyeyi tespit imkânı elde etmiştim. İşte Ürdün’deki Osmanlı Mimarisiyle ilgili çalışma bu sürecin ürünüdür. Kurs sonrası yaptığım araştırmalarla bu çalışmayı tamamladım ve Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi yayınları arasından neşretme imkânı buldum. Osmanlının bölgedeki hâkimiyetini kayıt altına almak suretiyle vazifemizi tamamlamış olduk. Bu kitabın sayesinde Cumhurbaşkanlığı tarafından da Çankaya Köşkü’ne davet edildim ve Ürdünlü misafirlerden de bir hayli övgü ve takdir gördüğümü ifade etmek isterim.

Seyahatnamelerde Konya üzerine ciddi araştırmalar yaptınız. Seyyahların Konya’ya dair ortak tespitleri ya da farklı görüşleri hakkında neler anlatabilirsiniz?

Bu çalışma, 2016 yılı İslam Dünyası Turizm Başkenti Konya kapsamında ortaya çıkmıştır. Öteden beri üzerinde kafa yorduğum bir alan olması sebebiyle bu kitaba yoğunlaştık. Tarihte Konya’yı araştırmanın merkezine yerleştiren İngiliz, Alman ve Fransız seyyahların Konya izlenimlerini birbirinden farklı akademisyenlerin kaleminden aktarmayı denedik. Batılı seyyahların araştırmaları yanında Osmanlı seyyahlarının izlenimlerini de dâhil etmekle geniş bir inceleme alanı teşekkül ettirilmiş oldu. İşte bu yılın kazanımı olarak bahse konu kitap yayın hayatındaki yerini almıştır.

İslam Mimarisinde Anlam ve Semboller konusundaki çalışmanız hakkında bilgi verir misiniz?

Bu kitap, İslam mimarisinin anlam ve sembolik boyutuna yönelik sorgulama çalışmasıdır. İslam sanatı/mimarisi muhtevası itibariyle, tevhid merkezli yapılanmayı esas alarak yaratıcıya ulaşmayı hedefleyen vasıtalarından biri olmuştur. Bunun gerçekleşmesinde kendinden önceki uygulamaları adapte ederek kendi inanç ve yaşam kaidelerine uygun bir şekillendirmeye gitmiştir. Bu yönelim büyük oranda kozmik düzen üzerinden anlamlandırma ve yansıtmayı denemiştir. Bu araştırma ile İslam sanatının en önemli cüzlerinden biri olan mimarinin dinî, felsefî, psikolojik ve pozitif ilimlere ait verilerini ortaya koymaya çalıştık. Başka bir ifade ile İslam mimarisi veya genel ifadesi ile İslam sanatının arka planındaki görünmeyenler ile görünenleri birleştirerek anlam dağarcığını oluşturmayı denedik. Genel görüntüsü ile İslam mimarisi kadim kültürlere ait birikimi almaktan geri durmamış ve kendi birikimini de ilave ederek repertuarını genişletmiştir. Bu durumda İslam mimarisi, strüktürünü kadim kültürden, tezyinat veya estetiğini ise İslam dairesi içinde teşekkül ettirmiştir, demek yanlış olmaz.

Oryantalizmin hususunda bilgi verebilir misiniz, hangi coğrafyayı kapsamaktadır?

Efendim, kavram olarak meseleye yaklaştığımız zaman oldukça muhtevalı bir konu olduğu anlaşılmaktadır. Zira Oryantalizimin hali hazırda sınırlarının belli olmadığı, kronolojik bağlamda da sınırları tamamen konmamış bir konu üzerinde araştırma yapmanın güçlükleri ortadadır. Orient kelimesi orijin itibariyle Latince olup “Orior” kelimesinden gelmekte “güneşin doğuşu veya yükselmesi” anlamını taşımaktadır. Zaman içinde bu kelime Batı dillerine sirayet etmiş Oriental ve izm kelimeleriyle birlikte söylenir olmuştur. Aynı kelime için Doğubilim, Şarkiyat, Doğuculuk gibi terimler de kullanılmıştır. Kelimelerin anlamıyla Doğuya ait olanlar kastedilmiştir. “Oryantalist” kelimesi 1799 yılından itibaren hem Fransa’da hem de İngiltere’de sözlüklerdeki yerini almaya başlamıştır. Oryantalizmin genel gidişatının tahlilinde şöyle bir kanaat hâsıl olmuştur: Oryantalizm, Doğunun tecrübeleriyle Batının Aydınlanma dönemi sonrasındaki elde ettiklerini birleştirerek daha faydacı hale getirmiştir. Temel gayesi Doğudan yararlanmaya yönelik bu girişim, zaman zaman fantezilere yönelerek kendini eğlendirmek veya Doğunun egzotik unsurlarıyla farklılıklar yaşama güdüsüne dönüşmüştür. Bu yaklaşım tarzıyla Batı hem fayda elde etmiş hem de gönlünü eğlendirerek psikolojik rahatlama sağlamıştır. Bu süreç bütün hızıyla devam etmektedir. Diğer taraftan Oksidentalizm ise şimdilik isminin zikredildiği, içeriğinin bile tam olarak algılanamadığı bir kavram/teşekkül olması sebebiyle meselenin zorluğunu ifadeye yeter kanaatindeyiz.

Peki, oryantalizm neyi hedeflemektedir, ülkemizdeki etkilerine dair neler söylenebilir?

Batının hareket noktası epistemolojik bağlamda “ampirik ve akla dayalı tarihselcilik” üzerine odaklanmıştır. Bu sebeple Batı, Oryantalizm sayesinde kendini özne yerine koyarken, ötekileştirdiği Doğuyu ise araştırmanın nesnesi olarak telakki etmiştir. Böylece Batı bilen ve yönlendiren pozisyonuna oynarken, diğer taraftan Doğunun araç veya madde olarak tasnifi ortaya çıkmaktadır. Batı bu rolü yaklaşık iki asırdan beri sergilerken, oyunun sahnelendiği alanı kendi coğrafyasının uzağında tutmaya gayret sarf etmiştir. Böylece Doğu, nesne olarak bu oyunun mizanseninde pasif kalmıştır. Edward Said’in ifadesiyle “Doğu, sadece Batının yakın komşusu değildir. Bu alan aynı zamanda Avrupa’nın en geniş, en zengin, en eski sömürgelerini kurduğu bir bölge ve uygarlığının ve dillerinin temelidir. Bu alan yine aynı zamanda kültürel rakibi; ilhamını yine Avrupa’dan alan büyük bir karşıtıdır. Dahası var… Doğu fikirleri, hayalleri kişiliği ve deneyleri ile kontrastlar yaratarak Avrupa’nın (yahut Batının) tarifini kolaylaştırmaktadır.”

Doğu ve doğunun araştırılması ve hatta egemenlik altına alınması batılılar için neden önemlidir?

Oryantalizmin temel gayesini/idealini ortaya koymakta yarar vardır ki bu noktada Batının “ben merkezli pragmatist/faydacı” amacı devreye girmektedir. İdealin eyleme dönüşmesinde “öteki”ni husumet ortamının dışında tutarak ondan nasıl fayda sağlayabilirim düşüncesine/noktasına doğru çekmiştir. Böylece Batının çıkarlarına hizmet eden Doğu, kendiliğinden teşekkül ettirilmiş ve bu durum Batının çıkarlarına hizmet eden bir durum haline getirilmiş olacaktır.

Batılıların tarihsel arzularını bugün dahi diri tutmalarına karşılık ülkemizde kâfi düzeyde milli şuur çalışmaları yapılıyor mu?

Oryantalizm’e itiraz doğal bir refleks olarak kendiliğinden teşekkül etmektedir. Bu sebeple Oksidentalizm’in karşı tez olarak sürekli canlı kalması gerekmektedir. Ancak bu sayede belli bir mesafe kat edilebilir. Özellikle meselenin merkezinde akademik birimlerin yer alması gerekmektedir. Araştırma merkezlerini tesis ederek bir an evvel yola revan olmak gerekiyor. Oksidentalizm hususunda kalem oynatan üç-beş kişi bilindik isimlerdir. Esas olan bu sahaya yeni isimler kazandırmaktır. Oksidentalizmin disiplinler arası boyutu hesaba katılınca her bilim dalından meseleye katkı sağlayacak zinde isimlere ve beyinlere ihtiyaç vardır. Sizin sorunuz ancak bu sayede hayatiyet kazanabilir.

İstiklâl Marşı ve onun yazarı Mehmet Akif’in ihya edilmesi arzulanan bir yılı idrak ediyoruz. Milli Mücadelenin önder isimlerinden Akif’i Mısır serüveninde sürükleyen sebepler hakkında neler anlatılabilir?

Bütün ülke genelinde İstiklal Marşı yılı ilan edilmesi oldukça sevindirici bir durumdur. İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif’i rahmetle anıyorum. İşte İstiklal Marşı’nın kaleme alınmasından sonraki süreçte ülke genelindeki gidişat M. Akif’i rahatsız etmiş olmalı ki İstanbul’dan uzaklaşmış ve Kahire’de kalmaya başlamıştır. Bu gelişmeler arasında şapka devrimi vb. teşebbüsler M. Akif’i derinden etkilediği kabul edilmektedir. Kahire günlerinde yazdığı kabul edilen Kuran-ı Kerim Tefsirinin akıbeti hala belirsizliğini muhafaza etmektedir. Belki bir gün o çalışma gün yüzüne çıkarsa M. Akif’in sure ve ayetleri nasıl izah ve yorumladığını öğrenme imkânı bulmuş olacağız.

Görev aldığınız sivil toplum kuruluşlarından bahsetmek ister misiniz?

Fakültedeki dersler ve araştırma projeleri yanında sivil toplum kuruluşlarıyla irtibatı muhafaza edebilmek için çaba sarf ettiğimi ifade etmek isterim. Konya şehrinde faaliyet gösteren bazı sivil toplum kurumlarının üyesi olduğumu söyleyebilirim. Özellikle Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nde aktif olarak görev almaktayım ve son beş yıldır faaliyetlere katkı sağlamaya çaba sarf etmekteyim. TYB Konya Şubesi tarafından tertip edilen konferans ve kongrelerde üzerimize düşeni yerine getirmeye çalışıyorum.

Askerlik ve evlilik hayatınıza dair neler söylemek istersiniz?

Askerlik görevimi akademik çalışmalarım sebebiyle ileri yaşlarda yerine getirebildim. Askere gittiğimde iki evlat sahibi idim. Kütahya Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda bu vazifeyi ikmal eyledim. Evlilik meselesine gelince asistanlık yıllarımda evlendim ve dört çocuk babasıyım.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN  ==> http://www.konyayenigun.com/ramazan-da-yenigun/konyadan-tarih-fiskiriyor-h532975.html?fbclid=IwAR3_FeGnad_Lp019h6QqvOmAi6VhhWamZplnh7c3Hr7ql-Ss9LHsfGL6eps Konya Yeni Gün

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.