TÜRKÇENİN 7. ULUSLAR ARASI ŞİİR ŞÖLENİ

TÜRKÇENİN 7. ULUSLAR ARASI ŞİİR ŞÖLENİ

Türkçenin 7. Uluslararası Şiir Şöleni açış konuşması. Doğudan ve batıdan, kuzeyden ve güneyden, Başkırdistan'dan Kıbrıs'a Kazakistan'dan Hollanda'ya,...

A+A-

Türkçenin 7. Uluslararası Şiir Şöleni açış konuşması.
Doğudan ve batıdan, kuzeyden ve güneyden, Başkırdistan'dan Kıbrıs'a Kazakistan'dan Hollanda'ya, geniş bir coğrafyadan bu şölene katılmak üzere Üsküb'e gelen şairler, dost bahçesi bülbülleri, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz...

Bugün 15 yıl önce başladığımız güzel bir işin, Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni'nin yedincisini idrak etme imkânını bahşettiği için Allah'a hamdediyorum. Bursa'da başlayan yolculuk, Almatı, Aşkabat, Girne, Strazburg ve Akmescit duraklarından sonra Üsküp molasıyla devam ediyor. Tekrar tekrar şükrediyor, hamdediyorum.

Bütün Türk dünyasının şiir ustaları, "söz padişahları" yedi defa bir araya geldiler. Kıt'alar, coğrafyalar, ülkeler bir araya geldi. Yüzlerce gönlü geniş, sözü engin insan bir araya geldi.
Türkçenin uluslararası şiir şöleni onların sözü, sesi ve tahayyülüyle sürüyor.

Dünya biter o yerde ki mağlûb olur hayâl
Temdid-i ömre kudreti kalmaz tahayyülün

Bir yerde hayâl yenilirse dünya biter, tahayyülün ömrü uzatmaya gücü yetmez. Şair böyle diyor...

Bugün 22 kasım. Bu günden on gün sonra...Fakat 123 sene önce. Hatırasına saygı ile bir araya geldiğimiz Yahya Kemal, bu toplantıyı yaptığımız yerin bir hayli yakınında, İshakiye mahallesinde büyük annesi Âdile hanımın konağında, 1884 yılı aralık ayının ikisinde, sabaha karşı doğar...

O salı sabahı Üsküb'e nâdir görülen bir kar yağmıştır...

Bu nadir görülen karı herkes görür...Tesirini hemen hisseder. Bu karın şehrin hayatını bir hayli etkilediğini tahmin edebiliriz. Aynı gün sabaha karşı nâdir görülür bir şair de doğmuştur şehirde. Bu küçük çocuğun doğumundan o sabah Üsküp'te çok az kişinin haberi olmuştur...

Bizim kültürümüzde yağış kar olsun, yağmur olsun, rahmettir. Kar, yağmura göre toprağa daha fazla nüfuz eder; derinlere işler. Nadir yağan karın, bolluğundan ötürü toprağa daha da fazla nüfuz ettiğini, iyice derinlere işlediğini düşünebiliriz. Karın hükmü bahara kadardır...

Üsküp'te doğan şairin tesiri, nüfuz kudreti önce hissedilmese de sonradan gittikçe büyümüş, vefatının üzerinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen bugüne kadar gelmiştir. Evet önümüzdeki yıl Yahya Kemal'in vefatının 50. yılı...Bu yıl Yahya Kemal'in sağlığında olduğundan daha fazla hatırlanacağı bir yıl olacak belki de...

Biraz önce okuduğum iki mısra, onun Çubuklu Gazeli isimli eski tarz bir şiirindendir.
Yahya Kemal, yeni tarz Deniz Türküsü şiirinde de şöyle söyler:

Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!..
İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

Bu şiir şölenini yıllarca önce hayâl etmiştik, ilk defa Bursa'da hayâl etmiştik. Sonra Almatı'da, Aşkabat'da, Girne'de yaptık. Buralar, dilimizin ve edebiyatımızın tabiî olarak varolduğu yerlerdi. Sonra Avrupa Birliği'nin siyasî merkezinde, Strazburg'da yapmayı hayâl ettik. İki sene önce, büyük şairler yetiştirmiş bir halkın 1944'de bire kadar kökünün kazındığı bir yerde, Kırım Akmescid'de hayâl ettik ve yaptık. Şimdi Üsküp'teyiz...

Üsküpte'yiz ve Üsküplü büyük bir şairin hatırasına ithafen bu şöleni bu güzel şehirde yapıyoruz. Büyük şairler yalnız içende doğdukları topluma değil, bütün insanlığa ilahi bir bağıştır, rahmettir. O rahmet, o bereket işte bizi bugün bir araya getiriyor.

Şairin arayışları, büyük şairimiz Mehmed Âkif'in deyimiyle, zaman zaman ruhunun vahyini duyarak ortaya koydukları, insan olma keyfiyetimizi yükselten hikmetler hâlinde zihinlerimize yerleşir. Bu yüzden gerçek şiirin sırrına nüfuz etmek hem kolay, hem zordur. Şiir sözü kanatlandırır, hissi derinleştirir, düşünceyi zenginleştirir.
Üsküp, sade Yahya Kemal'in değil, çok sayıda şairin memleketi. Bu köklü kültür merkezinde doğanlar yanında, bu şehirde yaşayan ve hayatını tamamlayan ünlü şairler de var.
Şairlerin önem ve değerini takdir eden, onları kişilik ve eserleriyle bugüne taşıyan şiir takdirkârlarını da unutmamak lâzımdır. İşte bunlardan biri, Türk edebiyatının en geniş ve etkileyici tezkiresini, biyografi kitabını ortaya koyan Âşık Çelebi'dir.

Meşhur tezkire yazarı Âşık Çelebi, 1520'de Prizren'de doğar, çocukluğu Rumeli'de geçer, Silivri, Priştina, Serfiçe, Narda, Niğbolu, Rusçuk, Kirtiva kadılıklarında bulunur. Ve nihayet, ömrünü Üsküp'te tamamlar... Üsküp kadılığı ona Meşairüşşuara isimli şairler tezkiresinin mükâfatı olarak verilmiştir. 1568'de tamamladığı eserini 2. Sultan Selim'e sunduktan sonra Üsküp kadılığına tayin edilir.

Âşık Çelebi İstanbul'dan Üsküb'e gitmeden hocaları ve dostlarıyla vedalaşırken Hocası ünlü şeyhülislam Ebussuut Efendi, Üsküplü bir şair olan İshak Çelebi'nin Üsküp güzellerinin âşıklarını öldürdükleri hakkındaki beytini okur. Denilir ki Âşık Çelebi, Üsküp'te gerçekten Âşık olmuş ve zatülcenbden, akciğer zarı iltihabından, halkın deyimiyle "satlıcan"dan ölmüştür, sene 1572.

Mezar taşına ölüm tarihi olarak şair Cinanî'nin şu mısraı yazılmış:
Âşık sefer eyledi cihandan...

Hicri tarihle 979'a tekabül ediyor bu mısra.

Âşık Çelebi Kendini şu beyitlerle anlatır:

Doğaldan vasfı ismine muvafık
Güzeller mübtelası, yani âşık..
Beni ağyara nisbet eylersin
Âşık oldumsa kâfir olmadım a!

Lokman Hekim Tekkesi haziresinde medfunmuş. Türbe 1963 depreminde yıkılmış. Onun eseri olan Meşairüşşuara'da 424 şairin hal tercümesi, hayat hikâyesi ve şiirleri yer almaktadır. Diyebiliriz ki, Âşık Çelebi'nin tezkiresi hiç bir tezkireye benzemez. O hem şiirin kıymetini bilip şairleri ona göre değerlendiren bir edebiyat eleştirmenidir, hem de şiirin zeminini oluşturan günük hayatı, şairlerin şahsî hallerini bütün renkleriyle anlatan kuvvetli bir musavvirdir.

Bakın Üsküplü bir şairi, İshak Çelebi'yi nasıl anlatıyor:

"Babası 'kılıçcı İbrahim' diye tanının bir kılıççıydı. Kendisi de kılıç ve kalem sahibi oldu."

Günde bir kez ölmeğ ile geçti eyyamım benim
Kangı birin diyeyim çoktur serencamım benim

Bir düğünde bir kâsebaz İshak Çelebi'nin bir gazelini okur. Bunun üzerine İshak Çelebi gururlanarak, "acaba bizim gazelimiz olmasa ne olurdu" der. Her devirde söz ustası, mâna avcısı şairler olduğu gibi, sözün inceliklerini bilip anlamı yokuşa süren nüktedanlar da vardır. İşte İshak Çelebi ile arası açık olan Şah Kasım atılır: "Bunlar olmasa sizün gazelleri kim okurdu ola" der.

Âşık Çelebi gibi, ömrünü Üsküp'te tamamlayan büyük şairlerden biri de Veysî'dir. 1628'de Üsküp'te ölen ve Evliya Çelebi'nin "sultanuşşuara" şairler sultanı olarak andığı Veysî, şiirleri yanında nesriyle de ünlüdür. Siyer'i, yani Hz. Peygamber'in hayatını anlatan eseri çok meşhurdur.

Üsküp toprağının bereketli bir şiir toprağı olduğundan şüpe yok. Bu toprak geçmişte olduğu gibi günümüzde de şiir ustaları yetiştiriyor. Bugünlerde onları da dinleyeceğiz. Osmanlı şairleri, türkçe yanında farsça, arapça şiirler de yazarlardı. Zaman zaman mahalli dillerde yazdıkları da olurdu. Bugün burada bir şiir faslı Makedonya şairlerine ayrılmıştır. Bu fasılda duyacağımız şiir cümleleri şölenimizi renklendirecek farklı dillerden olacaktır. İnsanla arasındaki farklar onların tanışmasına ve anlaşmasına vesile olmalıdır.
Değişik coğrafyalardan gelen, değişik lehçelerle, şivelerle konuşan şairler ve yazarlar topluluğunun üzerinde düşünmesi gereken hususlar var; kısaca onlara da temas etmek istiyorum.

Yüz yıl önce Mehmet Âkif, İsmail Gaspıralı, Sabir, Ahmet Cevat, Fatih Emirhan, Zahir Bigi, Tukay, Mağcan, Çolpan, Fıtrat...birbirini okuyor ve tanıyordu. Şimdi bu kardeşlerin birbirini tanıması, okuması bugünkü ulaştırma ve iletişim imkânlarına, gittikçe küçülen dünyaya rağmen mümkün olamıyor... Bunun üzerinde bilhassa durmamız, düşünememiz lâzım. Yaşayan yazarlarımız, şairlerimiz birbirini tanımıyor, birbirinin klasiklerini bilmiyor. İnanıyorum ki, geçmiş büyüklerimizi tanısak, eserlerinden haberdar olsak, 21. yüzyılda sesimiz daha güçlü çıkar. İstanbul'da, Kahire'de, Bahçesaray'da, Baküde, Tebriz'de, Kazan'da, Taşkent'te basılan kitaplar, dergiler yüzyıl önce bütün dünyamızı aydınlatıyordu. Zaman bizim için tersine işledi, içimize kapandık, üstümüze örtüldük. Ufuklarımızı daralttık...

Uzak yakın kardeşlerle ilgilenmek. Onların sözünü, sesini işitmek. Büyük şahsiyetlerini tanımak. Ve zamanımızın yeni, yepyeni sözünü söylemek, sentezini yapmak...
Üzerinde duracağımız başka bir husus: Şiir de alanını daralttı. Vezni, kafiyeyi, âhengi, mûsıkîyi terk etti. Bunlar şart mıydı? Anlam tek kişinin şifresine çevrilmeli miydi? Şiirin bu kadar kişileşmesi gerekir miydi? Bu sorulara cevap vermek mevkiinde değilim. Müşahadelerimi dile getiriyorum. Şairler, artık eskisi kadar topluma mal olamıyorlar. Kusur onlarda mı, halkda mı? Elbette halk zevki şiirden uzaklaştı. Hiç bir dönemde, halkın paylaştığı müzik, edebiyat, şiir, sanat zamanımızdaki kadar basitleşmedi. Devrimizde seçkinler de kitle kültürüne kapıldı, yüksek sanatı idrakten uzaklaştı. Kitle kültürü dediğimiz deniz ise, en büyük okyanustan bile büyük. Fakat, derinliği birkaç santimden ibaret!
Bu elbette bizi düşündürüyor. Melâle sevk ediyor.

Melâli anlamayan nesle aşina değiliz!

Kardeşlerin sohbet meclisinde konuşulacak çok şey var. Dört gün boyunca bunları bu salonda, odalarda, koridorlarda konuşup duracağız.

Türkçenin uluslararası şiir şöleni yedinci defa yapılıyor. İlk şölenden bu yana, bu nehirde sürekli yıkanan birkaç kişiden biriyim. Diğer isimler, aksakal şairimiz Bahaeddin Karakoç, şölenin büyük ödüllerini, beratlarını hazırlayan, sanat ve estetik tarafıyla ilgilenen Bekir Soysal ve şölenlerin tamamına katıldığından emin olamadığım iki şairimiz Metin Önal Mengüşoğlu ve Ahmet Kot var.

Şölenin müdavimleri, katılımcıları, yürütenleri içinde artık aramızda olmayanlar da var. Kazakistanın Almatı şehrinde yaptığımız ikinci şölenin ev sahibi, Kazakistan Yazarlar Birliği başkanı Kaldarbek Naymanbay vefat etti. İlk şölenimize katılan Özbekistanlı şair Rauf Parfi, Kırımlı şair Yunus Kandim, Azerbaycanlı şair Hamid Nutki, Kıbrısla şair Osman Türkay ve Türkiye'den M. Âkif İnan birkaç yıl içinde kaybettiklerimizden. Hepsine rahmet diliyorum. Bir önceki şölenimizin genç elemanlarından Akif Albayrak'ı da anmadan geçmeyelim.
Bu dostlar, kardeşler bizi "öte"lere götürdü... Üsküb'e dönüp yolumuza devam etmemiz lâzım. Şiirin konuşacağı bir yerde sözlerimi uzatmak yerine, bu toprağın şairi Yahya Kemal'in iki beytiyle tamamlamak istiyorum:

Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene. (Kaybolan şehir)

D. Mehmet Doğan
Türkçenin Uluslararası Şiiri Şöleni Daimi Heyet Başkanı
TYB Şeref Başkanı

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.